Doğu Akdeniz geriliminde Almanya hangi rolü oynayacak?

BÜROKRASİ (AA) - Anadolu Ajansı | 22.09.2020 - 13:10, Güncelleme: 27.10.2022 - 05:59
 

Doğu Akdeniz geriliminde Almanya hangi rolü oynayacak?

Almanya'nın önümüzdeki dönemde de Doğu Akdeniz krizi konusunda Türkiye'nin tezlerine yönelik mutlak reddedici bir tavır ortaya koymayacağı muhakkak.
<p>Avrupa tarihinin ge&ccedil;tiğimiz bin yılı Frank Kralı B&uuml;y&uuml;k Karl&rsquo;ın (Şarlman) v&acirc;risi olma iddiasındaki Almanlar ve Fransızlar arasındaki &ccedil;ekişmenin hikayesi olarak anlatılabilir. D&ouml;nem d&ouml;nem y&uuml;kselen İngiliz ve Fransız tesiri, İtalyan R&ouml;nesansı, s&uuml;r&uuml;p giden mezhep savaşları bu &ccedil;ekişmenin &ouml;nemine g&ouml;lge d&uuml;ş&uuml;rmez. Gerek Kutsal Roma Germen İmparatorluğu gerekse&nbsp;Fransa, potansiyelini maksimize ederek Roma&rsquo;nın v&acirc;risi olma m&uuml;cadelesi vermekten geri durmadı.</p> <p>On dokuzuncu y&uuml;zyıl bu m&uuml;cadelenin zirveye &ccedil;ıktığı asırdır. Napolyon&rsquo;un Kutsal Roma Germen İmparatorluğu&rsquo;nu yıkması, Sedan Savaşı&rsquo;nda Prusya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;rmesi ile dengelenmiş; Kayser Wilhelm&rsquo;im İmparatorluk tacını Versay Sarayı&rsquo;nda giymesi ile Prusya Fransızların onurunu zedelemiştir. Bu k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;r&uuml;lmenin intikamını almak i&ccedil;in Fransa I. D&uuml;nya Savaşı sonrası imzalanan Versay Antlaşması&rsquo;na Almanya a&ccedil;ısından karşılanması imk&acirc;nsız maddeler koymuştur. D&ouml;nemin Alman Dışişleri Bakanı Gustav Stresemann Versay Antlaşması ile dayatılan şartların Almanya a&ccedil;ısından karşılanabilir olmadığından yakınarak, yaklaşan felakete karşı, Fransa başta olmak &uuml;zere sistem akt&ouml;rlerini ikaz etmişti. Neticede Fransa savaş tazminatını tam olarak &ouml;deyemeyen Almanya&rsquo;nın Ruhr b&ouml;lgesini işgal etti. Bu atmosferde y&uuml;kselen Alman milliyet&ccedil;iliği Hitler iktidarına ve Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı birka&ccedil; g&uuml;nde işgaliyle sonu&ccedil;lanan s&uuml;rece zemin hazırladı.</p> <p>&nbsp;</p> <p>Maksadımız bir tarihsel anlatı ortaya koymak değildir. Aksine, ortaya koymamız gereken en &ouml;nemli husus, Almanya ve Fransa&rsquo;nın potansiyelini maksimize ederek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olmasının yolunun karşılıklı bir rekabetten ge&ccedil;tiğini hatırlatmaktır. İkinci D&uuml;nya Savaşı sonrası g&uuml;&ccedil; merkezi Atlantik &ouml;tesine kayan Batı&rsquo;nın, Avrupa ile ilgili ortaya koyduğu perspektif, kıtanın bir daha i&ccedil;inde savaş yaşanmayacak bir medeniyet merkezi olarak yeniden konumlanmasıydı. Bu ama&ccedil;la m&uuml;şterek bir Avrupa şuurunu meydana getirmek, bunu ise Almanya ve Fransa&rsquo;nın &ouml;nderliğinde bir birlik tesis ederek başarmak ama&ccedil;lanmıştı. Gerek Fransa&rsquo;nın gerekse Almanya&rsquo;nın rekabete girerek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olma perspektifi ortaya koymamaları bu birliğin varlığını m&uuml;mk&uuml;n kılacaktı. Buna karşın, savaş sonrası iki farklı ekonomik program izleyen Almanya ve Fransa farklı şekillerde gelişti. Almanya izlediği sanayi programı ile yeniden toparlanırken, Fransa eski zararlı alışkanlıklarından bir t&uuml;rl&uuml; kurtulamamış ve refah konusunda eski kolonilerinden akan zenginliğe bel bağlamıştı. Enerji konusunda dahi h&acirc;l&acirc; b&uuml;y&uuml;k oranda Afrika&rsquo;ya bağımlı olan Fransa&rsquo;nın, zenginliği sanayi gelişmede arayan Almanya ile rekabet etmesi m&uuml;mk&uuml;n değildi. Neticede Fransa savaşın galibi, Almanya ise mağlubu olmasına rağmen, Avrupa Birliği&rsquo;nin (AB) d&uuml;menine Almanya ge&ccedil;ti. Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin &ldquo;&ccedil;ekinik hegemonu&rdquo; (reluctant hegemon) olarak adlandıranların aslında altını &ccedil;izdikleri en &ouml;nemli ger&ccedil;ek, Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyele sahip olmakla, birliğin yeg&acirc;ne lideri olduğu idi. Bu durum Fransa tarafından asla itiraf edilmeyen bir geri kalmışlığı ortaya koyarken, AB&rsquo;nin y&uuml;k paylaşımında ağırlık b&uuml;y&uuml;k oranda Almanya&rsquo;ya bırakılmıştır. S&uuml;rekli olarak kendi potansiyeli i&ccedil;in &ccedil;alışan bir Fransa&rsquo;nın yanında, AB ve birlik &uuml;yesi &uuml;lkeler i&ccedil;in gayret sarf eden bir Almanya projeksiyonu, adeta tabii bir durum olarak ortaya konulmaktaydı. Sabık Fransız Cumhurbaşkanı Fran&ccedil;ois Hollande 2019 yılında Alman Die Weltgazetesine verdiği m&uuml;lakatta &ldquo;Avrupa bundan sonra ekonomik, finansal bir şirket olmanın &ouml;tesinde ekoloji, demokrasi, k&uuml;lt&uuml;r, savunma gibi alanlarda bir birlik olarak yeniden şekillenmelidir. Almanya bu konuda daha fazla sorumluluk almalıdır&rdquo; derken bu tutumu dışa vurmaktaydı. Fransa kendi potansiyelini &ouml;ncelerken, Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin her t&uuml;rl&uuml; y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlaması gereken g&uuml;&ccedil; olarak &ouml;nermekteydi. Fransız siyaseti, birlik i&ccedil;inde yaşanan her kargaşanın sorumluluğunu Almanya&rsquo;ya &ccedil;ıkarmak gibi bir kolaycılıktan asla vazge&ccedil;medi.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Fransa Macron ile yeniden &ccedil;ok b&uuml;y&uuml;k olabilir mi?</h3> <p>Almanya ile Fransa arasında hi&ccedil; eksik olmayan, ancak d&ouml;nemsel olarak g&ouml;r&uuml;nmez olan gerilim, 2013 yılında zirveye ulaştı. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı ekonomik krizden kurtarma planı Fransa tarafından b&uuml;y&uuml;k bir tepkiyle karşılandı. Alman Şans&ouml;lye Merkel Yunanistan&rsquo;ın adeta idaresine talip olurken, o zamanki Fransız Meclis Başkanı Claude Bartolone başta olmak &uuml;zere Fransız politikacılar Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik sert eleştiriler ortaya koydu. Die Welt gazetesi yaşananları Nisan 2013 tarihinde &ldquo;Ger&ccedil;ekleştirmek zorunda olduğu reformların altında ezilen Fransız siyaseti &ccedil;aresizce g&uuml;nah ke&ccedil;isi arıyor. B&uuml;t&ccedil;e a&ccedil;ığı ve işsizlik oranları artmaya devam ederken, Fransız siyaseti Başbakan Angela Merkel&#39;i Avrupa mali kriziyle başa &ccedil;ıkmada bencillik ve uzlaşmazlıkla su&ccedil;luyor&rdquo; şeklinde yorumlamıştı. Bu &ccedil;ok doğru bir analizdi; Fransa hantal sistemiyle boğuşmaktaydı, Merkel&rsquo;in siyaseti ise ger&ccedil;ek&ccedil;i ve pragmatikti: &ccedil;&ouml;z&uuml;m&uuml; benden bekliyor ve y&uuml;k&uuml;n altına beni sokuyorsanız d&uuml;meni bana bırakmalısınız!</p> <p>Merkel&rsquo;in bu tutumu AB i&ccedil;inde bir liderlik ortaya koymanın &ouml;tesinde, Fransa&rsquo;ya omuzlandığı sorumluluk kadar itibar vermek anlamına geliyordu. Almanya ve Fransa&rsquo;nın g&uuml;&ccedil; dengesi esası &uuml;zerinde dile getirilmeyen, konuşulmayan bir anlaşma vardı; ancak bu anlaşma Fransa&rsquo;nın Almanya karşısında zayıf d&uuml;şmesiyle ister istemez bozulmaktaydı. Fran&ccedil;ois Mitterand ve Helmut Kohl d&ouml;neminde stat&uuml;ko stabil hale gelmişti, ancak avroya ge&ccedil;iş sonrası dengeler s&uuml;rekli olarak Almanya&rsquo;nın lehine gelişmişti. Berlin Duvarı&rsquo;nın yıkılmasının akabinde Doğu Almanya&rsquo;nın mali y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlayan Almanya, her ekonomik krizde AB &uuml;yesi &uuml;lkeleri kurtarma paketlerini de b&uuml;y&uuml;k oranda omuzlamak durumunda kalmış, buna rağmen gelişmiş sanayii ile Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyel ortaya koymuştu. Merkel ise &uuml;lkesinin Avrupa liderliğini sağlamlaştırmış, kendi başbakanlığı s&uuml;resince Fransa&rsquo;da g&ouml;rev yapan d&ouml;rt farklı karakterdeki cumhurbaşkanına da bu &uuml;st&uuml;nl&uuml;ğ&uuml; kabul ettirmiştir.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Merkel&rsquo;den sonra Almanya pasifleşecek mi?</h3> <p>Merkel sonrası Almanya&rsquo;nın başat rol&uuml;n&uuml;n değişeceği ve k&uuml;resel ekonomik krizin faturasının Alman siyasetine kaos olarak d&ouml;neceği şeklindeki okumalar, Fransa&rsquo;yı y&ouml;netenlere iki hedef sundu. Bu hedeflerin ilki AB i&ccedil;indeki Alman hegemonyasını kendi lehine &ccedil;evirerek Almanya&#39;nın &uuml;zerinde etkili olduğu &uuml;lkeleri kendi etki sahasına &ccedil;ekmektir. Bu hedefin &ouml;zellikle Yunanistan&#39;a ve Yunanistan&#39;ın uydusu G&uuml;ney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti&rsquo;ne y&ouml;nelmiş olmasında şaşılacak bir şey yoktur. 2013 sonrası Yunanistan&#39;da gittik&ccedil;e y&uuml;kselen Alman karşıtlığını (Germanophobie) kendi lehine &ccedil;evirmeyi ama&ccedil;layan Fransa, &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde AB i&ccedil;inde daha pasif bir Almanya bulmayı umduğundan, inisiyatifi eline ge&ccedil;irmeyi ama&ccedil;lamaktadır.</p> <p>İkinci hedef ise Fransa&#39;nın s&uuml;rekli olarak &uuml;zerinde hissettiği İngiliz ve Alman baskısını Brexit ve Merkel sonrası d&ouml;nemde aşarak yeniden b&uuml;y&uuml;k Fransa hedefine doğru adımlar atmaktır. Uzun s&uuml;ren Brexit tartışmaları, Avrupa &ccedil;ıkarlarının milli &ccedil;ıkarlar mevzubahis olduğunda hi&ccedil; d&uuml;ş&uuml;nmeden bir kenara itilmesi gerektiği fikrinin Avrupa &ccedil;apında daha fazla sahiplenilmesine vesile oldu. Yapısal sorunlarla boğuşan ve 2016 yılında &ccedil;alışma kanununda k&ouml;kl&uuml; reformlar ger&ccedil;ekleştiren Fransa bu tartışmalardan fazlasıyla nasibini aldı. Sağ politikalar savaş sonrası d&ouml;nemde hi&ccedil; olmadığı kadar Fransız siyasetini domine etmeye başladı. B&uuml;y&uuml;k Fransa hedefinin, Napolyon Bonaparte&rsquo;ın ardından Fransa&rsquo;yı y&ouml;neten pek &ccedil;ok kimseyi baştan &ccedil;ıkardığı muhakkaktır. Buna mukabil, Napolyon&rsquo;u taklit edenlerin hi&ccedil; de hayırlı akıbetler elde edemediğini de g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurmak gerekir. En tipik &ouml;rneği İmparator III. Napolyon olan bu tutum, Fransız siyasi aklını, zaman zaman Napolyon Bonaparte&#39;tan ilham alarak, kapasitesinin &uuml;zerinde taleplerde bulunma gibi yanlışlara sevk eder.</p> <p>Son olarak Nicolas Sarkozy&#39;nin Arap Baharı s&uuml;recine doğrudan ve y&ouml;nlendirici akt&ouml;r olarak katılma hevesi bu tutumun &ouml;rneklerinden biri olarak karşımıza &ccedil;ıktı. Sarkozy&#39;nin Arap Baharı konusundaki tutumu kısmen anlaşılabilirdi; zira Kuzey Afrikalı devletler halen Fransa a&ccedil;ısından ekonomik &ouml;nemi y&uuml;ksek, yarı s&ouml;m&uuml;rge devletler olarak kabul edilmekteler. Buna karşın Emmanuel Macron&#39;un Orta Doğu&#39;da ve Kuzey Afrika&#39;da var olma stratejisi bir başka b&uuml;y&uuml;me hedefini ortaya koyuyor. Libya savaşına askeri olarak doğrudan ve dolaylı şekilde m&uuml;dahil olan Macron Fransa&rsquo;sı, Suriye ve L&uuml;bnan&#39;da aktif şekilde yer almayı hedeflemektedir. Fransa s&ouml;z konusu krizlerde &uuml;&ccedil; &ouml;nemli kazanım hedefliyor. Bunların ilki, Arap baharı sonrası yeniden şekillenecek olan pazar ve hammadde trafiğinin merkezine kendisini oturtmak. Zaten &ldquo;arka bah&ccedil;esi&rdquo; olarak g&ouml;rd&uuml;ğ&uuml; bu coğrafyada etkisini kaybetmekten &ccedil;ekinen Fransa, diğer yandan Libya&#39;yı etki alanına dahil etmeye &ccedil;abalamakta. İkinci &ouml;nemli hedefi ise Arap Baharı sonrası Orta Doğu&#39;da yaşanacak restorasyondan ekonomik &ccedil;ıkar sağlamaktır. Bu ise hatırı sayılır bir para demektir. &Uuml;&ccedil;&uuml;nc&uuml; hedef ise yeni d&uuml;zenin kendi etki sahası g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurularak tesis edilmesini sağlamaktır.</p> <p>Asırlık Fransız alışkanlıkları n&uuml;ksetmiştir; Fransa yeni kurulacak sistemlerin siyasi elitlerini, dahili, harici ve askeri b&uuml;rokrasisini Fransız &ccedil;ıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmeyi hayati &ouml;neme sahip g&ouml;rmektedir. Fransa&#39;nın bu noktada yaşadığı en b&uuml;y&uuml;k bahtsızlık ise bu &ccedil;atışma alanlarının hemen hepsinde T&uuml;rkiye ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Fransa ile T&uuml;rkiye arasında yaşanan Suriye ve Libya gerilimi, yaz aylarında yaşanan &ccedil;eşitli gerilimlerle daha geniş bir boyut kazandı. Fransa&#39;nın Yunanistan&#39;ı T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize etme &ccedil;abalarıyla daha da tırmanan Doğu Akdeniz geriliminin zirveye ulaştığı g&uuml;nlerde Azerbaycan-Ermenistan sınırında Ermenistan&#39;ın tacizleri sebebiyle yaşanan gerilim, T&uuml;rk kamuoyunun dikkatlerini Kafkaslara tevcih etmesiyle sonu&ccedil;lanmıştı. Fransa Ermenistan &uuml;zerindeki b&uuml;y&uuml;k etkisini kullanarak T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini bir cepheye daha yaymayı ama&ccedil;lamıştır. Fransa&#39;nın hedefi a&ccedil;ıktır: T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini farklı cephelerde harcamasına yol a&ccedil;arak Libya ve Suriye denklemlerinde Fransa&#39;nın dayattığı tezlere yakın tezleri kabul etmesini sağlamak birinci hedeftir. İkinci hedef ise Fransa&#39;nın bir şekilde etki alanı kılmayı ama&ccedil;ladığı Orta Doğu ile arasındaki deniz g&uuml;zergahını T&uuml;rkiye&#39;nin etki ve inisiyatifine bırakmamaktır.</p> <p>Ortaya koyduğu projeksiyon sebebiyle Macron&rsquo;u Napolyon ile kıyaslayanların g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurması zaruri iki temel ayrım noktası vardır. Bu ayrım noktalarından en &ouml;nemlisi hi&ccedil; ş&uuml;phesiz Napolyon Bonaparte&#39;ın arkasındaki halk desteği ile Emmanuel Macron&rsquo;un arkasındaki halk desteği nispetidir. Napolyon Elbe&rsquo;ye gitmeden &ouml;nce de Elbe&rsquo;den d&ouml;nd&uuml;kten sonra da arkasında b&uuml;y&uuml;k bir halk desteği olan bir askerdi ve s&uuml;rekli olarak savaş alanında yer almaktan geri durmamıştı; halk ve ordu tarafından sevilen bir fig&uuml;rd&uuml;. Buna mukabil d&uuml;ş&uuml;k katılımlı se&ccedil;imde oyların d&ouml;rtte birini alarak cumhurbaşkanı se&ccedil;ilen Macron, sarı yeleklilerin g&ouml;sterilerinin g&ouml;lgesi altında, istenmeyen bir fig&uuml;r olarak başkanlık yapmaktadır. Dolayısıyla iki fig&uuml;r&uuml;n arasındaki en temel fark i&ccedil; destek hususundadır.</p> <p>&nbsp;</p> <p>İkinci &ouml;nemli fark ise askeri potansiyel bakımındandır. Fransız İhtilali sonrası yaşanan militerleşme s&uuml;recinde Avrupa&#39;nın en g&uuml;&ccedil;l&uuml; ordusu haline gelen Fransız ordusu, Sibirya&rsquo;ya kadar uzanan, rakip tanımaz, g&uuml;&ccedil;l&uuml; bir ordudur. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusu ise Alman ordusuna karşı alınan tarihi yenilgi ve birka&ccedil; g&uuml;nde t&uuml;m Fransa&rsquo;nın idaresinin Almanlara terk edilmesi hezimetinden beri anlamlı bir başarı ile anılmamaktadır. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusunun Napolyon Bonaparte&#39;ın ordusu ile mukayese edilebilir hi&ccedil;bir yanı yoktur. Napolyon ile farklı potansiyellere sahip olduğu ger&ccedil;eğini acı tecr&uuml;belerle de olsa fark eden Macron&#39;un s&ouml;ylemlerinde ve tonunda son zamanlarda meydana gelen yumuşama, bir hakikat ile y&uuml;zleşmiş olması sebebiyledir: ne Fransa&#39;nın ne de T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize ettiği Yunanistan&#39;ın g&uuml;c&uuml;&nbsp;Doğu Akdeniz denkleminde T&uuml;rkiye ile boy &ouml;l&ccedil;&uuml;şmeye yetecek orandadır. T&uuml;rkiye&rsquo;yi ikna etmek i&ccedil;in devreye sokulması gereken&nbsp;Almanya&rsquo;nın bu işe hi&ccedil; de g&ouml;n&uuml;ll&uuml; olmadığı ise artık ortadadır. A&ccedil;ık&ccedil;a test edilen ger&ccedil;ek, Almanya&#39;nın, T&uuml;rkiye&#39;ye karşı m&uuml;cadelesinde Fransa&#39;nın kaybetmesinden duyduğu hoşnutluktur.</p> <p>Elbette Fransa&#39;nın T&uuml;rkiye gibi &ouml;nemli bir g&uuml;ce diz &ccedil;&ouml;kt&uuml;rerek, b&ouml;ylesi bir krizden muzaffer ayrılması Almanya a&ccedil;ısından hi&ccedil; de i&ccedil; a&ccedil;ıcı olmayacaktı. Zira b&ouml;ylesi bir zafer Fransa&#39;yı Avrupa arenasında Almanya&#39;dan daha &ouml;n plana &ccedil;ıkartacak bir başarı olacaktı. Bu sebeple Recep Tayyip Erdoğan karşısında Emmanuel Macron&#39;un geri adım atması ve krizin ilk g&uuml;nlerinde takındığı şahin duruşunu terk etmesi, T&uuml;rkiye kadar Almanya&rsquo;yı da hoşnut etmiştir. Bu durum aynı zamanda yaşanan b&uuml;t&uuml;n gerilimlere rağmen, Almanya&#39;nın T&uuml;rkiye ile ilişkilerden neden vazge&ccedil;emeyeceğini de bir kez daha g&ouml;zler &ouml;n&uuml;ne sermiştir. T&uuml;rkiye Almanya&#39;nın Avrupa&#39;daki en &ouml;nemli rakibi olan Fransa&#39;yı, ekonomik ve sosyal etki sahası olarak kabul ettiği Kuzey Afrika&#39;da ve Orta Doğu&#39;da frenleyebilecek yeg&acirc;ne b&uuml;y&uuml;k g&uuml;&ccedil;t&uuml;r. Her ne kadar AB&#39;nin ilan edilmemiş lideri olarak Yunanistan&#39;dan yana tavır almış g&ouml;z&uuml;kse de, Almanya son d&ouml;nemde Yunanistan&#39;a yapmış olduğu diplomasi &ccedil;ağrılarının karşılıksız kalması ve Yunanistan&#39;ın Fransa ile m&uuml;şterek bir siyaset g&uuml;d&uuml;yor olmasından son derece rahatsızdır. Almanya&rsquo;nın, adaları silahsızlandırması hususunda Yunanistan&rsquo;a yaptığı baskı ise Yunan kamuoyunda Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik hayal kırıklıklarının daha da derinleşmesine sebep olmuştur. B&ouml;yle bir ortamda T&uuml;rkiye, atılabilecek en doğru adımları atarak Almanya&#39;nın her t&uuml;rl&uuml; diplomatik talebini ciddiye almış ve Doğu Akdeniz&#39;de AB&#39;nin lider &uuml;lkesi olarak tanıdığı, aynı zamanda Libya krizinin &ccedil;&ouml;z&uuml;m merkezi olarak kabul ettiği Berlin ile diplomasi y&uuml;r&uuml;tmeyi tercih etmiştir.</p> <p>Almanya&#39;nın &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde de Doğu Akdeniz krizi konusunda T&uuml;rkiye&#39;nin tezlerine y&ouml;nelik mutlak reddedici bir tavır ortaya koymayacağı muhakkaktır. Hele Yunanistan&#39;ın T&uuml;rkiye&#39;ye dayatmaya &ccedil;alıştığı Ege ve Akdeniz haritası bu kadar mantıksızken, T&uuml;rkiye pragmatik Alman diplomasisini bir şekilde yanına &ccedil;ekmeye &ccedil;alışacak ve onu Fransız-Yunan paktına karşı kendi yanında yer almaya ikna edecektir. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı destekler g&ouml;r&uuml;nmesinin ger&ccedil;ekte hi&ccedil;bir karşılığı olmadığını &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki s&uuml;re&ccedil;te daha yakından g&ouml;zlemleme fırsatımız olacaktır; Almanya sadece AB&rsquo;nin lider &uuml;lkesi olarak vermek zorunda olduğu desteği verir g&ouml;r&uuml;nmektedir.</p>
Almanya'nın önümüzdeki dönemde de Doğu Akdeniz krizi konusunda Türkiye'nin tezlerine yönelik mutlak reddedici bir tavır ortaya koymayacağı muhakkak.
<p>Avrupa tarihinin ge&ccedil;tiğimiz bin yılı Frank Kralı B&uuml;y&uuml;k Karl&rsquo;ın (Şarlman) v&acirc;risi olma iddiasındaki Almanlar ve Fransızlar arasındaki &ccedil;ekişmenin hikayesi olarak anlatılabilir. D&ouml;nem d&ouml;nem y&uuml;kselen İngiliz ve Fransız tesiri, İtalyan R&ouml;nesansı, s&uuml;r&uuml;p giden mezhep savaşları bu &ccedil;ekişmenin &ouml;nemine g&ouml;lge d&uuml;ş&uuml;rmez. Gerek Kutsal Roma Germen İmparatorluğu gerekse&nbsp;Fransa, potansiyelini maksimize ederek Roma&rsquo;nın v&acirc;risi olma m&uuml;cadelesi vermekten geri durmadı.</p> <p>On dokuzuncu y&uuml;zyıl bu m&uuml;cadelenin zirveye &ccedil;ıktığı asırdır. Napolyon&rsquo;un Kutsal Roma Germen İmparatorluğu&rsquo;nu yıkması, Sedan Savaşı&rsquo;nda Prusya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;rmesi ile dengelenmiş; Kayser Wilhelm&rsquo;im İmparatorluk tacını Versay Sarayı&rsquo;nda giymesi ile Prusya Fransızların onurunu zedelemiştir. Bu k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;r&uuml;lmenin intikamını almak i&ccedil;in Fransa I. D&uuml;nya Savaşı sonrası imzalanan Versay Antlaşması&rsquo;na Almanya a&ccedil;ısından karşılanması imk&acirc;nsız maddeler koymuştur. D&ouml;nemin Alman Dışişleri Bakanı Gustav Stresemann Versay Antlaşması ile dayatılan şartların Almanya a&ccedil;ısından karşılanabilir olmadığından yakınarak, yaklaşan felakete karşı, Fransa başta olmak &uuml;zere sistem akt&ouml;rlerini ikaz etmişti. Neticede Fransa savaş tazminatını tam olarak &ouml;deyemeyen Almanya&rsquo;nın Ruhr b&ouml;lgesini işgal etti. Bu atmosferde y&uuml;kselen Alman milliyet&ccedil;iliği Hitler iktidarına ve Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı birka&ccedil; g&uuml;nde işgaliyle sonu&ccedil;lanan s&uuml;rece zemin hazırladı.</p> <p>&nbsp;</p> <p>Maksadımız bir tarihsel anlatı ortaya koymak değildir. Aksine, ortaya koymamız gereken en &ouml;nemli husus, Almanya ve Fransa&rsquo;nın potansiyelini maksimize ederek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olmasının yolunun karşılıklı bir rekabetten ge&ccedil;tiğini hatırlatmaktır. İkinci D&uuml;nya Savaşı sonrası g&uuml;&ccedil; merkezi Atlantik &ouml;tesine kayan Batı&rsquo;nın, Avrupa ile ilgili ortaya koyduğu perspektif, kıtanın bir daha i&ccedil;inde savaş yaşanmayacak bir medeniyet merkezi olarak yeniden konumlanmasıydı. Bu ama&ccedil;la m&uuml;şterek bir Avrupa şuurunu meydana getirmek, bunu ise Almanya ve Fransa&rsquo;nın &ouml;nderliğinde bir birlik tesis ederek başarmak ama&ccedil;lanmıştı. Gerek Fransa&rsquo;nın gerekse Almanya&rsquo;nın rekabete girerek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olma perspektifi ortaya koymamaları bu birliğin varlığını m&uuml;mk&uuml;n kılacaktı. Buna karşın, savaş sonrası iki farklı ekonomik program izleyen Almanya ve Fransa farklı şekillerde gelişti. Almanya izlediği sanayi programı ile yeniden toparlanırken, Fransa eski zararlı alışkanlıklarından bir t&uuml;rl&uuml; kurtulamamış ve refah konusunda eski kolonilerinden akan zenginliğe bel bağlamıştı. Enerji konusunda dahi h&acirc;l&acirc; b&uuml;y&uuml;k oranda Afrika&rsquo;ya bağımlı olan Fransa&rsquo;nın, zenginliği sanayi gelişmede arayan Almanya ile rekabet etmesi m&uuml;mk&uuml;n değildi. Neticede Fransa savaşın galibi, Almanya ise mağlubu olmasına rağmen, Avrupa Birliği&rsquo;nin (AB) d&uuml;menine Almanya ge&ccedil;ti. Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin &ldquo;&ccedil;ekinik hegemonu&rdquo; (reluctant hegemon) olarak adlandıranların aslında altını &ccedil;izdikleri en &ouml;nemli ger&ccedil;ek, Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyele sahip olmakla, birliğin yeg&acirc;ne lideri olduğu idi. Bu durum Fransa tarafından asla itiraf edilmeyen bir geri kalmışlığı ortaya koyarken, AB&rsquo;nin y&uuml;k paylaşımında ağırlık b&uuml;y&uuml;k oranda Almanya&rsquo;ya bırakılmıştır. S&uuml;rekli olarak kendi potansiyeli i&ccedil;in &ccedil;alışan bir Fransa&rsquo;nın yanında, AB ve birlik &uuml;yesi &uuml;lkeler i&ccedil;in gayret sarf eden bir Almanya projeksiyonu, adeta tabii bir durum olarak ortaya konulmaktaydı. Sabık Fransız Cumhurbaşkanı Fran&ccedil;ois Hollande 2019 yılında Alman Die Weltgazetesine verdiği m&uuml;lakatta &ldquo;Avrupa bundan sonra ekonomik, finansal bir şirket olmanın &ouml;tesinde ekoloji, demokrasi, k&uuml;lt&uuml;r, savunma gibi alanlarda bir birlik olarak yeniden şekillenmelidir. Almanya bu konuda daha fazla sorumluluk almalıdır&rdquo; derken bu tutumu dışa vurmaktaydı. Fransa kendi potansiyelini &ouml;ncelerken, Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin her t&uuml;rl&uuml; y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlaması gereken g&uuml;&ccedil; olarak &ouml;nermekteydi. Fransız siyaseti, birlik i&ccedil;inde yaşanan her kargaşanın sorumluluğunu Almanya&rsquo;ya &ccedil;ıkarmak gibi bir kolaycılıktan asla vazge&ccedil;medi.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Fransa Macron ile yeniden &ccedil;ok b&uuml;y&uuml;k olabilir mi?</h3> <p>Almanya ile Fransa arasında hi&ccedil; eksik olmayan, ancak d&ouml;nemsel olarak g&ouml;r&uuml;nmez olan gerilim, 2013 yılında zirveye ulaştı. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı ekonomik krizden kurtarma planı Fransa tarafından b&uuml;y&uuml;k bir tepkiyle karşılandı. Alman Şans&ouml;lye Merkel Yunanistan&rsquo;ın adeta idaresine talip olurken, o zamanki Fransız Meclis Başkanı Claude Bartolone başta olmak &uuml;zere Fransız politikacılar Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik sert eleştiriler ortaya koydu. Die Welt gazetesi yaşananları Nisan 2013 tarihinde &ldquo;Ger&ccedil;ekleştirmek zorunda olduğu reformların altında ezilen Fransız siyaseti &ccedil;aresizce g&uuml;nah ke&ccedil;isi arıyor. B&uuml;t&ccedil;e a&ccedil;ığı ve işsizlik oranları artmaya devam ederken, Fransız siyaseti Başbakan Angela Merkel&#39;i Avrupa mali kriziyle başa &ccedil;ıkmada bencillik ve uzlaşmazlıkla su&ccedil;luyor&rdquo; şeklinde yorumlamıştı. Bu &ccedil;ok doğru bir analizdi; Fransa hantal sistemiyle boğuşmaktaydı, Merkel&rsquo;in siyaseti ise ger&ccedil;ek&ccedil;i ve pragmatikti: &ccedil;&ouml;z&uuml;m&uuml; benden bekliyor ve y&uuml;k&uuml;n altına beni sokuyorsanız d&uuml;meni bana bırakmalısınız!</p> <p>Merkel&rsquo;in bu tutumu AB i&ccedil;inde bir liderlik ortaya koymanın &ouml;tesinde, Fransa&rsquo;ya omuzlandığı sorumluluk kadar itibar vermek anlamına geliyordu. Almanya ve Fransa&rsquo;nın g&uuml;&ccedil; dengesi esası &uuml;zerinde dile getirilmeyen, konuşulmayan bir anlaşma vardı; ancak bu anlaşma Fransa&rsquo;nın Almanya karşısında zayıf d&uuml;şmesiyle ister istemez bozulmaktaydı. Fran&ccedil;ois Mitterand ve Helmut Kohl d&ouml;neminde stat&uuml;ko stabil hale gelmişti, ancak avroya ge&ccedil;iş sonrası dengeler s&uuml;rekli olarak Almanya&rsquo;nın lehine gelişmişti. Berlin Duvarı&rsquo;nın yıkılmasının akabinde Doğu Almanya&rsquo;nın mali y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlayan Almanya, her ekonomik krizde AB &uuml;yesi &uuml;lkeleri kurtarma paketlerini de b&uuml;y&uuml;k oranda omuzlamak durumunda kalmış, buna rağmen gelişmiş sanayii ile Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyel ortaya koymuştu. Merkel ise &uuml;lkesinin Avrupa liderliğini sağlamlaştırmış, kendi başbakanlığı s&uuml;resince Fransa&rsquo;da g&ouml;rev yapan d&ouml;rt farklı karakterdeki cumhurbaşkanına da bu &uuml;st&uuml;nl&uuml;ğ&uuml; kabul ettirmiştir.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Merkel&rsquo;den sonra Almanya pasifleşecek mi?</h3> <p>Merkel sonrası Almanya&rsquo;nın başat rol&uuml;n&uuml;n değişeceği ve k&uuml;resel ekonomik krizin faturasının Alman siyasetine kaos olarak d&ouml;neceği şeklindeki okumalar, Fransa&rsquo;yı y&ouml;netenlere iki hedef sundu. Bu hedeflerin ilki AB i&ccedil;indeki Alman hegemonyasını kendi lehine &ccedil;evirerek Almanya&#39;nın &uuml;zerinde etkili olduğu &uuml;lkeleri kendi etki sahasına &ccedil;ekmektir. Bu hedefin &ouml;zellikle Yunanistan&#39;a ve Yunanistan&#39;ın uydusu G&uuml;ney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti&rsquo;ne y&ouml;nelmiş olmasında şaşılacak bir şey yoktur. 2013 sonrası Yunanistan&#39;da gittik&ccedil;e y&uuml;kselen Alman karşıtlığını (Germanophobie) kendi lehine &ccedil;evirmeyi ama&ccedil;layan Fransa, &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde AB i&ccedil;inde daha pasif bir Almanya bulmayı umduğundan, inisiyatifi eline ge&ccedil;irmeyi ama&ccedil;lamaktadır.</p> <p>İkinci hedef ise Fransa&#39;nın s&uuml;rekli olarak &uuml;zerinde hissettiği İngiliz ve Alman baskısını Brexit ve Merkel sonrası d&ouml;nemde aşarak yeniden b&uuml;y&uuml;k Fransa hedefine doğru adımlar atmaktır. Uzun s&uuml;ren Brexit tartışmaları, Avrupa &ccedil;ıkarlarının milli &ccedil;ıkarlar mevzubahis olduğunda hi&ccedil; d&uuml;ş&uuml;nmeden bir kenara itilmesi gerektiği fikrinin Avrupa &ccedil;apında daha fazla sahiplenilmesine vesile oldu. Yapısal sorunlarla boğuşan ve 2016 yılında &ccedil;alışma kanununda k&ouml;kl&uuml; reformlar ger&ccedil;ekleştiren Fransa bu tartışmalardan fazlasıyla nasibini aldı. Sağ politikalar savaş sonrası d&ouml;nemde hi&ccedil; olmadığı kadar Fransız siyasetini domine etmeye başladı. B&uuml;y&uuml;k Fransa hedefinin, Napolyon Bonaparte&rsquo;ın ardından Fransa&rsquo;yı y&ouml;neten pek &ccedil;ok kimseyi baştan &ccedil;ıkardığı muhakkaktır. Buna mukabil, Napolyon&rsquo;u taklit edenlerin hi&ccedil; de hayırlı akıbetler elde edemediğini de g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurmak gerekir. En tipik &ouml;rneği İmparator III. Napolyon olan bu tutum, Fransız siyasi aklını, zaman zaman Napolyon Bonaparte&#39;tan ilham alarak, kapasitesinin &uuml;zerinde taleplerde bulunma gibi yanlışlara sevk eder.</p> <p>Son olarak Nicolas Sarkozy&#39;nin Arap Baharı s&uuml;recine doğrudan ve y&ouml;nlendirici akt&ouml;r olarak katılma hevesi bu tutumun &ouml;rneklerinden biri olarak karşımıza &ccedil;ıktı. Sarkozy&#39;nin Arap Baharı konusundaki tutumu kısmen anlaşılabilirdi; zira Kuzey Afrikalı devletler halen Fransa a&ccedil;ısından ekonomik &ouml;nemi y&uuml;ksek, yarı s&ouml;m&uuml;rge devletler olarak kabul edilmekteler. Buna karşın Emmanuel Macron&#39;un Orta Doğu&#39;da ve Kuzey Afrika&#39;da var olma stratejisi bir başka b&uuml;y&uuml;me hedefini ortaya koyuyor. Libya savaşına askeri olarak doğrudan ve dolaylı şekilde m&uuml;dahil olan Macron Fransa&rsquo;sı, Suriye ve L&uuml;bnan&#39;da aktif şekilde yer almayı hedeflemektedir. Fransa s&ouml;z konusu krizlerde &uuml;&ccedil; &ouml;nemli kazanım hedefliyor. Bunların ilki, Arap baharı sonrası yeniden şekillenecek olan pazar ve hammadde trafiğinin merkezine kendisini oturtmak. Zaten &ldquo;arka bah&ccedil;esi&rdquo; olarak g&ouml;rd&uuml;ğ&uuml; bu coğrafyada etkisini kaybetmekten &ccedil;ekinen Fransa, diğer yandan Libya&#39;yı etki alanına dahil etmeye &ccedil;abalamakta. İkinci &ouml;nemli hedefi ise Arap Baharı sonrası Orta Doğu&#39;da yaşanacak restorasyondan ekonomik &ccedil;ıkar sağlamaktır. Bu ise hatırı sayılır bir para demektir. &Uuml;&ccedil;&uuml;nc&uuml; hedef ise yeni d&uuml;zenin kendi etki sahası g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurularak tesis edilmesini sağlamaktır.</p> <p>Asırlık Fransız alışkanlıkları n&uuml;ksetmiştir; Fransa yeni kurulacak sistemlerin siyasi elitlerini, dahili, harici ve askeri b&uuml;rokrasisini Fransız &ccedil;ıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmeyi hayati &ouml;neme sahip g&ouml;rmektedir. Fransa&#39;nın bu noktada yaşadığı en b&uuml;y&uuml;k bahtsızlık ise bu &ccedil;atışma alanlarının hemen hepsinde T&uuml;rkiye ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Fransa ile T&uuml;rkiye arasında yaşanan Suriye ve Libya gerilimi, yaz aylarında yaşanan &ccedil;eşitli gerilimlerle daha geniş bir boyut kazandı. Fransa&#39;nın Yunanistan&#39;ı T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize etme &ccedil;abalarıyla daha da tırmanan Doğu Akdeniz geriliminin zirveye ulaştığı g&uuml;nlerde Azerbaycan-Ermenistan sınırında Ermenistan&#39;ın tacizleri sebebiyle yaşanan gerilim, T&uuml;rk kamuoyunun dikkatlerini Kafkaslara tevcih etmesiyle sonu&ccedil;lanmıştı. Fransa Ermenistan &uuml;zerindeki b&uuml;y&uuml;k etkisini kullanarak T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini bir cepheye daha yaymayı ama&ccedil;lamıştır. Fransa&#39;nın hedefi a&ccedil;ıktır: T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini farklı cephelerde harcamasına yol a&ccedil;arak Libya ve Suriye denklemlerinde Fransa&#39;nın dayattığı tezlere yakın tezleri kabul etmesini sağlamak birinci hedeftir. İkinci hedef ise Fransa&#39;nın bir şekilde etki alanı kılmayı ama&ccedil;ladığı Orta Doğu ile arasındaki deniz g&uuml;zergahını T&uuml;rkiye&#39;nin etki ve inisiyatifine bırakmamaktır.</p> <p>Ortaya koyduğu projeksiyon sebebiyle Macron&rsquo;u Napolyon ile kıyaslayanların g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurması zaruri iki temel ayrım noktası vardır. Bu ayrım noktalarından en &ouml;nemlisi hi&ccedil; ş&uuml;phesiz Napolyon Bonaparte&#39;ın arkasındaki halk desteği ile Emmanuel Macron&rsquo;un arkasındaki halk desteği nispetidir. Napolyon Elbe&rsquo;ye gitmeden &ouml;nce de Elbe&rsquo;den d&ouml;nd&uuml;kten sonra da arkasında b&uuml;y&uuml;k bir halk desteği olan bir askerdi ve s&uuml;rekli olarak savaş alanında yer almaktan geri durmamıştı; halk ve ordu tarafından sevilen bir fig&uuml;rd&uuml;. Buna mukabil d&uuml;ş&uuml;k katılımlı se&ccedil;imde oyların d&ouml;rtte birini alarak cumhurbaşkanı se&ccedil;ilen Macron, sarı yeleklilerin g&ouml;sterilerinin g&ouml;lgesi altında, istenmeyen bir fig&uuml;r olarak başkanlık yapmaktadır. Dolayısıyla iki fig&uuml;r&uuml;n arasındaki en temel fark i&ccedil; destek hususundadır.</p> <p>&nbsp;</p> <p>İkinci &ouml;nemli fark ise askeri potansiyel bakımındandır. Fransız İhtilali sonrası yaşanan militerleşme s&uuml;recinde Avrupa&#39;nın en g&uuml;&ccedil;l&uuml; ordusu haline gelen Fransız ordusu, Sibirya&rsquo;ya kadar uzanan, rakip tanımaz, g&uuml;&ccedil;l&uuml; bir ordudur. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusu ise Alman ordusuna karşı alınan tarihi yenilgi ve birka&ccedil; g&uuml;nde t&uuml;m Fransa&rsquo;nın idaresinin Almanlara terk edilmesi hezimetinden beri anlamlı bir başarı ile anılmamaktadır. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusunun Napolyon Bonaparte&#39;ın ordusu ile mukayese edilebilir hi&ccedil;bir yanı yoktur. Napolyon ile farklı potansiyellere sahip olduğu ger&ccedil;eğini acı tecr&uuml;belerle de olsa fark eden Macron&#39;un s&ouml;ylemlerinde ve tonunda son zamanlarda meydana gelen yumuşama, bir hakikat ile y&uuml;zleşmiş olması sebebiyledir: ne Fransa&#39;nın ne de T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize ettiği Yunanistan&#39;ın g&uuml;c&uuml;&nbsp;Doğu Akdeniz denkleminde T&uuml;rkiye ile boy &ouml;l&ccedil;&uuml;şmeye yetecek orandadır. T&uuml;rkiye&rsquo;yi ikna etmek i&ccedil;in devreye sokulması gereken&nbsp;Almanya&rsquo;nın bu işe hi&ccedil; de g&ouml;n&uuml;ll&uuml; olmadığı ise artık ortadadır. A&ccedil;ık&ccedil;a test edilen ger&ccedil;ek, Almanya&#39;nın, T&uuml;rkiye&#39;ye karşı m&uuml;cadelesinde Fransa&#39;nın kaybetmesinden duyduğu hoşnutluktur.</p> <p>Elbette Fransa&#39;nın T&uuml;rkiye gibi &ouml;nemli bir g&uuml;ce diz &ccedil;&ouml;kt&uuml;rerek, b&ouml;ylesi bir krizden muzaffer ayrılması Almanya a&ccedil;ısından hi&ccedil; de i&ccedil; a&ccedil;ıcı olmayacaktı. Zira b&ouml;ylesi bir zafer Fransa&#39;yı Avrupa arenasında Almanya&#39;dan daha &ouml;n plana &ccedil;ıkartacak bir başarı olacaktı. Bu sebeple Recep Tayyip Erdoğan karşısında Emmanuel Macron&#39;un geri adım atması ve krizin ilk g&uuml;nlerinde takındığı şahin duruşunu terk etmesi, T&uuml;rkiye kadar Almanya&rsquo;yı da hoşnut etmiştir. Bu durum aynı zamanda yaşanan b&uuml;t&uuml;n gerilimlere rağmen, Almanya&#39;nın T&uuml;rkiye ile ilişkilerden neden vazge&ccedil;emeyeceğini de bir kez daha g&ouml;zler &ouml;n&uuml;ne sermiştir. T&uuml;rkiye Almanya&#39;nın Avrupa&#39;daki en &ouml;nemli rakibi olan Fransa&#39;yı, ekonomik ve sosyal etki sahası olarak kabul ettiği Kuzey Afrika&#39;da ve Orta Doğu&#39;da frenleyebilecek yeg&acirc;ne b&uuml;y&uuml;k g&uuml;&ccedil;t&uuml;r. Her ne kadar AB&#39;nin ilan edilmemiş lideri olarak Yunanistan&#39;dan yana tavır almış g&ouml;z&uuml;kse de, Almanya son d&ouml;nemde Yunanistan&#39;a yapmış olduğu diplomasi &ccedil;ağrılarının karşılıksız kalması ve Yunanistan&#39;ın Fransa ile m&uuml;şterek bir siyaset g&uuml;d&uuml;yor olmasından son derece rahatsızdır. Almanya&rsquo;nın, adaları silahsızlandırması hususunda Yunanistan&rsquo;a yaptığı baskı ise Yunan kamuoyunda Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik hayal kırıklıklarının daha da derinleşmesine sebep olmuştur. B&ouml;yle bir ortamda T&uuml;rkiye, atılabilecek en doğru adımları atarak Almanya&#39;nın her t&uuml;rl&uuml; diplomatik talebini ciddiye almış ve Doğu Akdeniz&#39;de AB&#39;nin lider &uuml;lkesi olarak tanıdığı, aynı zamanda Libya krizinin &ccedil;&ouml;z&uuml;m merkezi olarak kabul ettiği Berlin ile diplomasi y&uuml;r&uuml;tmeyi tercih etmiştir.</p> <p>Almanya&#39;nın &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde de Doğu Akdeniz krizi konusunda T&uuml;rkiye&#39;nin tezlerine y&ouml;nelik mutlak reddedici bir tavır ortaya koymayacağı muhakkaktır. Hele Yunanistan&#39;ın T&uuml;rkiye&#39;ye dayatmaya &ccedil;alıştığı Ege ve Akdeniz haritası bu kadar mantıksızken, T&uuml;rkiye pragmatik Alman diplomasisini bir şekilde yanına &ccedil;ekmeye &ccedil;alışacak ve onu Fransız-Yunan paktına karşı kendi yanında yer almaya ikna edecektir. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı destekler g&ouml;r&uuml;nmesinin ger&ccedil;ekte hi&ccedil;bir karşılığı olmadığını &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki s&uuml;re&ccedil;te daha yakından g&ouml;zlemleme fırsatımız olacaktır; Almanya sadece AB&rsquo;nin lider &uuml;lkesi olarak vermek zorunda olduğu desteği verir g&ouml;r&uuml;nmektedir.</p>
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.