Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şemsettin Kırış: Toplumsal Cinsiyet TCE/GENDER Maskesiyle Fıtratla İnsanlıkla Allah ile Savaşılıyor!
GÜNDEM
01.02.2022 - 17:40, Güncelleme:
27.10.2022 - 05:59
Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şemsettin Kırış: Toplumsal Cinsiyet TCE/GENDER Maskesiyle Fıtratla İnsanlıkla Allah ile Savaşılıyor!
Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şemsettin Kırış: Toplumsal Cinsiyet TCE/GENDER Maskesiyle Fıtratla İnsanlıkla Allah ile Savaşılıyor!
İslam’a göre “hak” sadece hürriyet değil aynı zamanda sorumluluk demektir. Hak kelimesinin etimolojisinde sadece bir fiili yapabilme hürriyeti bulunmamaktadır.
Kur’an’da haberdar olduğu bir vasiyeti gizlemeyip insanlara duyurma işinde bulunmak bir hak olarak nitelendirilmiştir. (Bakara 2/180)
Vasiyet bir hak ise bu hakkı saklamamak, açığa vurmak ve gereğini yerine getirmek sorumluluktur. Hz. Peygamber’in hadislerinde de “hak” kelimesi sadece hak değildir, aynı zamanda ödevdir, sorumluluktur.
Sahip olduğumuz bir hakkı kullanırken bile sorumluluk hissi taşıyarak bu işi yapmamız gerekir.
Mesela bir hadiste Müslümanın Müslüman üzerinde hakkı beştir denir. Bu beş hak şunlardır: Verilen selamı almak, aksırıp Allah’a hamd edene “yerhamükellah” demek, davete icâbet etmek, cenazesinde hazır bulunmak. (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4)
Müslüman bir toplumda herkes birbirine karşı şu beş şey yapmaktan sorumludur. Bu mesele içtimâî bir meseledir. Ben senin hakkına riâyet ederim sen de benim hakkıma riâyet edersin.
İkimizde aynı toplumun birbirine karşı sorumluluk taşıyan fertleri oluruz. Hak kelimesinin hadislerde sorumluluk anlamında kullanıldığı başka örnekler de var.
Mesela bir hadiste akşam karanlığına kalmış yolcunun, karanlıkta yola gönderilmeyip misafir edilmesi, misafir eden açısından da hak olarak nitelendirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXVIII, 416).
Bir Müslüman kardeşini karanlıkta yola göndermiyorsun, onu tehlikeye atmıyorsun. Misafir ediyorsun, sen de onun durumunda olabilirdin. Hadise göre bu sadece yolcu için değil misafir eden açısından da haktır.
Sorumluluk duygusunun alındığı hak bilinci, değişim yaşamaya mahkûmdur. Bu değişimin gönül dünyamızı hatta inancımızı ve akidemizi de etki alanına almayacağı garantisi bulunmamaktadır.
Modernleşme sürecinde insan hakları teorisinden yola çıkıldı kadın haklarına gelindi, oradan da toplumsal cinsiyet eşitliği söylemine gelindi. İçinde sorumluluğun bulunmadığı “hak teorisi” bu sonucu doğurmuştur.
Bu yazımda toplumsal cinsiyet eğitimlerinde kullanılan bazı söylemler üzerinden bir tahlilde bulunmak istiyorum.
Bu söylemlerin dini açıdan incelenmesi gerekir. “Erkek, cinsel kimliğini seçebilir” ve “kadın, cinsel kimliğini seçebilir” cümlelerini birleştirerek bir cümle haline getirip değerlendirmesini ondan sonra yapacağız. Bu söylemi “cinsiyet insanın kendi tercihidir” cümlesi ile ifade edebiliriz.
Bütün bunları irdeledikten sonra “bütün cinsiyetlere karşı tarafsız olmak gerekir” cümlesinin ne anlama geldiği üzerinde duracağız. Bazıları toplumsal cinsiyet eğitimini “kadınlara daha iyi davranın” eğitimi olarak anlıyor.
Hâlbuki toplumsal cinsiyetin çıkış noktasına baktığınızda bu fikrin kökenine indiğinizde karşınıza bir hayat tasavvuru, dünya görüşü ve zihniyet çıkıyor.
Mesele keşke kadınlara daha iyi ve nazik davranmadan ibaret olsaydı. Ortada bir zihniyet dönüşümü ve bunu anlamamıza yardımcı olacak sembol değeri taşıyan cümleler var.
Tercihe dayalı cinsiyet/gender meselesini anlatmadan toplumsal cinsiyeti anlatmak, gerçekleri de saklamaktır.
Tercihe dayalı cinsiyetin kanunla korunması Allah’ın belirlediği ya da doğuştan gelen cinsiyeti hukuksuz kılmaktadır.
Cinsiyet artık bir tercih meselesi ise “anne” ve “baba” kavramlarını sözlükten çıkaracak mıyız? Cinsiyet artık bir tercih meselesi ise anne ne anlama geliyor, baba ne anlama geliyor?
Tüm değerlerimize savaş açılıyor, içimizde bu durumun farkında olmayanlar var, üstelik bu çok vahim olayı “canım ne zararı var, kadınlara biraz daha nazik davranırsınız olur biter” gibi söylemlerle geçiştirenlerimiz var.
Bireyin tercihine dayalı cinsiyet meselesini anlatmadan sözde dini delillerle toplumsal cinsiyeti anlatmak hakikati yansıtmamaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisi esas itibariyle cinsiyetin insanların tercihi olduğu düşüncesine dayanıyor.
Bu düşünce/dogma, modern bir hurafedir. Bu ideoloji, pagan temelli bir yaklaşıma dayanmaktadır. Pagan yaklaşımı tarihte etkisi görülmüş bir cereyan olarak görmek yanlıştır.
Sanal âlemde yapılacak küçük bir araştırma bile kendini pagan olarak niteleyen sivil toplum örgütlerinin hiç te az olmadığını gösterir.
Kendini pagan olarak niteleyen küresel ölçekte sivil toplum kuruluşlarının temel fikri, bireysel tercihi dini olsun dünyevi olsun tüm değerlerin üstünde tutmalarıdır.
Bu yaklaşımın temelinde insanların tüm tercihlerinin birbiriyle eşitlenmesi ve insana ait tüm bireysel tercihlerin saygıya layık ve meşru kabul edilmesi yatmaktadır.
Dini tercihlerin dahi bireyin tercihi olarak kabul edilmesi problemli bir alandır. Din dahi bireyin tercihi olduğu için saygı görmüş oluyor.
Dine uygun hayat ilahi bir tercih statüsü elde edemiyor. Aslında bu durum, âciz olan insanın tercihi ile Azîm olan Allah’ın irâdesinin eşitlenmesinden başka bir şey değildir.
Hayatımı ben belirlerim diyen neler söylemiş olmaktadır? “Bedenim benimdir” cümlesi “bedenime ben hükmederim” anlamına gelmiyor mu?
Oysa kelime-i şehâdet Allah’ın bedenimize ve hayatımıza hükmetmesinin kabulüdür. Biz bu sözleri söylemekle, Allah’ın her şeyimize hükmetme yetkisine sahip olduğunu da göstermiş ilan etmiş oluruz.
Din bizim ferdî tercihimiz değil, Allah’ın bizim üzerimizdeki seçimi/tercihidir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği felsefesi “bireysel tercihi” bir kült haline getirdi. Kimse icat edilmiş bu kült/kutsala dokunamıyor.
Beşerî münasebetlerde herkes, bu kutsala(!) atıfta bulunuyor. Din Allah’ın insanlardaki tercihidir, O’nun emrettikleri ve yasak ettikleridir. O’nun istediklerini tutarak yaşamak, dindarlıktır.
Mesela O emrettiği için hayvanlar gibi çıplak gezmeyiz. O öyle emrettiği için meşru evlilik dışı yollar aramayız.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisinin mazisi o kadar eskiye dayanmıyor. Cedaw’ın 18 Aralık 1979 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmiş 30 maddelik metninde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramı geçmez.
Somut olarak tanımlanmaya muhtaç “ayrımcılık” kavramı da Cedaw metninde “dışlama” veya “kısıtlama” gibi somut olmayan kelimelerle ifade edilmiştir. (Madde 1)
Ekonomik şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet kavramları da Cedaw’ın ana metninde yer almamaktadır. Nefret suçu da modern bir tanımlamadır.
Somut olmayan şeylerin de suçun tanımına girmesi hukuka güveni artırmaz. Bu kavramlar hukukun temel kabulleri zorlanarak sonradan icat edildi. Bir nevi hukuk, değişime uğratıldı.
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı ilk defa Joan Wallach Scott’in 1986 yılında yayınlanan “Gender: A Useful Category of Historical Analysis/ Cinsiyet: Yararlı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi” başlıklı makalesinde geçmiştir.
Cedaw komitesi ilk defa 1992 yılında toplumsal cinsiyet temelli şiddet kavramını telaffuz etmiştir. (19 nolu tavsiye kararı) Kadın hakları savunusu ne oldu da toplumsal cinsiyet eşitliği savunusuna dönüştü?
Bu bir isim değiştirme midir, yoksa içerik de değişmiş midir? Kanaatimize göre içerik de değişmiştir ve insanların büyük kısmı bu değişikliğin farkında değildir.
İçerik, dini açıdan da risk taşıyan bir şekle bürünmüştür. Kadın haklarını savunduğunu iddia eden ve bugün web sitelerinin büyük bir kısmını Toplumsal Cinsiyet’e ayıran sivil toplum örgütleri, 1986 öncesinde böyle bir kavramı dahi bilmiyorlardı.
Bu konunun iç dinamiklerle yürümediğini dış dinamiklerle yürüdüğünü anlatmaya çalışıyorum. Beşinci kol faaliyeti yapılıyor, insanların zihni ile oynanıyor.
Bu konuda tekerlek, ünlü bir şarkı sözünde dile getirildiği gibi “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” kabilinden yürümektedir. Bu konuyu hararetle savunanların büyük kısmı neyi savunduklarının farkında değildir. Kadın haklarından yola çıkmışsınız “gender” savunucusuna dönüşmüşsünüz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmanın pratikteki anlamı gender eşitliğine inanmaktır. Ama gender sadece kadınları kapsamıyor ki eşcinsellik dâhil başka cinsiyet tercihlerini de kapsıyor.
İşin içine “gender” girerse içerikte değişim kaçınılmaz olur. Bu kelime bireysel tercih temelli cinsiyet anlamına kullanılmaktadır.
Cinsiyeti bireysel tercih temeline oturtursanız amentünüz zarar görür. İtikadınız, dünya görüşünüz değişim yaşamış olur.
Bireysel tercihi kutsarsanız, zinayı, eşcinselliği ve kürtajı da meşru görmüş olursunuz. Oysa bunların dini açıdan haram olduğu hususunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır.
“Toplumsal cinsiyet eşitliğine inandım, tüm cinsiyetlere karşı tarafsız olduğumu ilan ederim” cümlesi bir âmentü/kredo metnidir. Bu cümle toplumsal cinsiyet ideolojisinin olmazsa olmazıdır. Toplumsal cinsiyetin felsefesine inananlar bu cümleyi söylemeden geçemezler. Tüm söylemlerinin temelinde bu cümle bulunmaktadır. Biz diyoruz ki lütfen açık olalım, bu bir âmentü/kredo metnidir.
Burada bir nevi gerçekler gizlenerek formalite yerini bulsun kabilinden etkinlikler yapılmaktadır. Uluslararası sistem bize bu eğitimi dayatmış.
Biz de “kadınlara iyi davranma eğitimi” şeklinde anlarız olur biter demekle olmuyor. Size dayatılan şey, pagan karakterli bir düşünceye dayanmaktadır.
Bireysel tercihi mutlak doğru sayan bir kabul söz konusudur. Kendini Allah ile eşitleme söz konusudur.
Bireysel tercihini Allah’ın tercihiyle eşitleme hatta üstün görme, bir tür paganizm değil midir? Bu cümleyi telaffuz etmekle insanların bireysel tercihlerini kutsamış olursunuz. Allah’ın bizdeki tercihine saygıyı yok saymış olursunuz.
Mesela eşcinselliği ve evlilik dışı ilişkiyi saygı duyulması gereken bir tercih olarak kabul etmiş olursunuz.
Kur’ân’ın 109. sûresinde geçen “sizin dininiz size, benim dinim bana” cümlesini “sizin tercihleriniz size benim tercihim bana” şeklinde anlayabiliriz. İnsanın yaptığı tercihler hayatına şekil vermektedir. Kurtubî (ö. 671/1273), bu âyetin “bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz size” âyetini (Kasas 28/55) hatırlattığını ve manasının “siz dininizden râzı iseniz biz de dinimizden râzıyız” demek olduğunu belirtmiştir. (Tefsîru’l-kurtubî, XX, 229)
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisi ile amaçlananın “siz kendi dininizden razı olduğunuz gibi biz de hem kendi dinimizden hem de sizin dininizden razıyız” diyebilecek bir zihinsel ve ruhsal dönüşüm olduğu açıktır.
Son otuz yılda yaşadıklarımız, bu âyeti daha iyi anlamamıza vesile olmuştur. Benim tercihim, Allah’ın bendeki tercihinin kabulüne dayanmaktadır.
Benim tercihim, insanın tercihlerinin dokunulmaz sayılmamasına dayanmaktadır. Benim tercihim, insan üzerinde tek söz sahibinin Allah olduğu tezine dayanmaktadır.
Müslüman, kürtajın, eşcinselliğin, ölçüsüz ve sınırsız cinsel ilişkinin meşrulaştırılmasına, kanunla koruma altına alınmasına râzı olabilir mi?
Toplumsal cinsiyet eşitliği süreci, bunların hepsine “rıza metni oluşturma” sürecidir. Cinsiyetin insanlar tarafından belirlenmiş bir tercih olduğunu belirtmeden toplumsal cinsiyeti anlatmaya geçemezsiniz.
Bu hususu atlayarak konuyu anlatamazsınız. Bu hususu atlayıp konuyu “kadınlara daha iyi davranma eğitimine benzeyen bir etkinlik” gibi gösteremezsiniz, kimi kandırıyorsunuz? Anlattığınız şeyin en temel tarafını atlayarak konuyu çarptırıyorsunuz.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisinin tevhid ile uzlaşabilir tarafı bulunmamaktadır. Dinimizi saklayarak bir yere varamayız.
Aşağıda Kur’ân’da yer alan bazı âyetleri aldım. Bu âyetler reddedilmeden “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ideolojisi kabul edilemez.
Spekülasyon olması diye âyet tercümelerini özellikle Diyanet Kur’an Yolu meâlinden aldım. Bu hususu da özellikle belirtmek isterim:
“Erkek de kız gibi değildir” (Âl-i İmrân 3/36)
“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.” Nisâ 4/3.
“Evlâtlıklarınızı babalarının soyadlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uygun bir davranıştır.” (Ahzâb 33/5)
“Boşanan kadınlar kendi başlarına (evlenmeksizin) üç âdet süresince beklerler.” (Bakara 2/228)
“Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisâ 4/34) diyor.
“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.” (Nisâ 4/11)
“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)
“Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar arasından erkeklerle mi beraber oluyorsunuz? Doğrusu siz haddini aşan bir kavimsiniz!” (Şuarâ 26/165)
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” (En‘âm 6/151)
Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! (İsrâ 17/31)
“Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri, gizli dost tutmamaları şartıyla ve ailelerinin de izniyle onları nikâhlayın, mehirlerini de âdete uygun olarak verin.” (Nisâ 4/25)
Yukardaki âyetlerde neler var? Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisine uymayan pek çok konu var. Hangisinden başlayalım ki?
En azından şunları söyleyebiliriz. Allah’ın dini zinayı eşcinselliği, kürtajı yasaklamaktadır.
Oysa toplumsal cinsiyet eşitliği söylemine göre bunların hepsi bireysel tercihtir ve saygı duyulması gerekir.
Şu cümleleri söylemenin anlamı ve değeri giderek artmaktadır: Ben Allah’ın tercihlerine aykırı hiçbir tercihe saygı duymuyorum.
Benim dinim bunu emrediyor. Farklı bir söylem geliştirirsem dinim zarar görür. Âmentü’m zarar görür. Ben Âmentü’mü kaybetmek istemiyorum.
Doç. Dr. Şemsettin KIRIŞ
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı,
AileHaklari.org t.me/basinaciklamasi t.me/sectiklerinidenetle
Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şemsettin Kırış: Toplumsal Cinsiyet TCE/GENDER Maskesiyle Fıtratla İnsanlıkla Allah ile Savaşılıyor!
İslam’a göre “hak” sadece hürriyet değil aynı zamanda sorumluluk demektir. Hak kelimesinin etimolojisinde sadece bir fiili yapabilme hürriyeti bulunmamaktadır.
Kur’an’da haberdar olduğu bir vasiyeti gizlemeyip insanlara duyurma işinde bulunmak bir hak olarak nitelendirilmiştir. (Bakara 2/180)
Vasiyet bir hak ise bu hakkı saklamamak, açığa vurmak ve gereğini yerine getirmek sorumluluktur. Hz. Peygamber’in hadislerinde de “hak” kelimesi sadece hak değildir, aynı zamanda ödevdir, sorumluluktur.
Sahip olduğumuz bir hakkı kullanırken bile sorumluluk hissi taşıyarak bu işi yapmamız gerekir.
Mesela bir hadiste Müslümanın Müslüman üzerinde hakkı beştir denir. Bu beş hak şunlardır: Verilen selamı almak, aksırıp Allah’a hamd edene “yerhamükellah” demek, davete icâbet etmek, cenazesinde hazır bulunmak. (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4)
Müslüman bir toplumda herkes birbirine karşı şu beş şey yapmaktan sorumludur. Bu mesele içtimâî bir meseledir. Ben senin hakkına riâyet ederim sen de benim hakkıma riâyet edersin.
İkimizde aynı toplumun birbirine karşı sorumluluk taşıyan fertleri oluruz. Hak kelimesinin hadislerde sorumluluk anlamında kullanıldığı başka örnekler de var.
Mesela bir hadiste akşam karanlığına kalmış yolcunun, karanlıkta yola gönderilmeyip misafir edilmesi, misafir eden açısından da hak olarak nitelendirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXVIII, 416).
Bir Müslüman kardeşini karanlıkta yola göndermiyorsun, onu tehlikeye atmıyorsun. Misafir ediyorsun, sen de onun durumunda olabilirdin. Hadise göre bu sadece yolcu için değil misafir eden açısından da haktır.
Sorumluluk duygusunun alındığı hak bilinci, değişim yaşamaya mahkûmdur. Bu değişimin gönül dünyamızı hatta inancımızı ve akidemizi de etki alanına almayacağı garantisi bulunmamaktadır.
Modernleşme sürecinde insan hakları teorisinden yola çıkıldı kadın haklarına gelindi, oradan da toplumsal cinsiyet eşitliği söylemine gelindi. İçinde sorumluluğun bulunmadığı “hak teorisi” bu sonucu doğurmuştur.
Bu yazımda toplumsal cinsiyet eğitimlerinde kullanılan bazı söylemler üzerinden bir tahlilde bulunmak istiyorum.
Bu söylemlerin dini açıdan incelenmesi gerekir. “Erkek, cinsel kimliğini seçebilir” ve “kadın, cinsel kimliğini seçebilir” cümlelerini birleştirerek bir cümle haline getirip değerlendirmesini ondan sonra yapacağız. Bu söylemi “cinsiyet insanın kendi tercihidir” cümlesi ile ifade edebiliriz.
Bütün bunları irdeledikten sonra “bütün cinsiyetlere karşı tarafsız olmak gerekir” cümlesinin ne anlama geldiği üzerinde duracağız. Bazıları toplumsal cinsiyet eğitimini “kadınlara daha iyi davranın” eğitimi olarak anlıyor.
Hâlbuki toplumsal cinsiyetin çıkış noktasına baktığınızda bu fikrin kökenine indiğinizde karşınıza bir hayat tasavvuru, dünya görüşü ve zihniyet çıkıyor.
Mesele keşke kadınlara daha iyi ve nazik davranmadan ibaret olsaydı. Ortada bir zihniyet dönüşümü ve bunu anlamamıza yardımcı olacak sembol değeri taşıyan cümleler var.
Tercihe dayalı cinsiyet/gender meselesini anlatmadan toplumsal cinsiyeti anlatmak, gerçekleri de saklamaktır.
Tercihe dayalı cinsiyetin kanunla korunması Allah’ın belirlediği ya da doğuştan gelen cinsiyeti hukuksuz kılmaktadır.
Cinsiyet artık bir tercih meselesi ise “anne” ve “baba” kavramlarını sözlükten çıkaracak mıyız? Cinsiyet artık bir tercih meselesi ise anne ne anlama geliyor, baba ne anlama geliyor?
Tüm değerlerimize savaş açılıyor, içimizde bu durumun farkında olmayanlar var, üstelik bu çok vahim olayı “canım ne zararı var, kadınlara biraz daha nazik davranırsınız olur biter” gibi söylemlerle geçiştirenlerimiz var.
Bireyin tercihine dayalı cinsiyet meselesini anlatmadan sözde dini delillerle toplumsal cinsiyeti anlatmak hakikati yansıtmamaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisi esas itibariyle cinsiyetin insanların tercihi olduğu düşüncesine dayanıyor.
Bu düşünce/dogma, modern bir hurafedir. Bu ideoloji, pagan temelli bir yaklaşıma dayanmaktadır. Pagan yaklaşımı tarihte etkisi görülmüş bir cereyan olarak görmek yanlıştır.
Sanal âlemde yapılacak küçük bir araştırma bile kendini pagan olarak niteleyen sivil toplum örgütlerinin hiç te az olmadığını gösterir.
Kendini pagan olarak niteleyen küresel ölçekte sivil toplum kuruluşlarının temel fikri, bireysel tercihi dini olsun dünyevi olsun tüm değerlerin üstünde tutmalarıdır.
Bu yaklaşımın temelinde insanların tüm tercihlerinin birbiriyle eşitlenmesi ve insana ait tüm bireysel tercihlerin saygıya layık ve meşru kabul edilmesi yatmaktadır.
Dini tercihlerin dahi bireyin tercihi olarak kabul edilmesi problemli bir alandır. Din dahi bireyin tercihi olduğu için saygı görmüş oluyor.
Dine uygun hayat ilahi bir tercih statüsü elde edemiyor. Aslında bu durum, âciz olan insanın tercihi ile Azîm olan Allah’ın irâdesinin eşitlenmesinden başka bir şey değildir.
Hayatımı ben belirlerim diyen neler söylemiş olmaktadır? “Bedenim benimdir” cümlesi “bedenime ben hükmederim” anlamına gelmiyor mu?
Oysa kelime-i şehâdet Allah’ın bedenimize ve hayatımıza hükmetmesinin kabulüdür. Biz bu sözleri söylemekle, Allah’ın her şeyimize hükmetme yetkisine sahip olduğunu da göstermiş ilan etmiş oluruz.
Din bizim ferdî tercihimiz değil, Allah’ın bizim üzerimizdeki seçimi/tercihidir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği felsefesi “bireysel tercihi” bir kült haline getirdi. Kimse icat edilmiş bu kült/kutsala dokunamıyor.
Beşerî münasebetlerde herkes, bu kutsala(!) atıfta bulunuyor. Din Allah’ın insanlardaki tercihidir, O’nun emrettikleri ve yasak ettikleridir. O’nun istediklerini tutarak yaşamak, dindarlıktır.
Mesela O emrettiği için hayvanlar gibi çıplak gezmeyiz. O öyle emrettiği için meşru evlilik dışı yollar aramayız.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisinin mazisi o kadar eskiye dayanmıyor. Cedaw’ın 18 Aralık 1979 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmiş 30 maddelik metninde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramı geçmez.
Somut olarak tanımlanmaya muhtaç “ayrımcılık” kavramı da Cedaw metninde “dışlama” veya “kısıtlama” gibi somut olmayan kelimelerle ifade edilmiştir. (Madde 1)
Ekonomik şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet kavramları da Cedaw’ın ana metninde yer almamaktadır. Nefret suçu da modern bir tanımlamadır.
Somut olmayan şeylerin de suçun tanımına girmesi hukuka güveni artırmaz. Bu kavramlar hukukun temel kabulleri zorlanarak sonradan icat edildi. Bir nevi hukuk, değişime uğratıldı.
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı ilk defa Joan Wallach Scott’in 1986 yılında yayınlanan “Gender: A Useful Category of Historical Analysis/ Cinsiyet: Yararlı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi” başlıklı makalesinde geçmiştir.
Cedaw komitesi ilk defa 1992 yılında toplumsal cinsiyet temelli şiddet kavramını telaffuz etmiştir. (19 nolu tavsiye kararı) Kadın hakları savunusu ne oldu da toplumsal cinsiyet eşitliği savunusuna dönüştü?
Bu bir isim değiştirme midir, yoksa içerik de değişmiş midir? Kanaatimize göre içerik de değişmiştir ve insanların büyük kısmı bu değişikliğin farkında değildir.
İçerik, dini açıdan da risk taşıyan bir şekle bürünmüştür. Kadın haklarını savunduğunu iddia eden ve bugün web sitelerinin büyük bir kısmını Toplumsal Cinsiyet’e ayıran sivil toplum örgütleri, 1986 öncesinde böyle bir kavramı dahi bilmiyorlardı.
Bu konunun iç dinamiklerle yürümediğini dış dinamiklerle yürüdüğünü anlatmaya çalışıyorum. Beşinci kol faaliyeti yapılıyor, insanların zihni ile oynanıyor.
Bu konuda tekerlek, ünlü bir şarkı sözünde dile getirildiği gibi “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” kabilinden yürümektedir. Bu konuyu hararetle savunanların büyük kısmı neyi savunduklarının farkında değildir. Kadın haklarından yola çıkmışsınız “gender” savunucusuna dönüşmüşsünüz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmanın pratikteki anlamı gender eşitliğine inanmaktır. Ama gender sadece kadınları kapsamıyor ki eşcinsellik dâhil başka cinsiyet tercihlerini de kapsıyor.
İşin içine “gender” girerse içerikte değişim kaçınılmaz olur. Bu kelime bireysel tercih temelli cinsiyet anlamına kullanılmaktadır.
Cinsiyeti bireysel tercih temeline oturtursanız amentünüz zarar görür. İtikadınız, dünya görüşünüz değişim yaşamış olur.
Bireysel tercihi kutsarsanız, zinayı, eşcinselliği ve kürtajı da meşru görmüş olursunuz. Oysa bunların dini açıdan haram olduğu hususunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır.
“Toplumsal cinsiyet eşitliğine inandım, tüm cinsiyetlere karşı tarafsız olduğumu ilan ederim” cümlesi bir âmentü/kredo metnidir. Bu cümle toplumsal cinsiyet ideolojisinin olmazsa olmazıdır. Toplumsal cinsiyetin felsefesine inananlar bu cümleyi söylemeden geçemezler. Tüm söylemlerinin temelinde bu cümle bulunmaktadır. Biz diyoruz ki lütfen açık olalım, bu bir âmentü/kredo metnidir.
Burada bir nevi gerçekler gizlenerek formalite yerini bulsun kabilinden etkinlikler yapılmaktadır. Uluslararası sistem bize bu eğitimi dayatmış.
Biz de “kadınlara iyi davranma eğitimi” şeklinde anlarız olur biter demekle olmuyor. Size dayatılan şey, pagan karakterli bir düşünceye dayanmaktadır.
Bireysel tercihi mutlak doğru sayan bir kabul söz konusudur. Kendini Allah ile eşitleme söz konusudur.
Bireysel tercihini Allah’ın tercihiyle eşitleme hatta üstün görme, bir tür paganizm değil midir? Bu cümleyi telaffuz etmekle insanların bireysel tercihlerini kutsamış olursunuz. Allah’ın bizdeki tercihine saygıyı yok saymış olursunuz.
Mesela eşcinselliği ve evlilik dışı ilişkiyi saygı duyulması gereken bir tercih olarak kabul etmiş olursunuz.
Kur’ân’ın 109. sûresinde geçen “sizin dininiz size, benim dinim bana” cümlesini “sizin tercihleriniz size benim tercihim bana” şeklinde anlayabiliriz. İnsanın yaptığı tercihler hayatına şekil vermektedir. Kurtubî (ö. 671/1273), bu âyetin “bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz size” âyetini (Kasas 28/55) hatırlattığını ve manasının “siz dininizden râzı iseniz biz de dinimizden râzıyız” demek olduğunu belirtmiştir. (Tefsîru’l-kurtubî, XX, 229)
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisi ile amaçlananın “siz kendi dininizden razı olduğunuz gibi biz de hem kendi dinimizden hem de sizin dininizden razıyız” diyebilecek bir zihinsel ve ruhsal dönüşüm olduğu açıktır.
Son otuz yılda yaşadıklarımız, bu âyeti daha iyi anlamamıza vesile olmuştur. Benim tercihim, Allah’ın bendeki tercihinin kabulüne dayanmaktadır.
Benim tercihim, insanın tercihlerinin dokunulmaz sayılmamasına dayanmaktadır. Benim tercihim, insan üzerinde tek söz sahibinin Allah olduğu tezine dayanmaktadır.
Müslüman, kürtajın, eşcinselliğin, ölçüsüz ve sınırsız cinsel ilişkinin meşrulaştırılmasına, kanunla koruma altına alınmasına râzı olabilir mi?
Toplumsal cinsiyet eşitliği süreci, bunların hepsine “rıza metni oluşturma” sürecidir. Cinsiyetin insanlar tarafından belirlenmiş bir tercih olduğunu belirtmeden toplumsal cinsiyeti anlatmaya geçemezsiniz.
Bu hususu atlayarak konuyu anlatamazsınız. Bu hususu atlayıp konuyu “kadınlara daha iyi davranma eğitimine benzeyen bir etkinlik” gibi gösteremezsiniz, kimi kandırıyorsunuz? Anlattığınız şeyin en temel tarafını atlayarak konuyu çarptırıyorsunuz.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisinin tevhid ile uzlaşabilir tarafı bulunmamaktadır. Dinimizi saklayarak bir yere varamayız.
Aşağıda Kur’ân’da yer alan bazı âyetleri aldım. Bu âyetler reddedilmeden “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ideolojisi kabul edilemez.
Spekülasyon olması diye âyet tercümelerini özellikle Diyanet Kur’an Yolu meâlinden aldım. Bu hususu da özellikle belirtmek isterim:
“Erkek de kız gibi değildir” (Âl-i İmrân 3/36)
“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın.” Nisâ 4/3.
“Evlâtlıklarınızı babalarının soyadlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uygun bir davranıştır.” (Ahzâb 33/5)
“Boşanan kadınlar kendi başlarına (evlenmeksizin) üç âdet süresince beklerler.” (Bakara 2/228)
“Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisâ 4/34) diyor.
“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.” (Nisâ 4/11)
“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)
“Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar arasından erkeklerle mi beraber oluyorsunuz? Doğrusu siz haddini aşan bir kavimsiniz!” (Şuarâ 26/165)
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin” (En‘âm 6/151)
Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! (İsrâ 17/31)
“Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri, gizli dost tutmamaları şartıyla ve ailelerinin de izniyle onları nikâhlayın, mehirlerini de âdete uygun olarak verin.” (Nisâ 4/25)
Yukardaki âyetlerde neler var? Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisine uymayan pek çok konu var. Hangisinden başlayalım ki?
En azından şunları söyleyebiliriz. Allah’ın dini zinayı eşcinselliği, kürtajı yasaklamaktadır.
Oysa toplumsal cinsiyet eşitliği söylemine göre bunların hepsi bireysel tercihtir ve saygı duyulması gerekir.
Şu cümleleri söylemenin anlamı ve değeri giderek artmaktadır: Ben Allah’ın tercihlerine aykırı hiçbir tercihe saygı duymuyorum.
Benim dinim bunu emrediyor. Farklı bir söylem geliştirirsem dinim zarar görür. Âmentü’m zarar görür. Ben Âmentü’mü kaybetmek istemiyorum.
Doç. Dr. Şemsettin KIRIŞ
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı,
AileHaklari.org t.me/basinaciklamasi t.me/sectiklerinidenetle
Anadolu Ajansı (AA), İhlas Haber Ajansı (İHA), Demirören Haber Ajansı (DHA) ve diğer ajanslar tarafından eklenen tüm haberler, sitemizin editörlerinin müdahalesi olmadan ajans kanallarından çekilmektedir. Bu haberlerde yer alan hukuki muhataplar haberi geçen ajanslar olup sitemizin hiç bir editörü sorumlu tutulamaz...
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.