İSLAM BİLİM ADAMLARI Bediüzzaman Said Nursi 28
İSLAM BİLİM ADAMLARI
Bediüzzaman Said Nursi 28
“Mülkün sahibi, mülkünde nasıl dilerse öyle tasarruf eder.” sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle (herşeyi san’atla yaratan Allah’a) karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi bozuyorsun. Hâşâ!
Evet, mevcudatın (varlıkların) hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücuda (var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah’a) karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd (teşekkür ve övgü) ile, verdiği vücut mertebelerinin (derecelerinin) hakkını edâ etmektir (yerine getirmektir).” Mektubat 402.
Ey insan-ı müştekî (şikâyet eden insan)! Sen mâdum kalmadın (yokluğa mahkûm olmadım), vücut nimetini giydin, hayatı tattın,
câmid (cansız) kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun,
dalâlette (inançsız) kalmadın,
sıhhat ve selâmet (sağlık ve esenlik) nimetini gördün ve hâkezâ...
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın (şeref ve yücelik sahibi Allah’ın) sana verdiği mahz-ı nimet (nimetin ta kendisi) olan vücut (varlık) mertebelerine (derecelerine) mukàbil
(karşılık) şükretmeyerek, imkânât (varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar) ve
ademiyat nev'inde (yokluk ve hiçlik türünde) ve
senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden,
bâtıl (hakka uymayan) bir hırsla (aç gözlülükle) Cenâb-ı Haktan şekvâ (şikayet)
ediyorsun ve
küfrân-ı nimet (nimete karşı nankörlük)
ediyorsun? Mektubat 403.
“Eşya (varlıklar) zevâl (kaybolmaya) ve
ademe (yok olmaya) gitmiyor;
belki daire-i kudretten (Allah’ın sonsuz güç ve iktidarının hâkim olduğu daireden) daire-i ilme (ilim dairesine) geçiyor,
âlem-i şehadetten (görünen âlemden, dünyadan)
âlem-i gayba ( görünmeyen âleme) gidiyor,
âlem-i tagayyür ve fenâdan (değişken ve yok olma âlemden)
âlem-i nura, bekàya ( nur âlemine, kalıcı ve ebedi âleme) müteveccih oluyor (yöneliyorlar, gidiyorlar).” Mektubat 406.
Bu manalar bize, her bir mümin ne kadar mesut ve ne kadar bahtiyar olduğu anlatmaktadır. Bu vesile ile bir şiiri de burada aktarmadan geçmeyelim.
“Kitab-ı âlemin yaprakları, envâ-ı nâmâdud,
Huruf ile kelimâtı dahi efrâd-ı nâmahdud.
Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-u hakikatte,
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud.”
(Kâinat kitabının yaprakları sayısız türler,
Harfleri ve kelimeleri dahi sınırsız fertler.
Herşey bütün ayrıntılarıyla ve hakikatleriyle kader levhasının tezgâhında yazılmış,
Maddi yapısı olan manalı ifadelerdir dünyada her varlık.) Mektubat 408.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
05.06.2023
Ekleme
Tarihi: 05 Haziran 2023 - Pazartesi
İSLAM BİLİM ADAMLARI Bediüzzaman Said Nursi 28
İSLAM BİLİM ADAMLARI
Bediüzzaman Said Nursi 28
“Mülkün sahibi, mülkünde nasıl dilerse öyle tasarruf eder.” sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle (herşeyi san’atla yaratan Allah’a) karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi bozuyorsun. Hâşâ!
Evet, mevcudatın (varlıkların) hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücuda (var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah’a) karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd (teşekkür ve övgü) ile, verdiği vücut mertebelerinin (derecelerinin) hakkını edâ etmektir (yerine getirmektir).” Mektubat 402.
Ey insan-ı müştekî (şikâyet eden insan)! Sen mâdum kalmadın (yokluğa mahkûm olmadım), vücut nimetini giydin, hayatı tattın,
câmid (cansız) kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun,
dalâlette (inançsız) kalmadın,
sıhhat ve selâmet (sağlık ve esenlik) nimetini gördün ve hâkezâ...
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın (şeref ve yücelik sahibi Allah’ın) sana verdiği mahz-ı nimet (nimetin ta kendisi) olan vücut (varlık) mertebelerine (derecelerine) mukàbil
(karşılık) şükretmeyerek, imkânât (varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar) ve
ademiyat nev'inde (yokluk ve hiçlik türünde) ve
senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden,
bâtıl (hakka uymayan) bir hırsla (aç gözlülükle) Cenâb-ı Haktan şekvâ (şikayet)
ediyorsun ve
küfrân-ı nimet (nimete karşı nankörlük)
ediyorsun? Mektubat 403.
“Eşya (varlıklar) zevâl (kaybolmaya) ve
ademe (yok olmaya) gitmiyor;
belki daire-i kudretten (Allah’ın sonsuz güç ve iktidarının hâkim olduğu daireden) daire-i ilme (ilim dairesine) geçiyor,
âlem-i şehadetten (görünen âlemden, dünyadan)
âlem-i gayba ( görünmeyen âleme) gidiyor,
âlem-i tagayyür ve fenâdan (değişken ve yok olma âlemden)
âlem-i nura, bekàya ( nur âlemine, kalıcı ve ebedi âleme) müteveccih oluyor (yöneliyorlar, gidiyorlar).” Mektubat 406.
Bu manalar bize, her bir mümin ne kadar mesut ve ne kadar bahtiyar olduğu anlatmaktadır. Bu vesile ile bir şiiri de burada aktarmadan geçmeyelim.
“Kitab-ı âlemin yaprakları, envâ-ı nâmâdud,
Huruf ile kelimâtı dahi efrâd-ı nâmahdud.
Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-u hakikatte,
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud.”
(Kâinat kitabının yaprakları sayısız türler,
Harfleri ve kelimeleri dahi sınırsız fertler.
Herşey bütün ayrıntılarıyla ve hakikatleriyle kader levhasının tezgâhında yazılmış,
Maddi yapısı olan manalı ifadelerdir dünyada her varlık.) Mektubat 408.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
05.06.2023
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.