Ahsen Meryem Süveyda
Köşe Yazarı
Ahsen Meryem Süveyda
 

Kıymetli Bir Eğitimcinin Hatırası Üzerinden; Eğitim

Kıymetli Bir Eğitimcinin Hatırası Üzerinden; Eğitim İnsan doğarken en güzel fıtri yeti ve donanımlarıyla doğar. Bu donanımın muhafaza edilmesi şartıyla kendini en üst düzeyde eğiten olur. Ve bu nezih haliyle Kur-an insandan; eşyanın ve var oluşun tüm veçheleri ve hikmetleriyle “Okunmasını” emrederek, insanın kendindeki yetileri üst düzeyde kullanmasını ister. Vahyin kodlarıyla “bilmediğini de öğreterek” (Alak/4) erdemi, ahlaki unsurları yükler. Fakat süreç içindeki aile, çevre, toplum, kurumsal eğitim unsurlarıyla orijinindeki yetileri çoğunlukla öğüterek, belirlenen kalıba girer. Kendini eğitebilen ve eğitebilecek olan insan, öğretilen konumuna girer. Çünkü eğitim; kişinin bilgiye ve bilmeye tevessül etmesiyle, öğretim; kişinin zorla ona itilmesi, dışarıdan belli bilgi içeriklerinin müdahalesiyle olur. Yani öğretim çoğunlukla mekanı, zamanı belli profesyonel kadrolarla verilen öğretme şeklidir. Bağımsız değil, kalıpsaldır. Eğitim; insanın kendini bulma, hakim olma meselesi sürecinde, kendini geliştirme ve aşmasıdır. İlim, ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen Ya nice okumaktır. Diyen Yunus Emre’nin de ilmin dinamiğini insanın kendini bulması, bilmesi ve bu noktada anlam, önem ve hikmet kazandırmasıyla da okumalar yapmasını vurguladığını görüyoruz. Oysa günümüz eğitim anlayışı bu tanımın karşısında konumlanır. Ve modern eğitimin; teknik, kalıpsal ve rekabetçi metodu sosyo-politik amaç güder. Oysaki eğitim orijininde, kendi mecrasındadır. Özel vasıfları, kabiliyetleri görebilme, açığa çıkarabilme zeminindedir. Kendi içsel yolculuğundadır bu anlamda. Antik Yunan’da “kendini bulma hali” üzerine eğitim anlayışının geliştiğini biliyoruz. Ülkemizde sınava dayalı eğitim sistemi kendinde olanı ortaya koyma fırsatı değil, kendine verileni ne kadar aldığının sınavıdır. Notlar, paket formatı ve eğitimi ne kadar alabildiğine endekslidir. Kendinden katılmasını istemez, yetki vermez, olanak tanımaz. Üstelik hızlandırılmış eğitim metotları, zamanı ve enerjiyi de hızlı tüketmeye odaklıdır. Yaşam ve yaşama dair paradigmalar sindirilmeden irade, his, duygu ve gözetimden geçmeden ezberce, hızlıca geçilir. Tecrübe edilemez. Çünkü ona öğretilmişlik vadedilirken o öğrenci kılınmıştır. Cemil Meriç’in talebeden öğrenciye geçişi eleştirmesi tam da buradaki sıkıntıya işaret eder. Yani öğrenci/öğretmen ilişkisi, yaşamda bilinçli bir şekilde yerleşmiş durumda. Talip olmayan ama öğrenci olana kalıpsal, öğreticilik de dayatılmanın ötesinde reva oluyor…. Kendini bulma ve bilme bilinci talip olana, farkında olana düşerken, öğrencilik; öğreticiliğe ve öğretmene tekabül ediyor. Birilerine ve bir yerlere öğrenciyseniz, birileri size öğreticilik yapar. Hakeza eğitim kendini bulmayı, öğretim kendinden olmayı yeğler. Öğretim sosyo-politik zeminde toplumlar inşa etmeyi, eğitim bireyin inşasını yüklenir. Foucault, “Bilim Teknolojileri” derken Taha Abdurrahman, “ Ruhun Teknolojileri” der. Ali Şeriati beşer olan insanın yine eğitim ile insan olabileceğini ve kalabileceğini söylerken Kant’ın eğitim anlayışı Şeriati’yle aynıdır. Aliya İzzetbegoviç, “Uygarlık eğitir, kültür aydınlatır; biri öğrenmeyi, diğeri düşünmeyi ister” der. Çünkü kültür zamana yayan tecrübe ile düşünmeye iter. Platon!a göre eğitim; ruhun gücünü iyiden yana çevrilmek, Konfüçyüs’e göre; kendini aşıp edebe yönelmektir. “Kişiyi diğerlerinden farksız yapmaya hız veren bir dünyada kendin olabilmek, dünyanın en zor savaşını vermektir.” Der Edward Cummings. Nietschze, asalet mefhumunu; “kendi olma” cesareti göstermek olarak tanımlarken, duruşmadaki Sokrates “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” diyordu. Yaklaşık yüz milyar nöron ve beş bin bağlantı noktasıyla insan beyni, her sinyal ile bir bilgi parçacığı üretir. Her insan için özel tasarlanmış, insanı diğer canlılardan ayıran duyu nöronları sayesinde düşünme, algılama, bilinç ve farkındalık düzeyi gelişir. Bu muhteşem yapıyı kullanmamak, yine durum ile paradoksal bir eğri arzediyor. Tüm akli verileri, bir formata ve kalıba sokmak… Hapsetmek… Ülkemizdeki modern eğitim üzerine söylenecek çok şey var. Başlı başına derin bir sıkıntı ve mevzu. Buna başka serilerde daha detaylı ele alacağım inşallah. Özetle yaptığım bu girişi, kıymetli bir eğitimcinin talebesinin nasıl kendinden olanı bulmasına ve bilmesine yardımcı olduğunu anlatmak içindi. İlkokul öğretmenliği yapan daha sonra alan değişikliğiyle meslek lisesine geçen, kurumun kendisine verdiği ünvanla öğretmen olan lakin yaptığı işin kutsiyetini, insani kısmını görmekle insana dokunan bir eğitimci aslında… On beş yıl saf, temiz dimağlara şahit olan bu insan, lisede nasıl dumura, hayal kırıklığına uğratılışa ve yanlışa yönlendirmeye de şahitlik yapma gibi bir ortamı olmuş… Malum meslek liselerine çoğunlukla başarısız olduklarına inanılan gençler gönderilir. Alt yapısında yatan sıkıntılara bakılmaksızın, ailevi sorunlar görülmeksizin. Temiz yapıdan gelip, kendileri için düşünülen (!) kurgusal yapı ve eğitime tabi tutuluyorlar. Genç potansiyel bir toplumun, bir ülkenin en kıymetli, en güçlü potansiyeli olmasına karşın bünyelerinde taşıdıkları cevheri görme gibi bir dert barındırmadan…. Eğitimcimize dönelim… “İlkokulda bacaklarınıza, lisede boğazınıza sarılıyorlar.” İfadesini tebessüm ve ümitle söylemesi, onların hep bir sarılış arayışı içerisinde ve kendisinin de içtenlikle sarılmaya aday olduğu istek ve bilincini taşıyor. Eğitimci safında olduğunun ve aslında bu genç dimağların eğitilmeye aday olduklarının fazlasıyla farkında olacak ki talebesi Kenan ile olan ve hala devam eden ilişkisi bunun güzel bir göstergesi. Hayata küsmüş, babası erken yaşta vefat etmiş, yaşadığı ev ve çevre kavgacı olmasında etkili olmuş, pitbull besleyen, sabah yüzünü bile yıkamadan gelen, sırayı peteğin yanına çekip uykusuna devam eden, kantinden aldığı şeylerle sınıfta kahvaltı yapan, arkadaşlarına sataşan, şakalaşan, dersi sabote eden, ders dinlemeyen, sınav sorularını arkadaşlarına cevaplatan bir öğrencidir Kenan. Bir süre öğrencisini gözlemleyen bu eğitimci, Kenan’ın herkesin gözüne batacak bu davranışlarının arkasında düzgün bir karakter sahibi olduğunu fark eder. Önemli olan da bu değil miydi ? Haksızlığa, adaletsizliğe zerre tahammülü olmadığını görmüş, onu çözebilmenin ve ona yararlı olabilmenin kodlarını aramış…. Sohbetleriyle sürekli öğrencileriyle diyalog halinde olan eğitimci, Kenanla olan bir sohbetinde “Hiç mi sevdiğin bir anın olmadı ?” diye sorunca derin bir iç çeken talebesinin; “Küçükken dayısının kendisini trene bindirdiğini ve treni nasıl kullandığını gösterdiğini söyler. Bunun onu çok ama çok mutlu ettiğini ekler. İnsana dokunmayı kendine şiar ve dert edinen bu insan, kodu çözmüş talebesine nasıl faydalı olabileceğini bulmuştur. “Yürekten; seni anlıyorum, seninleyim ve sanırım gideceğin yeri de biliyorum.” Hissiyle omzuna destek yumruğu atar. Okuduğu bölümden meslek yüksek okulu raylı sistemlere yönlendirirken, süreçte gereken desteği sağlar. Bir küçüklük anısı üzerinden bir gencin kabiliyetini ve istediği mesleği keşfeden bir eğitimci…. Yapısında hareketli ve canlılık olan bu gencin ara ara dersten kaçıp tren istasyonuna gitmesini kural dışılık değil kendini keşfetmeye giden bir kaçış olduğunu hissedecek kadar derin bir anlayış. Nitekim gerçek de doğru da buydu… Kenan Muş’ta raylı sistemleri bitirdi. Şu an KPSS’ye hazırlık yapıyor. Üzerinde emeği olan ve yüklendiği misyonun yürekten işçisi olan bu güzel insanla ilişkisi ve iletişimi devam ediyor. Kenan bir gün göreve gelirse; bu yürek kaşifinin, tıpkı dayısının kendisini trene bindirdiği gibi trene bindireceği ve birlikte trenle yol tutacakları sözünü vermiş. Kendisinden bizatihi bunları dinlerken ben, yüz ifadesi, konuşma üslubu ve ses tonunun; insan derdi ve tasasını taşıdığına şahitlik ettim. Eğitimcinin söylediği son söz; “ Bir insanın yüreğine dokunmadan onu eğitemezsiniz.” Oldu. Bir kez daha umutlarım yeşerdi… Güçlü bir potansiyel; genç nüfusa sahibiz. Onlar çok temiz, kişilik ve karakter sahibi ve kabiliyet dolu. Mesele uygun trene bindirmek. Aslolansa uygun trene binmelerine yardımcı olmak. Yürekleri fetheden eğitimcilere selam olsun… Ahsen Meryem Süveyda
Ekleme Tarihi: 05 Temmuz 2022 - Salı

Kıymetli Bir Eğitimcinin Hatırası Üzerinden; Eğitim

Kıymetli Bir Eğitimcinin Hatırası Üzerinden; Eğitim İnsan doğarken en güzel fıtri yeti ve donanımlarıyla doğar. Bu donanımın muhafaza edilmesi şartıyla kendini en üst düzeyde eğiten olur. Ve bu nezih haliyle Kur-an insandan; eşyanın ve var oluşun tüm veçheleri ve hikmetleriyle “Okunmasını” emrederek, insanın kendindeki yetileri üst düzeyde kullanmasını ister. Vahyin kodlarıyla “bilmediğini de öğreterek” (Alak/4) erdemi, ahlaki unsurları yükler. Fakat süreç içindeki aile, çevre, toplum, kurumsal eğitim unsurlarıyla orijinindeki yetileri çoğunlukla öğüterek, belirlenen kalıba girer. Kendini eğitebilen ve eğitebilecek olan insan, öğretilen konumuna girer. Çünkü eğitim; kişinin bilgiye ve bilmeye tevessül etmesiyle, öğretim; kişinin zorla ona itilmesi, dışarıdan belli bilgi içeriklerinin müdahalesiyle olur. Yani öğretim çoğunlukla mekanı, zamanı belli profesyonel kadrolarla verilen öğretme şeklidir. Bağımsız değil, kalıpsaldır. Eğitim; insanın kendini bulma, hakim olma meselesi sürecinde, kendini geliştirme ve aşmasıdır. İlim, ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen Ya nice okumaktır. Diyen Yunus Emre’nin de ilmin dinamiğini insanın kendini bulması, bilmesi ve bu noktada anlam, önem ve hikmet kazandırmasıyla da okumalar yapmasını vurguladığını görüyoruz. Oysa günümüz eğitim anlayışı bu tanımın karşısında konumlanır. Ve modern eğitimin; teknik, kalıpsal ve rekabetçi metodu sosyo-politik amaç güder. Oysaki eğitim orijininde, kendi mecrasındadır. Özel vasıfları, kabiliyetleri görebilme, açığa çıkarabilme zeminindedir. Kendi içsel yolculuğundadır bu anlamda. Antik Yunan’da “kendini bulma hali” üzerine eğitim anlayışının geliştiğini biliyoruz. Ülkemizde sınava dayalı eğitim sistemi kendinde olanı ortaya koyma fırsatı değil, kendine verileni ne kadar aldığının sınavıdır. Notlar, paket formatı ve eğitimi ne kadar alabildiğine endekslidir. Kendinden katılmasını istemez, yetki vermez, olanak tanımaz. Üstelik hızlandırılmış eğitim metotları, zamanı ve enerjiyi de hızlı tüketmeye odaklıdır. Yaşam ve yaşama dair paradigmalar sindirilmeden irade, his, duygu ve gözetimden geçmeden ezberce, hızlıca geçilir. Tecrübe edilemez. Çünkü ona öğretilmişlik vadedilirken o öğrenci kılınmıştır. Cemil Meriç’in talebeden öğrenciye geçişi eleştirmesi tam da buradaki sıkıntıya işaret eder. Yani öğrenci/öğretmen ilişkisi, yaşamda bilinçli bir şekilde yerleşmiş durumda. Talip olmayan ama öğrenci olana kalıpsal, öğreticilik de dayatılmanın ötesinde reva oluyor…. Kendini bulma ve bilme bilinci talip olana, farkında olana düşerken, öğrencilik; öğreticiliğe ve öğretmene tekabül ediyor. Birilerine ve bir yerlere öğrenciyseniz, birileri size öğreticilik yapar. Hakeza eğitim kendini bulmayı, öğretim kendinden olmayı yeğler. Öğretim sosyo-politik zeminde toplumlar inşa etmeyi, eğitim bireyin inşasını yüklenir. Foucault, “Bilim Teknolojileri” derken Taha Abdurrahman, “ Ruhun Teknolojileri” der. Ali Şeriati beşer olan insanın yine eğitim ile insan olabileceğini ve kalabileceğini söylerken Kant’ın eğitim anlayışı Şeriati’yle aynıdır. Aliya İzzetbegoviç, “Uygarlık eğitir, kültür aydınlatır; biri öğrenmeyi, diğeri düşünmeyi ister” der. Çünkü kültür zamana yayan tecrübe ile düşünmeye iter. Platon!a göre eğitim; ruhun gücünü iyiden yana çevrilmek, Konfüçyüs’e göre; kendini aşıp edebe yönelmektir. “Kişiyi diğerlerinden farksız yapmaya hız veren bir dünyada kendin olabilmek, dünyanın en zor savaşını vermektir.” Der Edward Cummings. Nietschze, asalet mefhumunu; “kendi olma” cesareti göstermek olarak tanımlarken, duruşmadaki Sokrates “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” diyordu. Yaklaşık yüz milyar nöron ve beş bin bağlantı noktasıyla insan beyni, her sinyal ile bir bilgi parçacığı üretir. Her insan için özel tasarlanmış, insanı diğer canlılardan ayıran duyu nöronları sayesinde düşünme, algılama, bilinç ve farkındalık düzeyi gelişir. Bu muhteşem yapıyı kullanmamak, yine durum ile paradoksal bir eğri arzediyor. Tüm akli verileri, bir formata ve kalıba sokmak… Hapsetmek… Ülkemizdeki modern eğitim üzerine söylenecek çok şey var. Başlı başına derin bir sıkıntı ve mevzu. Buna başka serilerde daha detaylı ele alacağım inşallah. Özetle yaptığım bu girişi, kıymetli bir eğitimcinin talebesinin nasıl kendinden olanı bulmasına ve bilmesine yardımcı olduğunu anlatmak içindi. İlkokul öğretmenliği yapan daha sonra alan değişikliğiyle meslek lisesine geçen, kurumun kendisine verdiği ünvanla öğretmen olan lakin yaptığı işin kutsiyetini, insani kısmını görmekle insana dokunan bir eğitimci aslında… On beş yıl saf, temiz dimağlara şahit olan bu insan, lisede nasıl dumura, hayal kırıklığına uğratılışa ve yanlışa yönlendirmeye de şahitlik yapma gibi bir ortamı olmuş… Malum meslek liselerine çoğunlukla başarısız olduklarına inanılan gençler gönderilir. Alt yapısında yatan sıkıntılara bakılmaksızın, ailevi sorunlar görülmeksizin. Temiz yapıdan gelip, kendileri için düşünülen (!) kurgusal yapı ve eğitime tabi tutuluyorlar. Genç potansiyel bir toplumun, bir ülkenin en kıymetli, en güçlü potansiyeli olmasına karşın bünyelerinde taşıdıkları cevheri görme gibi bir dert barındırmadan…. Eğitimcimize dönelim… “İlkokulda bacaklarınıza, lisede boğazınıza sarılıyorlar.” İfadesini tebessüm ve ümitle söylemesi, onların hep bir sarılış arayışı içerisinde ve kendisinin de içtenlikle sarılmaya aday olduğu istek ve bilincini taşıyor. Eğitimci safında olduğunun ve aslında bu genç dimağların eğitilmeye aday olduklarının fazlasıyla farkında olacak ki talebesi Kenan ile olan ve hala devam eden ilişkisi bunun güzel bir göstergesi. Hayata küsmüş, babası erken yaşta vefat etmiş, yaşadığı ev ve çevre kavgacı olmasında etkili olmuş, pitbull besleyen, sabah yüzünü bile yıkamadan gelen, sırayı peteğin yanına çekip uykusuna devam eden, kantinden aldığı şeylerle sınıfta kahvaltı yapan, arkadaşlarına sataşan, şakalaşan, dersi sabote eden, ders dinlemeyen, sınav sorularını arkadaşlarına cevaplatan bir öğrencidir Kenan. Bir süre öğrencisini gözlemleyen bu eğitimci, Kenan’ın herkesin gözüne batacak bu davranışlarının arkasında düzgün bir karakter sahibi olduğunu fark eder. Önemli olan da bu değil miydi ? Haksızlığa, adaletsizliğe zerre tahammülü olmadığını görmüş, onu çözebilmenin ve ona yararlı olabilmenin kodlarını aramış…. Sohbetleriyle sürekli öğrencileriyle diyalog halinde olan eğitimci, Kenanla olan bir sohbetinde “Hiç mi sevdiğin bir anın olmadı ?” diye sorunca derin bir iç çeken talebesinin; “Küçükken dayısının kendisini trene bindirdiğini ve treni nasıl kullandığını gösterdiğini söyler. Bunun onu çok ama çok mutlu ettiğini ekler. İnsana dokunmayı kendine şiar ve dert edinen bu insan, kodu çözmüş talebesine nasıl faydalı olabileceğini bulmuştur. “Yürekten; seni anlıyorum, seninleyim ve sanırım gideceğin yeri de biliyorum.” Hissiyle omzuna destek yumruğu atar. Okuduğu bölümden meslek yüksek okulu raylı sistemlere yönlendirirken, süreçte gereken desteği sağlar. Bir küçüklük anısı üzerinden bir gencin kabiliyetini ve istediği mesleği keşfeden bir eğitimci…. Yapısında hareketli ve canlılık olan bu gencin ara ara dersten kaçıp tren istasyonuna gitmesini kural dışılık değil kendini keşfetmeye giden bir kaçış olduğunu hissedecek kadar derin bir anlayış. Nitekim gerçek de doğru da buydu… Kenan Muş’ta raylı sistemleri bitirdi. Şu an KPSS’ye hazırlık yapıyor. Üzerinde emeği olan ve yüklendiği misyonun yürekten işçisi olan bu güzel insanla ilişkisi ve iletişimi devam ediyor. Kenan bir gün göreve gelirse; bu yürek kaşifinin, tıpkı dayısının kendisini trene bindirdiği gibi trene bindireceği ve birlikte trenle yol tutacakları sözünü vermiş. Kendisinden bizatihi bunları dinlerken ben, yüz ifadesi, konuşma üslubu ve ses tonunun; insan derdi ve tasasını taşıdığına şahitlik ettim. Eğitimcinin söylediği son söz; “ Bir insanın yüreğine dokunmadan onu eğitemezsiniz.” Oldu. Bir kez daha umutlarım yeşerdi… Güçlü bir potansiyel; genç nüfusa sahibiz. Onlar çok temiz, kişilik ve karakter sahibi ve kabiliyet dolu. Mesele uygun trene bindirmek. Aslolansa uygun trene binmelerine yardımcı olmak. Yürekleri fetheden eğitimcilere selam olsun… Ahsen Meryem Süveyda
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.