UYANMAK!
UYANMAK!
Uyku; konsantroyonumuzu ve üretimimizi arttıran, kalp ve sinir sistemimizi koruyan,vücüdumuzu tamir ederek bizi genç bırakan, stres seviyemizi düzenleyerek kendimizi zinde hissettiren, yaşam kalitemizi arttırarak hayatımıza düzen koyandır.
Her ne kadar hareketlilikten uzak gibi görünse de geceyi örtü, uykuyu da istirahat yaparak gündüz uyanıp yeniden yaşama dönüş yapmaya vesile olandır.
Bu hakikati Rahman olan Allah (c.c.) Furkan suresinin 47. Ayetinde belirtmiştir.
Uyanmak; uykuyla düzene giren düşüncelerimizin duyguya dönüşmesidir. Gün içinde yaşayarak, görererek, duyarak anlam dünyamıza dahil ettiğimiz duygularımız, aslında bizim imtihanlarımızdır.
Peki duygu nedir ve nasıl oluşur?
Duygu; geçmişte yaşadığımız tecrübelerimize dayanarak, milyarlarca beyin nöron hücrelerimizin, hızla çalışarak oluşturduğu “zan”larımızdan başka bir şey değildir.
Yüzde seksen zanla hayat olgumuzun oluşturduğu söylemi, bizi deneyimsel bir körülükle karşı karşıya da bırakmaktadır. Negatif yada pozitif önyargılar ve alışkanlıklar böylelikle oluşur.
Kendi tecrübelerimizin mimarı olup hayatın içinde etken olmaya niyet etmemiz, ancak uyuduğumuz uykudan uyanmamızla mümkündür.
Toplumun geleceğinin mimarlığına üstlenmiş, kendilerini de üst akıl olarak niteleyenlerin egemenliğine ancak kendimizi keşfetmekle, ütopik söylemlerinin tam tersi komplo teorileriyle birleştirdikleri dispotik bir geleceğe yani karanlığa gömmek isteyen güçlere “dur” diyebilmekledir.
Ütopya; gelecek için ideal bir toplum önerisini içinde barındırır. Felsefe, siyaset, edebiyat eserleri, gelecek tasarımı içine girerek insan aklı ve duygularıyla şekillenmektedir.
Siyasi iktidarın ve paranın yön verdiği düşünce akımlarını hatta dini algının oluşmasını düşündüğümüzde, ütopik söylemlerin de kimlerin altında olduğunu bilmemiz sanırım pek güç olmayacaktır.
Distopya; insanların hayatlarını kontrol ederken, karanlık, işgal altında, renkten ve yeşilden uzak cehennem gibi bir gelecektir. “Gerçeğin çölü” tabiri Martix filminin içinde geçmektedir. Her ne kadar çöl gibi olsa da “gerçek” olduğu için mücadele edilmelidir düşüncesi bu şekildeki filmlerin ana konusudur. “Açlık Oyunları” filmi “Matrix” gibi distopyanın en güzel örneğidir.
Ütopya toplumu düzenli, barışçıl, düşünce özgürlüğü ve adaleti olan, doğa dostu cennet gibi tarif edilirken, distopya toplumda ileri seviyede teknolojiye sahip sistemin hakim olduğu baskıcı ve cehennem gibi bir hayat örnekleri sunulmaktadır.
Bu uzun girişimin akabinde bizden 2400 yıl önce yaşamış Platon’un “Mağara metaforu” ile bize sunduğu uyanış hikayesini sunmak istiyorum.
“An”ı fark etmek, “An”ı yakalamak, “An”ı yaşamak ve geleceğe ışık olmak niyetinde olan benim gibi olan kardeşlerime yön vereceğine inanıyorum.
Metafor; anlatılması soyut olaran zor kavramları somut alana düşürme gayretidir. Bunu Platon gerçekten çok güzel başarmıştır.
Olay karanlık mağarada zincirlerle bağlanmış, dış dünyayla ilişkileri sadece küçücük pencereden yansıyan gölgelerden ibaret olan tutsaklarladır.
Gerçek olduklarından şüphe duymadıkları bu yansımaların üzerine üretilen fikirlerle ömürlerini geçiren mağara sakinlerinden birinin zincirlerden kurtulup çıkması, görünen yansımalarının sahipleriyle buluşması ve konuşulanların ne kadar yavan kaldığını bütün duyu organlarıyla hissetmesi ve akabinde, mağaradaki kardeşlerine bu hakikatı anlatmak için geri dönmesiyle devam etmektedir. Asıl acı buradadır.
Uykudan uyanıp hakikatı gören, mağaranın karanlığından kurtulup ışıkla gözleri görme yetisini elde eden kişinin, diğer tutsaklar tarafında aptallaştığını, daha da kötüsü mağaradan tekrar çıkmasına izin verilmemesidir.
Bu durum ise aydınlanan biri için büyük zulümdür.
Zira artık uyanmıştır.
Gerçeği bilmektedir.
Peki gerçek nedir?
Asiye Tanrıöver Türkan
Aile Danışmanı
www.ailedanismani.de
Ekleme
Tarihi: 26 Temmuz 2022 - Salı
UYANMAK!
UYANMAK!
Uyku; konsantroyonumuzu ve üretimimizi arttıran, kalp ve sinir sistemimizi koruyan,vücüdumuzu tamir ederek bizi genç bırakan, stres seviyemizi düzenleyerek kendimizi zinde hissettiren, yaşam kalitemizi arttırarak hayatımıza düzen koyandır.
Her ne kadar hareketlilikten uzak gibi görünse de geceyi örtü, uykuyu da istirahat yaparak gündüz uyanıp yeniden yaşama dönüş yapmaya vesile olandır.
Bu hakikati Rahman olan Allah (c.c.) Furkan suresinin 47. Ayetinde belirtmiştir.
Uyanmak; uykuyla düzene giren düşüncelerimizin duyguya dönüşmesidir. Gün içinde yaşayarak, görererek, duyarak anlam dünyamıza dahil ettiğimiz duygularımız, aslında bizim imtihanlarımızdır.
Peki duygu nedir ve nasıl oluşur?
Duygu; geçmişte yaşadığımız tecrübelerimize dayanarak, milyarlarca beyin nöron hücrelerimizin, hızla çalışarak oluşturduğu “zan”larımızdan başka bir şey değildir.
Yüzde seksen zanla hayat olgumuzun oluşturduğu söylemi, bizi deneyimsel bir körülükle karşı karşıya da bırakmaktadır. Negatif yada pozitif önyargılar ve alışkanlıklar böylelikle oluşur.
Kendi tecrübelerimizin mimarı olup hayatın içinde etken olmaya niyet etmemiz, ancak uyuduğumuz uykudan uyanmamızla mümkündür.
Toplumun geleceğinin mimarlığına üstlenmiş, kendilerini de üst akıl olarak niteleyenlerin egemenliğine ancak kendimizi keşfetmekle, ütopik söylemlerinin tam tersi komplo teorileriyle birleştirdikleri dispotik bir geleceğe yani karanlığa gömmek isteyen güçlere “dur” diyebilmekledir.
Ütopya; gelecek için ideal bir toplum önerisini içinde barındırır. Felsefe, siyaset, edebiyat eserleri, gelecek tasarımı içine girerek insan aklı ve duygularıyla şekillenmektedir.
Siyasi iktidarın ve paranın yön verdiği düşünce akımlarını hatta dini algının oluşmasını düşündüğümüzde, ütopik söylemlerin de kimlerin altında olduğunu bilmemiz sanırım pek güç olmayacaktır.
Distopya; insanların hayatlarını kontrol ederken, karanlık, işgal altında, renkten ve yeşilden uzak cehennem gibi bir gelecektir. “Gerçeğin çölü” tabiri Martix filminin içinde geçmektedir. Her ne kadar çöl gibi olsa da “gerçek” olduğu için mücadele edilmelidir düşüncesi bu şekildeki filmlerin ana konusudur. “Açlık Oyunları” filmi “Matrix” gibi distopyanın en güzel örneğidir.
Ütopya toplumu düzenli, barışçıl, düşünce özgürlüğü ve adaleti olan, doğa dostu cennet gibi tarif edilirken, distopya toplumda ileri seviyede teknolojiye sahip sistemin hakim olduğu baskıcı ve cehennem gibi bir hayat örnekleri sunulmaktadır.
Bu uzun girişimin akabinde bizden 2400 yıl önce yaşamış Platon’un “Mağara metaforu” ile bize sunduğu uyanış hikayesini sunmak istiyorum.
“An”ı fark etmek, “An”ı yakalamak, “An”ı yaşamak ve geleceğe ışık olmak niyetinde olan benim gibi olan kardeşlerime yön vereceğine inanıyorum.
Metafor; anlatılması soyut olaran zor kavramları somut alana düşürme gayretidir. Bunu Platon gerçekten çok güzel başarmıştır.
Olay karanlık mağarada zincirlerle bağlanmış, dış dünyayla ilişkileri sadece küçücük pencereden yansıyan gölgelerden ibaret olan tutsaklarladır.
Gerçek olduklarından şüphe duymadıkları bu yansımaların üzerine üretilen fikirlerle ömürlerini geçiren mağara sakinlerinden birinin zincirlerden kurtulup çıkması, görünen yansımalarının sahipleriyle buluşması ve konuşulanların ne kadar yavan kaldığını bütün duyu organlarıyla hissetmesi ve akabinde, mağaradaki kardeşlerine bu hakikatı anlatmak için geri dönmesiyle devam etmektedir. Asıl acı buradadır.
Uykudan uyanıp hakikatı gören, mağaranın karanlığından kurtulup ışıkla gözleri görme yetisini elde eden kişinin, diğer tutsaklar tarafında aptallaştığını, daha da kötüsü mağaradan tekrar çıkmasına izin verilmemesidir.
Bu durum ise aydınlanan biri için büyük zulümdür.
Zira artık uyanmıştır.
Gerçeği bilmektedir.
Peki gerçek nedir?
Asiye Tanrıöver Türkan
Aile Danışmanı
www.ailedanismani.de
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.