İSLÂM BİLİM ADAMLARI İBNÜ’I-ARABÎ 5
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 5
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Sekizinci Mektubun, Altıncı Risalesi olan Altıncı Meselenin Birinci Nüktesinde, Muhyiddin-i Arabî’ye yanlış bir bakışı şu şekilde açıklamaktadır.
Vehhâbilerin azîm (büyük) imamlarından ve acîp dehâları (olağanüstü zekayı) taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni Kayyıme'l-Cevzî gibi zatlar Muhyiddin-i Arabî (k.s.) gibi azîm evliyâya (büyük veliye) karşı fazla hücum ettikleri ve güya mezheb-i Ehl-i Sünneti (Ehl-i Sünnet ve Cemaatini) Şialara (Şîa Mezhebine) karşı Hazret-i Ebu Bekir'in (r.a.) Hazret-i Ali'den (r.a.) efdâliyetini (üstünlüğünü) müdafaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali'nin (r.a) kıymetini çok düşürüyorlar.
Hârika faziletlerini (mânevî değerini) âdileştiriyorlar (sıradanlaştırıyorlar). Muhyiddin-i Arabî (k.s.) gibi çok evliyâyı (Allah’ın sevgili kullarını) inkâr (redd) ve tekfir ediyorlar (kâfir olmakla suçluyorlar).
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Sekizinci Lem'anın Yedinci Nüktesinde Bir suale verdiği cevabında:
Mustafa Sabri ile Mûsâ Bekûf'un efkârlarını (düşüncelerini) muvazene etmek (karşılaştırmak) için vaktim müsait (uygun) değildir. Yalnız bu kadar derim ki:
Birisi ifrat etmiş (bir şeyde aşırıya gitmiş), diğeri tefrit ediyor (bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalıyor).
Mustafa Sabri gerçi müdafaatında (savunmasında) Mûsâ Bekûf'a nisbeten (kıyasla) haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin (İslâm ilimlerinin) bir mucizesi (alanında benzerini olmayan) bulunan bir zâtı tezyifte (küçük düşürmede) haksızdır.
Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî (doğru ve hak yola ulaşan kişi) ve makbuldür (kabul edilen). Fakat her kitabında mühdî (hidayete ulaştıran) ve mürşid (doğru yol gösteren) olamıyor.
Bediüzzaman Hazretleri bu konunun detaylarını burada vermektedir. Oraya müracaat edilebilir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Dokuzuncu Lem’ada Muhyiddin-i Arabî hakkındaki sualin cevabına zeylinde şöyle demektedir:
Sual: Muhyiddin-i Arabî, vahdetü'l-vücud (“Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre hayâl ve gölge gibi zayıf varlıklardır; tasavvufî görüş) meselesini en yüksek bir mertebe telâkki ettiği (kabul etttiği) gibi, ehl-i aşk (kalpleri Allah sevgisiyle dolu) bir kısım evliyâ-i azîme (büyük veliler) dahi ona ittibâ etmişler (uymuşlar).
Bu meslek en yüksek mertebe olmadığını, hem hakikî (asıl, gerçek) olmadığını, belki bir derecede ehl-i sekir ve istiğrâkın (tasavvuf yoluyla manevî alemlere girip ve manevî zevklere dalıp kendinden geçen kişiler) ve ashâb-ı şevk (manevî zevkleri tadıp şevke gelen kişiler) ve aşkın meşrebi (hareket tarzı) olduğunu söylüyorsun.
Öyle ise, muhtasaran (kısaca) sırr-ı verâset-i Nübüvvetle (peygamberlik makamının varisi olmanın sırlarıyla) ve Kur'ân'ın sarâhatiyle (açıklığıyla) gösterilen Tevhîdin (herşeyin Allah’tan olduğunu bilme ve ilân etme) yüksek mertebesi hangisidir? Göster.
Elcevap: Benim gibi hiç ender hiç, âciz bir bîçârenin kısa fikriyle bu yüksek mertebeleri muhâkeme etmek (iyice araştırdıktan sonra hüküm vermek), yüz derece haddimin fevkindedir (yetkimin üstündedir).
Yalnız, Kur'ân-ı Hakîmin (her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân) feyzinden (mânevî gıda, bereketinden) gelen gayet muhtasar (özet) bir iki nükteyi (ince anlamlı sözü) söyleyeceğim; belki bu meselede faydası olacak.
Bunun izahı bu konunun devamında Birinci Nüktede detaylarıyla anlatmaktadır, oradan okunabilir.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
05.10.2022
Ekleme
Tarihi: 05 Ekim 2022 - Çarşamba
İSLÂM BİLİM ADAMLARI İBNÜ’I-ARABÎ 5
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 5
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Sekizinci Mektubun, Altıncı Risalesi olan Altıncı Meselenin Birinci Nüktesinde, Muhyiddin-i Arabî’ye yanlış bir bakışı şu şekilde açıklamaktadır.
Vehhâbilerin azîm (büyük) imamlarından ve acîp dehâları (olağanüstü zekayı) taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni Kayyıme'l-Cevzî gibi zatlar Muhyiddin-i Arabî (k.s.) gibi azîm evliyâya (büyük veliye) karşı fazla hücum ettikleri ve güya mezheb-i Ehl-i Sünneti (Ehl-i Sünnet ve Cemaatini) Şialara (Şîa Mezhebine) karşı Hazret-i Ebu Bekir'in (r.a.) Hazret-i Ali'den (r.a.) efdâliyetini (üstünlüğünü) müdafaa ediyorum diyerek, Hazret-i Ali'nin (r.a) kıymetini çok düşürüyorlar.
Hârika faziletlerini (mânevî değerini) âdileştiriyorlar (sıradanlaştırıyorlar). Muhyiddin-i Arabî (k.s.) gibi çok evliyâyı (Allah’ın sevgili kullarını) inkâr (redd) ve tekfir ediyorlar (kâfir olmakla suçluyorlar).
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Sekizinci Lem'anın Yedinci Nüktesinde Bir suale verdiği cevabında:
Mustafa Sabri ile Mûsâ Bekûf'un efkârlarını (düşüncelerini) muvazene etmek (karşılaştırmak) için vaktim müsait (uygun) değildir. Yalnız bu kadar derim ki:
Birisi ifrat etmiş (bir şeyde aşırıya gitmiş), diğeri tefrit ediyor (bir şeye aşırı seviyede ilgisiz kalıyor).
Mustafa Sabri gerçi müdafaatında (savunmasında) Mûsâ Bekûf'a nisbeten (kıyasla) haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin (İslâm ilimlerinin) bir mucizesi (alanında benzerini olmayan) bulunan bir zâtı tezyifte (küçük düşürmede) haksızdır.
Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî (doğru ve hak yola ulaşan kişi) ve makbuldür (kabul edilen). Fakat her kitabında mühdî (hidayete ulaştıran) ve mürşid (doğru yol gösteren) olamıyor.
Bediüzzaman Hazretleri bu konunun detaylarını burada vermektedir. Oraya müracaat edilebilir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Dokuzuncu Lem’ada Muhyiddin-i Arabî hakkındaki sualin cevabına zeylinde şöyle demektedir:
Sual: Muhyiddin-i Arabî, vahdetü'l-vücud (“Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre hayâl ve gölge gibi zayıf varlıklardır; tasavvufî görüş) meselesini en yüksek bir mertebe telâkki ettiği (kabul etttiği) gibi, ehl-i aşk (kalpleri Allah sevgisiyle dolu) bir kısım evliyâ-i azîme (büyük veliler) dahi ona ittibâ etmişler (uymuşlar).
Bu meslek en yüksek mertebe olmadığını, hem hakikî (asıl, gerçek) olmadığını, belki bir derecede ehl-i sekir ve istiğrâkın (tasavvuf yoluyla manevî alemlere girip ve manevî zevklere dalıp kendinden geçen kişiler) ve ashâb-ı şevk (manevî zevkleri tadıp şevke gelen kişiler) ve aşkın meşrebi (hareket tarzı) olduğunu söylüyorsun.
Öyle ise, muhtasaran (kısaca) sırr-ı verâset-i Nübüvvetle (peygamberlik makamının varisi olmanın sırlarıyla) ve Kur'ân'ın sarâhatiyle (açıklığıyla) gösterilen Tevhîdin (herşeyin Allah’tan olduğunu bilme ve ilân etme) yüksek mertebesi hangisidir? Göster.
Elcevap: Benim gibi hiç ender hiç, âciz bir bîçârenin kısa fikriyle bu yüksek mertebeleri muhâkeme etmek (iyice araştırdıktan sonra hüküm vermek), yüz derece haddimin fevkindedir (yetkimin üstündedir).
Yalnız, Kur'ân-ı Hakîmin (her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân) feyzinden (mânevî gıda, bereketinden) gelen gayet muhtasar (özet) bir iki nükteyi (ince anlamlı sözü) söyleyeceğim; belki bu meselede faydası olacak.
Bunun izahı bu konunun devamında Birinci Nüktede detaylarıyla anlatmaktadır, oradan okunabilir.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
05.10.2022
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.