Hayal, her düşünebilen bireyin kafasında kurmuş olduğu soyut bir senaryo örneğidir. Dünyaya gelmediğimiz zamanı da baz alacak olursak, belki de annelerimizin ve babalarımızın "Keşke bir kızım olsaydı" ya da "Keşke şöyle bir oğlum olsaydı" dedikleri olmuştur. Bizler ise, onların hayallerinin somutlaşmış hali olarak dünyaya gelmiş birer varlıklarız. Neticede her hayal kurmak da, yaşanacak olan hayat merdiveninin bir basamağıdır aslında. Hayalin ilk aşamasının yolu, hepimizin de bildiği üzere hayalini kurduğumuz şeyi gerçekten istemekten geçer. Bırakın hayali, herhangi bir işi bile kimse istemeden yapamaz. Yapsa bile bundan şöyle bir örnek çıkarabiliriz; bir insan düşünün, o insan eğer ki kendi istediği mesleği seçmeyip de sırf ailesinin hayali olduğundan dolayı onlar mutlu olsun diye onların isteği doğrultusunda sevmediği bir meslekte zoraki çalışıyorsa o insan hayatı boyunca mutlu olamaz ve çevresindekileri de kendi mutsuzluğu ile kendisinden uzaklaştırır. Böylece yalnızlığa mahkum olmuş olur. Ne kadar acı bir durum değil mi? Elbette ki her anne-baba kendi evladının iyi yerlerde olmasını ister ama her şeyden önemlisi o evladın aslında neye yeteneğinin olup da ne yapmak istediğidir. Bunun bilincinde olan bir ebeveyn sadece biyolojik açıdan değil de, aynı zamanda manevi yönden de gerçek anne-baba olmuş demektir. Dürüst olmak gerekirse ben de henüz bir anne değilim, çünkü evli de değilim; evet, belki bazı şeyler yaşanmadan bilinmez ama ne olursa olsun ileride nasıl bir eş ve nasıl bir anne olabileceğimi biliyorum. İşte bu da benim gelecekteki yuvama karşı nasıl bir sorumluluğa sahip bir birey olabileceğimin ön koşuludur, daha doğrusu hayalim. Evet...
Hayallerimize verilecek çok örnek var aslında. En basitinden şöyle söyleyeyim; yalnız bir insan, erkek veya kadın olması fark etmez, illa ki kendilerinden duymuşsunuzdur "Ya keşke sarışın biri olsaydı kesin severdim O'nu", "Keşke esmer, minyon, kıvırcık saçlı olsaydı"... vs diyenleri. Oysa hayat bazen bizim istediğimiz şekilde gitmeyebilir. Keza ten, göz, saç gibi tercihlerde ısrarcı olan insanların bu tarz istekleri, üzülerek söylemeliyim ki takıntı boyutundadır. O yüzden takıntı ile hayaller arasındaki farkları bilmekte fayda vardır kanısındayım. Sırf bu tarz takıntılar yüzünden kaç insan platonik aşka tutuklu kaldı, kaç insanın ruh sağlığı bozuldu, bunları düşünen var mı? Neden bir insan için "Kalbi şöyle güzel olsun, böyle iyi bir karakterde olsun" demek yerine; saçına, gözüne, boyuna, fiziğine vs takılı kalır ki bir birey? Buradaki gerçeklik payını sizlere söylemem gerekirse, bir insanın dış görünüşünü yansıtan güzelliği veya yakışıklılığı geçici; fakat tek baki kalan karakter ve huydur. Geçici hayallerin peşine düşmek yerine, kalıcı hayalleri hayatlara geçirmeye çalışmak değil midir asıl mutluluk kaynağı?