Kurtuluş Doğruluktadır
<p>Gemiyle gittiğim bazı ülkelerde gördüğüm en ciddi hastalıklardan bir tanesi hile ve yalancılıktır. Özellikle İran ve Çin gibi ülkelerde yaşadığım sahtekârlıkların haddi hesabı yoktur.</p>
<p>Benim gibi bu ülkelere giden her kaptan zor duruma düşmemek ve ceza ödememek için akla hayale gelmedik tedbirler almak zorundadır. Zira haksız yere para kazanmak için bekleyen ve o ülkenin yasalarındaki boşlukları çok iyi bilen insanlar hazırda beklemektedir.</p>
<p>En son gittiğim bir ülkede de benzer olayları yaşadım. Hiç çekinmeden yalan yere yemin eden insanlarla karşılaştım. Fakat bu tarz sahtekârlıklar ile o kadar çok karşılaşmıştım ki son zamanlarda yalancı ve yapmacık tavırlardan hiç etkilenmemeye alıştığımı gördüm.</p>
<p>Maalesef ülkemizin özellikle iş dünyasındaki en büyük sıkıntı da dürüstlük ilkelerinin ayaklar altına alınmasıdır. Bazı işadamı geçinen insanlar o kadar kolay ve rahat bir şekilde yalan söyleyebilmektedirler ki; buna şaşırmamak elde değildir.</p>
<p>Bu acı durum yüzünden ticaretteki bereket kalkmış gelirler düşmüştür. Çünkü ticaretin en önemli ayağı güvendir. Güven ortadan kalktı mı bundan sonra kimse ile iş yapamazsınız. Çünkü insanları sadece bir kere aldatabilirsiniz. Hâlbuki dürüst olup az bile kazansanız verdiğiniz güven sayesinde uzun yıllar boyunca ticaretinizi yapar vurgun vurarak elde edilecek paradan kat kat fazlasını elde edebilirsiniz.</p>
<p>Doğruluk sadece ticaret hayatında gerekli bir davranış şekli değildir. Bir Müslüman olarak hayatımızın her safhasında bunu yaşamak zorunluluğu vardır. Zira bu konuda ayet ve hadisler çok açıktır.</p>
<p>Bir ayet meali: “Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur” (Maide Suresi 119)</p>
<p>Bir hadis: “Allah’a verdiğiniz sözde durun. Zira Allah sadıklarla beraberdir. Yalandan da uzak durun. Zira yalanla iman bir arada bulunmaz”.</p>
<p>İşte Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm’ı a’lâ-yı illiyyîne (en yüksek makama) çıkaran sıdktır ve doğruluktur. Sahabeler ise sıdk ve doğruluk için, can, mal, peder ve vâlidelerini hatta kavim ve kabîlelerini feda etmişlerdir.</p>
<p>Bundan 110 yıl önce zamanın kötü gidişinden şikayet eden insanlar Bediüzzaman Said Nursi’ye bundan kurtulabilmek için çeşitli sorular sorarlar. Derler ki “Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir?”</p>
<p>Bediüzzaman’ın cevabı çok kısa ve yalındır: “Doğruluk” der. Bu cevap yeterli gelmemiş olacak ki başka daha bir şey yok mu anlamında bir soru daha sorarlar. Yine çok açık ve net bir cevap verir. “Yalan söylememek”.</p>
<p>Bu cevaplar cemiyetimizin içine düştüğü durumu çok açık bir şekilde göstermektedir. Doğruluk ve yalan söylememek gerektiğinin önemini yeterince kavrayamamışlık vardır. Üçüncü kez aynı soruyu sorarak sonrasında başka bir şey olup olmadığını tekrar cevaplamasını isterler.</p>
<p>Cevap olarak “Sıdk, sadakat, ihlas, sebat, tesanüt” cevabını alırlar. Sıdk zaten doğruluk demektir. Üçüncü defa bunu vurgulayarak bunun ne derece önemli olduğunu ders vermeye çalışır. Arkasından da şunları söyler:</p>
<p>“Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek” diye başlayarak bundan sonra diğer dinlerin bağlılarından guruplar halinde İslam’a dâhil olacaklarını beyan eder. Çünkü toplum hayatının esası; sıdk ve doğruluktur. Doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmek zorunda olduğumuzu ifade eder.</p>
<p>Bütün bu gerçekleri bilen insanlar en menfaatli ve faydalı olan davranışın hilesizlik olduğunu bilirler. Evet insanın her söylediği doğru olmalıdır. Fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Çünkü farkından olmadan çevresindekilere zarar verebilir. Bunun yerine sükût etse yani sussa çok daha isabetli hareket etmiş olur. Fakat insan ve özellikle bir Müslüman asla yalana tenezzül etmemelidir.</p>
<p>Çünkü günümüzde doğruluk ve yalan ortasındaki mesafe azala azala, omuz-omuza gelmiştir. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, toplum ahlâkı bozulmuştur. Siyaset ve çeşitli gayelerle yapılan propagandalar çok revaçtadır. Yalan söylemenin ne derece çirkin olduğu anlaşılamamaktadır.</p>
<p>Halbuki doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığı Asrı Saadet yani Peygamber Efendimiz (asm) ve Sahabeler döneminde adalet, sıdk, ulviyet ve hakkaniyet o derece yüksek seviyeye çıkmıştır ki; bir daha buna benzer bir dönem yaşanmayacaktır. Bu nedenle hiçbir alim ve büyük zat; Sahabeler seviyesine kadar çıkamaz. Onların manevi kuvvetlerine, metanetlerine, takvalarına yetişemez.</p>
<p>Evet, yol ikidir: Ya sükût edip susmak gerekir çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya doğruluktur, sıdktır. Çünkü İslamiyet’in esası, sıdktır. İmanın en önemli özelliği doğruluktur. Bütün olgunluğa ve güzelliğe sevk edici dürüstlüktür. Yüksek ahlakın hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı, sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara diğer insanlara üstün gelmesini sağlayan onların doğruluklarıdır. İşte Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı insanlık mertebelerinin en yükseğine çıkaran, sıdktır.</p>
<p>Yazımda bir istikamet şehidi ve doğruluğun sembolü olmuş meslektaşım Binbaşı Asım Bey’den de bahsetmek isterim. 34 Sene askerlik görevini yapmış bu zat; dindarlara yapılan baskının çok ağır olduğu bir dönemde yaşamıştır. Şöyle bir durumla karşılaşmıştır:</p>
<p>1934 ve 1935 senelerinde emniyet çok sıkı tedbirler alıp Bediüzzaman ve talebelerini yakından takip ediyordu. Bir gün Binbaşı Âsım Bey’in Burdur’daki evinde Nasuhizade Mehmed Balkır, Sadık Ermiş Hoca, Berber Mehmed Güler gibi kişiler dini kitaplar okuyup sohbet ederken polisler eve baskına gelirler.</p>
<p>Âsım Bey, komisere, abdest alındığını ifade ederek, biraz beklemelerini söyler. Bu arada misafirlerin yanındaki dini kitaplarla birlikte arka kapıdan sessizce çıkıp gitmelerini sağlar. Fakat buna rağmen, aramalarda polisler bazı kitapları yine de bulurlar. Bu olaydan sonra Binbaşı Âsım Bey tutuklanıp Isparta’ya götürülür.</p>
<p>Âsım Bey 1935 Nisan ayında Isparta’da sorgu hâkimliğinde ifade verirken, yalan söylememek ve hayatı boyunca doğruluktan şaşmadığı için arkadaşlarına zarar gelmesinden endişe ederek: “Yâ Rab, canımı al!” der ve oracıkta vefat eder.</p>
<p>İfadesini alan hâkim Hikmet Bey de olay karşısında şaşırıp kalır. Binbaşı Asım Bey’in cenazesine ancak beş-altı kişi katılır ve Isparta’nın Alâeddin Mezarlığı’na defnedilir. İşte bu olay o tarihlerde dindar insanlara ne derece baskı kurulduğunun apaçık bir göstergesidir.</p>
<p>8 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi, haberi manşetinden “Bir mürteci ifade verirken öldü!” diye vermiştir. Gazete ilk sayfada Nur Talebelerinin tutuklanmalarının boyutunu “Bursa’da, Isparta’da yeni tevkifler yapıldı, 30 mevkuf var!” şeklinde verip Binbaşı Âsım Bey’in vefatını da “Bir binbaşı mütekaidi suçlu ifadesi alınırken birdenbire düştü öldü” şeklinde duyurmuştur.</p>
<p>Evet, “istikamet şehidi” olan Binbaşı Âsım Bey, “Kırk yıldır ellerimi kara ve kirli işlere bulaştırmadım, Cenâb-ı Hakk’a çok şükür” diyebilen bir insandı. Hayatını da yalan söylemeden namuslu ve istikametli bir şekilde böylece noktalamıştı.</p>
<p>Bediüzzaman bu konuda şöyle demiştir: “Binbaşı merhum Âsım Bey isticvap edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârâne ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, ‘Yâ Rab, canımı al!’ diyerek, on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu. Ve dünyada hiçbir kanunun hata diyemeyeceği bir muavenet-i hayriyeye ve tasdike hata tevehhüm edenlerin çirkin hatalarına kurban oldu”. Vesselam…</p>
<p> Dr. Vehbi KARA</p>
Ekleme
Tarihi: 12 Ocak 2021 - Salı
Kurtuluş Doğruluktadır
<p>Gemiyle gittiğim bazı ülkelerde gördüğüm en ciddi hastalıklardan bir tanesi hile ve yalancılıktır. Özellikle İran ve Çin gibi ülkelerde yaşadığım sahtekârlıkların haddi hesabı yoktur.</p>
<p>Benim gibi bu ülkelere giden her kaptan zor duruma düşmemek ve ceza ödememek için akla hayale gelmedik tedbirler almak zorundadır. Zira haksız yere para kazanmak için bekleyen ve o ülkenin yasalarındaki boşlukları çok iyi bilen insanlar hazırda beklemektedir.</p>
<p>En son gittiğim bir ülkede de benzer olayları yaşadım. Hiç çekinmeden yalan yere yemin eden insanlarla karşılaştım. Fakat bu tarz sahtekârlıklar ile o kadar çok karşılaşmıştım ki son zamanlarda yalancı ve yapmacık tavırlardan hiç etkilenmemeye alıştığımı gördüm.</p>
<p>Maalesef ülkemizin özellikle iş dünyasındaki en büyük sıkıntı da dürüstlük ilkelerinin ayaklar altına alınmasıdır. Bazı işadamı geçinen insanlar o kadar kolay ve rahat bir şekilde yalan söyleyebilmektedirler ki; buna şaşırmamak elde değildir.</p>
<p>Bu acı durum yüzünden ticaretteki bereket kalkmış gelirler düşmüştür. Çünkü ticaretin en önemli ayağı güvendir. Güven ortadan kalktı mı bundan sonra kimse ile iş yapamazsınız. Çünkü insanları sadece bir kere aldatabilirsiniz. Hâlbuki dürüst olup az bile kazansanız verdiğiniz güven sayesinde uzun yıllar boyunca ticaretinizi yapar vurgun vurarak elde edilecek paradan kat kat fazlasını elde edebilirsiniz.</p>
<p>Doğruluk sadece ticaret hayatında gerekli bir davranış şekli değildir. Bir Müslüman olarak hayatımızın her safhasında bunu yaşamak zorunluluğu vardır. Zira bu konuda ayet ve hadisler çok açıktır.</p>
<p>Bir ayet meali: “Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur” (Maide Suresi 119)</p>
<p>Bir hadis: “Allah’a verdiğiniz sözde durun. Zira Allah sadıklarla beraberdir. Yalandan da uzak durun. Zira yalanla iman bir arada bulunmaz”.</p>
<p>İşte Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm’ı a’lâ-yı illiyyîne (en yüksek makama) çıkaran sıdktır ve doğruluktur. Sahabeler ise sıdk ve doğruluk için, can, mal, peder ve vâlidelerini hatta kavim ve kabîlelerini feda etmişlerdir.</p>
<p>Bundan 110 yıl önce zamanın kötü gidişinden şikayet eden insanlar Bediüzzaman Said Nursi’ye bundan kurtulabilmek için çeşitli sorular sorarlar. Derler ki “Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir?”</p>
<p>Bediüzzaman’ın cevabı çok kısa ve yalındır: “Doğruluk” der. Bu cevap yeterli gelmemiş olacak ki başka daha bir şey yok mu anlamında bir soru daha sorarlar. Yine çok açık ve net bir cevap verir. “Yalan söylememek”.</p>
<p>Bu cevaplar cemiyetimizin içine düştüğü durumu çok açık bir şekilde göstermektedir. Doğruluk ve yalan söylememek gerektiğinin önemini yeterince kavrayamamışlık vardır. Üçüncü kez aynı soruyu sorarak sonrasında başka bir şey olup olmadığını tekrar cevaplamasını isterler.</p>
<p>Cevap olarak “Sıdk, sadakat, ihlas, sebat, tesanüt” cevabını alırlar. Sıdk zaten doğruluk demektir. Üçüncü defa bunu vurgulayarak bunun ne derece önemli olduğunu ders vermeye çalışır. Arkasından da şunları söyler:</p>
<p>“Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek” diye başlayarak bundan sonra diğer dinlerin bağlılarından guruplar halinde İslam’a dâhil olacaklarını beyan eder. Çünkü toplum hayatının esası; sıdk ve doğruluktur. Doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmek zorunda olduğumuzu ifade eder.</p>
<p>Bütün bu gerçekleri bilen insanlar en menfaatli ve faydalı olan davranışın hilesizlik olduğunu bilirler. Evet insanın her söylediği doğru olmalıdır. Fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Çünkü farkından olmadan çevresindekilere zarar verebilir. Bunun yerine sükût etse yani sussa çok daha isabetli hareket etmiş olur. Fakat insan ve özellikle bir Müslüman asla yalana tenezzül etmemelidir.</p>
<p>Çünkü günümüzde doğruluk ve yalan ortasındaki mesafe azala azala, omuz-omuza gelmiştir. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, toplum ahlâkı bozulmuştur. Siyaset ve çeşitli gayelerle yapılan propagandalar çok revaçtadır. Yalan söylemenin ne derece çirkin olduğu anlaşılamamaktadır.</p>
<p>Halbuki doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığı Asrı Saadet yani Peygamber Efendimiz (asm) ve Sahabeler döneminde adalet, sıdk, ulviyet ve hakkaniyet o derece yüksek seviyeye çıkmıştır ki; bir daha buna benzer bir dönem yaşanmayacaktır. Bu nedenle hiçbir alim ve büyük zat; Sahabeler seviyesine kadar çıkamaz. Onların manevi kuvvetlerine, metanetlerine, takvalarına yetişemez.</p>
<p>Evet, yol ikidir: Ya sükût edip susmak gerekir çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya doğruluktur, sıdktır. Çünkü İslamiyet’in esası, sıdktır. İmanın en önemli özelliği doğruluktur. Bütün olgunluğa ve güzelliğe sevk edici dürüstlüktür. Yüksek ahlakın hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı, sıdktır. Ashab-ı Kiram’ı bütün insanlara diğer insanlara üstün gelmesini sağlayan onların doğruluklarıdır. İşte Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı insanlık mertebelerinin en yükseğine çıkaran, sıdktır.</p>
<p>Yazımda bir istikamet şehidi ve doğruluğun sembolü olmuş meslektaşım Binbaşı Asım Bey’den de bahsetmek isterim. 34 Sene askerlik görevini yapmış bu zat; dindarlara yapılan baskının çok ağır olduğu bir dönemde yaşamıştır. Şöyle bir durumla karşılaşmıştır:</p>
<p>1934 ve 1935 senelerinde emniyet çok sıkı tedbirler alıp Bediüzzaman ve talebelerini yakından takip ediyordu. Bir gün Binbaşı Âsım Bey’in Burdur’daki evinde Nasuhizade Mehmed Balkır, Sadık Ermiş Hoca, Berber Mehmed Güler gibi kişiler dini kitaplar okuyup sohbet ederken polisler eve baskına gelirler.</p>
<p>Âsım Bey, komisere, abdest alındığını ifade ederek, biraz beklemelerini söyler. Bu arada misafirlerin yanındaki dini kitaplarla birlikte arka kapıdan sessizce çıkıp gitmelerini sağlar. Fakat buna rağmen, aramalarda polisler bazı kitapları yine de bulurlar. Bu olaydan sonra Binbaşı Âsım Bey tutuklanıp Isparta’ya götürülür.</p>
<p>Âsım Bey 1935 Nisan ayında Isparta’da sorgu hâkimliğinde ifade verirken, yalan söylememek ve hayatı boyunca doğruluktan şaşmadığı için arkadaşlarına zarar gelmesinden endişe ederek: “Yâ Rab, canımı al!” der ve oracıkta vefat eder.</p>
<p>İfadesini alan hâkim Hikmet Bey de olay karşısında şaşırıp kalır. Binbaşı Asım Bey’in cenazesine ancak beş-altı kişi katılır ve Isparta’nın Alâeddin Mezarlığı’na defnedilir. İşte bu olay o tarihlerde dindar insanlara ne derece baskı kurulduğunun apaçık bir göstergesidir.</p>
<p>8 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi, haberi manşetinden “Bir mürteci ifade verirken öldü!” diye vermiştir. Gazete ilk sayfada Nur Talebelerinin tutuklanmalarının boyutunu “Bursa’da, Isparta’da yeni tevkifler yapıldı, 30 mevkuf var!” şeklinde verip Binbaşı Âsım Bey’in vefatını da “Bir binbaşı mütekaidi suçlu ifadesi alınırken birdenbire düştü öldü” şeklinde duyurmuştur.</p>
<p>Evet, “istikamet şehidi” olan Binbaşı Âsım Bey, “Kırk yıldır ellerimi kara ve kirli işlere bulaştırmadım, Cenâb-ı Hakk’a çok şükür” diyebilen bir insandı. Hayatını da yalan söylemeden namuslu ve istikametli bir şekilde böylece noktalamıştı.</p>
<p>Bediüzzaman bu konuda şöyle demiştir: “Binbaşı merhum Âsım Bey isticvap edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârâne ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, ‘Yâ Rab, canımı al!’ diyerek, on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu. Ve dünyada hiçbir kanunun hata diyemeyeceği bir muavenet-i hayriyeye ve tasdike hata tevehhüm edenlerin çirkin hatalarına kurban oldu”. Vesselam…</p>
<p> Dr. Vehbi KARA</p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.