Sabetay Tarikatı ve FETÖ
Sabetay Tarikatı ve FETÖ
Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyetini yaklaşık 200 sene müddetince Sabetay Tarikatı denilen Yahudi bir örgüt yönetmiştir. Mason locaları gibi bütün gizli örgütlerin içinde işte bu sinsi tarikat mensupları yer almaktadır.
Kimseye hesap vermeyen fakat herkese hesap sorabilen bu tarikat mensupları; silahlı kuvvetler, medya, devlet bürokrasisi ve bankalar vasıtası ile daima güç kazanmış ve günümüze kadar gelmişlerdir.
Fakat 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan askeri darbe kalkışması sonrasında devlet içinde yuvalandıkları merkezlerini bir bir terk etmek zorunda kalmışlardır. Kaybettikleri kalelerin en önemlisi ise halkın seçmiş olduğu yöneticileri her 8-10 yılda bir darbe ile alaşağı eden Silahlı Kuvvetlerdir.
Bu konuda bir İngiliz’in yazmış olduğu kitaptan örnek vererek ne kadar dehşetli bir örgüt olduklarını göstermeye çalışalım:
Osmanlı devletinin son döneminde bir erkan-ı harp subayı yani bugünkü ismi ile “kurmay” sınıfına mensup bir zabit ilk görev yeri olan Suriye’deki birliğinden firar edip İstanbul’a kaçar. Burada 2. Abdülhamid’in hafiyeleri tarafından yakalanır ve Sultan Ahmet Cezaevine konulur. Normal şartlar altında böyle bir subayın askeri görevine devam etmesine imkân yoktur. Fakat iş Sabetay Tarikatına mensup olunca değişir tabiî ki.
Nitekim Sabetaycı Paşalar derhal devreye girerek bu subayı hapishaneden çıkarıp doğruca askeri birliğine teslim ederler. Hikâye burada bitmiyor. Bu subay 31Mart Vakasında Hareket Ordusunda görev yaparak 2. Abdülhamid’in devrilmesine kadar giden süreçte önemli görevlerde bulunur.
Daha sonra Balkan Savaşında Tekirdağ Çıkarmasında başarısız olduğu halde daima Sabetaycı Paşaların ve büyüklerinin yardımı ile terfi eder. Çanakkale Savaşı esnasındaki bir taarruzda 10 bin askerimizin şehit düşmesine yol açan bir tümenin komutanlığında bulunur. Bu durum onun Osmanlı Paşası olmasına mani olmaz. Nitekim çok büyük bir bozgun yaşadığımız Nablus Savaşında birliğini başsız bırakıp kaçarak Toros dağlarının kuzeyine kadar gelir.
Osmanlı Devletinin son döneminde bu zabit gibi hayatı başarısızlıklar içinde olduğu halde daima terfi edip general ve amiral olan Sabetay tarikatına mensup kişiler vardır. Bunlar adam kayırmacılığı ve Masonluk gibi önemli destekler sayesinde Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kurumlarında yönetici olmaya devam etmişlerdir. En son örneğini ise 15 Temmuz’daki FETÖ kalkışmasında görmüştük.
Peki, FETO ile Sabetay Tarikatının ilişkisi nasıldır? İşte bu makalemizde bu konuyu işleyerek ülkemizin kanını emen bu sinsi örgütlerin içyüzünü ortaya çıkarmaya çalışalım:
1492'de Kral, İspanya’daki Müslümanlarla birlikte bütün Yahudileri kovmuştu. Göçe zorlanan Yahudiler, hangi ülkeye başvurmuşsalar da; daima ret cevabı almışlardı. O tarihte Padişah olan 2. Bayezid ise Osmanlı topraklarının kapılarını Yahudilere açmıştı.
Bu padişah Kemal Reis komutasında Osmanlı donanmasını İspanya’ya göndererek, yaklaşık 150 bin Yahudi’yi Osmanlı topraklarına getirmişti. Osmanlı vatandaşı yapılan Yahudiler; İstanbul, Edirne, Selanik, İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır’a yerleştirildiler. İşte Hıristiyanların Engizisyon Mahkemelerinden kurtarılan Seferad Yahudileri içinden bir tanesi “Mesih” iddiası ile ortaya çıkarak bütün Yahudileri karıştırmaya yetmişti.
Sadece Yahudilerle kalsa iyiydi. Osmanlı Devleti de; bu kişinin kurduğu tarikatın gizli entrikaları sonucu batmıştı. İşte Sabatay Sevi, bu tarikata kendi ismini veren bir kişiydi. 17. yüzyılda İzmir Agora'da doğmuş 22 Yaşından itibaren Mesihlik iddiasında bulunmuştu.
Sevi, bütün dünyayı kötülüklerden arındıracağına ve tüm Yahudileri mukaddes toprak olarak saydıkları İsrail’e götürerek orada yeniden Süleyman tapınağını inşa edeceğine Yahudilerin bir kısmını inandırmıştı.
Osmanlı devletinin her yerindeki Yahudiler arasından binlerle sayılan müritler edinmişti. İzmir'den İstanbul'a geçmiş fakat buradaki Yahudiler kendine tepki gösterince Selanik'e gitmişti.
Sevi, Selanik'teki ilk günlerinde Mesihlik iddiasında bulunmazken zekâsıyla Selanikli Yahudileri kendisine hayran bırakmış hatta evinde misafir olduğu bir Yahudi, kendisine kızını vermişti. Fakat burada yeniden Mesihlik iddiasında bulununca; Yahudiler ikiye bölünmüştü.
Yahudi hahamlar, Mesihlik iddiası yüzünden kendisine sert tepki gösterince Selanik'ten ayrılıp İzmir'e dönmüş ardından da ikinci kez İstanbul'a gitmişti. Tepkiler devam edince 1659'da babasının yanına yeniden İzmir'e geri gelmişti.
Fakat bu sefer de İzmirli hahamlar Sevi’yi Padişah’a şikâyet etmişlerdi. Sevi tutuklanıp Padişah 4. Mehmet'in huzuruna çıkarılmış ve yargılanması için bir divan kurulmuştu. Divan’da Yahudiler arasında fitne çıkardığı söylenip imtihana tabi tutulacağı kendisine söylenmişti.
Divan, Sevi’ye şu kararı tebliğ etmişti. “Sabatay Sevi soyunacak, vücudu en maharetli okçulara nişangâh yapılacaktı. Eğer atılan oklar Mesihlik iddiasındaki Sevi’nin vücuduna işlemezse, Padişahın kendisini resmi olarak Mesih ilan edecekti. Çünkü Yahudi inancında Mesih’e; kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, ateş yakmaz hatta suda boğulmaz diye bir inanç bulunuyordu.
Divan, Sevi’nin sahtekârlığını ortaya çıkarmak istediği için bu şekilde karar almıştı. Fakat Divan heyetinin bu teklifi karşısında Sabatay Sevi, “Adiyo santo! (İspanyolca Kutsal Melek)” diyerek titremeye başlamış ve sonrasında Mesihlik iddiasını reddetmişti.
Padişah ve divan heyeti onun bu reddinden tatmin olmamıştı. Hekimbaşı Mustafa Fevzî Efendi, Sevi’ye Müslüman olmasını teklif etmiş eğer kabul etmediği takdirde fitne ve karışıklık çıkarmaktan dolayı ceza alacağını söylemişti.
Sevi, Yahudi dönmesi Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine canının bağışlanması karşılığında "Bu can bu bedende kaldığı sürece..." diyerek kelime-i şehâdet getirmişti. Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı yürekten hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim. Fakat dinimiz kuşkuyu onaylamaz ve kişinin imanı üzerine hüküm ancak Allah'ındır. ...” demiş ve divan bu şekilde sonuçlanmıştı.
16 Eylül 1666'da Divan huzurunda Müslüman olan Mordehay oğlu Sabetay Sevi, “Mehmet” ismini alarak hamama götürülmüştü. Gusül abdesti aldırıldı ve kendisine Müslüman giysisi kürk ve hil'at giydirildi.
Sevi'nin Müslüman olması, Yahudiler arasında şaşkınlık meydana getirmişti. Hahambaşılık ise bunu sevinçle karşılamış zira Müslüman olduğu için Sevi'yi dinden çıkmış sayarak bu fitneden kurtulacağını zannetmişti.
Peşinden giden Yahudilerin büyük çoğunluğu onun Mesih olmadığına inanarak Yahudi inancına geri dönmüş fakat 250 ailelik bir topluluk ise Sevi gibi insanları aldatarak İslamiyet’e geçmiş gibi görünerek onun yolundan gitmeye karar vermişti.
1666’dan sonra bu 250 aileye dönme adı verilmiş fakat kesin olarak Müslümanlığa dönmedikleri için yine de şüphe ile bakılmaya başlanmıştı. Çünkü Müslüman isminden başka bir de Yahudi ismi taşıyor gizlice eski inançlarına benzer bir şekilde yaşıyorlardı.
Sevi, zaman zaman İzmir’den İstanbul ve Selanik'e gidiyor bir süre Edirne’de Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam ediyordu. Fakat bu tekke 1641-1642 yıllarında "şüpheli" bulunarak Osmanlı devleti tarafından kapatılmıştı.
Sabetay Sevi ve tarikatı bu sefer İzmir’i üs edinmiş sayıları artınca da bir kısmı Selanik’e geçmişti. 1673 yılında Kuruçeşme’de bir evde yaptığı ayin sırasında Sabetay Sevi yani Müslüman olduktan sonraki adıyla Aziz Mehmed Efendi, bir elinde Kur’an, bir elinde Tevrat olduğu halde görülmüştü. Bu nedenle Sevi ve tarikatının Müslüman olmadıkları kesinlikle ortaya çıkmıştı.
Aziz Mehmed Efendi bu hatası yüzünden defa daha yargılandı ve bugünkü Karadağ sınırları içinde bulunan Ülgen’e sürgün edildi ve 1676 yılında burada öldü.
Ölümünden sonra Selânik’te toplanan tarikat mensuplarının bir kısmı, eşi Ayşe’nin kardeşi Yakup Çelebi etrafında birleştiklerini ilan ettiler. Fakat bunu kabul etmeyenler de oldu. Kabul etmeyenler arasında da ayrılıklar oldu ve üç parçaya bölündüler. Yakubiler, Karakaşiler ve Kapancılar olarak anılan bu üç gurup arasında büyük kavgalar olmuştur. Müslümanlardan kız alıp vermedikleri gibi kendi guruplarından başkası ile evliliğe müsaade etmediler.
17. Yüzyılın sonlarında yaklaşık bin kişi olan bu tarikat mensupları, daha sonra binlerce kişilik bir büyüklüğe ulaşmışlardı. 1923 yılında Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi uyarınca; Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan Krallığı'nın kendi vatandaşları din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutulunca; Selanik’te yaşayan 10 bin civarındaki Sabetay mensubu kâğıt üzerinde Müslüman göründüğü için ülkemize gelerek bürokraside önemli noktalara geldiler.
Mason localarında çevirdikleri gizli ve sinsi entrikalar sayesinde zengin olmuşlardı. Çocukları ülkenin en iyi okullarda okumaya başlamışlardı. 20. Yüzyılın ortalarında ise Fetullah Gülen adı verilen büyük bir zındığı keşfetmişlerdi. İşte İzmir’de başlayan bu Sabetay tarikatı ve FETÖ örgütlenmesi ülkemizin çok büyük badireler atlatmasına neden olacaktı.
Her iki yapının İzmir gibi Türkiye’nin üçüncü büyük şehrinde ortaya çıkması bir tesadüf değildir. Zira İzmir’de zaten hatırı sayılı bir Yahudi nüfus vardı. Selanik’ten gelenlerle birlikte sayıları ikiye katlanmıştı.
İzmir’de geçmişte otuz dört tane sinagog yer almasına rağmen günümüze kadar sadece dokuz tanesi ulaşmıştı. Çünkü Sabetay Tarikatı Yahudi toplumu üzerinde önemli bir konuma yükselmiş sahte Müslüman olduklarından dolayı kendilerini belli etmemek için sinagoglara gitmemeye başlamışlardı.
İşte İzmir Sabetay Tarikatı gibi Fetullah Gülen örgütünün de kuruluş merkezi durumundadır. Zira ilk olarak İzmir’de Kestanepazarı Camisi’nde kurulan FETÖ; İzmir’de büyümüştür. Günümüzde de İzmir ve civarı FETÖ’nün yoğunlaştığı bölgelerden bir tanesidir.
Fetullah Gülen’in ailesi Ahlat ilçesinden namus meselesi yüzünden Erzurum’un Pasinler ilçesine gelmiştir. Fakat bu zındık, Erzurum gibi dindar bir şehrimizde barınamadığı için İzmir gibi Sabetay Tarikatının yoğun olduğu bu yöreye yerleşerek kirli ağlarını örmeye başlamışlardır.
Ne tesadüftür ki; FETÖ’nün teşkilatlanmaya başladığı Kestanepazarı’ndaki sokak aynı zamanda Sabetay Sevi’nin yaşadığı sokaktı. Fetullah Gülen’in özel olarak atandığı Kestanepazarı Camisi, Sabatay Sevi’nin yaşadığı sokağın başında ve evine bakan bir mevkide bulunuyordu.
Harap haldeki bu cami, 1667-1668 yıllarında Ahmed Ağa tarafından yeniden inşa edilerek bugünkü Kestanepazarı Camisi olmuştu. Caminin yeniden yapılış tarihi ise Sabetay tarikatının başlangıç yılları ile çok yakından alakalıdır. Çünkü Sabatay Sevi 1666'da canını kurtarmak için Müslüman olmuş ve kendisini gizlemek adına bir sene sonra evinin sokağının başına bu caminin yapılması sağlanmıştır.
Sabetay Tarikatı, Osmanlı zaptiyeleri tarafından sürekli takip edildiği ve halkı Müslüman olduklarına inandırmak için bu camiye gelip gitmeye başlamışlardı. Sevi’nin ölümünden sonra da taraftarları Kestanepazarı camisine gitmeye devam ettikleri için Kestanepazarı Camisi, Sabetay tarikatı tarafından kutsal kabul edilen bir mekân olarak bilinmektedir.
Cumhuriyet Döneminde de Sabetaycılar bu camiye gelip, ellerini yüzlerini duvarlarına sürerlerdi. Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği Başkanının şöyle dediği ifade edilmiştir: “İnanın oraya üniversiteli kızlar geliyorlar, tıpkı ağlama duvarında yaptıkları gibi taşları öpüp ellerini sürüyorlar”.
İşte Kestanepazarı Camisi, sadece Sabetaycılar için değil, FETÖ’cüler için de kutsaldır. Tapu kadastro memuru olan birisi; Sabetay Tarikatı tarafından kısa sürede fahri vaiz yapılıp ardından da jet hızıyla Sabetaycıların kutsalı olan Kestanepazarı Camisine atanmıştı.
Camide İslam dışı vaazlar verdiği için şikâyet edildiği için vaizlikten atılması beklenirken, aynı Osmanlı erkânı harp subayı gibi terfi ettirilmiş Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı yapılmıştı.
FETÖ örgütünün kurucularından olan bu kişi o sırada Fetullah Gülen’i yetiştirmekle görevlendirilmişti. Gülen, Diyanet teşkilatındaki bu kişiler tarafından ilkokul mezunu olduğu halde vaiz yapılmıştı. Ardından da Kestanepazarı Camisine atanarak fitne faaliyetlerine buradan başlamıştı.
Fetullah Gülen, Kestanepazarı Camisine atandığında caminin bahçesindeki bir barakada kalıyor ve Mesihlik iddiasında da Sabetay Sevi’yi takip ediyordu. Hatta kendisine “İsa” yakıştırması da yapılmış çok tepki görünce “Mehdi” olduğu şayiasını yaymıştır. Öyle ki; FETÖ mensuplarının çoğunluğu bu yalana hala inanmaktadır. Hapishanelerde kaldıkları ve suçları kameralarla teşhis edildiği halde hala Mehdinin kendisini kurtaracağına inanan çok sayıda FETÖ mensubu bulunmaktadır.
Örgüt mensuplarının iyice araştırılıp derinine inildiğinde aslında Sabetay tarikatının bir parçası olduğu ortaya çıkacaktır. Zira hem yurt içinde hem de yurt dışında maddi ve manevi olarak Sabetay Tarikatından beslendiği çok açıktır. ABD’nin Türkiye gibi önemli bir ülkeyi karşısına almasının hatta onca baskıya rağmen neden hala Gülen besleyip semirtmesinin sebebi; Sabetay Tarikatı ile ilişkisinden dolayıdır, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 14 Ekim 2021 - Perşembe
Sabetay Tarikatı ve FETÖ
Sabetay Tarikatı ve FETÖ
Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyetini yaklaşık 200 sene müddetince Sabetay Tarikatı denilen Yahudi bir örgüt yönetmiştir. Mason locaları gibi bütün gizli örgütlerin içinde işte bu sinsi tarikat mensupları yer almaktadır.
Kimseye hesap vermeyen fakat herkese hesap sorabilen bu tarikat mensupları; silahlı kuvvetler, medya, devlet bürokrasisi ve bankalar vasıtası ile daima güç kazanmış ve günümüze kadar gelmişlerdir.
Fakat 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan askeri darbe kalkışması sonrasında devlet içinde yuvalandıkları merkezlerini bir bir terk etmek zorunda kalmışlardır. Kaybettikleri kalelerin en önemlisi ise halkın seçmiş olduğu yöneticileri her 8-10 yılda bir darbe ile alaşağı eden Silahlı Kuvvetlerdir.
Bu konuda bir İngiliz’in yazmış olduğu kitaptan örnek vererek ne kadar dehşetli bir örgüt olduklarını göstermeye çalışalım:
Osmanlı devletinin son döneminde bir erkan-ı harp subayı yani bugünkü ismi ile “kurmay” sınıfına mensup bir zabit ilk görev yeri olan Suriye’deki birliğinden firar edip İstanbul’a kaçar. Burada 2. Abdülhamid’in hafiyeleri tarafından yakalanır ve Sultan Ahmet Cezaevine konulur. Normal şartlar altında böyle bir subayın askeri görevine devam etmesine imkân yoktur. Fakat iş Sabetay Tarikatına mensup olunca değişir tabiî ki.
Nitekim Sabetaycı Paşalar derhal devreye girerek bu subayı hapishaneden çıkarıp doğruca askeri birliğine teslim ederler. Hikâye burada bitmiyor. Bu subay 31Mart Vakasında Hareket Ordusunda görev yaparak 2. Abdülhamid’in devrilmesine kadar giden süreçte önemli görevlerde bulunur.
Daha sonra Balkan Savaşında Tekirdağ Çıkarmasında başarısız olduğu halde daima Sabetaycı Paşaların ve büyüklerinin yardımı ile terfi eder. Çanakkale Savaşı esnasındaki bir taarruzda 10 bin askerimizin şehit düşmesine yol açan bir tümenin komutanlığında bulunur. Bu durum onun Osmanlı Paşası olmasına mani olmaz. Nitekim çok büyük bir bozgun yaşadığımız Nablus Savaşında birliğini başsız bırakıp kaçarak Toros dağlarının kuzeyine kadar gelir.
Osmanlı Devletinin son döneminde bu zabit gibi hayatı başarısızlıklar içinde olduğu halde daima terfi edip general ve amiral olan Sabetay tarikatına mensup kişiler vardır. Bunlar adam kayırmacılığı ve Masonluk gibi önemli destekler sayesinde Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kurumlarında yönetici olmaya devam etmişlerdir. En son örneğini ise 15 Temmuz’daki FETÖ kalkışmasında görmüştük.
Peki, FETO ile Sabetay Tarikatının ilişkisi nasıldır? İşte bu makalemizde bu konuyu işleyerek ülkemizin kanını emen bu sinsi örgütlerin içyüzünü ortaya çıkarmaya çalışalım:
1492'de Kral, İspanya’daki Müslümanlarla birlikte bütün Yahudileri kovmuştu. Göçe zorlanan Yahudiler, hangi ülkeye başvurmuşsalar da; daima ret cevabı almışlardı. O tarihte Padişah olan 2. Bayezid ise Osmanlı topraklarının kapılarını Yahudilere açmıştı.
Bu padişah Kemal Reis komutasında Osmanlı donanmasını İspanya’ya göndererek, yaklaşık 150 bin Yahudi’yi Osmanlı topraklarına getirmişti. Osmanlı vatandaşı yapılan Yahudiler; İstanbul, Edirne, Selanik, İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır’a yerleştirildiler. İşte Hıristiyanların Engizisyon Mahkemelerinden kurtarılan Seferad Yahudileri içinden bir tanesi “Mesih” iddiası ile ortaya çıkarak bütün Yahudileri karıştırmaya yetmişti.
Sadece Yahudilerle kalsa iyiydi. Osmanlı Devleti de; bu kişinin kurduğu tarikatın gizli entrikaları sonucu batmıştı. İşte Sabatay Sevi, bu tarikata kendi ismini veren bir kişiydi. 17. yüzyılda İzmir Agora'da doğmuş 22 Yaşından itibaren Mesihlik iddiasında bulunmuştu.
Sevi, bütün dünyayı kötülüklerden arındıracağına ve tüm Yahudileri mukaddes toprak olarak saydıkları İsrail’e götürerek orada yeniden Süleyman tapınağını inşa edeceğine Yahudilerin bir kısmını inandırmıştı.
Osmanlı devletinin her yerindeki Yahudiler arasından binlerle sayılan müritler edinmişti. İzmir'den İstanbul'a geçmiş fakat buradaki Yahudiler kendine tepki gösterince Selanik'e gitmişti.
Sevi, Selanik'teki ilk günlerinde Mesihlik iddiasında bulunmazken zekâsıyla Selanikli Yahudileri kendisine hayran bırakmış hatta evinde misafir olduğu bir Yahudi, kendisine kızını vermişti. Fakat burada yeniden Mesihlik iddiasında bulununca; Yahudiler ikiye bölünmüştü.
Yahudi hahamlar, Mesihlik iddiası yüzünden kendisine sert tepki gösterince Selanik'ten ayrılıp İzmir'e dönmüş ardından da ikinci kez İstanbul'a gitmişti. Tepkiler devam edince 1659'da babasının yanına yeniden İzmir'e geri gelmişti.
Fakat bu sefer de İzmirli hahamlar Sevi’yi Padişah’a şikâyet etmişlerdi. Sevi tutuklanıp Padişah 4. Mehmet'in huzuruna çıkarılmış ve yargılanması için bir divan kurulmuştu. Divan’da Yahudiler arasında fitne çıkardığı söylenip imtihana tabi tutulacağı kendisine söylenmişti.
Divan, Sevi’ye şu kararı tebliğ etmişti. “Sabatay Sevi soyunacak, vücudu en maharetli okçulara nişangâh yapılacaktı. Eğer atılan oklar Mesihlik iddiasındaki Sevi’nin vücuduna işlemezse, Padişahın kendisini resmi olarak Mesih ilan edecekti. Çünkü Yahudi inancında Mesih’e; kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, ateş yakmaz hatta suda boğulmaz diye bir inanç bulunuyordu.
Divan, Sevi’nin sahtekârlığını ortaya çıkarmak istediği için bu şekilde karar almıştı. Fakat Divan heyetinin bu teklifi karşısında Sabatay Sevi, “Adiyo santo! (İspanyolca Kutsal Melek)” diyerek titremeye başlamış ve sonrasında Mesihlik iddiasını reddetmişti.
Padişah ve divan heyeti onun bu reddinden tatmin olmamıştı. Hekimbaşı Mustafa Fevzî Efendi, Sevi’ye Müslüman olmasını teklif etmiş eğer kabul etmediği takdirde fitne ve karışıklık çıkarmaktan dolayı ceza alacağını söylemişti.
Sevi, Yahudi dönmesi Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine canının bağışlanması karşılığında "Bu can bu bedende kaldığı sürece..." diyerek kelime-i şehâdet getirmişti. Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı yürekten hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim. Fakat dinimiz kuşkuyu onaylamaz ve kişinin imanı üzerine hüküm ancak Allah'ındır. ...” demiş ve divan bu şekilde sonuçlanmıştı.
16 Eylül 1666'da Divan huzurunda Müslüman olan Mordehay oğlu Sabetay Sevi, “Mehmet” ismini alarak hamama götürülmüştü. Gusül abdesti aldırıldı ve kendisine Müslüman giysisi kürk ve hil'at giydirildi.
Sevi'nin Müslüman olması, Yahudiler arasında şaşkınlık meydana getirmişti. Hahambaşılık ise bunu sevinçle karşılamış zira Müslüman olduğu için Sevi'yi dinden çıkmış sayarak bu fitneden kurtulacağını zannetmişti.
Peşinden giden Yahudilerin büyük çoğunluğu onun Mesih olmadığına inanarak Yahudi inancına geri dönmüş fakat 250 ailelik bir topluluk ise Sevi gibi insanları aldatarak İslamiyet’e geçmiş gibi görünerek onun yolundan gitmeye karar vermişti.
1666’dan sonra bu 250 aileye dönme adı verilmiş fakat kesin olarak Müslümanlığa dönmedikleri için yine de şüphe ile bakılmaya başlanmıştı. Çünkü Müslüman isminden başka bir de Yahudi ismi taşıyor gizlice eski inançlarına benzer bir şekilde yaşıyorlardı.
Sevi, zaman zaman İzmir’den İstanbul ve Selanik'e gidiyor bir süre Edirne’de Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam ediyordu. Fakat bu tekke 1641-1642 yıllarında "şüpheli" bulunarak Osmanlı devleti tarafından kapatılmıştı.
Sabetay Sevi ve tarikatı bu sefer İzmir’i üs edinmiş sayıları artınca da bir kısmı Selanik’e geçmişti. 1673 yılında Kuruçeşme’de bir evde yaptığı ayin sırasında Sabetay Sevi yani Müslüman olduktan sonraki adıyla Aziz Mehmed Efendi, bir elinde Kur’an, bir elinde Tevrat olduğu halde görülmüştü. Bu nedenle Sevi ve tarikatının Müslüman olmadıkları kesinlikle ortaya çıkmıştı.
Aziz Mehmed Efendi bu hatası yüzünden defa daha yargılandı ve bugünkü Karadağ sınırları içinde bulunan Ülgen’e sürgün edildi ve 1676 yılında burada öldü.
Ölümünden sonra Selânik’te toplanan tarikat mensuplarının bir kısmı, eşi Ayşe’nin kardeşi Yakup Çelebi etrafında birleştiklerini ilan ettiler. Fakat bunu kabul etmeyenler de oldu. Kabul etmeyenler arasında da ayrılıklar oldu ve üç parçaya bölündüler. Yakubiler, Karakaşiler ve Kapancılar olarak anılan bu üç gurup arasında büyük kavgalar olmuştur. Müslümanlardan kız alıp vermedikleri gibi kendi guruplarından başkası ile evliliğe müsaade etmediler.
17. Yüzyılın sonlarında yaklaşık bin kişi olan bu tarikat mensupları, daha sonra binlerce kişilik bir büyüklüğe ulaşmışlardı. 1923 yılında Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi uyarınca; Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan Krallığı'nın kendi vatandaşları din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutulunca; Selanik’te yaşayan 10 bin civarındaki Sabetay mensubu kâğıt üzerinde Müslüman göründüğü için ülkemize gelerek bürokraside önemli noktalara geldiler.
Mason localarında çevirdikleri gizli ve sinsi entrikalar sayesinde zengin olmuşlardı. Çocukları ülkenin en iyi okullarda okumaya başlamışlardı. 20. Yüzyılın ortalarında ise Fetullah Gülen adı verilen büyük bir zındığı keşfetmişlerdi. İşte İzmir’de başlayan bu Sabetay tarikatı ve FETÖ örgütlenmesi ülkemizin çok büyük badireler atlatmasına neden olacaktı.
Her iki yapının İzmir gibi Türkiye’nin üçüncü büyük şehrinde ortaya çıkması bir tesadüf değildir. Zira İzmir’de zaten hatırı sayılı bir Yahudi nüfus vardı. Selanik’ten gelenlerle birlikte sayıları ikiye katlanmıştı.
İzmir’de geçmişte otuz dört tane sinagog yer almasına rağmen günümüze kadar sadece dokuz tanesi ulaşmıştı. Çünkü Sabetay Tarikatı Yahudi toplumu üzerinde önemli bir konuma yükselmiş sahte Müslüman olduklarından dolayı kendilerini belli etmemek için sinagoglara gitmemeye başlamışlardı.
İşte İzmir Sabetay Tarikatı gibi Fetullah Gülen örgütünün de kuruluş merkezi durumundadır. Zira ilk olarak İzmir’de Kestanepazarı Camisi’nde kurulan FETÖ; İzmir’de büyümüştür. Günümüzde de İzmir ve civarı FETÖ’nün yoğunlaştığı bölgelerden bir tanesidir.
Fetullah Gülen’in ailesi Ahlat ilçesinden namus meselesi yüzünden Erzurum’un Pasinler ilçesine gelmiştir. Fakat bu zındık, Erzurum gibi dindar bir şehrimizde barınamadığı için İzmir gibi Sabetay Tarikatının yoğun olduğu bu yöreye yerleşerek kirli ağlarını örmeye başlamışlardır.
Ne tesadüftür ki; FETÖ’nün teşkilatlanmaya başladığı Kestanepazarı’ndaki sokak aynı zamanda Sabetay Sevi’nin yaşadığı sokaktı. Fetullah Gülen’in özel olarak atandığı Kestanepazarı Camisi, Sabatay Sevi’nin yaşadığı sokağın başında ve evine bakan bir mevkide bulunuyordu.
Harap haldeki bu cami, 1667-1668 yıllarında Ahmed Ağa tarafından yeniden inşa edilerek bugünkü Kestanepazarı Camisi olmuştu. Caminin yeniden yapılış tarihi ise Sabetay tarikatının başlangıç yılları ile çok yakından alakalıdır. Çünkü Sabatay Sevi 1666'da canını kurtarmak için Müslüman olmuş ve kendisini gizlemek adına bir sene sonra evinin sokağının başına bu caminin yapılması sağlanmıştır.
Sabetay Tarikatı, Osmanlı zaptiyeleri tarafından sürekli takip edildiği ve halkı Müslüman olduklarına inandırmak için bu camiye gelip gitmeye başlamışlardı. Sevi’nin ölümünden sonra da taraftarları Kestanepazarı camisine gitmeye devam ettikleri için Kestanepazarı Camisi, Sabetay tarikatı tarafından kutsal kabul edilen bir mekân olarak bilinmektedir.
Cumhuriyet Döneminde de Sabetaycılar bu camiye gelip, ellerini yüzlerini duvarlarına sürerlerdi. Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği Başkanının şöyle dediği ifade edilmiştir: “İnanın oraya üniversiteli kızlar geliyorlar, tıpkı ağlama duvarında yaptıkları gibi taşları öpüp ellerini sürüyorlar”.
İşte Kestanepazarı Camisi, sadece Sabetaycılar için değil, FETÖ’cüler için de kutsaldır. Tapu kadastro memuru olan birisi; Sabetay Tarikatı tarafından kısa sürede fahri vaiz yapılıp ardından da jet hızıyla Sabetaycıların kutsalı olan Kestanepazarı Camisine atanmıştı.
Camide İslam dışı vaazlar verdiği için şikâyet edildiği için vaizlikten atılması beklenirken, aynı Osmanlı erkânı harp subayı gibi terfi ettirilmiş Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı yapılmıştı.
FETÖ örgütünün kurucularından olan bu kişi o sırada Fetullah Gülen’i yetiştirmekle görevlendirilmişti. Gülen, Diyanet teşkilatındaki bu kişiler tarafından ilkokul mezunu olduğu halde vaiz yapılmıştı. Ardından da Kestanepazarı Camisine atanarak fitne faaliyetlerine buradan başlamıştı.
Fetullah Gülen, Kestanepazarı Camisine atandığında caminin bahçesindeki bir barakada kalıyor ve Mesihlik iddiasında da Sabetay Sevi’yi takip ediyordu. Hatta kendisine “İsa” yakıştırması da yapılmış çok tepki görünce “Mehdi” olduğu şayiasını yaymıştır. Öyle ki; FETÖ mensuplarının çoğunluğu bu yalana hala inanmaktadır. Hapishanelerde kaldıkları ve suçları kameralarla teşhis edildiği halde hala Mehdinin kendisini kurtaracağına inanan çok sayıda FETÖ mensubu bulunmaktadır.
Örgüt mensuplarının iyice araştırılıp derinine inildiğinde aslında Sabetay tarikatının bir parçası olduğu ortaya çıkacaktır. Zira hem yurt içinde hem de yurt dışında maddi ve manevi olarak Sabetay Tarikatından beslendiği çok açıktır. ABD’nin Türkiye gibi önemli bir ülkeyi karşısına almasının hatta onca baskıya rağmen neden hala Gülen besleyip semirtmesinin sebebi; Sabetay Tarikatı ile ilişkisinden dolayıdır, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.