Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Kapitalizmin Sorgulanması ve Hakan Aydın’ın Eleştirileri

Kapitalizmin Sorgulanması ve Hakan Aydın’ın Eleştirileri “Ekonomik Krizin Çözümü İsraf Etmemekte Yatıyor” başlıklı yazımla ilgili olarak Hakan Aydın’dan çok önemli bulduğum eleştiriler çeşitli medya kuruluşlarında yayınlandı. Üniversitelerimizde tartışılması ve sorgulanması caiz olmayan “vahşi kapitalizm” hakkında ciddiye alınması gereken bu makale üzerinde durmak gerekiyor. Kadınların çalışma hayatına girmesi ile ilgili olarak Elizabeth Warren ve Suzanne Venker isimli akademisyenlerin yaptığı çalışmaları değerlendiren Aydın, aslında benim yazılarımı çok da fazla eleştirmiyor. Zira Silivri Fatih Camiinden bahseden kısmını ayrı tutacak olursak “Çalışma Ekonomisi” alanında oldukça kıymetli bilgileri sunmaya çalışmış. Bu nedenle bir başucu kitabı olması gerektiği halde üniversitelerimizde tartışılmasına dahi müsaade edilmeyen Warren ve Venker’in aynı başlıklı “İki Gelir Tuzağı” eserleri üzerinde bir kere daha bende durmak istiyorum. Aydın, beni eleştirdiği çalışmasında şunları söylüyor: “Vehbi Kara, 11 Ekim 2021 tarihli yazısında; kadınların çalışma yaşamına katılmasını evirip çevirip “israf” olarak tanımlamaktadır. Bahis konusu yazıda; kendisine referans olarak ABD’den iki kadını seçmiş. İlk referansı, ABD’de 2020 seçimlerinde Demokrat Parti’den başkanlığa “aday adayı” olduğunu ve hemen ardından çekildiğini açıklayan Senatör Elizabeth Warren. Warren, akademisyendir, hali hazırda çalışmaktadır ve yüksek gelir grubundadır. Çocukluğunda; babası bir satış elemanı olarak çalışırken kalp krizi geçirerek çalışamaz duruma gelir, ailesi yokluk içerisine düşer. Babası iyileşip ayağa kalktığında satış işine dönemez ve apartman görevlisi olur. Aile, Mortgage kredisi ile başını sokabilecekleri bir ev alır ancak kullandıkları krediyi ödeyebilmek için annesi de çalışmak zorunda kalır. Ailenin elde ettiği gelir hem evin hem de arabanın kredi taksitlerini karşılamadığı için arabalarına haciz gelir ve o günlerde 13 yaşında olan Warren da teyzesinin restoranında garson olarak çalışmaya başlar… Bu tipik kapitalizm hikâyesinin içerisinden sıyrılan Warren, akademisyen olmayı başarır. 2012’de Massachusetts’te ilk kadın senatör olana kadar en büyük başarısı 2008 yılında hazırlanan Sorunlu Varlıkların Kurtarılması Programı’nın çıkarılmasına katkıda bulunmaktır. Program, o yıllarda ABD’yi kasıp kavuran Mortgage Krizi sonrasında finans kurumlarının elinde patlayan sorunlu gayrimenkullerin devlet tarafından satın alınması yoluyla bu şirketlerin finansal durumlarını düzeltilmesini kapsamaktadır. Yani şirket kurtaran bir program… Warren, ticaret profesörüdür ve kapitalizminin (meydana getirdiği) eşitsizliklerin toplumsal bir krize dönmemesi üzerine düşünür. Çalışan istihdamı sorunu ve ABD’de yükselen işsizlik oranlarına kafa yorduğundan, nihai sonucu kadınların eve kapanmasını teşvik eden “İki Gelir Tuzağı” adında bir teoriyi bir başka kadın yazarla birlikte kitaplaştırırlar. Kitap, özetle; yükselen geçim fiyatlarını karşılamak için eşlerin birlikte çalışması durumunda geçimlerinin anlamsız harcamalarla tehdit altına girdiğini anlatıyor.  Hele bir de çalışan kadın çocuk doğurursa iflasın kaçınılmaz olacağından, kadının evden sorumlu olmak üzere çalışan istihdamından çekilmesini öngörüyor. Teorisini çocuk ve yaşlı bakımları ile ailenin güvene alınması, ev yemekleri yaparak fast food’dan uzaklaşmayla ve hastalanmayı engelleyerek harcamaların düşürülmesine bağlayarak süslüyor. Kapitalizmin ürettiği düşük ücret ile yükselen geçim fiyatlarının (meydana getireceği) krizi, emekçi sınıfa ‘tasarruf yoluyla’ yüklenme sorumluluğu veriyor. İşin sonucu ABD ekonomisindeki istihdam sorununun re-organizasyonuna varıyor. Warren, belirtilen kitabı tek başına çıkarmamış. Yazar ortağı, Amelia Warren Tyagi, McKinsey Company’de Yönetim Danışmanı. Hani şu uluslararası şirketlerin finansal danışmanı olan McKinsey! (Tyagi, Warren’ın kızıdır) Tabii ki bu teori; Warren’ın inanç dünyası ile de uyumludur. Kendisi, Hristiyanlığın Protestanlık mezhebine bağlı Metodizm kolunun bir üyesidir. Metodistler, emeği ile çalışan insanları ve sistemin çarkları içinde suça itilen kişileri, sabırlı yaşamaya davet etmektedir. Bu insanlar sabırlarının karşılığını elbette cennette alacaklardır. Örneğin; İngiltere Metodist Kilisesi, 1760 yılından 1820 yılına kadar İngiliz vahşi kapitalizminin kan emici sömürüsüne karşı, emekçilerin ‘sağduyusunu’ geliştirmek için çalışmalarda bulunur ve yer yer başarılı olduğu dönemler de olur. Yani isyanın eşiğine gelen İngiliz işçi sınıfını dini telkinlerle sömürüye karşı sabırlı olmaya davet ederler. Cemaat, şirket ve servet sahiplerinin huzur ve güvenliği için vardır. Dinin, kapitalist sömürü mekanizmasında nasıl kullanıldığının iyi bir örneğidir.    Vehbi Kara’nın ikinci referansı ise yazar Suzanne Venker! Venker, kendisini anti-feminist olarak tanımlıyor. Feminizmin içsel sorunları ile uğraşmak bir yana erkek haklarının karşı cinsten savunucusu olarak konumlanıyor: ‘Kadınlar öfkeliler ve sebebini hiç bilmeden sürekli savunma halindeler. Çünkü iş hayatındaki rekabet erkekleri bir düşman olarak sundu. Erkekleri kendi alanlarından kovdular ve oraya yerleştiler. Şimdi erkeklerin gidecek hiçbir yeri yok.’ Ne demek lazım? Erkeklerin yeryüzünde kadınlar tarafından kovulabildiği tek bir nokta var mıdır, bilinmez! Ancak Venker’de kadınların ‘eskisi’ gibi olmasını istiyor. Din ile, gelenek ile, töreler ile… erkek tahakkümünü savunuyor. Referans gösterilen kadınlar bunlar! Bahis konusu yazı, referanslarına dikkat edildiğinde; içinden çıkılamaz hale gelen işsizlik sorunun (meydana getireceği) toplumsal bir krizin ötelenmesi ile Türkiye’de alabildiğine gelişen kadına şiddete dinsel olanla müdahale etmeye çalışıyor. Da… Mızrak çuvala sığmıyor!” Aydın, çalışmasının bir bölümünde işsizlik konusuna eğilerek ülkemizin bu önemli sorununa ışık tutmaya çalışıyor. “Ekonomik Krizin Çözümü İsraf Etmemekte Yatıyor” başlıklı yazımda ifade etmeye çalıştığım “israf” konusunu pas geçerek kendi düşüncelerini sıralamış. Hükümetin ciddiye alması gerektiğini düşündüğüm bu eleştirisi şöyledir:   “DİSK Genel-İş Sendikası Araştırma Dairesi’nin Temmuz 2021’de yayınlanan “Türkiye’de Genç İstihdam” isimli raporunda, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’ne üye ülkelerde yüzde 39,6 olan genç istihdam oranının Türkiye’de 2021 yılının 1. çeyreğinde yüzde 30,6 olduğu açıklanmıştır.  2021 yılının aynı döneminde;  genç erkek istihdamı yüzde 41,1 (2 milyon 489 bin kişi) iken, genç kadın istihdamı sadece yüzde 19,6 (1 milyon 131 bin kişi) düzeyindedir. Türkiye’de genç istihdamı düşüyor ve genç kadınların istihdama katılım oranı ise genç erkeklerin yarısında seyrediyor. Gençlerde İşsizlik Oranı “kızlı erkekli” yüzde 42,7! Daha vahimi “kızlı erkekli” üniversite mezunu her 10 gençten 4’ü işsiz durumda! Aynı rapor, 2020 yılında 1 milyon 73 bin gencin hem iş bulma ümidini yitirdiğini hem de iş aramayı bıraktığını belirtiyor. Çalışan gençlerin sorunu ise bitmiş değil. Türkiye’de sigortalı olarak çalışan her 10 kişiden 4’ü asgari ücretle çalışıyor. Çalışanların yüzde 95’i sendikasız ve düşük ücretlere karşı sendika mücadelesi verenler ise hiçbir engellemeyle karşılaşmadan kapının önüne konuluyor”. Türkiye’de, “yerli ve milli tarım" ile üretim açıklarının kapatıldığı söylemini kabul etmeyen Aydın, çeşitli tarım ürünlerinin ithal edildiğini ileri sürerek gıda ürünlerinin net ithalat bakiyesi verdiğini iddia etmektedir. Ekonomik krizin yaklaşmakta olduğunu da şu sözlerle dile getiriyor: “Toplumsal işsizlik seviyesi yükselirken, şirketlerin çalışan ücretlerini düşürmesine göz yumuluyorsa; ithal girdilere teslim edilmiş bir üretimle önce TL’nin değer kaybına, beraberinde gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselmesine müsaade ediliyorsa; bunlar yaşanırken, şirketler zenginleşiyor ve emekçiler daha da yoksullaşmaya zorlanıyorsa; iktisat bilimine göre bir toplumsal krizin arifesine geliniyor demektir. Kapitalizmin (meydana getirdiği) servet ve gelir eşitsizliğinin kaçınılmaz sonucu budur ve hamasi duygularla bunun üzerinin örtülmesi mümkün değildir”. Yazısının son bölümünde bana ait olmayan “eşitlik” ile ilgili düşünceleri ifade eden Aydın’a katılmıyorum. Çünkü insanlar asla eşit değildirler. Eşitlik; sadece hukuk önünde olabilir. Zira Fransız İhtilal’i ile daha çok tartışılan “eşitlik” kavramı insanlara yapılmış büyük bir zulüm ve haksızlıktır. Çalışanla, tembel olan birisi veya Allah’ın verdiği kabiliyetleri geliştiren bir insanla hayvan gibi yaşayan birisi nasıl eşit olur? Diğer yazılarımın eleştirildiği bu kısım şu şekilde ele alınmış: “Diğer yandan bu bilimsel veri toplumsal ve bağlı olarak cinsiyetler arası eşitliği dayatır. Aksi tahakkümdür, kapitalist düzenin olumlanmasına hizmet eder. Vehbi Kara’da ise eşitlik, İkinci Abdülhamit’le müstesnadır. İkinci Abdülhamit’in 23 Aralık 1876 yılında Almanya’nın desteğini kazanabilmek için ilan ettiği Birinci Meşrutiyet temel referansıdır. Birinci Meşrutiyet; Genç Osmanlılar, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınların mücadelesi sonucunda ve Mithat Paşa’nın etkisi ile Sultan’ın tahta geçme sözü olarak ilan edilmiştir. Sultan’ın meclisi ve Kanun-i Esasi’yi sadece iki yıl sonra rafa kaldırarak otuz yıla yakın sürdürdüğü baskıcı dönem de bu eşitliğin parçası olsa gerek!    Osmanlı’da eşitlik fikri esasen 1908 Hürriyet Devrimi ile vücut bulmuş, ‘eşitlikçi’ sultanı tahtından indirmiştir. 1908’den süzülerek ve mücadelelerden geçerek gelen Cumhuriyet ise onun tacı olmuştur. Vehbi Kara’nın da söylediği gibi ‘… 23 Nisan 1920 Cuma günü Meclisimiz, dualar, Kur’an ve Buhari hatimleri ile törenle açılmış...’ devamında ise önce padişahlığı (1922) ve sonra hilafeti (1924) kaldırmış; tekke ve zaviyeleri kapatmış (1925)  ve ardından kadınlara seçme ve seçilme hakkını (1934) teslim etmiştir.  ‘5 Şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan ‘Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık’ Anayasanın 2. maddesine dâhil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel nitelikleri olarak belirtilmiştir. Şimdi kırmızıçizgiler olarak geçen ve değiştirilmesi talep dahi edilemeyen maddelerin aslı bunlardır.’ Her ne kadar bu cümlede; ilkelerden ’Ulusçuluk’ Milliyetçilik olarak, ‘Devrimcilik’ de inkılapçılık olarak geçse de… Cumhuriyet devrimi ve Türkiye aydınlanmasının ilkeleri olarak kabul ettiğimiz, tarihin gerisine yani feodal monarşiye düşmeyi reddettiğimiz için aynı bağlamda olmak üzere kadının eşit ve üretken yaşamının eve kapatılmasını savunan aforizmaların da reddedilmesinin savunulması gerçekçidir.”    Bu kısımda Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarını kast ederek yaptığım eleştirileri gerçekçi bulan Aydın, özelleştirmeyi ise eleştirerek asıl israfın buradan kaynaklandığını savunmuştur. Çeşitli yazılarımda “devletçiliği” rantiyecilik ve “Yağma Hasan’ın böreği” olarak eleştirmiş olduğumu bilmemektedir. Özelleştirme konusuna çok farklı yaklaşmış olduğumuzu okuyucularım çok iyi bilmektedirler. Kriz dönemlerinin, sistemin gücünü yitirdiği dönemler olduğunu ve sermaye sınıfının dini inanışları kendi çıkarlarını korumak için kullandığını ifade eden Aydın’ın ne derece hatalı bir bakış açısı içinde olduğu açıktır. Faiz gibi sömürü araçlarını reddeden ve zekât vermeyi İslam’ın şartı olarak öne süren bir dine karşı bu sözleri söylemek konuya ne derece uzak kalındığını apaçık ortaya koymaktadır. Yazılarımdan beş tanesini referans olarak ele alan Aydın’ın faiz ve zekât konusundaki yazılarımı incelemesini tavsiye ederim. Son söz olarak “yaratmak” Allah’a mahsus bir fiildir. Bu nedenle sık sık geçen bu kelime nedeni ile parantez içinde “meydana getirmek” ifadesini kullandım. Bunun haricinde Aydın’ın yazısının hiçbir kısmı değiştirilmemiştir, vesselam… Dr. Vehbi Kara  
Ekleme Tarihi: 24 Ekim 2021 - Pazar

Kapitalizmin Sorgulanması ve Hakan Aydın’ın Eleştirileri

Kapitalizmin Sorgulanması ve Hakan Aydın’ın Eleştirileri “Ekonomik Krizin Çözümü İsraf Etmemekte Yatıyor” başlıklı yazımla ilgili olarak Hakan Aydın’dan çok önemli bulduğum eleştiriler çeşitli medya kuruluşlarında yayınlandı. Üniversitelerimizde tartışılması ve sorgulanması caiz olmayan “vahşi kapitalizm” hakkında ciddiye alınması gereken bu makale üzerinde durmak gerekiyor. Kadınların çalışma hayatına girmesi ile ilgili olarak Elizabeth Warren ve Suzanne Venker isimli akademisyenlerin yaptığı çalışmaları değerlendiren Aydın, aslında benim yazılarımı çok da fazla eleştirmiyor. Zira Silivri Fatih Camiinden bahseden kısmını ayrı tutacak olursak “Çalışma Ekonomisi” alanında oldukça kıymetli bilgileri sunmaya çalışmış. Bu nedenle bir başucu kitabı olması gerektiği halde üniversitelerimizde tartışılmasına dahi müsaade edilmeyen Warren ve Venker’in aynı başlıklı “İki Gelir Tuzağı” eserleri üzerinde bir kere daha bende durmak istiyorum. Aydın, beni eleştirdiği çalışmasında şunları söylüyor: “Vehbi Kara, 11 Ekim 2021 tarihli yazısında; kadınların çalışma yaşamına katılmasını evirip çevirip “israf” olarak tanımlamaktadır. Bahis konusu yazıda; kendisine referans olarak ABD’den iki kadını seçmiş. İlk referansı, ABD’de 2020 seçimlerinde Demokrat Parti’den başkanlığa “aday adayı” olduğunu ve hemen ardından çekildiğini açıklayan Senatör Elizabeth Warren. Warren, akademisyendir, hali hazırda çalışmaktadır ve yüksek gelir grubundadır. Çocukluğunda; babası bir satış elemanı olarak çalışırken kalp krizi geçirerek çalışamaz duruma gelir, ailesi yokluk içerisine düşer. Babası iyileşip ayağa kalktığında satış işine dönemez ve apartman görevlisi olur. Aile, Mortgage kredisi ile başını sokabilecekleri bir ev alır ancak kullandıkları krediyi ödeyebilmek için annesi de çalışmak zorunda kalır. Ailenin elde ettiği gelir hem evin hem de arabanın kredi taksitlerini karşılamadığı için arabalarına haciz gelir ve o günlerde 13 yaşında olan Warren da teyzesinin restoranında garson olarak çalışmaya başlar… Bu tipik kapitalizm hikâyesinin içerisinden sıyrılan Warren, akademisyen olmayı başarır. 2012’de Massachusetts’te ilk kadın senatör olana kadar en büyük başarısı 2008 yılında hazırlanan Sorunlu Varlıkların Kurtarılması Programı’nın çıkarılmasına katkıda bulunmaktır. Program, o yıllarda ABD’yi kasıp kavuran Mortgage Krizi sonrasında finans kurumlarının elinde patlayan sorunlu gayrimenkullerin devlet tarafından satın alınması yoluyla bu şirketlerin finansal durumlarını düzeltilmesini kapsamaktadır. Yani şirket kurtaran bir program… Warren, ticaret profesörüdür ve kapitalizminin (meydana getirdiği) eşitsizliklerin toplumsal bir krize dönmemesi üzerine düşünür. Çalışan istihdamı sorunu ve ABD’de yükselen işsizlik oranlarına kafa yorduğundan, nihai sonucu kadınların eve kapanmasını teşvik eden “İki Gelir Tuzağı” adında bir teoriyi bir başka kadın yazarla birlikte kitaplaştırırlar. Kitap, özetle; yükselen geçim fiyatlarını karşılamak için eşlerin birlikte çalışması durumunda geçimlerinin anlamsız harcamalarla tehdit altına girdiğini anlatıyor.  Hele bir de çalışan kadın çocuk doğurursa iflasın kaçınılmaz olacağından, kadının evden sorumlu olmak üzere çalışan istihdamından çekilmesini öngörüyor. Teorisini çocuk ve yaşlı bakımları ile ailenin güvene alınması, ev yemekleri yaparak fast food’dan uzaklaşmayla ve hastalanmayı engelleyerek harcamaların düşürülmesine bağlayarak süslüyor. Kapitalizmin ürettiği düşük ücret ile yükselen geçim fiyatlarının (meydana getireceği) krizi, emekçi sınıfa ‘tasarruf yoluyla’ yüklenme sorumluluğu veriyor. İşin sonucu ABD ekonomisindeki istihdam sorununun re-organizasyonuna varıyor. Warren, belirtilen kitabı tek başına çıkarmamış. Yazar ortağı, Amelia Warren Tyagi, McKinsey Company’de Yönetim Danışmanı. Hani şu uluslararası şirketlerin finansal danışmanı olan McKinsey! (Tyagi, Warren’ın kızıdır) Tabii ki bu teori; Warren’ın inanç dünyası ile de uyumludur. Kendisi, Hristiyanlığın Protestanlık mezhebine bağlı Metodizm kolunun bir üyesidir. Metodistler, emeği ile çalışan insanları ve sistemin çarkları içinde suça itilen kişileri, sabırlı yaşamaya davet etmektedir. Bu insanlar sabırlarının karşılığını elbette cennette alacaklardır. Örneğin; İngiltere Metodist Kilisesi, 1760 yılından 1820 yılına kadar İngiliz vahşi kapitalizminin kan emici sömürüsüne karşı, emekçilerin ‘sağduyusunu’ geliştirmek için çalışmalarda bulunur ve yer yer başarılı olduğu dönemler de olur. Yani isyanın eşiğine gelen İngiliz işçi sınıfını dini telkinlerle sömürüye karşı sabırlı olmaya davet ederler. Cemaat, şirket ve servet sahiplerinin huzur ve güvenliği için vardır. Dinin, kapitalist sömürü mekanizmasında nasıl kullanıldığının iyi bir örneğidir.    Vehbi Kara’nın ikinci referansı ise yazar Suzanne Venker! Venker, kendisini anti-feminist olarak tanımlıyor. Feminizmin içsel sorunları ile uğraşmak bir yana erkek haklarının karşı cinsten savunucusu olarak konumlanıyor: ‘Kadınlar öfkeliler ve sebebini hiç bilmeden sürekli savunma halindeler. Çünkü iş hayatındaki rekabet erkekleri bir düşman olarak sundu. Erkekleri kendi alanlarından kovdular ve oraya yerleştiler. Şimdi erkeklerin gidecek hiçbir yeri yok.’ Ne demek lazım? Erkeklerin yeryüzünde kadınlar tarafından kovulabildiği tek bir nokta var mıdır, bilinmez! Ancak Venker’de kadınların ‘eskisi’ gibi olmasını istiyor. Din ile, gelenek ile, töreler ile… erkek tahakkümünü savunuyor. Referans gösterilen kadınlar bunlar! Bahis konusu yazı, referanslarına dikkat edildiğinde; içinden çıkılamaz hale gelen işsizlik sorunun (meydana getireceği) toplumsal bir krizin ötelenmesi ile Türkiye’de alabildiğine gelişen kadına şiddete dinsel olanla müdahale etmeye çalışıyor. Da… Mızrak çuvala sığmıyor!” Aydın, çalışmasının bir bölümünde işsizlik konusuna eğilerek ülkemizin bu önemli sorununa ışık tutmaya çalışıyor. “Ekonomik Krizin Çözümü İsraf Etmemekte Yatıyor” başlıklı yazımda ifade etmeye çalıştığım “israf” konusunu pas geçerek kendi düşüncelerini sıralamış. Hükümetin ciddiye alması gerektiğini düşündüğüm bu eleştirisi şöyledir:   “DİSK Genel-İş Sendikası Araştırma Dairesi’nin Temmuz 2021’de yayınlanan “Türkiye’de Genç İstihdam” isimli raporunda, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’ne üye ülkelerde yüzde 39,6 olan genç istihdam oranının Türkiye’de 2021 yılının 1. çeyreğinde yüzde 30,6 olduğu açıklanmıştır.  2021 yılının aynı döneminde;  genç erkek istihdamı yüzde 41,1 (2 milyon 489 bin kişi) iken, genç kadın istihdamı sadece yüzde 19,6 (1 milyon 131 bin kişi) düzeyindedir. Türkiye’de genç istihdamı düşüyor ve genç kadınların istihdama katılım oranı ise genç erkeklerin yarısında seyrediyor. Gençlerde İşsizlik Oranı “kızlı erkekli” yüzde 42,7! Daha vahimi “kızlı erkekli” üniversite mezunu her 10 gençten 4’ü işsiz durumda! Aynı rapor, 2020 yılında 1 milyon 73 bin gencin hem iş bulma ümidini yitirdiğini hem de iş aramayı bıraktığını belirtiyor. Çalışan gençlerin sorunu ise bitmiş değil. Türkiye’de sigortalı olarak çalışan her 10 kişiden 4’ü asgari ücretle çalışıyor. Çalışanların yüzde 95’i sendikasız ve düşük ücretlere karşı sendika mücadelesi verenler ise hiçbir engellemeyle karşılaşmadan kapının önüne konuluyor”. Türkiye’de, “yerli ve milli tarım" ile üretim açıklarının kapatıldığı söylemini kabul etmeyen Aydın, çeşitli tarım ürünlerinin ithal edildiğini ileri sürerek gıda ürünlerinin net ithalat bakiyesi verdiğini iddia etmektedir. Ekonomik krizin yaklaşmakta olduğunu da şu sözlerle dile getiriyor: “Toplumsal işsizlik seviyesi yükselirken, şirketlerin çalışan ücretlerini düşürmesine göz yumuluyorsa; ithal girdilere teslim edilmiş bir üretimle önce TL’nin değer kaybına, beraberinde gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselmesine müsaade ediliyorsa; bunlar yaşanırken, şirketler zenginleşiyor ve emekçiler daha da yoksullaşmaya zorlanıyorsa; iktisat bilimine göre bir toplumsal krizin arifesine geliniyor demektir. Kapitalizmin (meydana getirdiği) servet ve gelir eşitsizliğinin kaçınılmaz sonucu budur ve hamasi duygularla bunun üzerinin örtülmesi mümkün değildir”. Yazısının son bölümünde bana ait olmayan “eşitlik” ile ilgili düşünceleri ifade eden Aydın’a katılmıyorum. Çünkü insanlar asla eşit değildirler. Eşitlik; sadece hukuk önünde olabilir. Zira Fransız İhtilal’i ile daha çok tartışılan “eşitlik” kavramı insanlara yapılmış büyük bir zulüm ve haksızlıktır. Çalışanla, tembel olan birisi veya Allah’ın verdiği kabiliyetleri geliştiren bir insanla hayvan gibi yaşayan birisi nasıl eşit olur? Diğer yazılarımın eleştirildiği bu kısım şu şekilde ele alınmış: “Diğer yandan bu bilimsel veri toplumsal ve bağlı olarak cinsiyetler arası eşitliği dayatır. Aksi tahakkümdür, kapitalist düzenin olumlanmasına hizmet eder. Vehbi Kara’da ise eşitlik, İkinci Abdülhamit’le müstesnadır. İkinci Abdülhamit’in 23 Aralık 1876 yılında Almanya’nın desteğini kazanabilmek için ilan ettiği Birinci Meşrutiyet temel referansıdır. Birinci Meşrutiyet; Genç Osmanlılar, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınların mücadelesi sonucunda ve Mithat Paşa’nın etkisi ile Sultan’ın tahta geçme sözü olarak ilan edilmiştir. Sultan’ın meclisi ve Kanun-i Esasi’yi sadece iki yıl sonra rafa kaldırarak otuz yıla yakın sürdürdüğü baskıcı dönem de bu eşitliğin parçası olsa gerek!    Osmanlı’da eşitlik fikri esasen 1908 Hürriyet Devrimi ile vücut bulmuş, ‘eşitlikçi’ sultanı tahtından indirmiştir. 1908’den süzülerek ve mücadelelerden geçerek gelen Cumhuriyet ise onun tacı olmuştur. Vehbi Kara’nın da söylediği gibi ‘… 23 Nisan 1920 Cuma günü Meclisimiz, dualar, Kur’an ve Buhari hatimleri ile törenle açılmış...’ devamında ise önce padişahlığı (1922) ve sonra hilafeti (1924) kaldırmış; tekke ve zaviyeleri kapatmış (1925)  ve ardından kadınlara seçme ve seçilme hakkını (1934) teslim etmiştir.  ‘5 Şubat 1937’de aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olan ‘Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık’ Anayasanın 2. maddesine dâhil edilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel nitelikleri olarak belirtilmiştir. Şimdi kırmızıçizgiler olarak geçen ve değiştirilmesi talep dahi edilemeyen maddelerin aslı bunlardır.’ Her ne kadar bu cümlede; ilkelerden ’Ulusçuluk’ Milliyetçilik olarak, ‘Devrimcilik’ de inkılapçılık olarak geçse de… Cumhuriyet devrimi ve Türkiye aydınlanmasının ilkeleri olarak kabul ettiğimiz, tarihin gerisine yani feodal monarşiye düşmeyi reddettiğimiz için aynı bağlamda olmak üzere kadının eşit ve üretken yaşamının eve kapatılmasını savunan aforizmaların da reddedilmesinin savunulması gerçekçidir.”    Bu kısımda Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarını kast ederek yaptığım eleştirileri gerçekçi bulan Aydın, özelleştirmeyi ise eleştirerek asıl israfın buradan kaynaklandığını savunmuştur. Çeşitli yazılarımda “devletçiliği” rantiyecilik ve “Yağma Hasan’ın böreği” olarak eleştirmiş olduğumu bilmemektedir. Özelleştirme konusuna çok farklı yaklaşmış olduğumuzu okuyucularım çok iyi bilmektedirler. Kriz dönemlerinin, sistemin gücünü yitirdiği dönemler olduğunu ve sermaye sınıfının dini inanışları kendi çıkarlarını korumak için kullandığını ifade eden Aydın’ın ne derece hatalı bir bakış açısı içinde olduğu açıktır. Faiz gibi sömürü araçlarını reddeden ve zekât vermeyi İslam’ın şartı olarak öne süren bir dine karşı bu sözleri söylemek konuya ne derece uzak kalındığını apaçık ortaya koymaktadır. Yazılarımdan beş tanesini referans olarak ele alan Aydın’ın faiz ve zekât konusundaki yazılarımı incelemesini tavsiye ederim. Son söz olarak “yaratmak” Allah’a mahsus bir fiildir. Bu nedenle sık sık geçen bu kelime nedeni ile parantez içinde “meydana getirmek” ifadesini kullandım. Bunun haricinde Aydın’ın yazısının hiçbir kısmı değiştirilmemiştir, vesselam… Dr. Vehbi Kara  
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.