Artık Faizsiz Sistemi
Artık Faizsiz Sistemi Konuşmalıyız
Hazine ve Maliye Bakanlığına atanan Nureddin Nebati’ye yeni görevinde başarılar diliyorum. Yapmış olduğu devir teslim töreninde “En önemli önceliğimiz yüksek faiz değil, yatırım ve istihdamdır” diyen bakanımızı birçok çevre desteklemektedir. Elbette bu konuda aynı düşüncede olmakla birlikte yıllardan beri dile getirdiğim bazı önemli tavsiyelerim de olacaktır.
Bu tavsiyelerimin başında 1975 yılından beri ülkemizde başarı ile uygulanmakta olan “faizsiz bankacılık” sisteminin kamu kurumlarında daha etkin bir şekilde yer alması gelmektedir. Zira faiz ve tefecilik dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar ülkemizde yaygın ve güçlüdür.
Her şeyden önce kamu bürokratları ve akademisyenlerin düşünmesi gereken bir husus var. Negatif faiz adı verilen Japonya, İsviçre, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde uygulanan bir olgu vardır. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde ve ABD’de ise faiz “0” ve “0.25” gibi neredeyse yok denecek kadardır.
Bu konuda faiz ve tefecilik bataklığına batmış bazı bürokrat ve akademisyenlerimizi ikna etmek çok zordur. Aslında bugüne kadar faizden başka bir sistemi görmeyen ve göremeyen kişilere iktisat kaidelerinden bahsetmek çok da yararlı bir şey değildir. Fakat makale sınırlarını bir parça aşmış olsa da bunu yapmaya çalışacağım.
Zira faizci ve tefeci insanların zekaları ve beyin havsalası bunu idrak etmekten ve anlamaktan acizdir. Fakat yine de herkesin anlayabileceği bir dilde izah etmeye çalışacağız. Lakin bundan önce yaşadığımız döviz krizi ile ilgili olarak birkaç hususu arz etmek istiyorum.
ABD başkanı Biden, seçilmeden önce Türkiye’nin içişlerine müdahale ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidardan indireceğini ve bunu darbe ile yapmayacağını söylemişti. Bu skandal sözlerin çirkinliği bir yana şu anda tam da söylemiş olduğu gibi bir askeri darbe yapmadan döviz kurlarını aşırı derecede yükselterek hükümetimize darbe vurmaya ve yıkmaya çalışmaktadır.
Son bir ay içinde dolar kurunda yaşanan yüzde 50’ye varan yükselmenin başka bir izahı yoktur. Faizin indirildiği için bu durumun meydana geldiğini iddia edenler ya iktisat ilminden anlamıyorlar ya da düpedüz yalan söylüyorlar. Çünkü doların bu kadar artmasına neden olacak deprem, afet ve savaş gibi hiçbir olay yaşamadık.
Eğer kovid salgını nedeni ile çok fazla para bastığımız iddia edilirse şunu söylemek mümkündür. Bu salgın son bir ay içinde ortaya çıkmadı. Keza son bir ay içinde değil; yıllardan beri Merkez Bankası para basmaya devam ediyor. Demek ki döviz kurlarındaki artış çok açık olarak görülüyor ki ABD ve Batı işbirlikçisi ülkeler tarafından meydana getirilmektedir.
Şimdi biraz da ezber bozacak hususlara değinelim. Döviz artışı kısa vadede ülkemize zarar vermiş olsa da orta ve uzun vadede ekonomimizin daha da güçlenmesi sonucunu doğuracaktır. Zira ihracatımız artmaktadır. Çok daha rekabetçi döviz kurusayesinde Türk firmaları, Avrupa ve Çin gibi pazarlarına karşı üstünlük sağlayabilmektedir.
İhracatın artması ile birlikte ülkemiz dünyada gayrisafi milli hasılasını en fazla büyütebilen bir ülke olarak 2021 yılına imza atmaktadır. Bu duruma bir de tedarik zincirindeki kırılmaları ilave edecek olursak; Türkiye’nin aynı Çin gibi dünyanın üretim üssü olma durumu söz konusu olmaktadır.
Ayrıca döviz kurlarının yükselmesi ithalatın çok pahalı olmasına yol açtığı için yerli malı üretimi hızla artmaktadır. Bütün bu gelişmelerin yakın bir gelecekte Türkiye ekonomisine çok büyük katkı sunacağı kesindir.
Umarım iktisatçılarımız, yıllardan beri ABD’nin Çin’in yerel parası olan Yuan’ın değerinin arttırılması için ne derece baskı yaptığını ve buna mukabil Çin’in kendi parasının değerini düşük tutmaya çalışmasının sebebini bir parça idrak edebilmişlerdir. İşte bu sebeple döviz fiyatlarındaki anormal yükseliş nedeni ile panik olmaya gerek yoktur.
Yıllardan beri yüksek faiz nedeni ile ülkemize giren sıcak para sahibi yatırımcılar ve elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan yattığı yerden milyonlar kazanan tefecilerin panik olup hükümete saldırıya geçmesini anlayabiliyoruz. Burada anlaşılmaz olan husus ise hala Merkez Bankası başkanının faizleri düşürme konusundaki çekingen ve korkak tutumudur.
Hemen Merkez bankası yöneticilerine şunu soralım: Yıllardan beri yattığı yerden zengin olan faiz lobisi ile birlikte ortak hareket etmekten bıkmadınız mı? Devlet bankalarından aldıkları düşük faizli kredilerle tefecilik yaparak zengin olan haramzadelere ”artık yeter” deme vakti gelmedi mi?
Yeni bakanımız Nebati, akademisyenlik yapmış ve ekonominin içinde bulunmuş bir kişidir. O halde yapmış olduğum tavsiyeleri ciddiye alacak nitelikte bir kişi olması gerekir. Bu nedenle yıllardan beri dile getirilen ve faizin bir tuzak olduğunu söyleyen iktisatçılara kulak vermesi boynuna bir borçtur.
Dünyada faizin sıfırlandığı bir dönemin içinde bulunuyoruz. Öncelikle negatif faiz ve sıfır faizle ekonomilerini yürüten ülkeler örnek alınmalı yüksek faizlerle ülkemize giren sıcak paranın “zehirli bir para” olduğunu iyi anlamız gerekiyor.
Sıcak paraile sermaye sahipleri, döviz krizleri sayesinde yıllardan beri vurgun üstüne vurgun vurmaktadır. Halkımızın canından dişinden artırdığı paraları cebine atıp sonrasında defolup gitmektedirler. Geriye iflas etmiş binlerce iş yeri ve ağır faiz borçları altında hayatı zehir olmuş yatırımcılar kalmaktadır. Öncelikle hükümetimiz ve yeni bakan bu çirkin gidişe dur demek zorundadır.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Tam 45 yıldan beri yürürlükte olan faizsiz bankacılık tam bu noktada ekonomimize ilaç olacak nitelikleri barındırmaktadır. Faiz ve tefecilik yerine ortaklığı öne süren, risksiz kazanç olan faiz yerine kar ve zarara ortaklık şeklinde dinimizin emrettiği helal kazanca yol açan faizsiz sistemin özellikleri bir çok iktisatçı tarafından dile getirilmektedir.
Bunlardan ders çıkarmak ekonomi yöneticilerinin boynuna bir borçtur. Batının para babaları olan Yahudileri çok dinlediniz. Şimdi sıra İslam ahlakı ile donanmış ekonomistlere gelmiştir. Onları dinleyelim. Bakın neler söylüyorlar:
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Bulut, kamu katılım bankalarının katılım finansına dahil olduğunu hatırlatarak, katılım bankacılığının genel bankacılık sektöründeki payını giderek artırdığını ve sistemdeki varlığını daha kuvvetli hissettirdiğini söylemektedir.
Katılım bankacılığı, faizle işlem yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç olduğu bir sistemdir. Fakat bizzat devlet içindeki bazı bürokratlar faizsiz sistemi hileli yollar ile delmeye çalışmaktadır. Örneğin “sukuk” adı verilen devlet kiralama senetleri apaçık bir faizdir.
Katılım bankacılığında kiralama senetlerinin kanunlarımıza göre suç olduğunu bildikleri için “makyajlı faiz” olan “sukuk fonları” devreye sokulmakta ve çirkin bir skandala imza atılmaktadır. Maksat faizden çekinen ve bu nedenle katılım bankacılığına yönelen vatandaşlarımızı tuzağa düşürmektir.
Bir başka çirkin uygulama ise resmen Diyanet İşleri Başkanlığında görevli bürokratlardan gelmektedir. Bunlar enflasyon kadar faizin caiz olacağına dair fetvalar vererek dinimizin apaçık hükümlerine karşı gelmektedirler. Unutmamak gerekir ki; Kur’an ayetlerinde riba yani faizin az veya çok olması önemli değildir. Her ikisi de haram olarak kabul edilmiştir.
Bu konuda iktisatçıların bilmesi gereken önemli bir husus şudur. Enflasyon geçmiş zaman ile ilgilidir ve mallar üzerindeki fiyat değişikliklerine verilen addır. Faiz ise gelecekle ilgilidir ve verilen paraya karşı istenilen haksız bir kazanç yoludur. Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. Enflasyon kadar faiz caizdir diyenler; çirkin bir cerbeze ve hilekârlık yapmaktadırlar.
Diğer hususlara gelecek olursak atılan olumlu adımların başında Merkez bankası bünyesinde kurulan “Katılım Bankacılığı Müdürlüğü’nden” bahsetmek gerekiyor. Bu sayede katılım finansının kurumsal altyapısının geliştirilmesiyle “faizsiz sistem” güçlenecek ve Türkiye'nin küresel finans merkezlerinden biri haline gelebilecektir.
Hâlihazırda Katılım bankacılığının ilgili sektör içerisindeki payı çok düşüktür. Hükümetin destek ve gayreti ile uzun süredir yüzde 5 civarında iken son dönemde bu oranın yüzde 7'yi geçmiştir.
Ekonomi yönetiminde karar alıcıların daha sağlam, reel sektöre dayanan ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan faizsiz bankacılık sektörü ile ilgili planlarında kısa vadede pazar payını arttırmaya çalışmaları şarttır.
Geleneksel bankacılık sektöründen faizsiz sistemi getirmesi ile ayrışan katılım bankaları diğer bankalar gibi Merkez Bankası ile de çok sıkı ilişkileri bulunmaktadır. Türkiye'nin faizsiz finansın dünyadaki merkezlerinden biri olması için Merkez Bankasının konuya odaklanarak klasik banka işlemleri esnasında yaşanan sorunlara çözümler getirmesi gereklidir.
İstanbul Finans Merkezi Projesi bu noktada çok önemlidir. Faizsiz bankacılık ile atılacak doğru adımlar ve oluşturulacak sağlam kurumsal yapı ile İstanbul'un sadece bir finans merkezi değil aynı zamanda faizsiz finansın da merkezi olması mümkündür.
Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikalar Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Servet Bayındır’ın faizsiz sistem ile ilgili önerileri de çok önemlidir. Kovid süresince 20 sent maliyetle 100 dolar üreten ABD ve aynı maliyetle 500 Avro üreten Avrupa'daki bazı ülkelerin para basarak dünya ekonomisini etkilediğini söylemektedir.
Gerçekten de rakamlar inanılmaz derecede büyümüştür. Örneğin Amerika’nın piyasadaki parası bir buçuk trilyon dolar iken şu anda sekiz trilyonu aşmış durumdadır. Bu durumu bir çeşit şeker hastalığına benzetiyorum. Zira önce tatlı gibi görünen fakat alışıldığında dozu artarak devam eden diyabet hastalığının sonucu; ölümcül olabilmektedir.
Para basarak ABD ekonomisi yıkımın eşiğine gelmiştir. Çünkü üretim yerine tüketimi önceleyen bu ekonomik sistem; Çin’e üretim olarak bağımlı hale gelmiştir. 500 Milyar dolardan fazla ticari açık veren ABD devamlı para basarak kısa vadede ekonomisini ayakta tutabilmektedir.
Fakat orta ve uzun vadede pazarlarını başka ülkelere kaptırmış ABD’nin bu ülkenin ekonomik bir yıkımdan kurtulmasına imkan kalmamıştır. Evet rezerv para olan dolar bir müddet daha şeker hastalığı gibi ülkeyi ayakta tutabilir fakat çözüm bulunamaz ise sonucu finansal bir kriz olacaktır.
Bu konuda gelecek tepkilere göre yazmaya devam edeceğim inşallah. Özellikle doktora tezimin konusu içine giren ortaklık temelli sermaye piyasalarından bahsetmek de isterim. Zira faiz ve tefecilik sistemine alternatif olan kar ve zarara ortaklık faaliyetleri, gelecek yıllarda çok fazla konuşulacak gibi görünmektedir, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 05 Aralık 2021 - Pazar
Artık Faizsiz Sistemi
Artık Faizsiz Sistemi Konuşmalıyız
Hazine ve Maliye Bakanlığına atanan Nureddin Nebati’ye yeni görevinde başarılar diliyorum. Yapmış olduğu devir teslim töreninde “En önemli önceliğimiz yüksek faiz değil, yatırım ve istihdamdır” diyen bakanımızı birçok çevre desteklemektedir. Elbette bu konuda aynı düşüncede olmakla birlikte yıllardan beri dile getirdiğim bazı önemli tavsiyelerim de olacaktır.
Bu tavsiyelerimin başında 1975 yılından beri ülkemizde başarı ile uygulanmakta olan “faizsiz bankacılık” sisteminin kamu kurumlarında daha etkin bir şekilde yer alması gelmektedir. Zira faiz ve tefecilik dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar ülkemizde yaygın ve güçlüdür.
Her şeyden önce kamu bürokratları ve akademisyenlerin düşünmesi gereken bir husus var. Negatif faiz adı verilen Japonya, İsviçre, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde uygulanan bir olgu vardır. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde ve ABD’de ise faiz “0” ve “0.25” gibi neredeyse yok denecek kadardır.
Bu konuda faiz ve tefecilik bataklığına batmış bazı bürokrat ve akademisyenlerimizi ikna etmek çok zordur. Aslında bugüne kadar faizden başka bir sistemi görmeyen ve göremeyen kişilere iktisat kaidelerinden bahsetmek çok da yararlı bir şey değildir. Fakat makale sınırlarını bir parça aşmış olsa da bunu yapmaya çalışacağım.
Zira faizci ve tefeci insanların zekaları ve beyin havsalası bunu idrak etmekten ve anlamaktan acizdir. Fakat yine de herkesin anlayabileceği bir dilde izah etmeye çalışacağız. Lakin bundan önce yaşadığımız döviz krizi ile ilgili olarak birkaç hususu arz etmek istiyorum.
ABD başkanı Biden, seçilmeden önce Türkiye’nin içişlerine müdahale ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidardan indireceğini ve bunu darbe ile yapmayacağını söylemişti. Bu skandal sözlerin çirkinliği bir yana şu anda tam da söylemiş olduğu gibi bir askeri darbe yapmadan döviz kurlarını aşırı derecede yükselterek hükümetimize darbe vurmaya ve yıkmaya çalışmaktadır.
Son bir ay içinde dolar kurunda yaşanan yüzde 50’ye varan yükselmenin başka bir izahı yoktur. Faizin indirildiği için bu durumun meydana geldiğini iddia edenler ya iktisat ilminden anlamıyorlar ya da düpedüz yalan söylüyorlar. Çünkü doların bu kadar artmasına neden olacak deprem, afet ve savaş gibi hiçbir olay yaşamadık.
Eğer kovid salgını nedeni ile çok fazla para bastığımız iddia edilirse şunu söylemek mümkündür. Bu salgın son bir ay içinde ortaya çıkmadı. Keza son bir ay içinde değil; yıllardan beri Merkez Bankası para basmaya devam ediyor. Demek ki döviz kurlarındaki artış çok açık olarak görülüyor ki ABD ve Batı işbirlikçisi ülkeler tarafından meydana getirilmektedir.
Şimdi biraz da ezber bozacak hususlara değinelim. Döviz artışı kısa vadede ülkemize zarar vermiş olsa da orta ve uzun vadede ekonomimizin daha da güçlenmesi sonucunu doğuracaktır. Zira ihracatımız artmaktadır. Çok daha rekabetçi döviz kurusayesinde Türk firmaları, Avrupa ve Çin gibi pazarlarına karşı üstünlük sağlayabilmektedir.
İhracatın artması ile birlikte ülkemiz dünyada gayrisafi milli hasılasını en fazla büyütebilen bir ülke olarak 2021 yılına imza atmaktadır. Bu duruma bir de tedarik zincirindeki kırılmaları ilave edecek olursak; Türkiye’nin aynı Çin gibi dünyanın üretim üssü olma durumu söz konusu olmaktadır.
Ayrıca döviz kurlarının yükselmesi ithalatın çok pahalı olmasına yol açtığı için yerli malı üretimi hızla artmaktadır. Bütün bu gelişmelerin yakın bir gelecekte Türkiye ekonomisine çok büyük katkı sunacağı kesindir.
Umarım iktisatçılarımız, yıllardan beri ABD’nin Çin’in yerel parası olan Yuan’ın değerinin arttırılması için ne derece baskı yaptığını ve buna mukabil Çin’in kendi parasının değerini düşük tutmaya çalışmasının sebebini bir parça idrak edebilmişlerdir. İşte bu sebeple döviz fiyatlarındaki anormal yükseliş nedeni ile panik olmaya gerek yoktur.
Yıllardan beri yüksek faiz nedeni ile ülkemize giren sıcak para sahibi yatırımcılar ve elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan yattığı yerden milyonlar kazanan tefecilerin panik olup hükümete saldırıya geçmesini anlayabiliyoruz. Burada anlaşılmaz olan husus ise hala Merkez Bankası başkanının faizleri düşürme konusundaki çekingen ve korkak tutumudur.
Hemen Merkez bankası yöneticilerine şunu soralım: Yıllardan beri yattığı yerden zengin olan faiz lobisi ile birlikte ortak hareket etmekten bıkmadınız mı? Devlet bankalarından aldıkları düşük faizli kredilerle tefecilik yaparak zengin olan haramzadelere ”artık yeter” deme vakti gelmedi mi?
Yeni bakanımız Nebati, akademisyenlik yapmış ve ekonominin içinde bulunmuş bir kişidir. O halde yapmış olduğum tavsiyeleri ciddiye alacak nitelikte bir kişi olması gerekir. Bu nedenle yıllardan beri dile getirilen ve faizin bir tuzak olduğunu söyleyen iktisatçılara kulak vermesi boynuna bir borçtur.
Dünyada faizin sıfırlandığı bir dönemin içinde bulunuyoruz. Öncelikle negatif faiz ve sıfır faizle ekonomilerini yürüten ülkeler örnek alınmalı yüksek faizlerle ülkemize giren sıcak paranın “zehirli bir para” olduğunu iyi anlamız gerekiyor.
Sıcak paraile sermaye sahipleri, döviz krizleri sayesinde yıllardan beri vurgun üstüne vurgun vurmaktadır. Halkımızın canından dişinden artırdığı paraları cebine atıp sonrasında defolup gitmektedirler. Geriye iflas etmiş binlerce iş yeri ve ağır faiz borçları altında hayatı zehir olmuş yatırımcılar kalmaktadır. Öncelikle hükümetimiz ve yeni bakan bu çirkin gidişe dur demek zorundadır.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Tam 45 yıldan beri yürürlükte olan faizsiz bankacılık tam bu noktada ekonomimize ilaç olacak nitelikleri barındırmaktadır. Faiz ve tefecilik yerine ortaklığı öne süren, risksiz kazanç olan faiz yerine kar ve zarara ortaklık şeklinde dinimizin emrettiği helal kazanca yol açan faizsiz sistemin özellikleri bir çok iktisatçı tarafından dile getirilmektedir.
Bunlardan ders çıkarmak ekonomi yöneticilerinin boynuna bir borçtur. Batının para babaları olan Yahudileri çok dinlediniz. Şimdi sıra İslam ahlakı ile donanmış ekonomistlere gelmiştir. Onları dinleyelim. Bakın neler söylüyorlar:
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Bulut, kamu katılım bankalarının katılım finansına dahil olduğunu hatırlatarak, katılım bankacılığının genel bankacılık sektöründeki payını giderek artırdığını ve sistemdeki varlığını daha kuvvetli hissettirdiğini söylemektedir.
Katılım bankacılığı, faizle işlem yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç olduğu bir sistemdir. Fakat bizzat devlet içindeki bazı bürokratlar faizsiz sistemi hileli yollar ile delmeye çalışmaktadır. Örneğin “sukuk” adı verilen devlet kiralama senetleri apaçık bir faizdir.
Katılım bankacılığında kiralama senetlerinin kanunlarımıza göre suç olduğunu bildikleri için “makyajlı faiz” olan “sukuk fonları” devreye sokulmakta ve çirkin bir skandala imza atılmaktadır. Maksat faizden çekinen ve bu nedenle katılım bankacılığına yönelen vatandaşlarımızı tuzağa düşürmektir.
Bir başka çirkin uygulama ise resmen Diyanet İşleri Başkanlığında görevli bürokratlardan gelmektedir. Bunlar enflasyon kadar faizin caiz olacağına dair fetvalar vererek dinimizin apaçık hükümlerine karşı gelmektedirler. Unutmamak gerekir ki; Kur’an ayetlerinde riba yani faizin az veya çok olması önemli değildir. Her ikisi de haram olarak kabul edilmiştir.
Bu konuda iktisatçıların bilmesi gereken önemli bir husus şudur. Enflasyon geçmiş zaman ile ilgilidir ve mallar üzerindeki fiyat değişikliklerine verilen addır. Faiz ise gelecekle ilgilidir ve verilen paraya karşı istenilen haksız bir kazanç yoludur. Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. Enflasyon kadar faiz caizdir diyenler; çirkin bir cerbeze ve hilekârlık yapmaktadırlar.
Diğer hususlara gelecek olursak atılan olumlu adımların başında Merkez bankası bünyesinde kurulan “Katılım Bankacılığı Müdürlüğü’nden” bahsetmek gerekiyor. Bu sayede katılım finansının kurumsal altyapısının geliştirilmesiyle “faizsiz sistem” güçlenecek ve Türkiye'nin küresel finans merkezlerinden biri haline gelebilecektir.
Hâlihazırda Katılım bankacılığının ilgili sektör içerisindeki payı çok düşüktür. Hükümetin destek ve gayreti ile uzun süredir yüzde 5 civarında iken son dönemde bu oranın yüzde 7'yi geçmiştir.
Ekonomi yönetiminde karar alıcıların daha sağlam, reel sektöre dayanan ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan faizsiz bankacılık sektörü ile ilgili planlarında kısa vadede pazar payını arttırmaya çalışmaları şarttır.
Geleneksel bankacılık sektöründen faizsiz sistemi getirmesi ile ayrışan katılım bankaları diğer bankalar gibi Merkez Bankası ile de çok sıkı ilişkileri bulunmaktadır. Türkiye'nin faizsiz finansın dünyadaki merkezlerinden biri olması için Merkez Bankasının konuya odaklanarak klasik banka işlemleri esnasında yaşanan sorunlara çözümler getirmesi gereklidir.
İstanbul Finans Merkezi Projesi bu noktada çok önemlidir. Faizsiz bankacılık ile atılacak doğru adımlar ve oluşturulacak sağlam kurumsal yapı ile İstanbul'un sadece bir finans merkezi değil aynı zamanda faizsiz finansın da merkezi olması mümkündür.
Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikalar Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Servet Bayındır’ın faizsiz sistem ile ilgili önerileri de çok önemlidir. Kovid süresince 20 sent maliyetle 100 dolar üreten ABD ve aynı maliyetle 500 Avro üreten Avrupa'daki bazı ülkelerin para basarak dünya ekonomisini etkilediğini söylemektedir.
Gerçekten de rakamlar inanılmaz derecede büyümüştür. Örneğin Amerika’nın piyasadaki parası bir buçuk trilyon dolar iken şu anda sekiz trilyonu aşmış durumdadır. Bu durumu bir çeşit şeker hastalığına benzetiyorum. Zira önce tatlı gibi görünen fakat alışıldığında dozu artarak devam eden diyabet hastalığının sonucu; ölümcül olabilmektedir.
Para basarak ABD ekonomisi yıkımın eşiğine gelmiştir. Çünkü üretim yerine tüketimi önceleyen bu ekonomik sistem; Çin’e üretim olarak bağımlı hale gelmiştir. 500 Milyar dolardan fazla ticari açık veren ABD devamlı para basarak kısa vadede ekonomisini ayakta tutabilmektedir.
Fakat orta ve uzun vadede pazarlarını başka ülkelere kaptırmış ABD’nin bu ülkenin ekonomik bir yıkımdan kurtulmasına imkan kalmamıştır. Evet rezerv para olan dolar bir müddet daha şeker hastalığı gibi ülkeyi ayakta tutabilir fakat çözüm bulunamaz ise sonucu finansal bir kriz olacaktır.
Bu konuda gelecek tepkilere göre yazmaya devam edeceğim inşallah. Özellikle doktora tezimin konusu içine giren ortaklık temelli sermaye piyasalarından bahsetmek de isterim. Zira faiz ve tefecilik sistemine alternatif olan kar ve zarara ortaklık faaliyetleri, gelecek yıllarda çok fazla konuşulacak gibi görünmektedir, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.