CHP ve Kadına Şiddet
CHP ve Kadına Şiddet
CHP, cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren kadına şiddetin merkezinde yer alan bir siyasi partidir. Buna rağmen son zamanlarda basına yansıyan parti teşkilatlarındaki kadınlara taciz ve şiddet olayları nedeniyle nihayet medyanın gündemine gelmektedirler.
Biz medyanın ve kadın konusunda araştırmalar yapan akademisyenlerin bu konudaki suskunluğunu ve iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp; yaşanan acı gerçekleri dile getirmeye devam edelim.
Bütün dünyada ve Türkiye’de aile yapısındaki bozulmalar son yıllarda aşama kaydederek hızla devam etmektedir. Bunun sebeplerine ve Türkiye’de yaşanan kadına şiddet olaylarına farklı bir bakış açısı kazandırarak çeşitli makale ve yazılarımda değiniyorum.
Lâkin akademisyen ve siyasetle ilgilenen insanlar arasında buna rağbet gösteren çok azdır. Umulur ki; neredeyse kimsenin el atmadığı ve tartışmaktan dahi çekindiği bu konular, tartışılmaya başlanır.
Evet, cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara karşı uygulanan insafsız, acımasızca idam ve cinayetler vardır. Bunların neredeyse tamamı halı altına süpürülerek tartışılmasına bile müsaade edilmemiştir.
İşin daha da acı olan tarafı ise; kadına şiddet uygulayan siyasetçiler, tam tersine kadın hakları konusunda cilalanıp parlatılabilmektedirler.
İstiklal Mahkemelerinde sırf ibret olsun diye “şapka kanununa muhalefetten” asılan Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana; bunlardan sadece bir tanesidir. CHP’nin milletimize zorla dayattığı inkılâplara karşı gelen “kadın” dahi olsa ağır bir şekilde cezalandırılmış hatta idam dahi edilmiştir.
Törelerimizdeki “annelere saygı” ilkelerini dahi acımasızca çiğnenmiştir.
Ne tuhaf bir durum ki sadece CHP değil bütün partilerin kadın kolları bahsetmiş olduğum acı olaylara değinmekten dahi kaçınmaktadır.
Eğer siyasi partilerin kadın kolları bu konulardan bahsetmeyecek de hangi konuları konuşacaktır? İşte zurnanın “zırt” dediği nokta burasıdır. Kendisine siyasetçi adını veren ve partilerin önemli yönetim mekanizmalarında yer alan kadınların bu konuda cevap vermelerini beklerim. Umarım samimi bir cevap gelir.
Türkiye’nin ilk “First Leydi’si” olan Fikriye Hanım’ı da hatırlamakta yarar vardır. Hastaneye kaldırılarak kan kaybından vefat eden bu kadıncağız; intihar süsü verilerek can vermiştir.
Ortada ciddi bir cinayet ihtimali varken dahi mahkemeye dahi gidilmeden mesele kapatılmıştır.
Mecliste öldürülen General Halit Karsıalan da; kan kaybından vefat etmiş katili olarak gösterilen Ali Çetinkaya (Kel Ali), İstiklal Mahkemelerine hâkim olarak tayin edilmiştir.
Elbette katil bir hâkimden mahkeme reisi olursa kadın bile olsa şapka kanununa aykırı hareket ettiği için Erzurumlu Şalcı Bacı da idam edilir; başka kadınlara da şiddet uygulanır.
Nitekim Dersim’de nice kadın ve çocuk acımasızca öldürülmüştür. Buna şaşırmamak gerekir. Fakat asıl şaşırılması gereken husus halkımızda büyük acı ve travmalar yaşanmasına sebep olan kadınlara şiddet olaylarının hâlâ tartışılmasına bile cüret edilememektedir.
Dersim’de bombalanan, mağaralara sokulup ölüme mahkum edilen kadınlara karşı bir özür dilemeyi dahi beceremeyen CHP şimdi kalkmış “helalleşmekten” bahsetmektedir.
Böylesine iki yüzlü bir anamuhalefet partisi bulunan bir ülkede; kadına şiddet konusunu nasıl ele alacağız; ciddi olarak merak ediyorum.
Neyse ki; Cumhurbaşkanımız Erdoğan, yıllar önce Başbakan iken Dersim halkından devlet başkanı olarak özür dilemiş ve vicdanlara bir parça su serpmiştir. Fakat diğer kadınlarımıza karşı uygulanan şiddet olaylarından hala bahsedememektedir.
Eğer devletin tepesinde acımasızca kadına şiddet uygulanıyor ve şapka devrimine karşı çıktı diye bir kadın idam ediliyor ve kadınlar uçaklardan atılan bombalar ile öldürülüyor ise; mesele çok ciddi boyutlara varmış demektir. Konunun üstünü kapatarak bir yere varmak mümkün değildir.
Türkiye’de kadına şiddet konusunu araştırırken konunun tarihsel derinliğine inmek şarttır. Türk aile yapısında törelerimizden ve İslam dininden gelen “anne ve kadına dokunulmazlık” kurallarının nasıl yok edildiğini bilmeden konuşmamak gerekiyor.
Türkiye’de sayısız kadın derneği ve örgütü vardır. Bunların büyük bir bölümü Avrupa Birliği tarafından fonlanarak maddi ve manevi olarak desteklenmektedir.
Fakat hiçbirisinde Türkiye’nin “first leydisi” sayılan Fikriye ve Latife Hanım’lara karşı yapılan kötü muamele konuşulmamaktadır.
Hatta ilk cumhurbaşkanımızın annesi olan Zübeyde Hanım’ın vasiyetine aykırı olarak yapılan işlemlere ve mezar taşının kaldırılarak “ruhuna fatiha” denilmesine dahi tahammül edemeyen CHP yöneticileri vardır.
Erzurumlu Şalcı Ana’yı ideolojik nedenlerle idam edilmesine dair tek bir söz duyamazsınız, okuyamazsınız.
Eğer kadın hakları konusunda samimî çalışmalar yapılıyor ve “kadına şiddet” önlenmek isteniyor ise bu konular araştırılmalı ve bu kadınların itibarını iade için çalışma yapılması gereklidir. Aksi takdirde hamasi nutuklardan öte bir adım atılamaz.
Fransızlar, Jeanne d’Arc’ı engizisyon mahkemesi kararı ile ateşte yaktıktan bir yüzyıl sonra bir millî kahraman olarak ilân ettiler.
Fakat biz ne yaptık? Erzurumlu Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.
Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hâlâ gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz.
Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gereklidir.
CHP tarafından meclise getirilen ve 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen Şapka Kanunu, 28 Kasım’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hâlâ bu kanun caridir, geçerlidir.
Şimdiye kadar hiçbir hükümet bu deli gömleğine benzeyen yasayı iptal etmeyi becerememiş hatta aklına bile getirmemiştir.
Nihayet bu kanuna karşı gelenlere uygulanan cezaların yürütülmesi bir iki yıl önce durdurulmuştur. Aksi takdirde hukuk kurallarına göre bütün memurların hapse atılması gerekecektir.
Bu absürt durumları da hatırlayarak çok ciddi bir ayıp olan kadına şiddet hastalığını tarihsel açıdan değerlendirmeye devam edelim.
“Şapka Kanunu” basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile “benim devrimlerime uymazsanız sonunuz nice olur” denilerek neredeyse her ilimizde acımasızca idam cezaları uygulanmıştır.
CHP yöneticilerinin maksadı halka korku salmaktı ve bunu bir zavallı kadına şiddet uygulayarak başarılı da oldular. İslam’ın izzet ve şerefini bin yıldır kahramanca muhafaza eden bu millet, acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı.
Şimdi kalkıp “kadına şiddet uygulanıyor” diye CHP’li yöneticiler bas bas bağırıyorlar. Fakat nedense ideolojik bir maksatla kadını idam edecek kadar acımasızca uygulayan kendi parti yöneticilerine hâlâ tek bir kelime söylemekten de çekinmektedirler.
Erzurumlu bir kişi olarak ninelerimizin başına gelen faciaları hatırlatmak benim gibilerin boynuna borçtur. Bu nedenle yazının uzunluğundan sıkılıp şikayet edenler varsın devamını okumasınlar.
Bu onların sorunudur. Benim meselem konu hakkında çok çeşitli kaynakları araştırarak halkımızı aydınlatmaktır. Makalenin sınırlarının uzun olması sorun değildir.
Bakın bir kış günü CHP’nin şapka kanununu çıkınca Erzurum ileri gelenleri ne karar almış:
"Gidelim Hükümet konağının önüne, Vali Bey'e rica edelim. Kar da yeni yağmış. Kar 3-5 santim, bizim kulaklarımız üşüyor. Bahara kadar müsaade etsin. Şimdi arasak şapka da bulamayız zaten, nereden bulacağız?"
Fakat daha kalabalık Hükümet konağının önüne varmadan kışkırtma için hazır bekleyen hafiyeler birkaç kişiyi kullanarak pencerenin camlarını taş atarak kırdırmışlar. İzmirli Vali Zühtü zaten fırsat kollamaktadır. Derhal Ankara'ya, Erzurum'da halkın isyan ettiğini telgrafla bildirir.
Hâlbuki bu durumu isyan olarak görmek; en hafif deyimi ile vicdansızlıktır.
Yahudi ve Hıristiyanların giydiği şapkayı, Müslüman Türk Milletine taktırmak aslında bir çeşit hakarettir.
Düşünün bir kere! Alman Milletine zorla sarık giydirmeğe kalkıyorsunuz. Nasıl bir tepki beklersiniz. Fakat harpten çıkmış binlerce şehit vermiş bir toplum yine de isyan etmiyor. Kalkıp Vali Beye derdini anlatmaya çalışıyor…
Dedik ya CHP bu millete 95 yıldır deli gömleği giydirmiştir. Şimdilerde olduğu gibi CHP’nin 14. katında halkımıza karşı kıs kıs gülmüşlerdir.
CHP daima hesap soran mevkiinde bulunmuştur. Fakat nedense hiç hesap vermediler. Sadece seçim sandıklarında bedel ödeyerek iktidara gelemeden kös kös bakmışlardır.
Neyse… Tekrar 1925 yılına dönelim. Bu olaylardan sonra zaman geçirilmeden Erzurum'a İstiklal mahkemesi gelmiş ve hemen “Örfi İdare” yani sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Emir üzerine halk, evlerindeki silahları getirip Örfi İdareye teslim etmişler. 2500 tüfek toplanmış bunu gören gazeteciler sormuş:
"Kaç mermi sıkıldı devlete karşı bu tüfeklerle?" Cevap gelmiş:"Hiç!"
O halde bu bir isyan değildir. Büyütülen olay, Erzurum'a İzmir’den gelmiş zalim bir valinin marifetidir. Vali Zühtü halka gözdağı vermek için bahane aramaktadır.
Erzurum'daki bu derdini anlatma girişimlerine karşı acımasızca tedbirler alınır ve sıkıyönetim uygulamaya konulur.
Şehrin Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali'nin idam etme yetkileri vardır. Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak için bazı idamlar gerçekleştirmek isterler.
Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler.
Şapka kanununa karşı çıktı diye Divan-ı Harbi Örfi tarafından 21 kişinin idamı meydanlarda infaz edilir. Sadece 8 kişinin elleri kelepçeli olarak, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilir. Müftü Solakzade ise bu vahşi ve acımasız uygulamadan paçayı kurtarmıştır.
İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez.
Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler.
Buraya kadar tam bir terör uygulaması söz konusudur. Fakat bundan sonra anlatacağım husus günümüze dahi ışık tutacak derecede önemlidir.
Çünkü gözün üstünde kaşın var gibi başının üstünde şapka yok diye acımasızca tatbik edilen idamlar bir kadına dahi uygulanır.
Şapka erkekler içindi. Peki kadın niye idam edilsin ki? İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır…
Çünkü inkılâp kanunları uygulanırken kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı mesajı verilmiştir.
O devirde şiddetin her türlüsü uygulanıyordu. Kadına şiddet ise Türk tarihinde hiç rastlanmayacak derecede ağır bir şekilde tatbik edilmekteydi.
Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir. Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin? Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile “acaba çocuklarım kayboldu mu”, “hapse mi atıldı” gibi düşüncelerden kaynaklanan serzenişlerdir.
Şapka yüzünden asılanlar arasında bir de kadının olması ne hazin ve ne gariptir. Tarihte emsaline rastlanmayan bir durumdur.
Şalcı Şöhret Kadın, Kasap Aziz'in anasıdır. Bir kadının siyaseten idam edilmesi herhalde adalet tarihinde ilk defa Erzurum'da vuku bulmuştur!
Bugün “ulusal basın” dediğimiz devletten beslenen güdümlü İstanbul gazetelerinden Hakimiyet-i Milliye, Akşam, Tanin ve Cumhuriyet gazetelerinin hiçbiri bu olayı yazmadılar. Hâlâ da bu insanlık dışı cinayetleri millete duyurmamakta ısrar eden benzer anlayıştaki basınımıza da yazıklar olsun.
Savaş senelerinde bu milletin başına gelen felaketler ve sıkıntılar çocukları erken yaşta delikanlı etmiş kadınlara erkek gibi oturup kalkmayı öğretmiştir.
Bir baba gibi çoluk çocuklarına sahiplik etmeye mecbur olan bu kadınlarımızdan Şalcı Şöhret Ana’da yetim balalarına bakmak için el işi şal örüp pazarda açtığı sergide satardı.
Vilayete doğru yürüyüş yapıldığı olay günü gelip haber vermişler ki: "Şöhret Kadın, senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!"
Şöhret Ana, bohçasını kapıp dışarı fırlamış. Hükümet konağının önüne geldiğinde bakıyor ki, asker bir sıra, zabitler bir sıra, millet bir sıra birbirlerine sert sert bakıyorlar. Şöhret Ana yetimlerini kalabalığın arasında göremeyince, jandarmaların onları alıp götürdüklerini sanmış ve köpürmüş.
Bağırarak bohçasındaki takunyaları çıkarmış zabitlere fırlatmış. "Şapkanıza bilmem ne edeyim! Nerde benim balalarım?" diye de memurların şapkalarına sövmüş.
İşte, Şalcı Şöhret Ana’nın suçu bu kadar. Yetimlerini koruma içgüdüsü, ana yüreği, din gayreti ve bunun sonucunda ettiği birkaç söz. Fakat işte böyle bir söz sonucunda bir insanı hatta bir kadını idam edecek kadar gözü dönmüş CHP’li bir hükümet var. Bunlardan hesap sormaya 96 yıl geçtiği halde cesaret edemeyen partili kadın kolları var.
Her ne ise… Yirmi erkekle birlikte onu da idam sehpasında asarak idam ettiler. Yalnız Şalcı Şöhret Ana, kadın olduğu ve idamın çok iğrenç bir infaz şekli olmasından dolayı beyaz un çuvalı ile astılar.
Yıllar sonra yakında ölen Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret ederek şunları itiraf etti:
"Ben Tatar Hasan Paşa'nın torunuyum. Dedem Erzurum'da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın'ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir sey!" Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şal-çorap ören ve bunları çarşıpazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa'nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın sehpada feryat ediyormuş: ‘Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?’ Diye bağırsa da; topluluğu devlet kuvvetlerine karşı tahrik ettiği isnadıyla ikinci gün başına geçirilen bir un çuvalı içinde sehpaya çıkarılıp idam edilmiş”.
Savcı Eğinli İbrahim Ethem’in tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir. Aksi takdirde mesele yirmi bir kişilik idamla kalmayacaktı.
Çetin Altan'ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum'da şapka inkılâbının Vali Zühtü’den sonraki başkahramanıdır.
21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop'a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Berlin'de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya gelemez.
Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.
Ak Parti ve CHP’nin Şalcı Şöhret Ana’ya iadeyi itibar için herhangi bir girişimi olmadı. Şöhret Ana’ya karşı bir vatan evladı olarak onurunu korumak için bu yazıyı tekrar yazmam gerekiyor zira defalarca gazete ve dergilerde yayınlanmasına rağmen herhangi bir girişimde bulunulmadı. Demek ki daha çoook uğraşmak gerekiyor, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 07 Aralık 2021 - Salı
CHP ve Kadına Şiddet
CHP ve Kadına Şiddet
CHP, cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren kadına şiddetin merkezinde yer alan bir siyasi partidir. Buna rağmen son zamanlarda basına yansıyan parti teşkilatlarındaki kadınlara taciz ve şiddet olayları nedeniyle nihayet medyanın gündemine gelmektedirler.
Biz medyanın ve kadın konusunda araştırmalar yapan akademisyenlerin bu konudaki suskunluğunu ve iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp; yaşanan acı gerçekleri dile getirmeye devam edelim.
Bütün dünyada ve Türkiye’de aile yapısındaki bozulmalar son yıllarda aşama kaydederek hızla devam etmektedir. Bunun sebeplerine ve Türkiye’de yaşanan kadına şiddet olaylarına farklı bir bakış açısı kazandırarak çeşitli makale ve yazılarımda değiniyorum.
Lâkin akademisyen ve siyasetle ilgilenen insanlar arasında buna rağbet gösteren çok azdır. Umulur ki; neredeyse kimsenin el atmadığı ve tartışmaktan dahi çekindiği bu konular, tartışılmaya başlanır.
Evet, cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara karşı uygulanan insafsız, acımasızca idam ve cinayetler vardır. Bunların neredeyse tamamı halı altına süpürülerek tartışılmasına bile müsaade edilmemiştir.
İşin daha da acı olan tarafı ise; kadına şiddet uygulayan siyasetçiler, tam tersine kadın hakları konusunda cilalanıp parlatılabilmektedirler.
İstiklal Mahkemelerinde sırf ibret olsun diye “şapka kanununa muhalefetten” asılan Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana; bunlardan sadece bir tanesidir. CHP’nin milletimize zorla dayattığı inkılâplara karşı gelen “kadın” dahi olsa ağır bir şekilde cezalandırılmış hatta idam dahi edilmiştir.
Törelerimizdeki “annelere saygı” ilkelerini dahi acımasızca çiğnenmiştir.
Ne tuhaf bir durum ki sadece CHP değil bütün partilerin kadın kolları bahsetmiş olduğum acı olaylara değinmekten dahi kaçınmaktadır.
Eğer siyasi partilerin kadın kolları bu konulardan bahsetmeyecek de hangi konuları konuşacaktır? İşte zurnanın “zırt” dediği nokta burasıdır. Kendisine siyasetçi adını veren ve partilerin önemli yönetim mekanizmalarında yer alan kadınların bu konuda cevap vermelerini beklerim. Umarım samimi bir cevap gelir.
Türkiye’nin ilk “First Leydi’si” olan Fikriye Hanım’ı da hatırlamakta yarar vardır. Hastaneye kaldırılarak kan kaybından vefat eden bu kadıncağız; intihar süsü verilerek can vermiştir.
Ortada ciddi bir cinayet ihtimali varken dahi mahkemeye dahi gidilmeden mesele kapatılmıştır.
Mecliste öldürülen General Halit Karsıalan da; kan kaybından vefat etmiş katili olarak gösterilen Ali Çetinkaya (Kel Ali), İstiklal Mahkemelerine hâkim olarak tayin edilmiştir.
Elbette katil bir hâkimden mahkeme reisi olursa kadın bile olsa şapka kanununa aykırı hareket ettiği için Erzurumlu Şalcı Bacı da idam edilir; başka kadınlara da şiddet uygulanır.
Nitekim Dersim’de nice kadın ve çocuk acımasızca öldürülmüştür. Buna şaşırmamak gerekir. Fakat asıl şaşırılması gereken husus halkımızda büyük acı ve travmalar yaşanmasına sebep olan kadınlara şiddet olaylarının hâlâ tartışılmasına bile cüret edilememektedir.
Dersim’de bombalanan, mağaralara sokulup ölüme mahkum edilen kadınlara karşı bir özür dilemeyi dahi beceremeyen CHP şimdi kalkmış “helalleşmekten” bahsetmektedir.
Böylesine iki yüzlü bir anamuhalefet partisi bulunan bir ülkede; kadına şiddet konusunu nasıl ele alacağız; ciddi olarak merak ediyorum.
Neyse ki; Cumhurbaşkanımız Erdoğan, yıllar önce Başbakan iken Dersim halkından devlet başkanı olarak özür dilemiş ve vicdanlara bir parça su serpmiştir. Fakat diğer kadınlarımıza karşı uygulanan şiddet olaylarından hala bahsedememektedir.
Eğer devletin tepesinde acımasızca kadına şiddet uygulanıyor ve şapka devrimine karşı çıktı diye bir kadın idam ediliyor ve kadınlar uçaklardan atılan bombalar ile öldürülüyor ise; mesele çok ciddi boyutlara varmış demektir. Konunun üstünü kapatarak bir yere varmak mümkün değildir.
Türkiye’de kadına şiddet konusunu araştırırken konunun tarihsel derinliğine inmek şarttır. Türk aile yapısında törelerimizden ve İslam dininden gelen “anne ve kadına dokunulmazlık” kurallarının nasıl yok edildiğini bilmeden konuşmamak gerekiyor.
Türkiye’de sayısız kadın derneği ve örgütü vardır. Bunların büyük bir bölümü Avrupa Birliği tarafından fonlanarak maddi ve manevi olarak desteklenmektedir.
Fakat hiçbirisinde Türkiye’nin “first leydisi” sayılan Fikriye ve Latife Hanım’lara karşı yapılan kötü muamele konuşulmamaktadır.
Hatta ilk cumhurbaşkanımızın annesi olan Zübeyde Hanım’ın vasiyetine aykırı olarak yapılan işlemlere ve mezar taşının kaldırılarak “ruhuna fatiha” denilmesine dahi tahammül edemeyen CHP yöneticileri vardır.
Erzurumlu Şalcı Ana’yı ideolojik nedenlerle idam edilmesine dair tek bir söz duyamazsınız, okuyamazsınız.
Eğer kadın hakları konusunda samimî çalışmalar yapılıyor ve “kadına şiddet” önlenmek isteniyor ise bu konular araştırılmalı ve bu kadınların itibarını iade için çalışma yapılması gereklidir. Aksi takdirde hamasi nutuklardan öte bir adım atılamaz.
Fransızlar, Jeanne d’Arc’ı engizisyon mahkemesi kararı ile ateşte yaktıktan bir yüzyıl sonra bir millî kahraman olarak ilân ettiler.
Fakat biz ne yaptık? Erzurumlu Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.
Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hâlâ gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz.
Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gereklidir.
CHP tarafından meclise getirilen ve 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen Şapka Kanunu, 28 Kasım’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hâlâ bu kanun caridir, geçerlidir.
Şimdiye kadar hiçbir hükümet bu deli gömleğine benzeyen yasayı iptal etmeyi becerememiş hatta aklına bile getirmemiştir.
Nihayet bu kanuna karşı gelenlere uygulanan cezaların yürütülmesi bir iki yıl önce durdurulmuştur. Aksi takdirde hukuk kurallarına göre bütün memurların hapse atılması gerekecektir.
Bu absürt durumları da hatırlayarak çok ciddi bir ayıp olan kadına şiddet hastalığını tarihsel açıdan değerlendirmeye devam edelim.
“Şapka Kanunu” basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile “benim devrimlerime uymazsanız sonunuz nice olur” denilerek neredeyse her ilimizde acımasızca idam cezaları uygulanmıştır.
CHP yöneticilerinin maksadı halka korku salmaktı ve bunu bir zavallı kadına şiddet uygulayarak başarılı da oldular. İslam’ın izzet ve şerefini bin yıldır kahramanca muhafaza eden bu millet, acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı.
Şimdi kalkıp “kadına şiddet uygulanıyor” diye CHP’li yöneticiler bas bas bağırıyorlar. Fakat nedense ideolojik bir maksatla kadını idam edecek kadar acımasızca uygulayan kendi parti yöneticilerine hâlâ tek bir kelime söylemekten de çekinmektedirler.
Erzurumlu bir kişi olarak ninelerimizin başına gelen faciaları hatırlatmak benim gibilerin boynuna borçtur. Bu nedenle yazının uzunluğundan sıkılıp şikayet edenler varsın devamını okumasınlar.
Bu onların sorunudur. Benim meselem konu hakkında çok çeşitli kaynakları araştırarak halkımızı aydınlatmaktır. Makalenin sınırlarının uzun olması sorun değildir.
Bakın bir kış günü CHP’nin şapka kanununu çıkınca Erzurum ileri gelenleri ne karar almış:
"Gidelim Hükümet konağının önüne, Vali Bey'e rica edelim. Kar da yeni yağmış. Kar 3-5 santim, bizim kulaklarımız üşüyor. Bahara kadar müsaade etsin. Şimdi arasak şapka da bulamayız zaten, nereden bulacağız?"
Fakat daha kalabalık Hükümet konağının önüne varmadan kışkırtma için hazır bekleyen hafiyeler birkaç kişiyi kullanarak pencerenin camlarını taş atarak kırdırmışlar. İzmirli Vali Zühtü zaten fırsat kollamaktadır. Derhal Ankara'ya, Erzurum'da halkın isyan ettiğini telgrafla bildirir.
Hâlbuki bu durumu isyan olarak görmek; en hafif deyimi ile vicdansızlıktır.
Yahudi ve Hıristiyanların giydiği şapkayı, Müslüman Türk Milletine taktırmak aslında bir çeşit hakarettir.
Düşünün bir kere! Alman Milletine zorla sarık giydirmeğe kalkıyorsunuz. Nasıl bir tepki beklersiniz. Fakat harpten çıkmış binlerce şehit vermiş bir toplum yine de isyan etmiyor. Kalkıp Vali Beye derdini anlatmaya çalışıyor…
Dedik ya CHP bu millete 95 yıldır deli gömleği giydirmiştir. Şimdilerde olduğu gibi CHP’nin 14. katında halkımıza karşı kıs kıs gülmüşlerdir.
CHP daima hesap soran mevkiinde bulunmuştur. Fakat nedense hiç hesap vermediler. Sadece seçim sandıklarında bedel ödeyerek iktidara gelemeden kös kös bakmışlardır.
Neyse… Tekrar 1925 yılına dönelim. Bu olaylardan sonra zaman geçirilmeden Erzurum'a İstiklal mahkemesi gelmiş ve hemen “Örfi İdare” yani sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Emir üzerine halk, evlerindeki silahları getirip Örfi İdareye teslim etmişler. 2500 tüfek toplanmış bunu gören gazeteciler sormuş:
"Kaç mermi sıkıldı devlete karşı bu tüfeklerle?" Cevap gelmiş:"Hiç!"
O halde bu bir isyan değildir. Büyütülen olay, Erzurum'a İzmir’den gelmiş zalim bir valinin marifetidir. Vali Zühtü halka gözdağı vermek için bahane aramaktadır.
Erzurum'daki bu derdini anlatma girişimlerine karşı acımasızca tedbirler alınır ve sıkıyönetim uygulamaya konulur.
Şehrin Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali'nin idam etme yetkileri vardır. Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak için bazı idamlar gerçekleştirmek isterler.
Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler.
Şapka kanununa karşı çıktı diye Divan-ı Harbi Örfi tarafından 21 kişinin idamı meydanlarda infaz edilir. Sadece 8 kişinin elleri kelepçeli olarak, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilir. Müftü Solakzade ise bu vahşi ve acımasız uygulamadan paçayı kurtarmıştır.
İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez.
Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler.
Buraya kadar tam bir terör uygulaması söz konusudur. Fakat bundan sonra anlatacağım husus günümüze dahi ışık tutacak derecede önemlidir.
Çünkü gözün üstünde kaşın var gibi başının üstünde şapka yok diye acımasızca tatbik edilen idamlar bir kadına dahi uygulanır.
Şapka erkekler içindi. Peki kadın niye idam edilsin ki? İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır…
Çünkü inkılâp kanunları uygulanırken kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı mesajı verilmiştir.
O devirde şiddetin her türlüsü uygulanıyordu. Kadına şiddet ise Türk tarihinde hiç rastlanmayacak derecede ağır bir şekilde tatbik edilmekteydi.
Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir. Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin? Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile “acaba çocuklarım kayboldu mu”, “hapse mi atıldı” gibi düşüncelerden kaynaklanan serzenişlerdir.
Şapka yüzünden asılanlar arasında bir de kadının olması ne hazin ve ne gariptir. Tarihte emsaline rastlanmayan bir durumdur.
Şalcı Şöhret Kadın, Kasap Aziz'in anasıdır. Bir kadının siyaseten idam edilmesi herhalde adalet tarihinde ilk defa Erzurum'da vuku bulmuştur!
Bugün “ulusal basın” dediğimiz devletten beslenen güdümlü İstanbul gazetelerinden Hakimiyet-i Milliye, Akşam, Tanin ve Cumhuriyet gazetelerinin hiçbiri bu olayı yazmadılar. Hâlâ da bu insanlık dışı cinayetleri millete duyurmamakta ısrar eden benzer anlayıştaki basınımıza da yazıklar olsun.
Savaş senelerinde bu milletin başına gelen felaketler ve sıkıntılar çocukları erken yaşta delikanlı etmiş kadınlara erkek gibi oturup kalkmayı öğretmiştir.
Bir baba gibi çoluk çocuklarına sahiplik etmeye mecbur olan bu kadınlarımızdan Şalcı Şöhret Ana’da yetim balalarına bakmak için el işi şal örüp pazarda açtığı sergide satardı.
Vilayete doğru yürüyüş yapıldığı olay günü gelip haber vermişler ki: "Şöhret Kadın, senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!"
Şöhret Ana, bohçasını kapıp dışarı fırlamış. Hükümet konağının önüne geldiğinde bakıyor ki, asker bir sıra, zabitler bir sıra, millet bir sıra birbirlerine sert sert bakıyorlar. Şöhret Ana yetimlerini kalabalığın arasında göremeyince, jandarmaların onları alıp götürdüklerini sanmış ve köpürmüş.
Bağırarak bohçasındaki takunyaları çıkarmış zabitlere fırlatmış. "Şapkanıza bilmem ne edeyim! Nerde benim balalarım?" diye de memurların şapkalarına sövmüş.
İşte, Şalcı Şöhret Ana’nın suçu bu kadar. Yetimlerini koruma içgüdüsü, ana yüreği, din gayreti ve bunun sonucunda ettiği birkaç söz. Fakat işte böyle bir söz sonucunda bir insanı hatta bir kadını idam edecek kadar gözü dönmüş CHP’li bir hükümet var. Bunlardan hesap sormaya 96 yıl geçtiği halde cesaret edemeyen partili kadın kolları var.
Her ne ise… Yirmi erkekle birlikte onu da idam sehpasında asarak idam ettiler. Yalnız Şalcı Şöhret Ana, kadın olduğu ve idamın çok iğrenç bir infaz şekli olmasından dolayı beyaz un çuvalı ile astılar.
Yıllar sonra yakında ölen Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret ederek şunları itiraf etti:
"Ben Tatar Hasan Paşa'nın torunuyum. Dedem Erzurum'da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın'ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir sey!" Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şal-çorap ören ve bunları çarşıpazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa'nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın sehpada feryat ediyormuş: ‘Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?’ Diye bağırsa da; topluluğu devlet kuvvetlerine karşı tahrik ettiği isnadıyla ikinci gün başına geçirilen bir un çuvalı içinde sehpaya çıkarılıp idam edilmiş”.
Savcı Eğinli İbrahim Ethem’in tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir. Aksi takdirde mesele yirmi bir kişilik idamla kalmayacaktı.
Çetin Altan'ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum'da şapka inkılâbının Vali Zühtü’den sonraki başkahramanıdır.
21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop'a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Berlin'de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya gelemez.
Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.
Ak Parti ve CHP’nin Şalcı Şöhret Ana’ya iadeyi itibar için herhangi bir girişimi olmadı. Şöhret Ana’ya karşı bir vatan evladı olarak onurunu korumak için bu yazıyı tekrar yazmam gerekiyor zira defalarca gazete ve dergilerde yayınlanmasına rağmen herhangi bir girişimde bulunulmadı. Demek ki daha çoook uğraşmak gerekiyor, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.