Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye bağlıdır
Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye bağlıdır
İslam’ın dünyaya yayılmasında savaşlardan ziyade güzel ahlak, ticaret ve zenginliğin rolü büyük olmuştur. Çok sayıda ayet ve hadis bu durumu izah etmektedir.
En çok ifade edilen ayet meallerinden bir tanesi şudur; “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır (Necm Suresi 39)” Hadislerde ise “Dünya ahiretin tarlasıdır. (Keşfü’l-Hafâ, 1;412)” ve “İnsanların en hayırlısı; insanlara faydalı olandır (Feyzül Kadir 3;481) denilmiştir.
Asrı saadet döneminde yani Hazreti Peygamber (asm) ve Dört Halife zamanında İslamiyet dünyanın her tarafına çok hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bunda şüphesiz İslam’ı tebliğ etmedeki gayret ve güzel ahlâkın rolü çok büyüktür.
Devrin en yüksek teknolojilerini ve zenginliklerini kullanan Müslümanlar, birçok milletin gıpta damarını tahrik etmiş ve sonrasında çok çeşitli toplumların Müslüman olması gerçekleşmiştir.
Zamanında Bağdat gibi dünyanın en zengin ve büyük şehirlerine gelen çok farklı milletten insanlar, Müslüman olmanın güzelliğini tatmışlardır.
Günümüzde de durum farklı değildir. Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye ve zenginliğe bağlıdır. Bu konuda yıllar önce Bediüzzaman Said Nursi’nin şu tesbiti çok önemlidir; “İlayı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır.”
Ne yazık ki insanlar İslâm dininin kutsal kitabı olan Kur’an’ı okumak ve anlamak yerine Müslümanların dış görünüşlerine bakıp kanaat edinmektedirler. Son üç-dört asır öncesine kadar Müslüman dünyasının zenginliğine bakıp İslam’a koşan toplumlar, bugün Müslümanların fakir kalmasından etkilenerek İslam’dan uzaklaşmaktadırlar.
O halde geçmişte olduğu gibi maddi terakki konusunda atalarımıza benzeyebilirsek yeniden İslam’ın parlak bir şekilde dünyaya egemen olduğunu görmemiz mümkündür. Bunun için yapılması gereken husus; şu üç meslek ve sektörün teşvik edilmesidir.
Bu meslekler, ticaret, sanat, ziraat ve hayvancılıktır. Sanattan maksat; doktor ve mühendislikten tutun marangozluk ve bilgisayar programcılığına kadar çok çeşitli işlerde uzmanlık kazanmaktır.
“Rızkın onda dokuzu ticarettir (Suyûti, el-Camiu's-sağîr)” hadisi ise ticaretin maişetini temin konusunda ne derece önemli olduğuna işaret etmektedir.
İşte gerçek zenginlik bahsettiğimiz bu üç sektörde çalışmak ile mümkündür. Ne çare ki; sanat, ticaret ve ziraatla meşgul olmak yerine memur olmayı tercih eden bir aile yapımız var.
Kızını evlendirmek üzere ticaretle uğraşan bir genci tercih etmek yerine; sigortalı çalışan hatta memur birisine vermeyi maharet sayan bir kültür yapımız var.
Halbuki memurluk, para kazanmak, geçimini sağlamak için yapılmaz. Vatana hizmet ve hamiyet için yapılır. Örnek verecek olursak bir öğretmen nasıl çok para kazanırım derdinde olmamalıdır. Öğrencilerime “nasıl güzel ders anlatırım” veya “ vatana, millete hayırlı bir vatandaş olması için neler yapabilirim” gibi konuları kendine hedef almalıdır.
Öğretmen örneğini, askerlik dâhil bütün memur meslekleri için genişletebiliriz. Zaten çok para kazanıp halktan kopuk bir şekilde yaşayan kişilere memur denmez.
Bunlar halkın ensesinde boza pişirip yetimin malını gasp etmekten utanmayan bir çeşit hırsızlardır. Sonradan zengin olmuş memurlara iyi gözle bakılmamasının nedenlerini iyi düşünmek gerekir.
Devlet kapısında dilencilik manasında alışılagelmiş memuriyet mesleğinin ülkemizin gelişip kalkınmasında ne derece olumsuz etkisi olduğunu düşünmek gerekiyor.
Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde bu konuya açıklık getirmiştir:
“Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp, belamızı bulduk… Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet edenler bir nevi cerrar ve aceze ve seeledir. (aciz ve dilencidir) Fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi’ ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik”.
En önemli düşmanlarımızı; cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak belirleyen Bediüzzaman, bunlara karşı çareleri de göstermiştir.
Cehalete karşı eğitimi; zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa da her zamanın geçerli ve temel meslekleri olan “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye eder.
Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmeyen Bediüzzaman, memuriyet ve idareciliğin geçim kaygısı ile değil, millete hizmet etmek amacını taşıması gerektiğine dikkat çekmektedir, vesselam….
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 11 Ocak 2022 - Salı
Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye bağlıdır
Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye bağlıdır
İslam’ın dünyaya yayılmasında savaşlardan ziyade güzel ahlak, ticaret ve zenginliğin rolü büyük olmuştur. Çok sayıda ayet ve hadis bu durumu izah etmektedir.
En çok ifade edilen ayet meallerinden bir tanesi şudur; “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır (Necm Suresi 39)” Hadislerde ise “Dünya ahiretin tarlasıdır. (Keşfü’l-Hafâ, 1;412)” ve “İnsanların en hayırlısı; insanlara faydalı olandır (Feyzül Kadir 3;481) denilmiştir.
Asrı saadet döneminde yani Hazreti Peygamber (asm) ve Dört Halife zamanında İslamiyet dünyanın her tarafına çok hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bunda şüphesiz İslam’ı tebliğ etmedeki gayret ve güzel ahlâkın rolü çok büyüktür.
Devrin en yüksek teknolojilerini ve zenginliklerini kullanan Müslümanlar, birçok milletin gıpta damarını tahrik etmiş ve sonrasında çok çeşitli toplumların Müslüman olması gerçekleşmiştir.
Zamanında Bağdat gibi dünyanın en zengin ve büyük şehirlerine gelen çok farklı milletten insanlar, Müslüman olmanın güzelliğini tatmışlardır.
Günümüzde de durum farklı değildir. Allah’ın isminin yüceltilmesi maddi terakkiye ve zenginliğe bağlıdır. Bu konuda yıllar önce Bediüzzaman Said Nursi’nin şu tesbiti çok önemlidir; “İlayı kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır.”
Ne yazık ki insanlar İslâm dininin kutsal kitabı olan Kur’an’ı okumak ve anlamak yerine Müslümanların dış görünüşlerine bakıp kanaat edinmektedirler. Son üç-dört asır öncesine kadar Müslüman dünyasının zenginliğine bakıp İslam’a koşan toplumlar, bugün Müslümanların fakir kalmasından etkilenerek İslam’dan uzaklaşmaktadırlar.
O halde geçmişte olduğu gibi maddi terakki konusunda atalarımıza benzeyebilirsek yeniden İslam’ın parlak bir şekilde dünyaya egemen olduğunu görmemiz mümkündür. Bunun için yapılması gereken husus; şu üç meslek ve sektörün teşvik edilmesidir.
Bu meslekler, ticaret, sanat, ziraat ve hayvancılıktır. Sanattan maksat; doktor ve mühendislikten tutun marangozluk ve bilgisayar programcılığına kadar çok çeşitli işlerde uzmanlık kazanmaktır.
“Rızkın onda dokuzu ticarettir (Suyûti, el-Camiu's-sağîr)” hadisi ise ticaretin maişetini temin konusunda ne derece önemli olduğuna işaret etmektedir.
İşte gerçek zenginlik bahsettiğimiz bu üç sektörde çalışmak ile mümkündür. Ne çare ki; sanat, ticaret ve ziraatla meşgul olmak yerine memur olmayı tercih eden bir aile yapımız var.
Kızını evlendirmek üzere ticaretle uğraşan bir genci tercih etmek yerine; sigortalı çalışan hatta memur birisine vermeyi maharet sayan bir kültür yapımız var.
Halbuki memurluk, para kazanmak, geçimini sağlamak için yapılmaz. Vatana hizmet ve hamiyet için yapılır. Örnek verecek olursak bir öğretmen nasıl çok para kazanırım derdinde olmamalıdır. Öğrencilerime “nasıl güzel ders anlatırım” veya “ vatana, millete hayırlı bir vatandaş olması için neler yapabilirim” gibi konuları kendine hedef almalıdır.
Öğretmen örneğini, askerlik dâhil bütün memur meslekleri için genişletebiliriz. Zaten çok para kazanıp halktan kopuk bir şekilde yaşayan kişilere memur denmez.
Bunlar halkın ensesinde boza pişirip yetimin malını gasp etmekten utanmayan bir çeşit hırsızlardır. Sonradan zengin olmuş memurlara iyi gözle bakılmamasının nedenlerini iyi düşünmek gerekir.
Devlet kapısında dilencilik manasında alışılagelmiş memuriyet mesleğinin ülkemizin gelişip kalkınmasında ne derece olumsuz etkisi olduğunu düşünmek gerekiyor.
Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde bu konuya açıklık getirmiştir:
“Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret maişetine el atıp, belamızı bulduk… Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet edenler bir nevi cerrar ve aceze ve seeledir. (aciz ve dilencidir) Fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi’ ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik”.
En önemli düşmanlarımızı; cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak belirleyen Bediüzzaman, bunlara karşı çareleri de göstermiştir.
Cehalete karşı eğitimi; zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa da her zamanın geçerli ve temel meslekleri olan “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye eder.
Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmeyen Bediüzzaman, memuriyet ve idareciliğin geçim kaygısı ile değil, millete hizmet etmek amacını taşıması gerektiğine dikkat çekmektedir, vesselam….
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.