İslamin 5 şartından birisi zekâttır. Zekât vermeyen İslâm'ın şartlarını yerine getirmiyor demektir. Bu ise hem kişi için hem de yaşadığı topluluk için ciddi bir sorundur.
Zekât, malda bereket olduğu gibi fakirlik ve açlık gibi sosyal sorunların çözümlerinde en güzel yöntemdir.
"Ben devlete vergi veriyorum, bir de zekât mi vereceğim" diyen bir insan Müslüman olamaz. Çünkü vergi devletin hakkı; zekât ise fakirin hakkıdır. İkisini birbirine karıştırmamak gerekir.
Bu yazıda zekâtın dini ve sosyolojik yönünden ziyade ekonomiye olan katkısının bahsedeceğim. Zira zekâtın hikmetleri o kadar çoktur ki kitaplar yazılsa az gelir.
İşte zekât sayesinde hem kişi hem de yaşadığı toplum ekonomisi gelişip güçlenecektir. Servetleri hapsedilmediği gibi ekonomiler için gerekli kaynak sıkıntısı ortadan kalkacaktır. Zenginler ile fakirler arasındaki uçurum azalıp gelir dağılımı daha dengeli bir hale gelecektir.
İnsanlar şunu anlamakta güçlük çekebilirler. O yüzden basitçe izah etmeye çalışalım
Şöyle sorulabilir. Servetinin ve sahip olunan malların bir kısmını vererek mal artmaz ki? Bilakis azalır.
Fakat kazın ayağı öyle değildir. Burada zekâtın bereketi arttırdığını ve bereketin ne olduğunu anlatmayacagiz. Bunun yerine insan davranışları üzerindeki etkilerini örnek vererek izah etmeye çalışacağız:
Zekât malum olduğu gibi tarım ürünlerinden yüzde 10 ve birikmiş servetten ise en az yüzde 2,5 oranında fakirlere ödeme yapmak demektir. Burada örnek kolay olsun diye altını ele alacağız. Fakat diğer zekâta tabi mallarda da durum farklı değildir.
Soru sorarak güncel rakamlarla nasıl servet artıyor buna bakalım:
İslam neden 80 gram altını (153.000 TL civarında) birikmiş ve üzerinden bir yıl geçmiş paradan zekât alıyor da 5 Milyon liralık evi olan ya da 1 Milyonluk liralık arabası olan ama 80-100 gram altını olmayan kişiden zekât almıyor?
Çünkü binek veya yaşadığımız ev zekâta tabi değildir. Fakat para ve altın gibi servetler biriktirildiği zaman kişiye ve topluma bir şey kazandırmaz. Bunun yerine ticaret veya yatırımcı olmak hem kişinin hem de toplumun servetinin artmasına yol açacaktır.
Eğer zekât hakkıyla işletilseydi sosyalizm veya kapitalizm gibi sistemler asla ve asla İslam ülkelerine girip tahrip etkisini göstermezdi. Yine bu zekât sistemi işletilirse bencillik, mal sevgisi, tamahkârlık ve materyalist düşünceler bir Müslüman toplumda asla bu seviyelerde yer edinemezdi.
İslam, bir insanın bir yıl boyunca yanında tutabileceği para miktarını (altın ve para cinsi her şey 80 veya 100 gram altın) veya eşit miktarda para ile sınırlamıştır. Yani bu kadar altın veya buna tekabül eden paranız varsa bunu yanınızda, evinizde, iş yerinizde sadece bir yıl boyunca zekât vermeden bir şekilde tutabilirsiniz.
Ancak bir yıl geçtikten sonra bu paranın zekâtını vermek zorundasınız. Yani 80-100 gram altın veya değerindeki parayı yanınızda bir yıl tuttuktan sonra sizin zekât vermeniz farz oluyor. İşte tamda burada mesela üzerinden bir yıl geçmiş 153.000 (80 gram altın) liranız varsa zekât vermek zorundasınız. Hatta eviniz olmasa da arabanız olmasa da zekât vermelisiniz. Ama bir eviniz ve arabanız olsa fakat 153.000 lira paranız olmasa, zekât vermek zorunda değilsiniz? İslami hüküm böyledir. Neden?
Çünkü İslam, parayı şahıs malı olarak görmez. Parayı; içinde “kamunun da hakkı olan şahıs malı” olarak görür.
Kamu hakkının bulunduğu bir malın saklanması İslam'a göre doğru değildir. Ancak bir yıl yetecek kadar ya da olağanüstü durumlarda lazım olacak kadar para biriktirme hakkı vardır. Bu da yaklaşık 80-100 gram ağırlığında altın değeridir. Bundan fazlası zekâta tabidir.
Bir kişi, tüm toplumun hakkı olan bir parayı (153.000) bir yıl boyunca elinde tutarsa, bir yıl sonra o paranın zekâtını vermelidir. Zira bir yıl boyunca tüm millete ait bir parayı kendi menfaati için hapsetmiş olmaktadır.
Peki, 153.000 lirayı hapseden adam kamuya ne zarar vermiş olur ki? Evet, bir kişi ile zarar olmaz. Ama milyonlarca kişi bu kadar parayı evinde hapsedince tüm insanlar bundan etkilenecektir. Piyasada yeteri kadar para dönmediği zaman fiyatlar da ona göre etkilenir, piyasada parasızlık hali oluşur ve paranın olmadığı piyasalarda ekonomik bozulmalar olur.
Ancak farzı misal toplam değeri 5.000.000 lira olan ev ve araba sahibi olan kişi ise bu kadar parayı kendinde tutmak yerine sahip olduğu parayı piyasaya sürmüştür. Yani parayı kendisinde saklamamıştır. Ev ve araba ise kamu malı değil, şahıs malıdır. Yani parasının tamamını veya büyük miktarını piyasaya sürmüştür.
Bu nedenle İslam'a göre kiralık evde oturan ama bir yıldan fazla 153.000 lira parayı veya bu değerde altını yanında hapseden kişi, zekât vermelidir.
Öte yandan kendi evinde oturan kişi, ek bir geliri yoksa, fakirse, yoksulsa, borçluysa; Zekât alabilir. Kimden mi? Kirada oturduğu halde evinde nisap miktarı kadar parayı yanında hapseden kişiden.
İşte burası hem kişinin hem de o toplum ekonomisi açısından önemlidir. Zira ev sahibi olan kişi, elindeki parayı piyasaya sürmüş ve bunun karşılığında oturmak için ev almıştır. Ama kirada oturan kişi ise o veya bu nedenlerden dolayı parayı yanında tutmuş ve ev ihtiyacını da kira yoluyla da olsa karşılamıştır.
İslam, nizam ve kanun olarak muazzam hikmetleri içinde taşır. Eğer İslam'da zekât sistemi işletilirse o ülkede fakirlik sıfıra düşer.
O ülkede para, evde hapsedilmez.
Aksi halde zekât her sene ondan bir pay alır ve yıllar sonra onu tüketir. Bir adamın farzı misal 200 gram altını olsa her sene zekât verse ilk sene 5 gram altını zekât olarak verir. Böylece yanında 195 gram kalır. Ertesi sene yaklaşık 5 gram kadar daha zekât olarak verir. Bu sefer de 190 gram kalır. Uzun yıllar sana adamın elindeki altın miktarı 80 grama kadar eriyip gider. Zekât onun parasını tüketir. Ama parası ile ev, araba, arsa, bahçe, eşya gibi şeyler almış olsaydı, parası kaybolmazdı.
Ev veya araba konusunda şunu unutmayalım. Ahmet’ten 500.000 liralık araba veya 1.250.000 liralık ev aldım. Bunun zekâtı nasıl olur?
Eğer ticaret amacıyla alındı ise araba da ev de zekâta tabidir. Bir sene geçtikten sonra bunların değeri de zekâta ilave edilir. Ama ticaret amacıyla değil de oturmak ve binmek için alındı ise ev de araba da gelir getirmeyen mülk sayılır. Bu nedenle de zekâta tabi olmaz.
Bir baska misal:
Ahmet’e 2.000.000 lira para vermiş ve ondan bir ev almıştım. Ahmet bu parayı yanında en fazla bir kameri yıl (354 gün) tutabilir. Bir yıl elinde tutarsa zekât verecek. Ama parayı elinde tutmayıp mesela Ali’den bir araba alırsa, elindeki parayı Ali’ye verdiği için Ahmet bu paranın zekâtından muaf olur. Bu sefer sıra Ali’ye geldi. Ali bu parayı bir yıl yanında tutabilir. Yanında tutarsa, zekât verecek ama piyasaya sürerse zekât vermekten muaf olacak.
Zincir böyle devam ediyor. Dikkat ederseniz İslam, evde bir yıl bekletilen ya da ticarette gelir getiren her şeyi zekât kapsamına alıyor.
İste bu güzel sistem sayesinde para biriktirmek yerine bunu piyasaya sürüp herkesin ihtiyaclarini giderecek şekilde kullanarak dışarıdan borç para almak zorunda kalmazsınız. Ülke kaynakları çok daha verimli kullanılır ve faiz gibi harama bulaşılmamış olunur.
Bu, muazzam bir sistemdir... Yani bu para kimdeyse, o para bir sene sonra zekâta tabi olacaktır. Zekâta tabi olmaması için de piyasaya girmesi gerekiyor.
Kısaca bir kimse bir evi veya arabayı kar etmek niyetiyle alırsa bu mal ticaret malı grubuna girer. Bunun da zekâtı verilir. Yani ticaret yapmak için bir araba, arsa, ev ve benzeri bir şey alırsa zekât verecek. Ama oturmak için alırsa, aldığı ev için zekât vermesi gerekmez. O para eve hapsedilse ya da ticarete sürüldüğü sürece zekâta tabidir...
Zekât vermek için ev sahibi olmak, evli olmak, ev almaya niyet etmiş olmak gibi şartlar yoktur. Zira bir kimse çok pahalı bir evi almak yerine kirada oturabilir.
Nitekim günümüzde birçok iş yeri sahibi bunu yapıyor. Normalde evi yok ama bu kişi parasızlıktan değil, parasını iş yerine yatırdığından dolayı ev almamıştır. Bu kişiye zekât verilmez fakat bu kişinin zekât vermesi gerekir.
Zekât, kişilerin insafına bırakılmayacak kadar önemli bir ibadettir ve kamu sorumluluğudur. İslam'da Hazreti Peygamberin vefatının ardından açılan ilk savaş, Hazreti Ebubekir döneminde fakirlerin hakkı olan zekâtı vermek istemeyen bedevilere karşı açılmıştır.
Dünyada fakirlerin hakkı için zenginlere savaş açan hiçbir nizam, hiçbir kanun, hiçbir anayasa bulunmaz. İslam'daki zekât sistemi bile sadece tek başına tüm sosyalizmi bitirecek hikmetlere sahiptir.
Elbette zekâtın güzellikleri bu kadar az değildir. Daha nice hikmetleri vardır. Örneğin zenginler ile fakirlerin çatışmasını önlediği gibi sınıf farklarını kullanarak toplum katmanları arasında savaş çıkarmayı esas alan komünizm gibi kanlı çatışmaları körükleyen acımasız sistemleri de önlemektedir.
Umulur ki zekâtın güzelliği herkes tarafından anlaşılır ve namaz konusunda olduğu gibi bu konuda da büyük ihmaller ortadan kalkar, vesselam...