Mangalımız Sönmesin, Nargilemiz Tütsün Diye
Mangalımız Sönmesin, Nargilemiz Tütsün Diye
Saksıdaki çiçek gibi, bahçedeki ağaç gibi sevilir ormanlar. Hiç bitmesin hep çoğalsın isteriz. Bakım ister, özen ister ağaçlar. Bakım ise bilgi ister. En çok da sevgi ister ormanlar.
Yaz aylarında yükselen sıcaklıklarla kavrulan ormanlar içimizi yakar, sızlatır. Hızla müdahale gerekir. Tabii, ormanlar sadece yangınlara maruz kalmıyor. Kesim de yapılıyor. Bilinçli ve kontrollü olması gereken bir iştir ağaç kesimi. Ormana dokunmanın makul ve mantıklı gerekçeleri vardır diye düşünürüz, düşünmek isteriz.
Nerede ve niçin kullanılır bu meşe kömürleri?
Hadi gelin İstanbul’da biraz dolaşalım. Mesela tarihi yarımadada, Sultan Ahmet’ten Beyazıt’a doğru yürüyelim. Gözümüze pek çok güzellik takılır elbette. Kapalı Çarşı’nın başladığı Çemberlitaş civarına varmadan bile pek çok noktada geçmişe gider gelirsiniz. Çorlulu Ali Paşa Medresesi çeşit çeşit ayrıntıları saklar mesela. Girişindeki duman ve içeriden gelen nargile kokularıyla “tılsımlanırsınız” adeta ve koyu sohbetlerin uğultusuyla karışık bir ortama geçersiniz. Daracık giriş yolunda nargileler için hazırlanmış meşe közlerini görürsünüz mutlaka. Nargilenin olmazsa olmazı olan közü, bu meşe kömürlerindendir.
Sadece orada değil, İstanbul’un pek çok yerinde görürsünüz nargileli mekânları. Hatta İstanbul dışında hemen hemen her şehirde vardır böylesi ortamlar. Diyarbakır’da seçkin mekânlarda rastladığımı da hemen hatırladım şimdi. Pek çoğuna ekâbir takımının uğradığını da bilirsiniz. Sadece turistlerin değil yerli halkın da nargile alışkanlığı çok bilinir. “Nargile sigarayı gölgede bırakır” derler. Nargile, sigaradan kat kat daha fazla hasara sebep oluyor. Her ne kadar otantik atmosferlerde bir nostalji ve belki bir “kültürel enstantane” olarak dikkatimi çekip düşündüğüm olsa da hiç faydalı bir yanını görmemişimdir bu tüketim aracının. Ne ürettiği ve fayda sağladığı dahi tartışmaya değer değildir nazarımda. Fakat bir sektörün parçasıdır işte. Sadece tütün için değil “meşe kömürü sektörü” için de etkin bir rolü vardır.
Sadece nargilenin mi? Şu bizim mangal düşkünlüğümüzün de önemli araçlarındandır mangal kömürü. Acaba alternatifi bulunamaz mı? Bir çözümü olsa ne güzel olacak, ama halen mangal ve nargileler için Anadolu’nun pek çok yerinde “meşe kömürü” üretiliyor. Eziyetli, zahmetli ve riskli olduğu kadar pek çok da bedel harcanan bir iştir üretimi.
Doğup büyüdüğüm dağlarda da bu iş öteden beri görülür oldu. Birkaç köyün beslenebildiği daracık dağların endemik özellikleriyle güçlü yörelerinde insanlarımız nasıl oduysa doyamaz oldu, zamanla göç etti ve nüfus azaldıkça ıssızlıkta arttı. Çayıralan’dan başlayıp Akdağmadeni’ne doğru uzanan yeşil bitki örtüsüyle Yozgat’a değer katan ormanlar, Orta Anadolu’nun güzide alanlarındadır.
Bu yörenin, her yıl bir kaç farklı yerinde “meşe kömürü” üretilmesi için güzelim meşe ağaçları kesiliyor. Çalışan işçiler ise ülkenin farklı yörelerinden yola koyulan, emeğiyle evini geçindiren, pek çok güzel yürekli insanlar ve aileleridir.
Mevsimlik işçi ya da sezonluk işçi diye bilinen bu insanlarımız ve aileleri baharın ilk aylarında yurtlarından yola koyuluyor, kilometrelerce yolu kat ediyorlar ve son baharın son aylarına kadar farklı sektörlerde emek harcıyorlar.
Özellikle tarım alanında Adıyaman’dan, Şanlıurfa’dan, Mardin’den ve diğer pek çok kırsal yerleşim yerlerinden eşleri ve çocukları ile ekmeğinin peşine düşen bu insanlar onca zorluğu göğüslemek zorunda kalıyorlar, bedel veriyorlar. En çok da çocuklar. Okulları daha kapanmadan yola çıkmak zorunda kalıyorlar. Tekrar dönüşleri ise okullar başladıktan sonra oluyor. Yani kaçınılmaz olarak akranlarından geri kalıyorlar. Yazık oluyor o çocuklara. Diğer pek çok zorlukların yanı sıra eğitim imkânından mahrum kalışları görmezden gelinecek bir şey değil. Bu çocuklardan bazıları okula ilk defa başlayacak yaştalar. Bu yaşta pek çok zorluğu göğüsleyen bu çocuklar, gelecekte de zorluklara karşı daha hazır halde olacaklar. Türkiye’nin ihtiyacı olan bu gençlerin iyi eğitim almaya da ihtiyaçları var. Bu bütün toplumun sorumluluğudur ve görmezden gelinemez bir konudur.
Gidip ziyaret ettiğim çocuklar şeker gibi tatlı ve melek gibi huzur dolular. Onlar bizim kardeşlerimiz, bizim çocuklarımız. Dertleri derdimizdir.
Bir çözüm bulunacağından ümitliyim. Çözüme yönelik işaretleri gördüm. Takipçisi olmaya da çalışacağım. Bununla birlikte sadece kamu görevlilerinin görevi gibi sayamayız bu işi. Yöneticilerin, ilgililerin olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarının, gönüllü kuruluşların ve farkına varan her bireyin üstlenebileceği roller var.
Mangalımız sönmesin, nargilemiz tütsün diye bu çocukları gözden çıkartamayız.
Prof. Dr. Mustafa Böyükata
Yozgat Bozok Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ekleme
Tarihi: 08 Eylül 2024 - Pazar
Mangalımız Sönmesin, Nargilemiz Tütsün Diye
Mangalımız Sönmesin, Nargilemiz Tütsün Diye
Saksıdaki çiçek gibi, bahçedeki ağaç gibi sevilir ormanlar. Hiç bitmesin hep çoğalsın isteriz. Bakım ister, özen ister ağaçlar. Bakım ise bilgi ister. En çok da sevgi ister ormanlar.
Yaz aylarında yükselen sıcaklıklarla kavrulan ormanlar içimizi yakar, sızlatır. Hızla müdahale gerekir. Tabii, ormanlar sadece yangınlara maruz kalmıyor. Kesim de yapılıyor. Bilinçli ve kontrollü olması gereken bir iştir ağaç kesimi. Ormana dokunmanın makul ve mantıklı gerekçeleri vardır diye düşünürüz, düşünmek isteriz.
Nerede ve niçin kullanılır bu meşe kömürleri?
Hadi gelin İstanbul’da biraz dolaşalım. Mesela tarihi yarımadada, Sultan Ahmet’ten Beyazıt’a doğru yürüyelim. Gözümüze pek çok güzellik takılır elbette. Kapalı Çarşı’nın başladığı Çemberlitaş civarına varmadan bile pek çok noktada geçmişe gider gelirsiniz. Çorlulu Ali Paşa Medresesi çeşit çeşit ayrıntıları saklar mesela. Girişindeki duman ve içeriden gelen nargile kokularıyla “tılsımlanırsınız” adeta ve koyu sohbetlerin uğultusuyla karışık bir ortama geçersiniz. Daracık giriş yolunda nargileler için hazırlanmış meşe közlerini görürsünüz mutlaka. Nargilenin olmazsa olmazı olan közü, bu meşe kömürlerindendir.
Sadece orada değil, İstanbul’un pek çok yerinde görürsünüz nargileli mekânları. Hatta İstanbul dışında hemen hemen her şehirde vardır böylesi ortamlar. Diyarbakır’da seçkin mekânlarda rastladığımı da hemen hatırladım şimdi. Pek çoğuna ekâbir takımının uğradığını da bilirsiniz. Sadece turistlerin değil yerli halkın da nargile alışkanlığı çok bilinir. “Nargile sigarayı gölgede bırakır” derler. Nargile, sigaradan kat kat daha fazla hasara sebep oluyor. Her ne kadar otantik atmosferlerde bir nostalji ve belki bir “kültürel enstantane” olarak dikkatimi çekip düşündüğüm olsa da hiç faydalı bir yanını görmemişimdir bu tüketim aracının. Ne ürettiği ve fayda sağladığı dahi tartışmaya değer değildir nazarımda. Fakat bir sektörün parçasıdır işte. Sadece tütün için değil “meşe kömürü sektörü” için de etkin bir rolü vardır.
Sadece nargilenin mi? Şu bizim mangal düşkünlüğümüzün de önemli araçlarındandır mangal kömürü. Acaba alternatifi bulunamaz mı? Bir çözümü olsa ne güzel olacak, ama halen mangal ve nargileler için Anadolu’nun pek çok yerinde “meşe kömürü” üretiliyor. Eziyetli, zahmetli ve riskli olduğu kadar pek çok da bedel harcanan bir iştir üretimi.
Doğup büyüdüğüm dağlarda da bu iş öteden beri görülür oldu. Birkaç köyün beslenebildiği daracık dağların endemik özellikleriyle güçlü yörelerinde insanlarımız nasıl oduysa doyamaz oldu, zamanla göç etti ve nüfus azaldıkça ıssızlıkta arttı. Çayıralan’dan başlayıp Akdağmadeni’ne doğru uzanan yeşil bitki örtüsüyle Yozgat’a değer katan ormanlar, Orta Anadolu’nun güzide alanlarındadır.
Bu yörenin, her yıl bir kaç farklı yerinde “meşe kömürü” üretilmesi için güzelim meşe ağaçları kesiliyor. Çalışan işçiler ise ülkenin farklı yörelerinden yola koyulan, emeğiyle evini geçindiren, pek çok güzel yürekli insanlar ve aileleridir.
Mevsimlik işçi ya da sezonluk işçi diye bilinen bu insanlarımız ve aileleri baharın ilk aylarında yurtlarından yola koyuluyor, kilometrelerce yolu kat ediyorlar ve son baharın son aylarına kadar farklı sektörlerde emek harcıyorlar.
Özellikle tarım alanında Adıyaman’dan, Şanlıurfa’dan, Mardin’den ve diğer pek çok kırsal yerleşim yerlerinden eşleri ve çocukları ile ekmeğinin peşine düşen bu insanlar onca zorluğu göğüslemek zorunda kalıyorlar, bedel veriyorlar. En çok da çocuklar. Okulları daha kapanmadan yola çıkmak zorunda kalıyorlar. Tekrar dönüşleri ise okullar başladıktan sonra oluyor. Yani kaçınılmaz olarak akranlarından geri kalıyorlar. Yazık oluyor o çocuklara. Diğer pek çok zorlukların yanı sıra eğitim imkânından mahrum kalışları görmezden gelinecek bir şey değil. Bu çocuklardan bazıları okula ilk defa başlayacak yaştalar. Bu yaşta pek çok zorluğu göğüsleyen bu çocuklar, gelecekte de zorluklara karşı daha hazır halde olacaklar. Türkiye’nin ihtiyacı olan bu gençlerin iyi eğitim almaya da ihtiyaçları var. Bu bütün toplumun sorumluluğudur ve görmezden gelinemez bir konudur.
Gidip ziyaret ettiğim çocuklar şeker gibi tatlı ve melek gibi huzur dolular. Onlar bizim kardeşlerimiz, bizim çocuklarımız. Dertleri derdimizdir.
Bir çözüm bulunacağından ümitliyim. Çözüme yönelik işaretleri gördüm. Takipçisi olmaya da çalışacağım. Bununla birlikte sadece kamu görevlilerinin görevi gibi sayamayız bu işi. Yöneticilerin, ilgililerin olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarının, gönüllü kuruluşların ve farkına varan her bireyin üstlenebileceği roller var.
Mangalımız sönmesin, nargilemiz tütsün diye bu çocukları gözden çıkartamayız.
Prof. Dr. Mustafa Böyükata
Yozgat Bozok Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.