ALLAHA İNANMAK “SAÇMA”DÜŞÜNCESİNİ YERLE BİR ETMEKTİR.
ALLAHA İNANMAK “SAÇMA”DÜŞÜNCESİNİ YERLE BİR ETMEKTİR.
Anne karnı okyanusta güvenli bir sefine. Başka bir duraktan bu durağa, anne karnındaki duraktan da dünya denilen bu durağa geldik. Her durakta ayrılık hüzünlü oluyor. Seyrüsefer halindeyiz ve sürekli gurbetten gurbete geçiyoruz. Ağlayarak doğuyoruz ve bu dünyadan ağlatarak ayrılıyoruz. Gariplerin vatanı Allah’tır. Asli vatanı arıyoruz. Her gurbet kavuşma arzusunu güçlendirir. Gurbette söylenir sıla şarkısı Hüzünlü şarkılar söylememiz belki de bundandır. Bundandır iniltilerimiz ve feryadımız. Mevlana 'yı inleten de bu ayrılığın hüznü değil midir? " Dinle neyden kim hikayet etmede, Ayrılıklardan şikayet etmede. Der kamışlıktan kopardılar beni Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni." Allahdan kopup, geldik ve Allah'a döneceğiz Dertli, dertli inleyişimiz bundandır. Başka dünyalarda başlamış ve bitmiş olan maceramız bu dünyada devam ediyor. Geldiğimiz dünyaya ait hatıra lambaları hafızamızda yanıp yanıp sönüyor. Bazen hatıra lambasının ışıkları zayıflıyor, bazen tamamen sönüveriyor. Hatıra lambasının ışığı zayıfladıkça nefsimizin karanlığında yolumuzu kaybediyor, çıkmaz sokaklara sapıyoruz. Ey insan, hatıra lambasını yak ve Hatırla; hatırla ki, düşüşün yükselişe dönüşsün. Hatırla ki, hayatın ve dünyan anlam bulsun. Bu dünya, düşüşü yükselişe çevirme durağıdır. Beşerden insanlığa yükselme durağı. Beşer var olmak ve bulunmaktır. Oysa insan bir "olmaktır" Bu dünyaya beşer olarak gelip, beşer olarak ayrılmak, zevali aşamamaktır ve imtihanı kaybetmektir. İnsanın beşerden, hayvandan bitkiden, cansız nesnelerin her birinden farkı " olmak" özelliğidir ve bu varlıkların hepsinden üstün olmasıdır. Bu varlıklar, değişmez varlıklardır. Beşerin hedefi ise tekamül ederek insan olmaya yükselmektir. Beşer zeval, insan ise kemaldir. İnsan, sürekli " olmak" halinde, tekamül ede ede insanlaşır. " Biz Allah'a aitiz ve O na döneceğiz" Ayeti, bu yolculuğun ve serüvenin özetidir. İnsanın Allah'a doğru hareketi, yolculuğu durmaksızın tekamül ve sonsuz Aşkına doğru hareketidir. Asla durma yoktur. Bu, olmanın ve insana varmanın manasıdır. İrademizi, kuşanıp bu dünyaya geldik; tekrar dönmek için. Belki, toza toprağa böleniyoruz, belki yanlış seçimlerde bulunuyor, işaret levhalarını kaybedip, yanlış yollara sapıyoruz. Düşüyoruz, sendeliyoruz, zaman zaman çamurlara böleniyoruz. Ama ne olursa olsun düşe kalka da olsa, ya ebedî saadete veyahut ebedî felakete doğru yol alıyoruz. Bu dünyayı anlamlı veya anlamsız kılan nedir? İnanmak veya inanmamak iki farklı bakışı oluşturur ve bu düşünceler karşısında tavır almaya zorlar.
İnsan, Ya bir oldu bittiye, ya kör bir akışa, saçmaya, duvarlarla çevrili bir hayata, rastlantıya, beyhudeliğe, abese inanarak bu dünyayı anlamsız kılacak, veyahut kendisini yaratan, yoktan var eden, bir Allah'a inanarak, varoluşunu ve dünyayı anlamlandıracaktır. Seçim elimizde. Acaba insan, Allah'ın yarattığı bir varlık olarak, seçme özgürlüğü elinden alınmış, iradesizliğe, fatalizme mahkum edilmiş bir varlık olarak mı yaratılmıştır; yoksa özgür bir irade sahibi bir varlık olarak mi yaratılmıştır? Allah insanı özgür, irade sahibi bir varlık olarak var etmiş ve sorumluluk yüklemiştir. Seçebilen, doğruyu yanlıştan ayırabilen bir varlık. İyilik de, kötülük de kendi eserimiz, yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz. Allah varsa ölçü var. Allah yoksa ölçü yok. İyi kötü, güzel, çirkin, yanlış, doğru neye ve kime göre belirlenecek? Hakk ve ahlak kaynağını kimden alacak? Helal, haram nasıl şekillenecek? Öyleyse iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, insan kendine göre mi, yoksa İlahi kaynağa göre mi belirleyecek? İnsan eğer kendine göre belirleyecekse, her insana göre, bir iyilik, bir kötülük, bir doğru, bir yanlış ortaya çıkmaz mı? Toplumsal kurallar ve ilkeler kime ve neye göre belirlenecek. Allah yoksa her şey serbest olmaz mı? Allahsız olmakla, hiçbir kimsenin, gören hiçbir gözün bulunmadığı bir evde olmak arasında fark yoktur. İnsan böyle bir evde: 'Nasıl hareket edeyim?", " Nasıl oturayım?", "Nasıl giyineyim?" Diye sormaz; bu tür sorular anlamsızdır. Sizi gözetleyen hiç bir gözün olmadığı bir evde terbiyeli veya terbiyesiz oturması gerçekten hiç bir şeyi değiştirmez. Doğru oturuşu yanlış oturuştan ayırmak, güzeli çirkinden, iyi davranışı kötü davranıştan, haklı sözü haksızdan ayırıvermek bir gözetleyicinin varlığını gerektirir. Allah'ın olmadığını söyleyenler, insanın yalnızlığını, sürgününü ve bu sürgünü yaşamaya olan mahkumiyeti de kuvvetlendirmiş olurlar. Eğer insanlar Allah düşüncesinden mahrum olurlarsa donarlar ve kavrulurlar. Albert Camu, inanmadı ve bu hayata saçma dedi. İnanmayan için bu doğru bir tespitti. Öncesi ve sonrası olmayan bir hayat, bir dünya anlamsız olmaz mıydı? İnsanı seviyordu; bu dünyaya saçma diyerek insanları yokluğa mahkûm etti. Kendisi de farkındaydı bu durumun. Albert Camu nün şu düşüncelerini, hayali sükuta uğramış inanan bir kişinin fikirleri olarak anlamak mümkündür: "Hayallerle aydınlığı yok olan bir dünyada insan kendini yabancı hissediyor. Çıkış yolu bulunmayan bir sürgündür bu. Çünkü ne kayıp edilen yurtla ilgili hatıralar var ne de sonunda bir Arz-ı Mev'ud'a varılacağı ümidi...Veya: " Ağaçlar arasında bir ağaç olsaydım, o zaman hayatın bir manası olurdu, yahut başka bir ifadeyle, bu problem ortaya çıkmayacaktı. Çünkü ben, şimdi bütün bilincimize karşı koymakta olduğum bu dünyanın bir parçası, daha doğrusu bu dünyanın kendisi olacaktım..." Tanrının var olmadığı ve insanın ölmekte olduğu bir dünyada her şeye müsade vardır" Bu zikredilen fikrin, akılcı ateistlerle hiç bir ilgisi yoktur. Ali İzzet Begoviç, bu duruma: " Tanrıyı ararken yorulmuş olan ve onu bulmayı beceremeyen bir ruhun bastırılmış bedduasıdır." Derken, ne kadar da haklıdır. Limana varıp da gemiye binememenin halidir bu.
Bu dünya Bir kibrit çakımlık hayat mı? Denizin üzerindeki su kabarcığı mi? Dünya bir toz bulutu gibi biz onun içinde düşe kalka, yol almaya mı çalışıyoruz? İnanmamak kör bir kuyu. Varken, yok olmak, bir iz bırakmadan göçüp gitmek ve yokluğa karışmak nasılda kahredici bir duygu Cesareti kuşanmış olsak da, yok olacağımız duygusu bir türlü yakamızı bırakmıyor. Bir hayvan gibi gebermek, bütün acılarımızla, bütün hayallerimizle yok olmak... Kafamızı duvarlara vurmak, Sfenkslerle dolu bir ormanda yolumuzu kaybetmek. Yolumuzu zaman zaman haramiler kesiyor. Kaçıyoruz, kapaklanıyoruz, sendeliyoruz. Zamanın bir anında ölmek, yok olmak silinip gitmek; sevinçlerimizle acılarımızla silinip gitmek... Hayatımız halbuki ne kadar da kısa, kısa olmasına rağmen, ne kadar da bizi sarıp sarmalıyor; ne kadar da narin, ne kadar da aldatıcı... Dini düşünceden, Allah'a inanmaktan, ahiret doygusundan mahrum olanlar, kahredici bir yalnızlığın içinde buluyorlar kendilerini: sersemlemek, paniklemek, umutsuz olmak, kendini unutmak, oyalanmak, düşüncelerinin alevinde kendini alkole, uyuşturucuya, zevke vurmak; dağılmak ufalanmak, yabanileşerek hayvanlaşmak, eşyalaşmak... İnanmak ise, devamlılık duygusu kazandırır insana. Çoğalmak, kök salmak bir boyuttan başka bir boyuta geçmek. Bize giydirilen bedenimizle birlikte yok olmak! En trajik olan da bu değil mi? Peki bu dünyanın anlamını aşan, bir anlamı var mı? Bu dünya, yaşadığımız hayatla mı sınırlı? Bir öncesi ve bir sonrası var mı? Bir öncesi ve bir sonrası yoksa, bu dünya, hakikaten saçma olmaz mı? İnanan insan kendini bir anlama bağlıyor; bir düzene yerleştiriyor. Teorik olarak Allah'a inanmakla kalmıyor, inancını yaşayıp, yaşatarak milyonlarca insanla paylaşıyor, rahatlıyor. Ötelere inanarak, orası için bu dünyada hazırlık yapıyor, heybesini doldurarak sorumluluğuna sahip çıkıyor. Hesap vermeye inanıyor, hesaptan önce kendini hesaba çekiyor. Korkmuyor, ürkmüyor, kaçmıyor, günahlarından ötürü Yaradan’a sığınıyor. İnanmak bu dünyayı anlamlı kılmaktır. Çabalamaktır. İyilikleri artırmak, kötülüklerden uzak durmaktır. Sevmektir. İnadına sevmektir, Eşyayı sevmektir, böceği sevmektir, otu sevmektir, hayvanatı, nebatatı sevmektir. Gökyüzüne, yıldızlara, aya, güneşe bakıp onlarda ilahi izler görmektir. Her gününün, her geçenin insana verilmiş ilahi bir armağan olduğunu hissetmektir. Varlığımızı bir anlama, bir gayeye bağlamaktır. İrademize sahip çıkmaktır, . Mazlumlara, mağdurlara kol kanat germektir; Bu dünyaya kendi değerini vermektir. Ne bir eksik ne bir fazla. İnanan insan için, evet bu dünyanın bir anlamı vardır. İnanmak ne büyük bir saadet. İnanmak, yok olmamak, ebedî var olmak duygusunu pekiştiriyor. İnanmak bu dünyaya bir anlam yüklemek, duvarları yıkmak ve varoluşumuza kıymet kazandırmaktır. İnanmak bize bedenlerimizi aşmayı öğretiyor. Bedenlerimizi aşmak bir sonsuza bağlanmak, yönelmek, bir insana sarılmak, yenilenmek, hergün taze doğmak, kafasını duvarlara vurmaktan, bir ot gibi yok olma duygusundan uzaklaşmak; umut etmek, mutmain olmak duygusu kazandırıyor ve doğumu da, hayatı da, ölümü de anlamlı kılıyor. Ey insan, bütün kainatı içine alacak bir gönüle sahip olmak istiyorsan, bir olan Allah'a inanmalısın ve ona teslim olmalısın. O zaman Göreceksin ki etrafını kuşatan duvarlar yıkılmış, kaygıların yerini huzur iklimi almış.
Zinnur Şimşek
Ekleme
Tarihi: 16 Nisan 2025 - Çarşamba
ALLAHA İNANMAK “SAÇMA”DÜŞÜNCESİNİ YERLE BİR ETMEKTİR.
ALLAHA İNANMAK “SAÇMA”DÜŞÜNCESİNİ YERLE BİR ETMEKTİR.
Anne karnı okyanusta güvenli bir sefine. Başka bir duraktan bu durağa, anne karnındaki duraktan da dünya denilen bu durağa geldik. Her durakta ayrılık hüzünlü oluyor. Seyrüsefer halindeyiz ve sürekli gurbetten gurbete geçiyoruz. Ağlayarak doğuyoruz ve bu dünyadan ağlatarak ayrılıyoruz. Gariplerin vatanı Allah’tır. Asli vatanı arıyoruz. Her gurbet kavuşma arzusunu güçlendirir. Gurbette söylenir sıla şarkısı Hüzünlü şarkılar söylememiz belki de bundandır. Bundandır iniltilerimiz ve feryadımız. Mevlana 'yı inleten de bu ayrılığın hüznü değil midir? " Dinle neyden kim hikayet etmede, Ayrılıklardan şikayet etmede. Der kamışlıktan kopardılar beni Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni." Allahdan kopup, geldik ve Allah'a döneceğiz Dertli, dertli inleyişimiz bundandır. Başka dünyalarda başlamış ve bitmiş olan maceramız bu dünyada devam ediyor. Geldiğimiz dünyaya ait hatıra lambaları hafızamızda yanıp yanıp sönüyor. Bazen hatıra lambasının ışıkları zayıflıyor, bazen tamamen sönüveriyor. Hatıra lambasının ışığı zayıfladıkça nefsimizin karanlığında yolumuzu kaybediyor, çıkmaz sokaklara sapıyoruz. Ey insan, hatıra lambasını yak ve Hatırla; hatırla ki, düşüşün yükselişe dönüşsün. Hatırla ki, hayatın ve dünyan anlam bulsun. Bu dünya, düşüşü yükselişe çevirme durağıdır. Beşerden insanlığa yükselme durağı. Beşer var olmak ve bulunmaktır. Oysa insan bir "olmaktır" Bu dünyaya beşer olarak gelip, beşer olarak ayrılmak, zevali aşamamaktır ve imtihanı kaybetmektir. İnsanın beşerden, hayvandan bitkiden, cansız nesnelerin her birinden farkı " olmak" özelliğidir ve bu varlıkların hepsinden üstün olmasıdır. Bu varlıklar, değişmez varlıklardır. Beşerin hedefi ise tekamül ederek insan olmaya yükselmektir. Beşer zeval, insan ise kemaldir. İnsan, sürekli " olmak" halinde, tekamül ede ede insanlaşır. " Biz Allah'a aitiz ve O na döneceğiz" Ayeti, bu yolculuğun ve serüvenin özetidir. İnsanın Allah'a doğru hareketi, yolculuğu durmaksızın tekamül ve sonsuz Aşkına doğru hareketidir. Asla durma yoktur. Bu, olmanın ve insana varmanın manasıdır. İrademizi, kuşanıp bu dünyaya geldik; tekrar dönmek için. Belki, toza toprağa böleniyoruz, belki yanlış seçimlerde bulunuyor, işaret levhalarını kaybedip, yanlış yollara sapıyoruz. Düşüyoruz, sendeliyoruz, zaman zaman çamurlara böleniyoruz. Ama ne olursa olsun düşe kalka da olsa, ya ebedî saadete veyahut ebedî felakete doğru yol alıyoruz. Bu dünyayı anlamlı veya anlamsız kılan nedir? İnanmak veya inanmamak iki farklı bakışı oluşturur ve bu düşünceler karşısında tavır almaya zorlar.
İnsan, Ya bir oldu bittiye, ya kör bir akışa, saçmaya, duvarlarla çevrili bir hayata, rastlantıya, beyhudeliğe, abese inanarak bu dünyayı anlamsız kılacak, veyahut kendisini yaratan, yoktan var eden, bir Allah'a inanarak, varoluşunu ve dünyayı anlamlandıracaktır. Seçim elimizde. Acaba insan, Allah'ın yarattığı bir varlık olarak, seçme özgürlüğü elinden alınmış, iradesizliğe, fatalizme mahkum edilmiş bir varlık olarak mı yaratılmıştır; yoksa özgür bir irade sahibi bir varlık olarak mi yaratılmıştır? Allah insanı özgür, irade sahibi bir varlık olarak var etmiş ve sorumluluk yüklemiştir. Seçebilen, doğruyu yanlıştan ayırabilen bir varlık. İyilik de, kötülük de kendi eserimiz, yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz. Allah varsa ölçü var. Allah yoksa ölçü yok. İyi kötü, güzel, çirkin, yanlış, doğru neye ve kime göre belirlenecek? Hakk ve ahlak kaynağını kimden alacak? Helal, haram nasıl şekillenecek? Öyleyse iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, insan kendine göre mi, yoksa İlahi kaynağa göre mi belirleyecek? İnsan eğer kendine göre belirleyecekse, her insana göre, bir iyilik, bir kötülük, bir doğru, bir yanlış ortaya çıkmaz mı? Toplumsal kurallar ve ilkeler kime ve neye göre belirlenecek. Allah yoksa her şey serbest olmaz mı? Allahsız olmakla, hiçbir kimsenin, gören hiçbir gözün bulunmadığı bir evde olmak arasında fark yoktur. İnsan böyle bir evde: 'Nasıl hareket edeyim?", " Nasıl oturayım?", "Nasıl giyineyim?" Diye sormaz; bu tür sorular anlamsızdır. Sizi gözetleyen hiç bir gözün olmadığı bir evde terbiyeli veya terbiyesiz oturması gerçekten hiç bir şeyi değiştirmez. Doğru oturuşu yanlış oturuştan ayırmak, güzeli çirkinden, iyi davranışı kötü davranıştan, haklı sözü haksızdan ayırıvermek bir gözetleyicinin varlığını gerektirir. Allah'ın olmadığını söyleyenler, insanın yalnızlığını, sürgününü ve bu sürgünü yaşamaya olan mahkumiyeti de kuvvetlendirmiş olurlar. Eğer insanlar Allah düşüncesinden mahrum olurlarsa donarlar ve kavrulurlar. Albert Camu, inanmadı ve bu hayata saçma dedi. İnanmayan için bu doğru bir tespitti. Öncesi ve sonrası olmayan bir hayat, bir dünya anlamsız olmaz mıydı? İnsanı seviyordu; bu dünyaya saçma diyerek insanları yokluğa mahkûm etti. Kendisi de farkındaydı bu durumun. Albert Camu nün şu düşüncelerini, hayali sükuta uğramış inanan bir kişinin fikirleri olarak anlamak mümkündür: "Hayallerle aydınlığı yok olan bir dünyada insan kendini yabancı hissediyor. Çıkış yolu bulunmayan bir sürgündür bu. Çünkü ne kayıp edilen yurtla ilgili hatıralar var ne de sonunda bir Arz-ı Mev'ud'a varılacağı ümidi...Veya: " Ağaçlar arasında bir ağaç olsaydım, o zaman hayatın bir manası olurdu, yahut başka bir ifadeyle, bu problem ortaya çıkmayacaktı. Çünkü ben, şimdi bütün bilincimize karşı koymakta olduğum bu dünyanın bir parçası, daha doğrusu bu dünyanın kendisi olacaktım..." Tanrının var olmadığı ve insanın ölmekte olduğu bir dünyada her şeye müsade vardır" Bu zikredilen fikrin, akılcı ateistlerle hiç bir ilgisi yoktur. Ali İzzet Begoviç, bu duruma: " Tanrıyı ararken yorulmuş olan ve onu bulmayı beceremeyen bir ruhun bastırılmış bedduasıdır." Derken, ne kadar da haklıdır. Limana varıp da gemiye binememenin halidir bu.
Bu dünya Bir kibrit çakımlık hayat mı? Denizin üzerindeki su kabarcığı mi? Dünya bir toz bulutu gibi biz onun içinde düşe kalka, yol almaya mı çalışıyoruz? İnanmamak kör bir kuyu. Varken, yok olmak, bir iz bırakmadan göçüp gitmek ve yokluğa karışmak nasılda kahredici bir duygu Cesareti kuşanmış olsak da, yok olacağımız duygusu bir türlü yakamızı bırakmıyor. Bir hayvan gibi gebermek, bütün acılarımızla, bütün hayallerimizle yok olmak... Kafamızı duvarlara vurmak, Sfenkslerle dolu bir ormanda yolumuzu kaybetmek. Yolumuzu zaman zaman haramiler kesiyor. Kaçıyoruz, kapaklanıyoruz, sendeliyoruz. Zamanın bir anında ölmek, yok olmak silinip gitmek; sevinçlerimizle acılarımızla silinip gitmek... Hayatımız halbuki ne kadar da kısa, kısa olmasına rağmen, ne kadar da bizi sarıp sarmalıyor; ne kadar da narin, ne kadar da aldatıcı... Dini düşünceden, Allah'a inanmaktan, ahiret doygusundan mahrum olanlar, kahredici bir yalnızlığın içinde buluyorlar kendilerini: sersemlemek, paniklemek, umutsuz olmak, kendini unutmak, oyalanmak, düşüncelerinin alevinde kendini alkole, uyuşturucuya, zevke vurmak; dağılmak ufalanmak, yabanileşerek hayvanlaşmak, eşyalaşmak... İnanmak ise, devamlılık duygusu kazandırır insana. Çoğalmak, kök salmak bir boyuttan başka bir boyuta geçmek. Bize giydirilen bedenimizle birlikte yok olmak! En trajik olan da bu değil mi? Peki bu dünyanın anlamını aşan, bir anlamı var mı? Bu dünya, yaşadığımız hayatla mı sınırlı? Bir öncesi ve bir sonrası var mı? Bir öncesi ve bir sonrası yoksa, bu dünya, hakikaten saçma olmaz mı? İnanan insan kendini bir anlama bağlıyor; bir düzene yerleştiriyor. Teorik olarak Allah'a inanmakla kalmıyor, inancını yaşayıp, yaşatarak milyonlarca insanla paylaşıyor, rahatlıyor. Ötelere inanarak, orası için bu dünyada hazırlık yapıyor, heybesini doldurarak sorumluluğuna sahip çıkıyor. Hesap vermeye inanıyor, hesaptan önce kendini hesaba çekiyor. Korkmuyor, ürkmüyor, kaçmıyor, günahlarından ötürü Yaradan’a sığınıyor. İnanmak bu dünyayı anlamlı kılmaktır. Çabalamaktır. İyilikleri artırmak, kötülüklerden uzak durmaktır. Sevmektir. İnadına sevmektir, Eşyayı sevmektir, böceği sevmektir, otu sevmektir, hayvanatı, nebatatı sevmektir. Gökyüzüne, yıldızlara, aya, güneşe bakıp onlarda ilahi izler görmektir. Her gününün, her geçenin insana verilmiş ilahi bir armağan olduğunu hissetmektir. Varlığımızı bir anlama, bir gayeye bağlamaktır. İrademize sahip çıkmaktır, . Mazlumlara, mağdurlara kol kanat germektir; Bu dünyaya kendi değerini vermektir. Ne bir eksik ne bir fazla. İnanan insan için, evet bu dünyanın bir anlamı vardır. İnanmak ne büyük bir saadet. İnanmak, yok olmamak, ebedî var olmak duygusunu pekiştiriyor. İnanmak bu dünyaya bir anlam yüklemek, duvarları yıkmak ve varoluşumuza kıymet kazandırmaktır. İnanmak bize bedenlerimizi aşmayı öğretiyor. Bedenlerimizi aşmak bir sonsuza bağlanmak, yönelmek, bir insana sarılmak, yenilenmek, hergün taze doğmak, kafasını duvarlara vurmaktan, bir ot gibi yok olma duygusundan uzaklaşmak; umut etmek, mutmain olmak duygusu kazandırıyor ve doğumu da, hayatı da, ölümü de anlamlı kılıyor. Ey insan, bütün kainatı içine alacak bir gönüle sahip olmak istiyorsan, bir olan Allah'a inanmalısın ve ona teslim olmalısın. O zaman Göreceksin ki etrafını kuşatan duvarlar yıkılmış, kaygıların yerini huzur iklimi almış.
Zinnur Şimşek
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.