Kendimizi soyutladıkça doğadan, bizi biz yapan duygularımızdan, betondan örme duvarlara hapsettikçe bedenimizi , farkında olmadan ruhumuzu da hapsettik.
Her geçen gün daha da maddeye yaklaşmak oldu asıl gayemiz . Maddeyi bir araç olarak değil, bir amaç olarak edindik . Hızla ilerleyen teknolojiye ayak uydurmak için canla başla, durmadan çalıştık. Çok yorulduk ancak yılmadık. Çünkü gayemiz elimizde olanın hep bir üst modeli ve daha da gösterişli olanına sahip olmaktı. Aslında ceplerimizi doldurarak , zihinlerimizi boşaltmayı tercih etmiştik. Bir an dahi yanımızdan ayrılmayan teknolojik ağlar; düşünmemize , Allah’ın bahşettiği aklı kullanmamıza fırsat dahi vermiyor. Ne de olsa bizim düşünmeye değil; çevremize nispet yapmak, daha iyi fotoğraf çekinmek için teknolojinin kölesi olmaya ihtiyacımız var. Her daim düşüncemiz dış görünüşe yönelik oluyor; daha hacimli dudaklar, daha ince bir bel, daha belirgin elmacık kemikler ve ardı arkası gelmeyecek daha nice uğraşlar. Söylemesi güç dahi olsa amacımıza ulaşmak teknolojinin sağladığı imkanlar ile o kadar da güç değil. Peki ya bizlerin amacı klonlanmış birer bireyler olarak yaşamımızı ikame etmek mi? Yaptığımız onca estetik, geçirdiğimiz onca operasyonlar ile yaşımızı ve fiziksel görünüşümüzü hep gizlemeye, değiştirmeye çalıştık. Oysa bizler özgüven sahibi olduğunu iddia edenler değil miydik? Ancak farkında olmadan kendi özgüvenimizin yıkımına sebebiyet veriyoruz. Çünkü önem verilen dış görünüşün geçici olduğunu, ihmal edilen bilginin ise asıl hazine ve kalıcı olan olduğunu unutmuşuz. Üstat hazreti Mevlana’nın da dediği gibi “Sen hep saksıyı boyayıp süslüyorsun, saksı içindeki çiçeği niçin su vermeyi ihmal ediyorsun?” Bizler tamamıyla yanlış anladık modern olmayı, batıdaki gelişmeleri takip etmeyi. Bu yanlış anlaşılmaları da hayatımız da anlamlı birer unsur haline getirdik. Bunun dışında kalan her şeyi yanlış ve cahil olarak adlandırdık.
Ancak bizler cahil kavramını tamamıyla yanlış anlamışız. Çünkü asıl cahil olanın; kendi bildikleri ve inandıkları dışında hiçbir fikri önemsemeyen, dinlemeyen ve değer vermeyen olduğunu ihmal ediyorduk. Geri dönelim kendi iç huzurumuzu bulduğumuz doğa ile iç içe olduğumuz mekanlarımıza . Betondan örme duvarlar içinde yaşam bizleri yalnızlaştırdı .Başta kendimizle ardından da çevremizle yabancılaştırdı. Ruhumuz huzursuzlaştı
,hırçınlaştı .Kontrolden çıktı ve maddenin kölesi, mânânın düşmanı haline geldi. Gördüklerimiz bizi Allah'a yakınlaştırmak ve Allah'ı hatırlatmak yerine , her daim bizi Allah'tan uzaklaştırdı. Dolayısıyla ;bizi istediği her şeyi olan ancak ruhu huzursuz olan bireyler hâline getirdi . Doğduğu anda beşer olarak gözünü dünya açan bizler, insan olma makamına ulaşmak için gayret içerisinde olmalıyken, beşer olarak kalmak için direnir olduk . Tabiata olan dönüş bir nevi kulun rabbine yeniden yönelişini ve dönüşüne işarettir. Allah'ın yaratmış olduğu muazzamlıklar bütününün yalnızca bir parçası olan doğaya dönüş, aynı zamanda bizlere parçası bu ise bütünü nasıl olsa gerek sorusunu yöneltecektir. Allah'ın yarattığı Kâinatı gözlemlemek ,beşer olan bizler ile Rabbimiz arasındaki sırlar perdesini aralama hususunda önemli bir etkendir . Çünkü tabiat Allah'ın eseridir . Rabbimizin bizlerin görmesi için bahşettiği yüce Cemalidir . Biz gördüğümüz her güzelliği Rabbimizin bir eseri olarak algıladıkça , bakışlarımız artık anlamsız ve boş olmayacaktır. Bunca avantajının yanı sıra en paha biçilemez yanı ise müminin şükür bilinci edinmesine sağlayacağı katkıdır.
“ Doğu da Allah'ın , Batı da . Her ne yana dönerseniz, Allah'la yüz yüze gelirsiniz . İyi bilin ki Allah sonsuzdur ,sınırsız bilgi sahibidir .” ( Bakara suresi 2/117)
Unutmayın dostlar hayatımızı anlamlı ve bereketli hale getirmek bizlerin elinde.
Allah'a emanet olun . Sonraki yazımda görüşmek umuduyla. Tüm zamanlarımız hayırlı, tüm günlerimiz bereketli geçsin inşallah.
DOĞAYA YÖNELİŞ , HER DAİM YÜKSELİŞ
Kendimizi soyutladıkça doğadan, bizi biz yapan duygularımızdan, betondan örme duvarlara hapsettikçe bedenimizi , farkında olmadan ruhumuzu da hapsettik.
Her geçen gün daha da maddeye yaklaşmak oldu asıl gayemiz . Maddeyi bir araç olarak değil, bir amaç olarak edindik . Hızla ilerleyen teknolojiye ayak uydurmak için canla başla, durmadan çalıştık. Çok yorulduk ancak yılmadık. Çünkü gayemiz elimizde olanın hep bir üst modeli ve daha da gösterişli olanına sahip olmaktı. Aslında ceplerimizi doldurarak , zihinlerimizi boşaltmayı tercih etmiştik. Bir an dahi yanımızdan ayrılmayan teknolojik ağlar; düşünmemize , Allah’ın bahşettiği aklı kullanmamıza fırsat dahi vermiyor. Ne de olsa bizim düşünmeye değil; çevremize nispet yapmak, daha iyi fotoğraf çekinmek için teknolojinin kölesi olmaya ihtiyacımız var. Her daim düşüncemiz dış görünüşe yönelik oluyor; daha hacimli dudaklar, daha ince bir bel, daha belirgin elmacık kemikler ve ardı arkası gelmeyecek daha nice uğraşlar. Söylemesi güç dahi olsa amacımıza ulaşmak teknolojinin sağladığı imkanlar ile o kadar da güç değil. Peki ya bizlerin amacı klonlanmış birer bireyler olarak yaşamımızı ikame etmek mi? Yaptığımız onca estetik, geçirdiğimiz onca operasyonlar ile yaşımızı ve fiziksel görünüşümüzü hep gizlemeye, değiştirmeye çalıştık. Oysa bizler özgüven sahibi olduğunu iddia edenler değil miydik? Ancak farkında olmadan kendi özgüvenimizin yıkımına sebebiyet veriyoruz. Çünkü önem verilen dış görünüşün geçici olduğunu, ihmal edilen bilginin ise asıl hazine ve kalıcı olan olduğunu unutmuşuz. Üstat hazreti Mevlana’nın da dediği gibi “Sen hep saksıyı boyayıp süslüyorsun, saksı içindeki çiçeği niçin su vermeyi ihmal ediyorsun?” Bizler tamamıyla yanlış anladık modern olmayı, batıdaki gelişmeleri takip etmeyi. Bu yanlış anlaşılmaları da hayatımız da anlamlı birer unsur haline getirdik. Bunun dışında kalan her şeyi yanlış ve cahil olarak adlandırdık.
Ancak bizler cahil kavramını tamamıyla yanlış anlamışız. Çünkü asıl cahil olanın; kendi bildikleri ve inandıkları dışında hiçbir fikri önemsemeyen, dinlemeyen ve değer vermeyen olduğunu ihmal ediyorduk. Geri dönelim kendi iç huzurumuzu bulduğumuz doğa ile iç içe olduğumuz mekanlarımıza . Betondan örme duvarlar içinde yaşam bizleri yalnızlaştırdı .Başta kendimizle ardından da çevremizle yabancılaştırdı. Ruhumuz huzursuzlaştı
,hırçınlaştı .Kontrolden çıktı ve maddenin kölesi, mânânın düşmanı haline geldi. Gördüklerimiz bizi Allah'a yakınlaştırmak ve Allah'ı hatırlatmak yerine , her daim bizi Allah'tan uzaklaştırdı. Dolayısıyla ;bizi istediği her şeyi olan ancak ruhu huzursuz olan bireyler hâline getirdi . Doğduğu anda beşer olarak gözünü dünya açan bizler, insan olma makamına ulaşmak için gayret içerisinde olmalıyken, beşer olarak kalmak için direnir olduk . Tabiata olan dönüş bir nevi kulun rabbine yeniden yönelişini ve dönüşüne işarettir. Allah'ın yaratmış olduğu muazzamlıklar bütününün yalnızca bir parçası olan doğaya dönüş, aynı zamanda bizlere parçası bu ise bütünü nasıl olsa gerek sorusunu yöneltecektir. Allah'ın yarattığı Kâinatı gözlemlemek ,beşer olan bizler ile Rabbimiz arasındaki sırlar perdesini aralama hususunda önemli bir etkendir . Çünkü tabiat Allah'ın eseridir . Rabbimizin bizlerin görmesi için bahşettiği yüce Cemalidir . Biz gördüğümüz her güzelliği Rabbimizin bir eseri olarak algıladıkça , bakışlarımız artık anlamsız ve boş olmayacaktır. Bunca avantajının yanı sıra en paha biçilemez yanı ise müminin şükür bilinci edinmesine sağlayacağı katkıdır.
“ Doğu da Allah'ın , Batı da . Her ne yana dönerseniz, Allah'la yüz yüze gelirsiniz . İyi bilin ki Allah sonsuzdur ,sınırsız bilgi sahibidir .” ( Bakara suresi 2/117)
Unutmayın dostlar hayatımızı anlamlı ve bereketli hale getirmek bizlerin elinde.
Allah'a emanet olun . Sonraki yazımda görüşmek umuduyla. Tüm zamanlarımız hayırlı, tüm günlerimiz bereketli geçsin inşallah.
Ekleme
Tarihi: 22 Ağustos 2023 - Salı
DOĞAYA YÖNELİŞ , HER DAİM YÜKSELİŞ
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.