Cumhuriyet ve laiklik kavramları ülkemizde hala tartışılmaya devam ediyor. Çünkü bu kavramların içi boşaltılmış ve aslı ile alakalı olmayan manalar yüklenmiştir.
Yeryüzünde kurulmuş cumhuriyet idarelerinin en otoriter ve acımasız şekli ülkemizde uygulanmıştır. Bugünkü Kuzey Kore Cumhuriyeti benzeri bir yönetimi özgürlük ve hürriyet olarak yutturmaya çalışan bedbaht insanlar var. Örneğin Batı hayranlığından kaynaklanan dünyada emsaline az rastlanan bir şapka giyme mecburiyeti var ki dillere destandır. Hala cumhuriyetin temel niteliklerinden bir tanesi olarak görülmekte ve aleyhinde bir çift söz söylemeye dahi tahammül edilememektedir. Buna direnen insanlar olmadık işkence ve zulüm görmüşlerdir. Öyle ki Rize ve Trabzon gibi şehirler donanma gemileri tarafından top ateşine tutulacak kadar ağır bir baskı uygulanmıştır.
İşin kötü tarafı kimsenin uygulamadığı hatta umursamadığı cumhuriyetin bu temel nitelikleri olarak sayılan maddeler hala anayasada yer almaktadır. Bundan daha vahimi ise “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler olarak anayasanın 4. maddesi olarak kazık gibi yerinde durmaktadır.
Bilimin namusunu korumakla görevli üniversiteler, kamuoyunun vicdanı olarak görev yapan medyada anlı şanlı insanlar konuşamamaktadır. Bu utanç verici konu ne yazık ki dile getirilememektedir. Bir muhalefet partisi bu anlamsız ve çağdışı uygulamaları “kırmızı çizgi” olarak görmekte ve üstüne toz kondurmamaktadır. Elbette vicdanı hür ve aklı başında olan her insan bunların seviyesini bu tutum ve davranış şekli ile görüp karar verebilir. Bize düşen bu faşist baskı düzenini yüzlerine çarpmak ve hamiyet davasında ne kadar yalancı olduklarını yüzlerine haykırmaktır.
Peki, onların çağdışı baskıcı anlayışını anladık, bu faşist insanlara ne söylesek az gelir. İyi de senin veya İslam âlimlerinin günümüz siyasal rejimleri ve sosyal yaşamı hakkında fikri nedir? Cumhuriyet ve laiklik kavramlarını nasıl ele alıp değerlendiriyorlar? İşte bu konuyu ele alıp izah etmeye çalışalım.
Cumhuriyet ve laiklik kavramlarını en anlaşılabilir şekilde ele alıp halkın anlayabileceği bir dil ile anlatan kişilerin başında Bediüzzaman Said Nursi gelmektedir. Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zapta geçmemiş müdafaasında bu konulardaki bir hatırasını dile getirip sözü Bediüzzaman’a bırakalım:
“Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”
Ben de dedim: “Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”
Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”
Cevaben diyordum: “Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
İşte, ey müdde-i umumî (savcı) ve mahkeme âzâları, elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum.
El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm “hasbünallahi ve ni’mel vekil” olarak sizin beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:
Ben, Risale-i Nurun keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum, belki terhis edilip Nur ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey gizli düşmanlarımız ve dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım, onlara demiştim”.
İşte 2024 yılında aradan 101 yıl geçmiş olmasına rağmen cumhuriyet kavramının hala içi boş. Utanmadan faşist kanunları milletin tepesinde boza pişirir gibi dayatmaya devam ediyorlar. Laikliği, dinsizlik manası ile ele alıp her türlü din düşmanlığını yapmaktan hayâ etmiyorlar.
Demek ki bu kavramları Bediüzzaman’ın mahkemede ele aldığı gibi tekrar tekrar dile getirmek mecburiyeti var. Aksi takdirde genç nesillere karşı ayıplı bir duruma düşeriz. Bu faşistlerin kabul edip etmemeleri çok da önemli değildir. Fakat bu bahtsız insanlara karşı sen ne cevap verdin? Diye, gelecek nesillerin suallerine karşı mahcup olmamak adına bunları yazıp söylemek mecburiyeti var.
Gayret bizden Tevfik Allah’tandır, vesselam…