KUR’AN HOCASININ AZARLADIĞI ÇOCUK VE YAHUDİLER
KUR’AN HOCASININ AZARLADIĞI ÇOCUK VE YAHUDİLER
İki gün önce sosyal medya hesabımdan bir mesaj aldım. Mesajda Türkiye’de özellikle dindar camiada çok sevilen kadın bir yazarın sosyal medya paylaşımı vardı. Paylaşımda yazılana göre bir çocuk camiye Kur’an kursuna gidiyor eve gelince annesine/babasına bir daha kursa gitmeyeceğini ifade ediyor. Anne/babası bunun nedenini sorunca da dersini veremediği için hocanın herkesin içinde “git evde çalış da gel” diyerek azarladığını söylüyor çocuk.
Yazar hanım bunun üzerine Yahudilerin çocuklarına Tevrat’ı öğretirken çocuklara tatlı vererek öğretmeye başladıklarını yazıyor. Bu bilgiyi ilettikten sonra da “başka sözüm yok” diyerek sert bir göndermeyle paylaşımını bitiriyor.
Bu yöntemle tatlı ve kitap eşleştirmesiyle dine dair olumlu çağrışımlar sağlanacağının mesajını vermeye çalışıyor yazar hanım.
Bu mesaja aklı başında hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmam. Bunu anlamak ve tavsiye etmek için uzman olmaya da gerek yok.
Evet, evlatlarımıza başta din olmak üzere tüm meziyetleri sevdirerek anlatmak esas olmalıdır. Yazar hanımın herkesin kabul edebileceği bu güzel mesajı büyük bir tepkiyle karşılanmış. Yazar hanım da bunun üzerine paylaşımı silip içine özür dilemenin de geçtiği bir izahatta bulunmuş.
Peki, verilen mesajda bir sorun yoksa insanlar neden tepki göstermişler? Çünkü, mesaj doğru olmasına rağmen vakıaya aykırı. Yazar hanım ne denli insanların içine karışıyor bilemiyorum ama Türkiye’nin en ücra kesimlerinde bile açılan cami Kuran kursları zaten evlatlarımıza dini sevdirmek adına birçok güzellikler ihtiva ediyor.
Kısa bir zaman önce dünya basınına bile yansıyan “teravih treni” oyunuyla çocuklara teravihten sonra çikolata, dondurma, tatlı gibi ödüller veren Cami İmamı Mahmut Eroğlu Hoca’yı herkes takdir etti.
Bununla beraber halen devam eden yaz dönemi cami Kur’an kurslarında da imamlarımız, Kur’an kursu öğreticilerimiz, esnaf, mahalleli ellerinden geldiğince kurslardaki çocuklarımıza dinimizi sevdirmek niyetiyle abur cubur yolluyorlar. Üstelik bu durum uzun yıllardan beridir de böyledir.
Din görevlilerimizin ve milletimizin bu konudaki hassasiyeti zaten yüksek bir seviyede yani.
Bu yüksek duyarlılığa rağmen hanımefendinin milyonlarca takipçisine ve din görevlilerine Yahudileri örnek göstermesi büyük bir haksızlık olmakla beraber halkından uzak bir yaşam sürdüğünü düşündürüyor.
Kaldı ki paylaşımın İsrail’in Gazze’ye yeniden saldırıp Müslümanları şehit ettiği zamana tevafuk etmesi de tepkilerin dozajını arttırdı.
Sonuç itibariyle artık belki de istisna haline gelmiş baskıyla din öğretme konusu milletimizin gündeminden çıkmış olduğu halde ve ilgili tüm kurum ve kişiler bunu çok iyi yaptıkları halde Yahudilerin örnek gösterilmesi milletimize haksızlık etmektir ve sosyal medya tabiriyle “boş duyar kasmaktır.”
Konunun beni ilgilendiren başka yönleri de var. Yazarın birçok kitabını ve paylaşımını inceleyen biriyim. Hatta danışanlarıma kitaplarını da tavsiye eden biriyim. Fakat yazar hanımın gittikçe hayatın gerçeklerinden uzaklaşan bir tavrı olduğunu gözlemliyorum.
Özel hayatını ve aile hayatını her fırsatta takipçileriyle paylaşmakta beis görmeyen yazarın sahip olduğu zenginlik vesilesiyle ailesiyle yaptıkları Türkiye şartlarında pek az insanın yapabildiği şeyler.
Anne babalara tavsiyelerde bulunduğu paylaşımları bu zenginlik vesilesiyle elde ettiği nimetlerle paylaşınca bu zenginliğe ulaşamayıp evlatlarına bu imkânları sunamayan ebeveynlerde bir suçluluk ve vicdan azabına neden oluyor.
Akşam nasıl eve ekmek götüreceğini düşünen işçi bir baba ya da uzun süredir aşına evlatları için et koyamayan anne, bahsini ettiğim paylaşımları görünce orada yazan mesajlar her ne kadar doğru olursa olsun mesaja değil sahip olunan zenginliğe odaklanacaktır ve yazarın evindeki huzurun zenginlik sayesinde olduğunu düşünecektir.
İnsan psikolojisi üzerine ciddi çalışmaları olan yazar hanımın bu durumu bilmemesine ya da fark etmemesine pek ihtimal vermiyorum.
Bu konuda büyük âlim Said Nursi Hazretlerinin Müslümanlar arasında kardeşliğin tesisi ve güçlendirilmesi için dikkat edilmesi gereken hususları ele alırken “faziletfüruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemek” düsturunun meseleye hem teşhis hem de reçete sunduğunu düşünüyorum.
Evet, insanlara herhangi bir mesaj ileteceksek onların içinde bulunduğu maddi ve manevi koşulları dikkate almak zorundayız.
Allah bize zenginlik bahşetmiş olabilir ancak bu zenginliğin öğütlerle harmanlanarak reklam edilmesi her insanda olan gıpta ya da kıskançlık damarını tahrik edebilir ve mesajı gölgeler.
Aynı zamanda bu, içinde yaşanılan topluma ne kadar yabancılaştığımızı da gösterir. Malum pahalılıkta ailece yapılan tatilden karelerle topluma öğütlerde bulunmanın yakışıksız bir durum olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan aile bir izolasyon değil; hayata hazırlık mektebidir. Evlatlarımız her zaman tozpembe bir hayat yaşamayacaklar. Elbette bazen azarlanacak bazen küçük düşecek bazen mağlup olacaklar.
Esas düsturumuz sevdirerek vermek olsa da hayatta bunların da olacağını evlatlarımız, hayatın olağan akışı içinde yaşayarak öğrenmeli.
Anne babaya düşen bu tarz durumlardan çocuğu soyutlamak yerine hayatta bunların da olabileceğini ve bununla nasıl başa çıkabileceğini öğretmektir.
Çocuklarımıza mücadeleyi, düştükten sonra ayağa kalkmayı, itiraz etmeyi, vazgeçmemeyi, küsmemeyi de öğretmeliyiz. Sıcak bir aile ortamında bu kavramları da öğrenen bir çocuk imamın azarlamasıyla psikolojik bunalıma girmez dine de küsmez. Buna psikolojide psikolojik sağlamlık deniyor. Belki de yeni nesillerin en çok ihtiyaç duyduğu şey de psikolojik sağlamlıktır.
Evlatlarımızı sarıp sarmalayarak büyütme yanlışına düşersek geleceğin bağımlı yetişkinlerini büyütmüş olacağız.
Her şeyin aşırısının zarar olduğunu unutmayalım. Aşırı nezaket ve korumacılık çocuğu hayata karşı zayıf, kaygılı ve kırılgan kılar.
Yazar hanımın paylaşımlarını incelediğimde maalesef bahsini ettiğim aşırılık durumunu görüyorum. Belki imkânları sayesinde evlatlarına tozpembe bir hayat sunabilecektir ama herkesin böyle bir refah seviyesinde olmadığını ebeveynlerimize hatırlatmakta fayda var.
Aksi takdirde izole ve soft/yumuşak bir yaşam tarzıyla büyüyen evlatlarımızdan Hz. Hamzalar, Fatih Sultan Mehmetler, Nene Hatunlar çıkmasını beklemek ne yazık ki pek mümkün görünmüyor.
Feyzullah Akdağ
Ekleme
Tarihi: 08 Ağustos 2022 - Pazartesi
KUR’AN HOCASININ AZARLADIĞI ÇOCUK VE YAHUDİLER
KUR’AN HOCASININ AZARLADIĞI ÇOCUK VE YAHUDİLER
İki gün önce sosyal medya hesabımdan bir mesaj aldım. Mesajda Türkiye’de özellikle dindar camiada çok sevilen kadın bir yazarın sosyal medya paylaşımı vardı. Paylaşımda yazılana göre bir çocuk camiye Kur’an kursuna gidiyor eve gelince annesine/babasına bir daha kursa gitmeyeceğini ifade ediyor. Anne/babası bunun nedenini sorunca da dersini veremediği için hocanın herkesin içinde “git evde çalış da gel” diyerek azarladığını söylüyor çocuk.
Yazar hanım bunun üzerine Yahudilerin çocuklarına Tevrat’ı öğretirken çocuklara tatlı vererek öğretmeye başladıklarını yazıyor. Bu bilgiyi ilettikten sonra da “başka sözüm yok” diyerek sert bir göndermeyle paylaşımını bitiriyor.
Bu yöntemle tatlı ve kitap eşleştirmesiyle dine dair olumlu çağrışımlar sağlanacağının mesajını vermeye çalışıyor yazar hanım.
Bu mesaja aklı başında hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmam. Bunu anlamak ve tavsiye etmek için uzman olmaya da gerek yok.
Evet, evlatlarımıza başta din olmak üzere tüm meziyetleri sevdirerek anlatmak esas olmalıdır. Yazar hanımın herkesin kabul edebileceği bu güzel mesajı büyük bir tepkiyle karşılanmış. Yazar hanım da bunun üzerine paylaşımı silip içine özür dilemenin de geçtiği bir izahatta bulunmuş.
Peki, verilen mesajda bir sorun yoksa insanlar neden tepki göstermişler? Çünkü, mesaj doğru olmasına rağmen vakıaya aykırı. Yazar hanım ne denli insanların içine karışıyor bilemiyorum ama Türkiye’nin en ücra kesimlerinde bile açılan cami Kuran kursları zaten evlatlarımıza dini sevdirmek adına birçok güzellikler ihtiva ediyor.
Kısa bir zaman önce dünya basınına bile yansıyan “teravih treni” oyunuyla çocuklara teravihten sonra çikolata, dondurma, tatlı gibi ödüller veren Cami İmamı Mahmut Eroğlu Hoca’yı herkes takdir etti.
Bununla beraber halen devam eden yaz dönemi cami Kur’an kurslarında da imamlarımız, Kur’an kursu öğreticilerimiz, esnaf, mahalleli ellerinden geldiğince kurslardaki çocuklarımıza dinimizi sevdirmek niyetiyle abur cubur yolluyorlar. Üstelik bu durum uzun yıllardan beridir de böyledir.
Din görevlilerimizin ve milletimizin bu konudaki hassasiyeti zaten yüksek bir seviyede yani.
Bu yüksek duyarlılığa rağmen hanımefendinin milyonlarca takipçisine ve din görevlilerine Yahudileri örnek göstermesi büyük bir haksızlık olmakla beraber halkından uzak bir yaşam sürdüğünü düşündürüyor.
Kaldı ki paylaşımın İsrail’in Gazze’ye yeniden saldırıp Müslümanları şehit ettiği zamana tevafuk etmesi de tepkilerin dozajını arttırdı.
Sonuç itibariyle artık belki de istisna haline gelmiş baskıyla din öğretme konusu milletimizin gündeminden çıkmış olduğu halde ve ilgili tüm kurum ve kişiler bunu çok iyi yaptıkları halde Yahudilerin örnek gösterilmesi milletimize haksızlık etmektir ve sosyal medya tabiriyle “boş duyar kasmaktır.”
Konunun beni ilgilendiren başka yönleri de var. Yazarın birçok kitabını ve paylaşımını inceleyen biriyim. Hatta danışanlarıma kitaplarını da tavsiye eden biriyim. Fakat yazar hanımın gittikçe hayatın gerçeklerinden uzaklaşan bir tavrı olduğunu gözlemliyorum.
Özel hayatını ve aile hayatını her fırsatta takipçileriyle paylaşmakta beis görmeyen yazarın sahip olduğu zenginlik vesilesiyle ailesiyle yaptıkları Türkiye şartlarında pek az insanın yapabildiği şeyler.
Anne babalara tavsiyelerde bulunduğu paylaşımları bu zenginlik vesilesiyle elde ettiği nimetlerle paylaşınca bu zenginliğe ulaşamayıp evlatlarına bu imkânları sunamayan ebeveynlerde bir suçluluk ve vicdan azabına neden oluyor.
Akşam nasıl eve ekmek götüreceğini düşünen işçi bir baba ya da uzun süredir aşına evlatları için et koyamayan anne, bahsini ettiğim paylaşımları görünce orada yazan mesajlar her ne kadar doğru olursa olsun mesaja değil sahip olunan zenginliğe odaklanacaktır ve yazarın evindeki huzurun zenginlik sayesinde olduğunu düşünecektir.
İnsan psikolojisi üzerine ciddi çalışmaları olan yazar hanımın bu durumu bilmemesine ya da fark etmemesine pek ihtimal vermiyorum.
Bu konuda büyük âlim Said Nursi Hazretlerinin Müslümanlar arasında kardeşliğin tesisi ve güçlendirilmesi için dikkat edilmesi gereken hususları ele alırken “faziletfüruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemek” düsturunun meseleye hem teşhis hem de reçete sunduğunu düşünüyorum.
Evet, insanlara herhangi bir mesaj ileteceksek onların içinde bulunduğu maddi ve manevi koşulları dikkate almak zorundayız.
Allah bize zenginlik bahşetmiş olabilir ancak bu zenginliğin öğütlerle harmanlanarak reklam edilmesi her insanda olan gıpta ya da kıskançlık damarını tahrik edebilir ve mesajı gölgeler.
Aynı zamanda bu, içinde yaşanılan topluma ne kadar yabancılaştığımızı da gösterir. Malum pahalılıkta ailece yapılan tatilden karelerle topluma öğütlerde bulunmanın yakışıksız bir durum olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan aile bir izolasyon değil; hayata hazırlık mektebidir. Evlatlarımız her zaman tozpembe bir hayat yaşamayacaklar. Elbette bazen azarlanacak bazen küçük düşecek bazen mağlup olacaklar.
Esas düsturumuz sevdirerek vermek olsa da hayatta bunların da olacağını evlatlarımız, hayatın olağan akışı içinde yaşayarak öğrenmeli.
Anne babaya düşen bu tarz durumlardan çocuğu soyutlamak yerine hayatta bunların da olabileceğini ve bununla nasıl başa çıkabileceğini öğretmektir.
Çocuklarımıza mücadeleyi, düştükten sonra ayağa kalkmayı, itiraz etmeyi, vazgeçmemeyi, küsmemeyi de öğretmeliyiz. Sıcak bir aile ortamında bu kavramları da öğrenen bir çocuk imamın azarlamasıyla psikolojik bunalıma girmez dine de küsmez. Buna psikolojide psikolojik sağlamlık deniyor. Belki de yeni nesillerin en çok ihtiyaç duyduğu şey de psikolojik sağlamlıktır.
Evlatlarımızı sarıp sarmalayarak büyütme yanlışına düşersek geleceğin bağımlı yetişkinlerini büyütmüş olacağız.
Her şeyin aşırısının zarar olduğunu unutmayalım. Aşırı nezaket ve korumacılık çocuğu hayata karşı zayıf, kaygılı ve kırılgan kılar.
Yazar hanımın paylaşımlarını incelediğimde maalesef bahsini ettiğim aşırılık durumunu görüyorum. Belki imkânları sayesinde evlatlarına tozpembe bir hayat sunabilecektir ama herkesin böyle bir refah seviyesinde olmadığını ebeveynlerimize hatırlatmakta fayda var.
Aksi takdirde izole ve soft/yumuşak bir yaşam tarzıyla büyüyen evlatlarımızdan Hz. Hamzalar, Fatih Sultan Mehmetler, Nene Hatunlar çıkmasını beklemek ne yazık ki pek mümkün görünmüyor.
Feyzullah Akdağ
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.