KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (19)
<p> </p>
<p><strong>2) Niyet, irade ve kasdta yapılan şirk: <span dir="RTL">مَن كَانَ يُرِيدُ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ * أُوْلَـئِكَ ٱلَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِى ٱلآخِرَةِ إِلاَّ ٱلنَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ</span> “Her kim dünya hayatını ve dünyanın ziynetini isterse, Biz orada onların amellerinin karşılığını kendilerine tam tamına öderiz ve onlara dünyada asla haksızlık yapılmaz. Fakat onlara ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Onların dünyada yaptıkları bütün işler boşa gitmiştir ve bütün iyi amelleri de heder olmuştur.” </strong>(Hud 15,16)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi; amelini dünyevî çıkarlar için yapan ve Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş olur. Dolayısıyla, ibadetlerini Allah’ın rızasını kazanmak için değil de, dünyanın menfaati için ifa etmiş olur ki bu itikadı bir şirktir.</p>
<p>Bu Ayet-i kerime ile müminlerin kastedildiği de söylenmiştir. Yani her kim ameliyle dünya mükâfatını elde etmek isterse, mükâfatı ona peşinen verilir ve dünyada onun mükâfatı hiçbir şekilde eksik verilmez. Ancak ahirette onun için azap vardır. Zira o, o ameliyle yalnızca dünyayı kastetmiştir. (Kurtubi tfsr.,Hud 15)</p>
<p> </p>
<p>Abdullah b.Abbas bu âyetin izahında diyor ki: "Mallarını gösteriş için harcayanlar bunun karşılığını dünyadayken alır, asla zulme uğratılmazlar. Keza dünya emeli için namaz kılan, oruç tutan, teheccüd namazına kalkanın salih amelleri Allah (c.c) için değil dünya için olduğundan, ibadet hükmünde olmayıp heder olmuştur. (Taberi tfsr., Hud 15)</p>
<p> </p>
<p>Başka Ayet-i kerimelerde de şunlar zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ</span> “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,” <span dir="RTL">الَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ</span> “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.” <span dir="RTL">الَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ</span> “onlar ki niyetleri yalnızca görünüp takdir edilmeleridir” </strong>(Maun 4,5,6)</p>
<p>Ayet-i kerimede mealen geçen <strong>“onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir” </strong>cümlesi riyakârlığın ta kendisidir. Yani gerçek mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etme isteği­dir. Bununla kast edilen de; Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeksizin insanların kalplerinde yer edinme arzusudur. Hâlbuki kişi bununla hem Allah’ın rızasını (dinini) ve hem de dünyasını kazanmak maksadına erişebilir. Lakin riyakârca bu işi yapan kişi, böyle davranmakla mevki elde etmek ve övünmek istemek­tedir.</p>
<p><strong>“Onlar ki riya ederler”;</strong> yani Allah'a taat olsun diye namaz kıldıklarını insanlara gösteriş vesilesi yaparlar. Hâlbuki fasık gibi takıyye olarak kılarlar. Riyakâr ibadet ediyor şeklinde görünür. Hâlbuki <strong>“O namaz kılıyor” </strong>desinler diye namaz kılar. Riyanın ha­kikati din ile dünyayı elde etme çabasıdır. Aslı Müslümanların kalbinde taht kurmak çabasıdır. İlk mertebe, dünyadaki hedefi güzelleştirmektir. Bu peygamberlik parçalarındandır. Bununla halkın kalbinde mertebe ve Övgü kazanmak ister. İkincisi, dünya hakkında zahit olduğunu insanlara kabul ettirmek için kısa elbi­seler, yamalı giysiler giyer. Üçüncüsü, sözle riya eder. Mesela dünya ehline zahirde hücum eder. Hayr ve taatlarda fevt ettiğin­den dolayı vazu nasihat eder, üzüntüsünü belli eder. Dördüncüsü, namazı, sadakayı açıkça yapmak, halk görsün diye namazı güzelce kılmak suretiyle yapılan riyadır. Bunun delili altıncı ayet­tir. Kişi, eğer Salih amel farz ise, kişi de halkın huzurunda onu eda ederse riyakâr sayılmaz. Çünkü farzların hakkı onları alenen işlemektir, teşhir etmektir. Zira Rasûl-ü Ekrem “Allah'ın farzlarında kapalılık yoktur” buyurur. Çünkü onlar İslâm'ın nişanları, dinin şiarıdır. Onları terk eden kimse Allah'ın mekrine, gazabına müstahak olur. O zaman onları açıkça kılmakla töhmeti tamamen kaldırmak gerekir. Eğer nafile ise onu gizli yapması gerekir. Çün­kü terk ettiği takdirde kınanmaz. Töhmeti yoktur. Eğer başkası kendisine uysun diye açıkça yapıyorsa bu güzeldir. Riya ancak onu yapmaktan halkın onu görmesini ve Salihlerin onu övmesini kastetmek suretiyle olur. (Büyük Kur’an tfsr. Maun 6)</p>
<p> </p>
<p>Konu ile alakalı bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:<strong> <em><span dir="RTL">عن عمر أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال الأعمال بالنية ولكل امرئ ما نوى فمن كانت هجرته إلى الله ورسوله فهجرته إلى الله ورسوله ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة يتزوجها فهجرته إلى ما هاجر إليه</span> “Hz. Ömer (r.a), Resulullah’ın şunu söylediği nakleder: “Ameller ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resulü için ise, onun hicreti Allah ve Resulüne müteveccih sayılır. Kimin hicreti Dünya’ya ise o hicret ettiği dünyaya kavuşur veya nikâhlanacağı bir kadına hicret etmişse, onun hicreti de kastettiği şeye göredir.”</em> </strong>(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1, İman 41; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11; Tirmizi, Fedâu'l-Cihâd 16; îbn Mace, Zühd 26)</p>
<p> </p>
<p><strong>İbni Kayyim’e göre İrade ve Niyette Şirk:</strong> Sahilsiz bir okyanustur. Ondan kurtulmak isteyen çırpındıkça derinlere batar. Bu o kimsedir ki; Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeden başka irade ile salih amel işlerse ve niyet ettiği ile Allah’a (c.c) yakın olmayı değil de başka şeyi arzu eder ve bu amellerinin karşılığını Allah’tan (c.c) isterse işte o kimse bu İrade ve Niyet şirkine batmıştır. (El cevabul kâfi limen seele aniddevauşşafi S:86) </p>
<p>Neticede müşriklerin akıbeti ile alakalı Ayet ve Hadis’ler de bize şu bilgileri vermektedirler: </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ</span></strong><strong> “Bir gün onların hepsini bir araya toplayacağız ve o zaman, Allah'tan başka şeylere ilahlık yakıştıranlara: “Allah'ın uluhiyetine ortak olduklarını tahayyül ettiğiniz o varlıklar neredeler şimdi?” Diye soracağız.” </strong>(Enam 22)</p>
<p>Adeta bu Ayet-i kerimenin açıklaması olan şu Hadis-i şerifte de şunlar zikredilmektedir:</p>
<p dir="RTL"><em>حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ وَغَيْرُ وَاحِدٍ قَالُوا حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَكْرٍ الْبُرْسَانِيُّ عَنْ عَبْدِ الْحَمِيدِ بْنِ جَعْفَرٍ أَخْبَرَنِي أَبِي عَنْ ابْنِ مِينَاءَ عَنْ أَبِي سَعْدِ بْنِ أَبِي فَضَالَةَ الْأَنْصَارِيِّ وَكَانَ مِنْ الصَّحَابَةِ قَالَ <strong>سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِذَا جَمَعَ اللَّهُ النَّاسَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فِيهِ نَادَى مُنَادٍ مَنْ كَانَ أَشْرَكَ فِي عَمَلٍ عَمِلَهُ لِلَّهِ أَحَدًا فَلْيَطْلُبْ ثَوَابَهُ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ أَغْنَى الشُّرَكَاءِ عَنْ الشِّرْكِ</strong> </em><em><span dir="LTR"> )</span></em><em>قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ حَدِيثِ مُحَمَّدِ بْنِ بَكْرٍ</em><em><span dir="LTR">(</span></em></p>
<p><em>Sahabeden Ebi Sa’d bin ebi Fudale el-Ensari Resulullah’ın şöyle dediğini haber etmektedir <strong>“Geleceğinden şüphe olmayan kıyamet gününde Allah Teâlâ, insanları topladığı zaman, şöyle seslenilir: Kim ki Allaha olan amellerinde O’na başka varlığı ortak koştuysa, ortak koştuğu o varlıktan amellerinin sevabını istesin. Allah ortak koşulanlardan ganidir.”</strong></em>( Tirmizî, Tefsir, 19. Hadis No:3154; Taberi Tfsr. Kehf 110)</p>
<p>Cenabı Hakk'ın "Sonra Allah'a şirk koşanlara; "Nerede boş yere İddia ettiğiniz ortaklarınız" diyeceğiz" buyruğundan maksat, bir soru değil, onları tehdit edip susturmaktır. Bu sorunun, "O ortakların ken­dileri nerede?" manasında olabileceği gibi, "Onların size şefaat etmeleri ve sizin on­lardan istifadeniz nerede?" manasında da olabilir. Her iki manaya göre de bu soru, ancak bir azarlama, bir tehdit ve onların umduklarından ümitsiz kalışlarını onlara iyice anlatmadır. Böylece bu, dünyada iken yollarının yanlış olduğuna dikkatlerini çekmedir. (F. Razi tfsr., Enam 22)</p>
<p>Tüm bunlara karşılık Cenab-ı Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır:<strong><span dir="RTL">فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ </span> <span dir="RTL">فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا</span> “Kim Rabbine kavuşmayı umuyor ve diliyorsa, artık salih amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” </strong>(Kehf 110)</p>
<p>Taberi bu âyet-i Kerimeyi izah ederken şöyle diyor: "Kişi yaptığı ameli görünüşte Allah için yapar fakat içinden o amelle Allah'ın rızasından başka bir maksat taşırsa riyakâr olur. Ve böylece rabbine ibadette ona ortak koşmuş olur".</p>
<p>Abdullah bin Abbas da burada ifade edilen "İbadette Allah'a ortak koşma"yı, "gösteriş için ibadet etme" olarak izah etmiştir.</p>
<p>Bu hususu Hz. Ömer (r.a)’ın duasıyla noktalıyalım: <span dir="RTL">وَكَانَ مِنْ دُعَاءِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ - رَضِيَ اللَّهُعَنْهُ - : اللَّهُمَّ اجْعَل ْعَمَلِي كُلَّهُ صَالِحًا وَاجْعَلْهُ لِوَجْهِكَ خَالِصًا ، وَلَا تَجْعَلْ لِأَحَدٍ فِيهِ شَيْئًا</span> Ya Rabbim benim tüm amelimi salih ve rızana halis kıl ve başka bir şeyi karıştırma. (El cevabul kâfi limen seele aniddevauşşafi s:84) </p>
<p><strong>3) İtaatte Şirk: </strong>Allah’ın (c.c) hükümlerine karşı, O’nun dışındaki varlıkların koyduğu hükümleri meşru ve hatta üstün görmektir. Buna ulema ve sair ileri gelen dini otoriterlerinde koyduğu hükümler de dâhildir. Yani bu zevatın koyduğu herhangi bir hüküm eğer Allah’ın (c.c) koyduğu hükme muhalif ise, ona itaat edilmemelidir. Zira konulan bu hüküm Kuran’ı tekzibe yöneliktir. Nitekim Cenab-ı Hakk (c.c); <strong><span dir="RTL">وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟</span> “Allah’a gönülden inananan bir kavim için, kimin hükmü Allah’ın hükmünden daha güzel olabilir?” </strong>(Maide 50). Ve başka bir Ayet-i kerimede <strong><span dir="RTL">اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ</span> “Allah! Hâkimlerin Hâkimi değilmidir?” </strong>(Tin 8).</p>
<p>İstifhamla zikredilen bu Ayet-i kerimelerde, istifham-i takriri mevcuttur. Yani açıklayyıcı istifhamlar olup, Allah (c.c) hâkimlerin hâkimidir ve hiçbir kimsenin hükmü onun hükmünden güzel değildir ve keza emsali yoktur şeklinde bir açıklamadır.</p>
<p>Ayrıca Cenab-ı Hakk (c.c) kendi inzal ettiği hükümler dışında hükmedenler için de şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ</span> “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” </strong>(Maide 44).</p>
<p>Bu Ayet hakkında Eshab-ı Kiram ve Tâbiîn’den bazılarının görüşü şu şekildedir:</p>
<p><u>îbn Mes'ud ve el-Hasen derler ki:</u> Bu âyet-i kerime ister müslüman, ister yahudi, ister hıristiyan olsun Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen herkes hakkında umumidir.</p>
<p><u>İbrahim en-Nehai, Hasan-ı Basri, Abdullah b. Mes'ud ve Süddi'ye göre İse:</u> bu âyetler, ehl-i kitap hakkında inmiştir. Fakat bunlar, bütün insanları kapsamaktadır. Müslümanlar için de geçerlidir, kâfirler için de geçerlidir.</p>
<p><u>Bu hususta Mansur, İbrahim en-Nehai'nin şunu söylediğini rivayet etmiştir:</u> "Bu âyet İsrailoğııllan hakkında inmiştir, amma bu ümmet için de geçerlidir."</p>
<p>Âyet-i kerimede hazf edilmiş ifadelerin bulunduğu da söylenmiştir. Yani, kim Kur'ânı reddetmek suretiyle Hz. Rasulün de sözünü inkâr yoluyla Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyecek olursa, o kişi kâfirdir. Bunu, İbn Abbas ve Mücahid söylemiştir. Bu açıklamaya göre âyet umumidir. (Taberi, Kurtubi, İbni Kesir, Maide 44)</p>
<p>Başkalarını Rabb edinmek ve başkalarının hükümlerine riayet etmek isteyenler için de Cenab-i Hak (c.c) Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">ٱتَّخَذُواْ أَحْبَـٰرَهُمْ وَرُهْبَـٰنَهُمْ أَرْبَاباً مّن دُونِ ٱللَّهِ وَٱلْمَسِيحَ ٱبْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـٰهاً وٰحِداً لاَّ إِلَـٰهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَـٰنَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ</span> “Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah'tan başka rabler edindiler. Hâlbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir.”</strong> (Tevbe 31)</p>
<p>Yani, bu din adamlarının helal saydıklarını helal, haram saydıklarını da haram saydılar. Ayrıca Hıristiyanlar Meryem oğlu İsa'yı da Rab edindiler. Hâlbuki Yahudi ve Hıristiyanlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan beridir.</p>
<p>Ayette zikredilen hahamlardan maksat, Yahudilerin din âlimleridir. Pa­pazlardan maksat ise, Hristiyanların manastırlara çekilen ve dini hususlarda hükümlerde bulunan âlimleridir. Allah Teâlâ bu Ayet-i Kerime’de Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını rabler edindiklerini zikretmiştir. Bu ifadeden maksat onla­rın din adamlarını ilah edinerek onlara tapmaları değildir. Bundan maksat, Allah’ın emir ve yasaklarını bırakıp din adamlarının koydukları emir ve yasaklara uymalarıdır. Nitekim Resulullah'tan rivayet edilen şu Hadis-i şerif ve birçok ta­biinden rivayet edilen şu görüşler, din adamlarını rabler edinmelerinden maksa­dın, onların emir ve yasaklarına uymak olduğunu göstermektedir.</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">عن عدي بن حاتم رضي الله عنه قال: أتيت النبي صلى الله عليه وسلم وفي عنقي صليب من ذهب فقال: ((يا عدّي، اطرح عنك هذا الوثن))، وسمعته يقرأ في سورة براءة: {ٱتَّخَذُواْ أَحْبَـٰرَهُمْ وَرُهْبَـٰنَهُمْ أَرْبَاباً مّن دُونِ ٱللَّهِ}، قال: ((أما إنهم لم يكونوا يعبدونهم، ولكنهم كانوا إذا أحلوا لهم شيئاً استحلوه، وإذا حرموا عليهم شيئاً حرموه))</span></em></strong></p>
<p><strong><em>Adiy bin Hatim (r.a) diyor ki:</em></strong></p>
<p><strong><em>"Ben, Boynumda Altın’dan bir haç olduğu halde Resulullah’ın yanına gittim. Bana dedi ki: "Ey Adiy, bu putu çıkarıp at." Ve ben O’nun, Tevbe (Beraet) suresinin "Onlar, hahamlarını ve papazlarını, Allah'tan başka rabler edindiler." âyetini okuduğunu işittim. Ve buyurdu ki: "Dikkat edin, Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı. Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyorlardı</em></strong>.</p>
<p>Abdullah b. Abbas da demiştir ki: Hahamlar ve papazlar, Yahudi ve Hristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah’ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirleri tutmuşlardır. Bu sebep­le Allah, hahamları ve papazları "Rabler" diye isimlendirmiştir. (Taberi, Tevbe 31)</p>
<p>Ayette (Tevbe 31) bahsedilen, “Rab edinme” ile ilgili ikinci bir tefsir de şöyledir: Cahiller ve Haşviyye, şeyhlerine ve imamlarına (önderlerine) saygıda çok ileri gittikleri için, bazen onların tabiatları "hulul" ve "ittihad" inancına meyletmektedir. Bu şeyh, dünya peşinde ve dinden uzak biri ise, kendisine uyanlara, işin onların dediği ve inandığı gibi olduğu fikrini vermektedir. Ben, dinden uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, tabi olanlara ve taraftarlarına, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara: "Sizler benim kullarımsınız" dediğini gördüm. İşte böylece o, taraftarlarına, hulul ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus kendisine tabi olan bazı ahmaklarla baş başa Kaldığında çoğu zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tespit ettim. Binâenaleyh bu husus, bu ümmet içerisinde bile müşahede edilip durulurken, böyle bireyin geçmiş ümmetlerde bulunmuş olması nasıl yadırganır?</p>
<p>Sözün özü şudur: Ayette bahsedilen "rab edinmeden, Yahudi ve Hristiyanların, Allah'ın hükmüne ters olan hususlarda, din âlimlerine ve ruhbanlarına itaat etmiş olmaları manası kastedilmiş olabileceği gibi, onların küfür (inkâr) sayılabilecek çeşitli şeyleri kabul etmiş olmaları ve bu sebeple Allah'ı inkâr etmiş olmaları manası da kastedilmiş olabilir. Böylece bu, onların, Allah'ı bırakarak, din âlimlerini ve ruhbanlarını âdeta rab edinmeleri gibi olur. Bu ifade ile Yahudi ve Hristiyanların ruhban ve ahbarları hakkında, (Allah'ın onlara) hulul ettiğine ve onlarla "ittihad" ettiğine inanmış olmaları manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İşte bu dört husus, ümmet-i Muhammed’de de görülmüştür ve mevcuttur. (F.Razi, Tevbe 31).</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 10 Eylül 2018 - Pazartesi
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (19)
<p> </p>
<p><strong>2) Niyet, irade ve kasdta yapılan şirk: <span dir="RTL">مَن كَانَ يُرِيدُ ٱلْحَيَوٰةَ ٱلدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ * أُوْلَـئِكَ ٱلَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِى ٱلآخِرَةِ إِلاَّ ٱلنَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ</span> “Her kim dünya hayatını ve dünyanın ziynetini isterse, Biz orada onların amellerinin karşılığını kendilerine tam tamına öderiz ve onlara dünyada asla haksızlık yapılmaz. Fakat onlara ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Onların dünyada yaptıkları bütün işler boşa gitmiştir ve bütün iyi amelleri de heder olmuştur.” </strong>(Hud 15,16)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi; amelini dünyevî çıkarlar için yapan ve Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş olur. Dolayısıyla, ibadetlerini Allah’ın rızasını kazanmak için değil de, dünyanın menfaati için ifa etmiş olur ki bu itikadı bir şirktir.</p>
<p>Bu Ayet-i kerime ile müminlerin kastedildiği de söylenmiştir. Yani her kim ameliyle dünya mükâfatını elde etmek isterse, mükâfatı ona peşinen verilir ve dünyada onun mükâfatı hiçbir şekilde eksik verilmez. Ancak ahirette onun için azap vardır. Zira o, o ameliyle yalnızca dünyayı kastetmiştir. (Kurtubi tfsr.,Hud 15)</p>
<p> </p>
<p>Abdullah b.Abbas bu âyetin izahında diyor ki: "Mallarını gösteriş için harcayanlar bunun karşılığını dünyadayken alır, asla zulme uğratılmazlar. Keza dünya emeli için namaz kılan, oruç tutan, teheccüd namazına kalkanın salih amelleri Allah (c.c) için değil dünya için olduğundan, ibadet hükmünde olmayıp heder olmuştur. (Taberi tfsr., Hud 15)</p>
<p> </p>
<p>Başka Ayet-i kerimelerde de şunlar zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ</span> “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,” <span dir="RTL">الَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ</span> “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.” <span dir="RTL">الَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ</span> “onlar ki niyetleri yalnızca görünüp takdir edilmeleridir” </strong>(Maun 4,5,6)</p>
<p>Ayet-i kerimede mealen geçen <strong>“onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir” </strong>cümlesi riyakârlığın ta kendisidir. Yani gerçek mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etme isteği­dir. Bununla kast edilen de; Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeksizin insanların kalplerinde yer edinme arzusudur. Hâlbuki kişi bununla hem Allah’ın rızasını (dinini) ve hem de dünyasını kazanmak maksadına erişebilir. Lakin riyakârca bu işi yapan kişi, böyle davranmakla mevki elde etmek ve övünmek istemek­tedir.</p>
<p><strong>“Onlar ki riya ederler”;</strong> yani Allah'a taat olsun diye namaz kıldıklarını insanlara gösteriş vesilesi yaparlar. Hâlbuki fasık gibi takıyye olarak kılarlar. Riyakâr ibadet ediyor şeklinde görünür. Hâlbuki <strong>“O namaz kılıyor” </strong>desinler diye namaz kılar. Riyanın ha­kikati din ile dünyayı elde etme çabasıdır. Aslı Müslümanların kalbinde taht kurmak çabasıdır. İlk mertebe, dünyadaki hedefi güzelleştirmektir. Bu peygamberlik parçalarındandır. Bununla halkın kalbinde mertebe ve Övgü kazanmak ister. İkincisi, dünya hakkında zahit olduğunu insanlara kabul ettirmek için kısa elbi­seler, yamalı giysiler giyer. Üçüncüsü, sözle riya eder. Mesela dünya ehline zahirde hücum eder. Hayr ve taatlarda fevt ettiğin­den dolayı vazu nasihat eder, üzüntüsünü belli eder. Dördüncüsü, namazı, sadakayı açıkça yapmak, halk görsün diye namazı güzelce kılmak suretiyle yapılan riyadır. Bunun delili altıncı ayet­tir. Kişi, eğer Salih amel farz ise, kişi de halkın huzurunda onu eda ederse riyakâr sayılmaz. Çünkü farzların hakkı onları alenen işlemektir, teşhir etmektir. Zira Rasûl-ü Ekrem “Allah'ın farzlarında kapalılık yoktur” buyurur. Çünkü onlar İslâm'ın nişanları, dinin şiarıdır. Onları terk eden kimse Allah'ın mekrine, gazabına müstahak olur. O zaman onları açıkça kılmakla töhmeti tamamen kaldırmak gerekir. Eğer nafile ise onu gizli yapması gerekir. Çün­kü terk ettiği takdirde kınanmaz. Töhmeti yoktur. Eğer başkası kendisine uysun diye açıkça yapıyorsa bu güzeldir. Riya ancak onu yapmaktan halkın onu görmesini ve Salihlerin onu övmesini kastetmek suretiyle olur. (Büyük Kur’an tfsr. Maun 6)</p>
<p> </p>
<p>Konu ile alakalı bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:<strong> <em><span dir="RTL">عن عمر أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال الأعمال بالنية ولكل امرئ ما نوى فمن كانت هجرته إلى الله ورسوله فهجرته إلى الله ورسوله ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة يتزوجها فهجرته إلى ما هاجر إليه</span> “Hz. Ömer (r.a), Resulullah’ın şunu söylediği nakleder: “Ameller ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resulü için ise, onun hicreti Allah ve Resulüne müteveccih sayılır. Kimin hicreti Dünya’ya ise o hicret ettiği dünyaya kavuşur veya nikâhlanacağı bir kadına hicret etmişse, onun hicreti de kastettiği şeye göredir.”</em> </strong>(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1, İman 41; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11; Tirmizi, Fedâu'l-Cihâd 16; îbn Mace, Zühd 26)</p>
<p> </p>
<p><strong>İbni Kayyim’e göre İrade ve Niyette Şirk:</strong> Sahilsiz bir okyanustur. Ondan kurtulmak isteyen çırpındıkça derinlere batar. Bu o kimsedir ki; Allah’ın (c.c) rızasını gözetmeden başka irade ile salih amel işlerse ve niyet ettiği ile Allah’a (c.c) yakın olmayı değil de başka şeyi arzu eder ve bu amellerinin karşılığını Allah’tan (c.c) isterse işte o kimse bu İrade ve Niyet şirkine batmıştır. (El cevabul kâfi limen seele aniddevauşşafi S:86) </p>
<p>Neticede müşriklerin akıbeti ile alakalı Ayet ve Hadis’ler de bize şu bilgileri vermektedirler: </p>
<p><strong><span dir="RTL">وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ</span></strong><strong> “Bir gün onların hepsini bir araya toplayacağız ve o zaman, Allah'tan başka şeylere ilahlık yakıştıranlara: “Allah'ın uluhiyetine ortak olduklarını tahayyül ettiğiniz o varlıklar neredeler şimdi?” Diye soracağız.” </strong>(Enam 22)</p>
<p>Adeta bu Ayet-i kerimenin açıklaması olan şu Hadis-i şerifte de şunlar zikredilmektedir:</p>
<p dir="RTL"><em>حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ وَغَيْرُ وَاحِدٍ قَالُوا حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَكْرٍ الْبُرْسَانِيُّ عَنْ عَبْدِ الْحَمِيدِ بْنِ جَعْفَرٍ أَخْبَرَنِي أَبِي عَنْ ابْنِ مِينَاءَ عَنْ أَبِي سَعْدِ بْنِ أَبِي فَضَالَةَ الْأَنْصَارِيِّ وَكَانَ مِنْ الصَّحَابَةِ قَالَ <strong>سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِذَا جَمَعَ اللَّهُ النَّاسَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فِيهِ نَادَى مُنَادٍ مَنْ كَانَ أَشْرَكَ فِي عَمَلٍ عَمِلَهُ لِلَّهِ أَحَدًا فَلْيَطْلُبْ ثَوَابَهُ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللَّهِ فَإِنَّ اللَّهَ أَغْنَى الشُّرَكَاءِ عَنْ الشِّرْكِ</strong> </em><em><span dir="LTR"> )</span></em><em>قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ لَا نَعْرِفُهُ إِلَّا مِنْ حَدِيثِ مُحَمَّدِ بْنِ بَكْرٍ</em><em><span dir="LTR">(</span></em></p>
<p><em>Sahabeden Ebi Sa’d bin ebi Fudale el-Ensari Resulullah’ın şöyle dediğini haber etmektedir <strong>“Geleceğinden şüphe olmayan kıyamet gününde Allah Teâlâ, insanları topladığı zaman, şöyle seslenilir: Kim ki Allaha olan amellerinde O’na başka varlığı ortak koştuysa, ortak koştuğu o varlıktan amellerinin sevabını istesin. Allah ortak koşulanlardan ganidir.”</strong></em>( Tirmizî, Tefsir, 19. Hadis No:3154; Taberi Tfsr. Kehf 110)</p>
<p>Cenabı Hakk'ın "Sonra Allah'a şirk koşanlara; "Nerede boş yere İddia ettiğiniz ortaklarınız" diyeceğiz" buyruğundan maksat, bir soru değil, onları tehdit edip susturmaktır. Bu sorunun, "O ortakların ken­dileri nerede?" manasında olabileceği gibi, "Onların size şefaat etmeleri ve sizin on­lardan istifadeniz nerede?" manasında da olabilir. Her iki manaya göre de bu soru, ancak bir azarlama, bir tehdit ve onların umduklarından ümitsiz kalışlarını onlara iyice anlatmadır. Böylece bu, dünyada iken yollarının yanlış olduğuna dikkatlerini çekmedir. (F. Razi tfsr., Enam 22)</p>
<p>Tüm bunlara karşılık Cenab-ı Hakk (c.c) şöyle buyurmaktadır:<strong><span dir="RTL">فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ </span> <span dir="RTL">فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا</span> “Kim Rabbine kavuşmayı umuyor ve diliyorsa, artık salih amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” </strong>(Kehf 110)</p>
<p>Taberi bu âyet-i Kerimeyi izah ederken şöyle diyor: "Kişi yaptığı ameli görünüşte Allah için yapar fakat içinden o amelle Allah'ın rızasından başka bir maksat taşırsa riyakâr olur. Ve böylece rabbine ibadette ona ortak koşmuş olur".</p>
<p>Abdullah bin Abbas da burada ifade edilen "İbadette Allah'a ortak koşma"yı, "gösteriş için ibadet etme" olarak izah etmiştir.</p>
<p>Bu hususu Hz. Ömer (r.a)’ın duasıyla noktalıyalım: <span dir="RTL">وَكَانَ مِنْ دُعَاءِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ - رَضِيَ اللَّهُعَنْهُ - : اللَّهُمَّ اجْعَل ْعَمَلِي كُلَّهُ صَالِحًا وَاجْعَلْهُ لِوَجْهِكَ خَالِصًا ، وَلَا تَجْعَلْ لِأَحَدٍ فِيهِ شَيْئًا</span> Ya Rabbim benim tüm amelimi salih ve rızana halis kıl ve başka bir şeyi karıştırma. (El cevabul kâfi limen seele aniddevauşşafi s:84) </p>
<p><strong>3) İtaatte Şirk: </strong>Allah’ın (c.c) hükümlerine karşı, O’nun dışındaki varlıkların koyduğu hükümleri meşru ve hatta üstün görmektir. Buna ulema ve sair ileri gelen dini otoriterlerinde koyduğu hükümler de dâhildir. Yani bu zevatın koyduğu herhangi bir hüküm eğer Allah’ın (c.c) koyduğu hükme muhalif ise, ona itaat edilmemelidir. Zira konulan bu hüküm Kuran’ı tekzibe yöneliktir. Nitekim Cenab-ı Hakk (c.c); <strong><span dir="RTL">وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟</span> “Allah’a gönülden inananan bir kavim için, kimin hükmü Allah’ın hükmünden daha güzel olabilir?” </strong>(Maide 50). Ve başka bir Ayet-i kerimede <strong><span dir="RTL">اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ</span> “Allah! Hâkimlerin Hâkimi değilmidir?” </strong>(Tin 8).</p>
<p>İstifhamla zikredilen bu Ayet-i kerimelerde, istifham-i takriri mevcuttur. Yani açıklayyıcı istifhamlar olup, Allah (c.c) hâkimlerin hâkimidir ve hiçbir kimsenin hükmü onun hükmünden güzel değildir ve keza emsali yoktur şeklinde bir açıklamadır.</p>
<p>Ayrıca Cenab-ı Hakk (c.c) kendi inzal ettiği hükümler dışında hükmedenler için de şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ</span> “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” </strong>(Maide 44).</p>
<p>Bu Ayet hakkında Eshab-ı Kiram ve Tâbiîn’den bazılarının görüşü şu şekildedir:</p>
<p><u>îbn Mes'ud ve el-Hasen derler ki:</u> Bu âyet-i kerime ister müslüman, ister yahudi, ister hıristiyan olsun Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen herkes hakkında umumidir.</p>
<p><u>İbrahim en-Nehai, Hasan-ı Basri, Abdullah b. Mes'ud ve Süddi'ye göre İse:</u> bu âyetler, ehl-i kitap hakkında inmiştir. Fakat bunlar, bütün insanları kapsamaktadır. Müslümanlar için de geçerlidir, kâfirler için de geçerlidir.</p>
<p><u>Bu hususta Mansur, İbrahim en-Nehai'nin şunu söylediğini rivayet etmiştir:</u> "Bu âyet İsrailoğııllan hakkında inmiştir, amma bu ümmet için de geçerlidir."</p>
<p>Âyet-i kerimede hazf edilmiş ifadelerin bulunduğu da söylenmiştir. Yani, kim Kur'ânı reddetmek suretiyle Hz. Rasulün de sözünü inkâr yoluyla Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyecek olursa, o kişi kâfirdir. Bunu, İbn Abbas ve Mücahid söylemiştir. Bu açıklamaya göre âyet umumidir. (Taberi, Kurtubi, İbni Kesir, Maide 44)</p>
<p>Başkalarını Rabb edinmek ve başkalarının hükümlerine riayet etmek isteyenler için de Cenab-i Hak (c.c) Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">ٱتَّخَذُواْ أَحْبَـٰرَهُمْ وَرُهْبَـٰنَهُمْ أَرْبَاباً مّن دُونِ ٱللَّهِ وَٱلْمَسِيحَ ٱبْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـٰهاً وٰحِداً لاَّ إِلَـٰهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَـٰنَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ</span> “Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah'tan başka rabler edindiler. Hâlbuki onlar, ancak bir olan ve kendisinden başka ilah olmayan Allaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir.”</strong> (Tevbe 31)</p>
<p>Yani, bu din adamlarının helal saydıklarını helal, haram saydıklarını da haram saydılar. Ayrıca Hıristiyanlar Meryem oğlu İsa'yı da Rab edindiler. Hâlbuki Yahudi ve Hıristiyanlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah, onların koştukları ortaklardan beridir.</p>
<p>Ayette zikredilen hahamlardan maksat, Yahudilerin din âlimleridir. Pa­pazlardan maksat ise, Hristiyanların manastırlara çekilen ve dini hususlarda hükümlerde bulunan âlimleridir. Allah Teâlâ bu Ayet-i Kerime’de Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını rabler edindiklerini zikretmiştir. Bu ifadeden maksat onla­rın din adamlarını ilah edinerek onlara tapmaları değildir. Bundan maksat, Allah’ın emir ve yasaklarını bırakıp din adamlarının koydukları emir ve yasaklara uymalarıdır. Nitekim Resulullah'tan rivayet edilen şu Hadis-i şerif ve birçok ta­biinden rivayet edilen şu görüşler, din adamlarını rabler edinmelerinden maksa­dın, onların emir ve yasaklarına uymak olduğunu göstermektedir.</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">عن عدي بن حاتم رضي الله عنه قال: أتيت النبي صلى الله عليه وسلم وفي عنقي صليب من ذهب فقال: ((يا عدّي، اطرح عنك هذا الوثن))، وسمعته يقرأ في سورة براءة: {ٱتَّخَذُواْ أَحْبَـٰرَهُمْ وَرُهْبَـٰنَهُمْ أَرْبَاباً مّن دُونِ ٱللَّهِ}، قال: ((أما إنهم لم يكونوا يعبدونهم، ولكنهم كانوا إذا أحلوا لهم شيئاً استحلوه، وإذا حرموا عليهم شيئاً حرموه))</span></em></strong></p>
<p><strong><em>Adiy bin Hatim (r.a) diyor ki:</em></strong></p>
<p><strong><em>"Ben, Boynumda Altın’dan bir haç olduğu halde Resulullah’ın yanına gittim. Bana dedi ki: "Ey Adiy, bu putu çıkarıp at." Ve ben O’nun, Tevbe (Beraet) suresinin "Onlar, hahamlarını ve papazlarını, Allah'tan başka rabler edindiler." âyetini okuduğunu işittim. Ve buyurdu ki: "Dikkat edin, Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı. Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyorlardı</em></strong>.</p>
<p>Abdullah b. Abbas da demiştir ki: Hahamlar ve papazlar, Yahudi ve Hristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah’ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirleri tutmuşlardır. Bu sebep­le Allah, hahamları ve papazları "Rabler" diye isimlendirmiştir. (Taberi, Tevbe 31)</p>
<p>Ayette (Tevbe 31) bahsedilen, “Rab edinme” ile ilgili ikinci bir tefsir de şöyledir: Cahiller ve Haşviyye, şeyhlerine ve imamlarına (önderlerine) saygıda çok ileri gittikleri için, bazen onların tabiatları "hulul" ve "ittihad" inancına meyletmektedir. Bu şeyh, dünya peşinde ve dinden uzak biri ise, kendisine uyanlara, işin onların dediği ve inandığı gibi olduğu fikrini vermektedir. Ben, dinden uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, tabi olanlara ve taraftarlarına, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara: "Sizler benim kullarımsınız" dediğini gördüm. İşte böylece o, taraftarlarına, hulul ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus kendisine tabi olan bazı ahmaklarla baş başa Kaldığında çoğu zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tespit ettim. Binâenaleyh bu husus, bu ümmet içerisinde bile müşahede edilip durulurken, böyle bireyin geçmiş ümmetlerde bulunmuş olması nasıl yadırganır?</p>
<p>Sözün özü şudur: Ayette bahsedilen "rab edinmeden, Yahudi ve Hristiyanların, Allah'ın hükmüne ters olan hususlarda, din âlimlerine ve ruhbanlarına itaat etmiş olmaları manası kastedilmiş olabileceği gibi, onların küfür (inkâr) sayılabilecek çeşitli şeyleri kabul etmiş olmaları ve bu sebeple Allah'ı inkâr etmiş olmaları manası da kastedilmiş olabilir. Böylece bu, onların, Allah'ı bırakarak, din âlimlerini ve ruhbanlarını âdeta rab edinmeleri gibi olur. Bu ifade ile Yahudi ve Hristiyanların ruhban ve ahbarları hakkında, (Allah'ın onlara) hulul ettiğine ve onlarla "ittihad" ettiğine inanmış olmaları manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İşte bu dört husus, ümmet-i Muhammed’de de görülmüştür ve mevcuttur. (F.Razi, Tevbe 31).</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.