KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (15)
<p><strong>3) Nefsi kuruntulara itaat ve ona göre ibadet:</strong> İmam Kurtubî, En’am suresinin 93. Ayetin tefsirinde; özellikle yanlış kanaat sahibi olmakla nitelendirdiği sofiler ile zındıkları, bilgi kaynaklarına bakışları açısından aynı kefeye koymakta ve şöyle demektedir:</p>
<p>Fıkıhtan, Peygamber'in Sünnetlerinden ve selefin izlediği yol­dan yüz çevirenler bu kabildendirler. Ve bunlar şöyle söylemektedirler: içime şu doğdu yahut kalbim bana bunu bildirdi diyerek, kalplerine doğan ve hatırları­na gelen şeylere istinaden hüküm verirler ve onlar kalplerinin her türlü ke­derden uzak ve arınmış, başka bir şey ile ilişkisi kalmamış olduğundan dolayı, ilahi ilimlerle Rabbani hakikatlerin kalplerine tecelli ettiğini iddia ederler. Böyle­likle kalplerinin küllî sırlara vakıf olup, cüz'î hükümleri de bu yolla öğrendiklerini söyler, buna bağlı olarak küllî şer'î hükümlere ihtiyaçlarının bulun­madığını ileri sürerler. Devamla da şöyle derler: Bu gelen şer'î hükümler ile ahmaklar ve avam hükmederler. Evliya ile Havas’ın ise bu gibi naslara ihti­yaçları yoktur. Bunlar Kâinatın sırları­na vakıf olup, cüz'iyyâtın ahkâmını bilirler. Böylelikle şeriatın külliyatına dair hükümlere ihtiyaçları kalmaz. Nitekim Hızır da böyle davranmıştır. O ken­disine tecelli eden ilimler vasıtası ile Musa'nın (a.s) nezdinde bulunup Kitaptan anlaşılan hükümlere ihtiyaç duymamıştır.</p>
<p>Onların yaptıkları nakiller arasında şu da vardır: Müftüler sana fetva ve­recek olsa dahi sen fetvayı kalbine sor. (Kurtubi, En’am 93)</p>
<p>İmam Kurtubi konu ile alakalı Kehf suresinin 82. Ayetinin 3. Babında yukarıya taşıdığımızın hemen hemen aynısını zikrettikten sonra, Hocasından şunları aktarmaktadır:</p>
<p>Hocam Allah ondan razı olsun. Dedi ki: Böyle bir söz söylemek zındık­lık ve küfürdür. Bu sözleri söyleyen öldürülür ve tevbe etmesi dahi isten­mez. Çünkü bu sözler kat'î olarak bilinen şer'i hükümleri inkâr etmektir. Yü­ce Allah'ın (c.c) sünneti, hükümlerinin ancak kendisiyle kulları arasında elçilik va­zifesini yapan Resulleri (Aleyhumusselam) aracılığıyla bilinmesi şeklindedir ve hikmeti bunu ge­rektirmiştir. Rablerinin mesajlarını ve kelâmını alıp tebliğ edenler onlardır. Onun şeriat ve hükümlerini onlar açıklarlar. Yüce Allah (c.c) bu görev için onla­rı seçmiş ve bu önemli vazifeyi onlara vermekle, onları ayrıcalıklı kılmıştır. Nitekim yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ يَصْطَفٖى مِنَ الْمَلٰئِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ</span></strong> <strong>"Allah, meleklerden ve insanlar­dan rasûller seçer. Muhakkak Allah herşeyi işitendir, herşeyi görendir"</strong> (Hac 75). <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَه</span></strong> <strong>“Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir."</strong> (En'âm 124). <strong><span dir="RTL">كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ </span>"İnsanlar tek bir ümmetti. Allah da peygamberleri müjdele-yici ve korkutucular olmak üzere gönderdi.</strong>" (Bakara 213) ve buna ben­zer daha başka ayet-i kerimeler.</p>
<p>Özetle söyleyecek olursak, Yüce Allah'ın emir ve nehiylerini ihtiva eden, hükümlerini bilmenin tek yolunun ancak peygam­berler olduğu ve ancak onlar vasıtasıyla bunların öğrenileceği konusunda kat'î bir bilgi ve kesin bir yakîn vardır. Bu konuda ümmetin selefi de, halefi de icma halindedir. Her kim Peygamberlerin dışında ve peygamberlere ihtiyaç bırakmayacak şekilde Allah'ın kendisi vasıtasıyla emir ve yasaklarının bili­nebileceği başka bir yol bulunduğunu söyleyecek olursa bu kimse kâfirdir, öldürülür, tevbe etmesi de istenmez. Bu konuda onunla tartışıp, ona soru so­rup cevap vermeye de gerek yoktur. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v) sonra bir takım peygamberlerin varlığını da ka­bul etmek demektir. Oysa yüce Allah onu peygamberlerinin ve resullerinin sonuncusu kılmıştır. Ondan başka ne bir nebi ne de bir resul gelecektir. (Kurtubi, Kehf 82)</p>
<p><strong>4) Bazı sofuların tevekkül hakkındaki yanlış düşünceleri:</strong> İmam Kurtubi bazı sofilerin tevekkül konusundaki yanlış düşüncelerini Ali İmran suresinin 159. ayetinin 8. Bölümündeki tefsirinde şöyle zikretmektedir:</p>
<p>Sofilerden bir kesim şöyle demiştir: Kalbinden Arslan yahut ondan başka Allah'ın dışında­ki herhangi bir varlığın korkusu tamamen gitmedikçe ve şanı yüce Allah'ın teminatı altında olması dolayısıyla da rızık talebi için çalışmayı terk etmeyen herhangi bir kimse, "mütevekkil" adını almaya hak kazanamaz.</p>
<p>Ancak, Hz. Mûsâ ile Hz. Harun, yüce Allah'ın: <strong><span dir="RTL">لَا تَخَافَا </span>"Korkmayınız"</strong> (Tâ-Hâ, 46) buyruğunda da ifade ettiği gibi korkmuşlardır. Yine bir başka yerde: <strong><span dir="RTL">فَاَوْجَسَ فٖى نَفْسِهٖ خٖيفَةً مُوسٰى </span>"Mûsâ içinde gizli bir korku hissetti.</strong> <strong><span dir="RTL">قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى</span></strong> <strong>Biz ona korkma. Dedik"</strong> (Tâ-Hâ, 67-68) di­ye buyurmuştur. Hz. İbrahim hakkında da şu buyruğu İle korktuğunu haber vermektedir: <strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ</span></strong> <strong>"Ellerinin buna uzanmadığım görünce, onların bu hallerinden hoşlanmadı ve kalbine bir korku girdi Korkma! Dediler."</strong> (Hûd, 70). Şim­di, Hz. İbrahim el-Halil ile Allah'ın Kelimi Hz. Mûsâ korktuklarına göre, başkalarının benzer hallerde korkuya kapılma­ları öncelikle söz konusudur. (Kurtubi, Ali-İmran 159)</p>
<p><strong>5) Bazı sofilerin Vecd, Sema</strong> <strong>raks, alkış (nağmeli sesler, çalgılar) gibi davranışları:</strong> İmam Kurtubi bazı sofilerde; vecd, sema, (nağmeli sesler, çalgılar) dinlemek gibi yanlış davranışlar ve bidatler, ibadet anlayışı çerçevesinde dahi yer bul­muş, yaygınlık kazanmıştır. Cahil sofilerin raks, alkış ve semalarının, bunun etkisi altında kalarak baygın düşerek kendilerini yerden yere vurmalarının, akıl sahibi kimselere yakışmayan işler olduğunu, bunu yapan kimselerin ise Beyt'in (Kâ'be'nin) çevresinde el çırparak tavaf eden müşriklerin davranış­larına benzer bir tutum sergilemiş olacaklarını da belirterek, bu gibi yanlış hareketleri reddetmektedir. Kurtubî, sofilerin raks ve Sema’larını da kabul etmemekle, onların raks ve semaya dair gösterdikleri delillerin delil olmaktan uzak olduğunu belirt­mekle kalmayarak, esasen bu tür davranışların Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerine, açık naslarına da aykırı olduğuna da şu ayetlerle değinmektedir.</p>
<p>İmam Kurtubî, Isra suresinin 37-38'nci ayet-i kerimeleri açıklarken 5'nci baş­lıkta şunları söylemektedir:</p>
<p>İlim adamları bu ayet-i kerimeyi, raks etmenin ve bu işi sürdürmenin ye­rilen bir şey olduğuna delil göstermişlerdir. İmam Ebu'l-Vefâ b. Akıl der ki: Kur’an-ı Kerim, raksı yasakladığını açık nass ile ifade ederek: <strong><span dir="RTL">وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا</span></strong> <strong>"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme"</strong> (Isra 37) diye buyurmuş ve kibirlenenleri yermiştir. Raks, kibirlenip azgınlaşmanın en ileri derecesidir. Bizler, neşe ve sarhoşluk ver­meye ortak özellikleri dolayısıyla Nebiz’i Şarab’a kıyas etmiyor muyuz? Ne di­ye mızrabı ve onunla birlikte şiirin bestelenerek söylenmesini, tambur, zur­na ve davula -aralarındaki ortak özellik dolayısıyla- kıyas etmiyoruz ki? Sa­kallı bir kimsenin -hele bir de yaşlı olursa- raks edip nağmelere ve vurgula­ra göre alkış tutması ne kadar çirkin bir şeydir! Özellikle bu nağmeli sesler, ka­dın ve tüyü bitmemiş çocukların sesi ise…</p>
<p>Acaba, önünde ölüm, sorgulanmak, haşr ve sırat bulunan, bundan sonra da cennet ya da cehennemden birisine gideceği belli olmayan bir kimsenin raks ile hayvanlar gibi şaha kalkması­nın, kadınlar gibi alkışlamasının güzel bir tarafı olabilir mi? Andolsun ki, öm­rüm boyunca öyle hocalarımı gördüm ki, sürekli olarak onlarla oturup kalk­mama rağmen gülmek şöyle dursun, tebessüm ettikleri İçin bir tek dişleri da­hi görülmüş değildir.</p>
<p>Ebu'l-Ferec ibnü'l-Cevzî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demekte­dir: İlim adamlarından birisinin, İmam el-Gazali -Allah ondan razı olsun- ba­na anlattığına göre o şöyle demiştir: Raks, ancak oyun ile ortadan kalkabilen iki omuz arasındaki bir ahmaklıktır. (Kurtubi, İsra 37-38)</p>
<p>İmam Kurtubî, Kehf suresinin 14. Ayetinin beşinci başlığında, İmam Ebu Bekr et-Tarsusî'ye, sofilerin izledikleri bu yol hakkında soru sorulması üzerine, şu şekilde cevap verdiğini nakletmek­tedir: "Raks ve vecd haline girmeye gelince; bunu ilk olarak ortaya atanlar, Samirî’nin adamlarıdır. Sâmirî, onla­ra böğüren bir ceset halinde buzağıyı yapınca, onlar vecde gelerek etrafında kalkıp raks etmeye koyuldular. İşte bu, kâfir­lerin dinidir; buzağıya İbadet edenlerin yoludur. (kurtubi, Kehf 14)</p>
<p><strong>6) Tefekkür ve zahiri ibadet:</strong> İmam Kurtubî, Âl-i İmran Suresinin 190´ncı âyet-i kerimesini ve ondan sonraki Ayet-i kerimelerini tefsir ederken <em><u>“Göklerin ve Yerin Yaratılışı Üzerinde Düşünmek</u></em>” babında Hz. Peygamber´in şu Hadis-i şerifini de naklederek şunları söylemektedir:</p>
<p> <em><span dir="RTL">وَفِي الصَّحِيحَيْنِ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّهُ بَاتَ عِنْدَ خَالَتِهِ مَيْمُونَةَ وَفِيهِ : فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ –</span></em></p>
<p dir="RTL"><em> فَمَسَحَ النَّوْمَ عَنْ وَجْهِهِ ثُمَّ قَرَأَ الْآيَاتِ الْعَشْرَ الْخَوَاتِمَ مِنْ سُورَةِ آلِ عِمْرَانَ ، وَقَامَ إِلَى شَنٍّ مُعَلَّقٍ فَتَوَضَّأَ وُضُوءًا خَفِيفًا ثُمَّ صَلَّى ثَلَاثَ عَشْرَةَ رَكْعَةً</em></p>
<p><em>Buhârî ve Müslim'de İbn Abbas'dan rivayetle: teyzem Meymune'nin yanında gece­yi geçirdim. Rasûlullah (s.a.v) kalktı, yüzünden uykunun etkilerini sildi. Daha sonra Ali-İmran Sûresi'nin son on âyetini okudu. Duvarda asılı bir kırbaya (Tulum) doğru gidip onu aldı. Oradan az su kullanarak bir abdest aldı. Daha sonra da onüç re­kât namaz kıldı.</em></p>
<p>Şimdi, Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, siz Hz. Peygamber'in önce yara­tıklar üzerinde tefekkürü (Bakara Suresi’nin son on Ayetini okumak suretiyle) sonra da namaza yönelişini bir arada yaptığına bir bakınız. İşte kendisine güvenilecek sünnet uygulama budur.</p>
<p>Sofiler şeyhin bir gün, bir gece yahut ta bir ay aralıksız olarak düşünmesine gelince; bu in­sanlara yakışmayan ve doğruluktan uzak bir yoldur ve böyle bir uygulama­nın sünnete uygunluğu söz konusu değildir.</p>
<p>İbn Atiyye der ki: Babam da bana doğudaki ilim adamlarından birisinden şöyle dediğini nakletmektedir: Mısır'da el-Akdam mescidinde geceyi geçiri­yordum. Yatsı namazını kıldım, bir adamın sabah namazına kadar üzeri ör­tülü olduğu halde yattığım gördüm. Biz ise o gece namaz kıldık. Sabah na­mazı için kamet getirilince sözünü ettiğim o adam kalktı, kıbleye yönelip ce­maatle birlikte namaz kıldı. Ben onun abdestsiz bir şekilde namaz kılma cü­retini çok büyük bir iş olarak değerlendirdim. Namazı bitirdikten sonra çı­kıp gitti. Ben de ona öğüt vermek kastıyla arkasından gittim. Fakat ona yaklaştığım sırada oda bana bir şiirle tefekkürle ibadet ettiğini ima etti. Bunun üzerine ona bir şey söylemekten vazgeçtim. (Kurtubi, Ali-İmran 190)</p>
<p>Yani yatsı namazından sabah namazına kadar tefekkür etmiş, daha sonrada sabah namazını kılmıştır. (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 12 Kasım 2017 - Pazar
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (15)
<p><strong>3) Nefsi kuruntulara itaat ve ona göre ibadet:</strong> İmam Kurtubî, En’am suresinin 93. Ayetin tefsirinde; özellikle yanlış kanaat sahibi olmakla nitelendirdiği sofiler ile zındıkları, bilgi kaynaklarına bakışları açısından aynı kefeye koymakta ve şöyle demektedir:</p>
<p>Fıkıhtan, Peygamber'in Sünnetlerinden ve selefin izlediği yol­dan yüz çevirenler bu kabildendirler. Ve bunlar şöyle söylemektedirler: içime şu doğdu yahut kalbim bana bunu bildirdi diyerek, kalplerine doğan ve hatırları­na gelen şeylere istinaden hüküm verirler ve onlar kalplerinin her türlü ke­derden uzak ve arınmış, başka bir şey ile ilişkisi kalmamış olduğundan dolayı, ilahi ilimlerle Rabbani hakikatlerin kalplerine tecelli ettiğini iddia ederler. Böyle­likle kalplerinin küllî sırlara vakıf olup, cüz'î hükümleri de bu yolla öğrendiklerini söyler, buna bağlı olarak küllî şer'î hükümlere ihtiyaçlarının bulun­madığını ileri sürerler. Devamla da şöyle derler: Bu gelen şer'î hükümler ile ahmaklar ve avam hükmederler. Evliya ile Havas’ın ise bu gibi naslara ihti­yaçları yoktur. Bunlar Kâinatın sırları­na vakıf olup, cüz'iyyâtın ahkâmını bilirler. Böylelikle şeriatın külliyatına dair hükümlere ihtiyaçları kalmaz. Nitekim Hızır da böyle davranmıştır. O ken­disine tecelli eden ilimler vasıtası ile Musa'nın (a.s) nezdinde bulunup Kitaptan anlaşılan hükümlere ihtiyaç duymamıştır.</p>
<p>Onların yaptıkları nakiller arasında şu da vardır: Müftüler sana fetva ve­recek olsa dahi sen fetvayı kalbine sor. (Kurtubi, En’am 93)</p>
<p>İmam Kurtubi konu ile alakalı Kehf suresinin 82. Ayetinin 3. Babında yukarıya taşıdığımızın hemen hemen aynısını zikrettikten sonra, Hocasından şunları aktarmaktadır:</p>
<p>Hocam Allah ondan razı olsun. Dedi ki: Böyle bir söz söylemek zındık­lık ve küfürdür. Bu sözleri söyleyen öldürülür ve tevbe etmesi dahi isten­mez. Çünkü bu sözler kat'î olarak bilinen şer'i hükümleri inkâr etmektir. Yü­ce Allah'ın (c.c) sünneti, hükümlerinin ancak kendisiyle kulları arasında elçilik va­zifesini yapan Resulleri (Aleyhumusselam) aracılığıyla bilinmesi şeklindedir ve hikmeti bunu ge­rektirmiştir. Rablerinin mesajlarını ve kelâmını alıp tebliğ edenler onlardır. Onun şeriat ve hükümlerini onlar açıklarlar. Yüce Allah (c.c) bu görev için onla­rı seçmiş ve bu önemli vazifeyi onlara vermekle, onları ayrıcalıklı kılmıştır. Nitekim yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ يَصْطَفٖى مِنَ الْمَلٰئِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ بَصٖيرٌ</span></strong> <strong>"Allah, meleklerden ve insanlar­dan rasûller seçer. Muhakkak Allah herşeyi işitendir, herşeyi görendir"</strong> (Hac 75). <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَه</span></strong> <strong>“Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir."</strong> (En'âm 124). <strong><span dir="RTL">كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ </span>"İnsanlar tek bir ümmetti. Allah da peygamberleri müjdele-yici ve korkutucular olmak üzere gönderdi.</strong>" (Bakara 213) ve buna ben­zer daha başka ayet-i kerimeler.</p>
<p>Özetle söyleyecek olursak, Yüce Allah'ın emir ve nehiylerini ihtiva eden, hükümlerini bilmenin tek yolunun ancak peygam­berler olduğu ve ancak onlar vasıtasıyla bunların öğrenileceği konusunda kat'î bir bilgi ve kesin bir yakîn vardır. Bu konuda ümmetin selefi de, halefi de icma halindedir. Her kim Peygamberlerin dışında ve peygamberlere ihtiyaç bırakmayacak şekilde Allah'ın kendisi vasıtasıyla emir ve yasaklarının bili­nebileceği başka bir yol bulunduğunu söyleyecek olursa bu kimse kâfirdir, öldürülür, tevbe etmesi de istenmez. Bu konuda onunla tartışıp, ona soru so­rup cevap vermeye de gerek yoktur. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v) sonra bir takım peygamberlerin varlığını da ka­bul etmek demektir. Oysa yüce Allah onu peygamberlerinin ve resullerinin sonuncusu kılmıştır. Ondan başka ne bir nebi ne de bir resul gelecektir. (Kurtubi, Kehf 82)</p>
<p><strong>4) Bazı sofuların tevekkül hakkındaki yanlış düşünceleri:</strong> İmam Kurtubi bazı sofilerin tevekkül konusundaki yanlış düşüncelerini Ali İmran suresinin 159. ayetinin 8. Bölümündeki tefsirinde şöyle zikretmektedir:</p>
<p>Sofilerden bir kesim şöyle demiştir: Kalbinden Arslan yahut ondan başka Allah'ın dışında­ki herhangi bir varlığın korkusu tamamen gitmedikçe ve şanı yüce Allah'ın teminatı altında olması dolayısıyla da rızık talebi için çalışmayı terk etmeyen herhangi bir kimse, "mütevekkil" adını almaya hak kazanamaz.</p>
<p>Ancak, Hz. Mûsâ ile Hz. Harun, yüce Allah'ın: <strong><span dir="RTL">لَا تَخَافَا </span>"Korkmayınız"</strong> (Tâ-Hâ, 46) buyruğunda da ifade ettiği gibi korkmuşlardır. Yine bir başka yerde: <strong><span dir="RTL">فَاَوْجَسَ فٖى نَفْسِهٖ خٖيفَةً مُوسٰى </span>"Mûsâ içinde gizli bir korku hissetti.</strong> <strong><span dir="RTL">قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى</span></strong> <strong>Biz ona korkma. Dedik"</strong> (Tâ-Hâ, 67-68) di­ye buyurmuştur. Hz. İbrahim hakkında da şu buyruğu İle korktuğunu haber vermektedir: <strong><span dir="RTL">فَلَمَّا رَاٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ</span></strong> <strong>"Ellerinin buna uzanmadığım görünce, onların bu hallerinden hoşlanmadı ve kalbine bir korku girdi Korkma! Dediler."</strong> (Hûd, 70). Şim­di, Hz. İbrahim el-Halil ile Allah'ın Kelimi Hz. Mûsâ korktuklarına göre, başkalarının benzer hallerde korkuya kapılma­ları öncelikle söz konusudur. (Kurtubi, Ali-İmran 159)</p>
<p><strong>5) Bazı sofilerin Vecd, Sema</strong> <strong>raks, alkış (nağmeli sesler, çalgılar) gibi davranışları:</strong> İmam Kurtubi bazı sofilerde; vecd, sema, (nağmeli sesler, çalgılar) dinlemek gibi yanlış davranışlar ve bidatler, ibadet anlayışı çerçevesinde dahi yer bul­muş, yaygınlık kazanmıştır. Cahil sofilerin raks, alkış ve semalarının, bunun etkisi altında kalarak baygın düşerek kendilerini yerden yere vurmalarının, akıl sahibi kimselere yakışmayan işler olduğunu, bunu yapan kimselerin ise Beyt'in (Kâ'be'nin) çevresinde el çırparak tavaf eden müşriklerin davranış­larına benzer bir tutum sergilemiş olacaklarını da belirterek, bu gibi yanlış hareketleri reddetmektedir. Kurtubî, sofilerin raks ve Sema’larını da kabul etmemekle, onların raks ve semaya dair gösterdikleri delillerin delil olmaktan uzak olduğunu belirt­mekle kalmayarak, esasen bu tür davranışların Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerine, açık naslarına da aykırı olduğuna da şu ayetlerle değinmektedir.</p>
<p>İmam Kurtubî, Isra suresinin 37-38'nci ayet-i kerimeleri açıklarken 5'nci baş­lıkta şunları söylemektedir:</p>
<p>İlim adamları bu ayet-i kerimeyi, raks etmenin ve bu işi sürdürmenin ye­rilen bir şey olduğuna delil göstermişlerdir. İmam Ebu'l-Vefâ b. Akıl der ki: Kur’an-ı Kerim, raksı yasakladığını açık nass ile ifade ederek: <strong><span dir="RTL">وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا</span></strong> <strong>"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme"</strong> (Isra 37) diye buyurmuş ve kibirlenenleri yermiştir. Raks, kibirlenip azgınlaşmanın en ileri derecesidir. Bizler, neşe ve sarhoşluk ver­meye ortak özellikleri dolayısıyla Nebiz’i Şarab’a kıyas etmiyor muyuz? Ne di­ye mızrabı ve onunla birlikte şiirin bestelenerek söylenmesini, tambur, zur­na ve davula -aralarındaki ortak özellik dolayısıyla- kıyas etmiyoruz ki? Sa­kallı bir kimsenin -hele bir de yaşlı olursa- raks edip nağmelere ve vurgula­ra göre alkış tutması ne kadar çirkin bir şeydir! Özellikle bu nağmeli sesler, ka­dın ve tüyü bitmemiş çocukların sesi ise…</p>
<p>Acaba, önünde ölüm, sorgulanmak, haşr ve sırat bulunan, bundan sonra da cennet ya da cehennemden birisine gideceği belli olmayan bir kimsenin raks ile hayvanlar gibi şaha kalkması­nın, kadınlar gibi alkışlamasının güzel bir tarafı olabilir mi? Andolsun ki, öm­rüm boyunca öyle hocalarımı gördüm ki, sürekli olarak onlarla oturup kalk­mama rağmen gülmek şöyle dursun, tebessüm ettikleri İçin bir tek dişleri da­hi görülmüş değildir.</p>
<p>Ebu'l-Ferec ibnü'l-Cevzî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demekte­dir: İlim adamlarından birisinin, İmam el-Gazali -Allah ondan razı olsun- ba­na anlattığına göre o şöyle demiştir: Raks, ancak oyun ile ortadan kalkabilen iki omuz arasındaki bir ahmaklıktır. (Kurtubi, İsra 37-38)</p>
<p>İmam Kurtubî, Kehf suresinin 14. Ayetinin beşinci başlığında, İmam Ebu Bekr et-Tarsusî'ye, sofilerin izledikleri bu yol hakkında soru sorulması üzerine, şu şekilde cevap verdiğini nakletmek­tedir: "Raks ve vecd haline girmeye gelince; bunu ilk olarak ortaya atanlar, Samirî’nin adamlarıdır. Sâmirî, onla­ra böğüren bir ceset halinde buzağıyı yapınca, onlar vecde gelerek etrafında kalkıp raks etmeye koyuldular. İşte bu, kâfir­lerin dinidir; buzağıya İbadet edenlerin yoludur. (kurtubi, Kehf 14)</p>
<p><strong>6) Tefekkür ve zahiri ibadet:</strong> İmam Kurtubî, Âl-i İmran Suresinin 190´ncı âyet-i kerimesini ve ondan sonraki Ayet-i kerimelerini tefsir ederken <em><u>“Göklerin ve Yerin Yaratılışı Üzerinde Düşünmek</u></em>” babında Hz. Peygamber´in şu Hadis-i şerifini de naklederek şunları söylemektedir:</p>
<p> <em><span dir="RTL">وَفِي الصَّحِيحَيْنِ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّهُ بَاتَ عِنْدَ خَالَتِهِ مَيْمُونَةَ وَفِيهِ : فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ –</span></em></p>
<p dir="RTL"><em> فَمَسَحَ النَّوْمَ عَنْ وَجْهِهِ ثُمَّ قَرَأَ الْآيَاتِ الْعَشْرَ الْخَوَاتِمَ مِنْ سُورَةِ آلِ عِمْرَانَ ، وَقَامَ إِلَى شَنٍّ مُعَلَّقٍ فَتَوَضَّأَ وُضُوءًا خَفِيفًا ثُمَّ صَلَّى ثَلَاثَ عَشْرَةَ رَكْعَةً</em></p>
<p><em>Buhârî ve Müslim'de İbn Abbas'dan rivayetle: teyzem Meymune'nin yanında gece­yi geçirdim. Rasûlullah (s.a.v) kalktı, yüzünden uykunun etkilerini sildi. Daha sonra Ali-İmran Sûresi'nin son on âyetini okudu. Duvarda asılı bir kırbaya (Tulum) doğru gidip onu aldı. Oradan az su kullanarak bir abdest aldı. Daha sonra da onüç re­kât namaz kıldı.</em></p>
<p>Şimdi, Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, siz Hz. Peygamber'in önce yara­tıklar üzerinde tefekkürü (Bakara Suresi’nin son on Ayetini okumak suretiyle) sonra da namaza yönelişini bir arada yaptığına bir bakınız. İşte kendisine güvenilecek sünnet uygulama budur.</p>
<p>Sofiler şeyhin bir gün, bir gece yahut ta bir ay aralıksız olarak düşünmesine gelince; bu in­sanlara yakışmayan ve doğruluktan uzak bir yoldur ve böyle bir uygulama­nın sünnete uygunluğu söz konusu değildir.</p>
<p>İbn Atiyye der ki: Babam da bana doğudaki ilim adamlarından birisinden şöyle dediğini nakletmektedir: Mısır'da el-Akdam mescidinde geceyi geçiri­yordum. Yatsı namazını kıldım, bir adamın sabah namazına kadar üzeri ör­tülü olduğu halde yattığım gördüm. Biz ise o gece namaz kıldık. Sabah na­mazı için kamet getirilince sözünü ettiğim o adam kalktı, kıbleye yönelip ce­maatle birlikte namaz kıldı. Ben onun abdestsiz bir şekilde namaz kılma cü­retini çok büyük bir iş olarak değerlendirdim. Namazı bitirdikten sonra çı­kıp gitti. Ben de ona öğüt vermek kastıyla arkasından gittim. Fakat ona yaklaştığım sırada oda bana bir şiirle tefekkürle ibadet ettiğini ima etti. Bunun üzerine ona bir şey söylemekten vazgeçtim. (Kurtubi, Ali-İmran 190)</p>
<p>Yani yatsı namazından sabah namazına kadar tefekkür etmiş, daha sonrada sabah namazını kılmıştır. (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.