KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (10)
<p><strong>2- Ashab-ı Kehf Kıssası</strong></p>
<p>Ashab-ı Kehf’ten bahsetmişken, kıssası hakkında bilgi edinmeden geçmek doğru olmaz kanaatindeyiz. Binaenaleyh mevzu ile alakalı Taberi (Rh.a) tefsirinde şunlar anlatılmaktadır:</p>
<p>Rivayet ediliyor ki Ashab-ı Kehf; Allah'a iman eden ve müşriklere karşı koyan bir gurup gençti. Bu gençlerin yaşadığı devirde, incilin hükümleriyle, amel etmesi gereken insanlar bir sapıklık içine düşmüş ilahi yoldan ayrılmışlardı. Özellikle Rum Krallarından Dekyanus, sapıklıkta başı çekenlerdendi. Putperestliği kabul etmeyen İsevîlere işkenceler yapıyor ve onları öldürtüyordu.</p>
<p>Bu zalim Kral bir gün Ashab-ı Kehfin yaşadığı Dekinos şehrine geldi ve müminlerin yakalanıp getirilmelerini emretti. İman edenler kaçıp saklanmışlardı. Dekyanus’un zabıtaları, müminleri saklandıkları yerlerden çıkarıp onun huzuruna getiriyorlar o da onları, putlara kurban kesilen mezbahalara sevk ediyor ve öldürülmeleri veya putperestliği seçmeleri hususunda serbest bırakıyordu. Korkanlar putperest oluyor, imanları sağlam olanlar ise bunu reddediyorlar o da onları öldürtüp şehrin surları ve kapılan üzerine astırıyordu.</p>
<p>Şehrin ileri gelenlerinin evlatları olan bu imanlı gençler de olayları üzüntü ile izliyor, bu belanın defedilmesi için gözyaşları dökerek dua ediyorlardı. Kralın adamları bu gençleri de ihbar ettiler. Ve böylece bu gençler de yakalatılarak Kralın huzuruna getirildiler. Onlara da Putperestliği kabul etmeleri teklif edildi. Onlar ise:</p>
<p>"Biz, âlemlerin rabbi olan Allah'tan başkasını tanımayız. Ondan başkasına ibadet etmeyiz. İstediğini yap" dediler.</p>
<p>Kral, bir iş için Ninova şehrine gidiyordu. Dönünceye kadar düşünmeleri için kendilerine mühlet verdi. Fakat bu gençler dinlerinden dönmemeye ahd ettiler. Şehrin yakınında bulunan "Benclüs" dağındaki bir mağaraya sığınmaya karar verdiler. Her biri gidip evlerinden bir şeyler aldılar. Bu şeylerin bir kısmını halka sadaka olarak dağıttılar bir kısmını da kendi ihtiyaçları için yanlarına alarak mağaraya girdiler. Orada gece gündüz namaz kılıyorlar ve Allah'a yalvarıyorlardı. Yemek işlerini, içlerinden "Yemliha" isimli genç idare ediyordu. Her sabah gizlice şehre gidiyor, yiyecek alıyor ve haber toplayarak geri dönüyordu.</p>
<p>Bir süre sonra zalim Kral Ninovadan döndü ve bu gençleri sordu. Onları bulamayınca babalarını huzuruna getirtti. Babaları da oğullarının mallarını yağmalayarak halka dağıttıklarını ve dağa çıktıklarını söyleyerek özür beyan ettiler. Her gün çarşıya giden Yemliha bu durumu öğrendi ve gelip arkadaşlarına haber verdi. Gençler ağlaşarak dua edip Allah'a yalvardılar.</p>
<p>Bu durum karşısında ne yapacaklarını düşünüp müzakere ederlerken Allah Teâlâ onlara bir uyku verdi ve yemekleri yanlarında olduğu halde uyuyakaldılar.</p>
<p>Diğer taraftan Kral Dekyanus hiddetle onlara ne yapacağını düşünüyordu. Ashab-ı Kehfi uyutan Allah Teâlâ bu zalim Kralın da aklına o mağaranın girişini kapatmayı getirdi ve Dekyanus mağaranın girişinin duvarla örülerek kapatılmasını emretti. Böylece içeride açlıktan ve susuzluktan öleceklerini düşünüyordu. Duvar örüldü ve mağaranın girişi kapatıldı.</p>
<p>Bu sırada Dekyanus’un yanında, imanlarını gizleyen "Pendros" ve "Runas" isimli iki kişi vardı. Bunlar, mağaranın önüne duvar Örülürken içerde kalan gençlerin kimler olduklarını ve hadiselerini kurşun bir levhaya yazıp bakır bir tabutun içine yerleştirerek yapılan duvarın içine koymayı kararlaştırdılar ve bunu yaptılar. Böylece o gençlerin kimler oldukları ve hadiselerinin ne olduğu hususu tespit edilmiş oldu. (Taberi, Kehf 9)</p>
<p>İşte bu gençler, şu Ayet-i kerimede de beyan edildiği gib <strong><span dir="RTL">وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً</span></strong> (Kehf 25) bu mağarada üç yüz dokuz yıl her çeşit tabii ve hayvani tehlikelerden korunaklı bir şekilde uyudular ve daha sonra uyanarak olayları Öğrendiler ve tekrar dünya hayatını terk ederek ölüm haline geçtiler.</p>
<p><strong>3-Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtının bilge biri tarafından Hz. Süleyman’a (a.s) getirilmesi</strong>:</p>
<p>Tarihi kaynaklara göre, Süleyman (a.s.) Davud (a.s)’ın 19 oğlundan biri olup, M.Ö. 965-926 arasında 40 yıl kadar hükümdarlık yaptığı söylenmektedir. Şimdiki Filistin, Ürdün ve Doğu Suriye’de hüküm sürmüştür. Süleyman (a.s.)’ın kuşdili bildiği aşağıdaki Ayet-i kerime ile sabittir.</p>
<p>Kur’an-i kerimin şu ayetinde zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا</span></strong></p>
<p><strong><span dir="RTL">مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ</span></strong><strong> “Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi. Ve bize her şeyden bir pay verildi. İşte bu, açık bir lütuftur.” </strong>(Neml 16).</p>
<p>Ayet-i kerimede zikredilen Süleyman’ın (a.s) Davud’a (a.s) varis olması iki cihettendir. Birincisi krallıkta ve ikincisi ise nübüvvette varis olmasıdır.</p>
<p>İbn-i Kesir (Rh.A) bu Ayetin “Süleyman Davud’a mirasçı oldu” kısmına dair tefsirinde şunları söylemektedir: Allah Teâlâ o ikisi için (Davud ve Süleyman aleyhimusselam) dünya ve ahiret mutluluğunu bir araya getirmiş, onlara dünyada tam bir hükümran­lık bahşetmiş ve dinde de peygamberlik ve Risâlet vermiştir.</p>
<p>“Bize kuşların dili öğretildi” kısmının tefsirinde ise şunları söylemektedir: Allah Teâlâ Hz. Süleyman'a, havada kuşların birbirleriyle konuşmala­rını ve değişik sınıflardan hayvanların konuşmalarını anlama gücü ver­mişti.</p>
<p>Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayete göre, Allah Resulü (s.a.) şöy­le buyurmuştur: Hz. Davud (a.s.)’da şiddetli bir kıskançlık vardı. Evinden çıktığı zaman kapılar kapatılır ve o dönünceye kadar ailesinin, ya­nına hiç kimse girmezdi. Bir gün çıktı, kapılar kapatıldı. Hanımların­dan biri evin içinde dolaşırken birden bire evin ortasında bir adam gör­dü. Evde olan birisine: Ev kapalı, kilitli iken şu adam nereden girdi? Diye sordu ve sözlerine devam ederek, Allah'a yemin olsun ki biz, Davud'un yanında rüsva olacağız, dedi. Hz. Davud gelip te adamı evin ortasında durur görünce, ona; Sen kimsin? Diye sordu. O: Krallardan korkmayan ve örtülerin kendisini engelleyemediği kimseyim, dedi. Hz. Davud: Allah'a yemin olsun ki, o halde sen ölüm meleğisin. Elbette Allah'ın emrinden hoşnuduz, dedi. Hz. Davud olduğu yerde elbisesine büründü de ruhu kabzolundu. Hz. Davud vefat edip güneş doğduğunda, Hz. Süleyman kuşlara; Davud'u gölgeleyin, bu­yurdu. Kuşlar onu gölgelediler. O kadar ki, yeryüzü o ikisinin üzerine karardı. Hz. Süleyman kuşlara: Kanatlarınızı birer birer kapatın, diye emretti. (İbn-i Kesir, Neml 16).</p>
<p>Hz. Süleyman (a.s) zamanında Yemen’de Sebe isimli bir kavim yaşıyordu. Bunların hükümdarı, Belkıs adında bir kadın idi.</p>
<p>Kuran-i kerimde Hz. Süleyman ile Belkıs hadisesi şöyle geçmektedir: <strong><span dir="RTL">وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>يُوزَعُونَ</strong></span> günün birinde “<strong>Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.” </strong>(Neml 17)</p>
<p>Süleyman'ın (a.s) cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplan­dı. Hepsi topluca gidiyorlardı. Hz. Süleyman, insanlar arasında büyük bir ihtişam içinde bulunuyordu. Kendisini takip edenler in­sanlardan oluşan ordusuydu. Derece itibarıyla onlardan sonra gelenler cinler olup, kuşların yeri ise başının üzerindeydi. Eğer hava sıcak ise kanatları ile onu gölgelerlerdi.</p>
<p>Hepsi topluca gidiyorlardı. Kimse kendisi için ayrılan yerini aş­masın diye öndekiler, arkalarında olanları ilerlemekten engelliyorlardı. Mücahit (r.a) der ki: Her bir sınıfın üzerine engelleyiciler, sınır bekçileri ko­nulmuştu. Evvelkiler, yürüyüşte ileri geçmesinler diye arkalarda olan­ları geri çeviriyordu. Nitekim bugün de krallar böyle yapmaktadırlar. (İbn-i Kesir, Neml 17).</p>
<p><strong><span dir="RTL">حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ</span></strong> <strong>Nihayet Hz. Sü­leyman, yanındaki ordusuyla beraber karıncaların vadisine geldiğinde, dişi bir karınca dedi ki:</strong> <strong><span dir="RTL">يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ</span></strong><strong> “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin. Sü­leyman ve orduları farkına varmadan sakın sizi ezmesin.</strong>” (Neml 18). Karıncanın söylediklerini anlayan Hz. Süleyman (a.s): <strong><span dir="RTL">فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ</span></strong><strong> tebessümle gülerek dedi ki: “Rabbim, bana ve ana babama verdiğin nimetine şükür etmemde ve hoşnut olacağın Salih amelleri yapmamda beni mu­vaffak kıl. Ve rahmetinle beni Salih kullarının arasına dâhil et.” </strong>(Neml 19) (İbn-i Kesir, Neml 18-19).</p>
<p>İbn-i Abbâs ve başkalarından rivayetle Mücahit ve Said bin Cübeyr der ki: Hüthüt kuşu mühendis idi. Hz. Süleyman'a suyu gösterirdi. Hz. Süleyman çöl bir arazide bulundukları zaman Hüthütü çağırır, o da insanın yeryüzünde açıkça görülen bir şeyi gördüğü gibi yeraltındaki suyu görürdü. Ayrıca yeryüzüne olan uzaklığının ne kadar olduğunu da bilirdi. Hüthüt onlara suyu gösterdiği zaman Hz. Süleyman (a.s.) Cinlere emreder ve onlar da o yeri kazarak, suyu bulunduğu yerden çıkarırlardı. Hz. Süleyman ordularıyla çöl bir araziye inip konak­lamıştı. Hüthütü görmek üzere kuşları araştırdığında onu göremeyince: <strong><span dir="RTL">فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ</span> “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Dedi.” </strong>(Neml 20). Ve sözlerine devam ederek şunları söyler: <strong><span dir="RTL">لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ</span> “Bana apaçık bir delili getirmedikçe kesinlikle onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.” </strong>Dedi. (Nem 21)</p>
<p>Süfyân îbn-i Uyeyne ve Abdullah İbn-i Şeddâd derler ki: Hüthüt geldiğinde kuşlar ona: Seni geri bırakan nedir? Şüphesiz Süleyman, senin kanını dökme adağında bulunmuştur, dediler. Hüthüt: hiç is­tisnada bulundu mu? Diye sordu, onlar: Evet, “Ya bana apaçık bir bur­han (delil, mazeret) getirecektir, ya da onu şiddetli bir azaba uğratırım veya keserim.” dedi, dediler. Hüthüt: O halde kurtuldum, dedi. (İbn-i Kesir, Taberi, Razi, Neml 20-21).</p>
<p><strong><span dir="RTL">فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ</span></strong><strong> “Lakin hüthüt çok geçmeden çıkageldi ve Hz. Süleyman’a: “Ben senin henüz bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe hakkında doğru bir haber getirdim” dedi. </strong>(Neml 22). Hüthüt sözlerine devam ederek; <span dir="RTL">ا<strong>نّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ</strong></span><strong> “onlara (Sebe'lilere) Melike’lik eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.” </strong>(Neml 23). <strong><span dir="RTL">وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ</span></strong><strong> “Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.” </strong>(Neml 24). <strong><span dir="RTL">اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ</span> “Oysa göklerde ve yerde gizli olan her şeyi açığa çıkaran, sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bilen Allah'a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?” </strong>(Neml 25). <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ</span> “Halbuki o en geniş hükümranlığın ve o en büyük Arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur.” </strong>(Neml 26)</p>
<p>Hüthüt bunları Hz. Süleyman’a aktarınca Hz. Süleyman şöyle buyurdu: <strong><span dir="RTL">قَالَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ</strong></span><strong> “Bakalım, doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mı sın? Dedi. </strong>(Neml 27). Sözlerine devamla: <strong><span dir="RTL">اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ</span> “Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra dönüp onlardan uzaklaş ve nasıl bir dönüş yapacaklarına bak” </strong>(Neml 28)</p>
<p>Sebe halkı Güney Arabistan’da ticaretle uğraşan bir millet idi. Başkentleri, Yemen’in San’a şehrinin takriben 100 km. kuzeydoğusundaki Ma’rib idi. Sebeliler, M.Ö. 1100 - 115 arasında bin yıl kadar bütün Arap yarımadasına hâkim olmuşlardı. Bu halkın Melikesi <u>Belkıs</u> binti Şerahil idi ve yirmi sene Melike’lik ettiği zikrolunmuştur.</p>
<p>Öte yandan Süleyman (a.s) ileri gelenleri etrafına toplayarak onlara: <strong><span dir="RTL">قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ</span> “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?” </strong>dedi. (Neml 38).<strong> <span dir="RTL">قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ</span> Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.” </strong>(Neml 39). <strong><span dir="RTL">قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>كَر۪يمٌ</strong></span><strong> Kitaptan bilgi sahibi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” </strong>(Neml 40).</p>
<p>Ayet-i kerimede, kitaptan ilim sahibi olan birinin, Belkıs'ın tahtını bir anda Hz. Süleyman'a getireceğini söylediği ifade edilen kişinin âlim bir kimse olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu kişinin ismi ve sıfatları hakkında farklı rivayetler vardır.</p>
<p>Bu hususta Taberi’nin (Rh.a) ilgili Ayet’in tefsirinde şu rivayetler geçmektedir:</p>
<p>Abdullah bin Abbas ve Yezid bin Ruman'a göre bu zat, Hz. Süleyman'ın kâtipliğini yapan "Asif veya Asaf bin Berhiya"dır. Bu kişi takva sahibi birisiydi. Allah'ın ismi azamını bilirdi.</p>
<p>İbn-i Zeyd'e göre ise bu zat, denizin içinde bir adada yaşayan takva sahibi bir kul idi. Allah'a isimlerinden biri ile dua etti böylece Melike'nin tahtı Hz. Süleyman'ın Önünde görünüverdi.</p>
<p>Ve başka rivayetlerde vardır. Netice olarak bu Zat’ın bir Veliyullah olmasıdır. (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 28 Mart 2017 - Salı
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (10)
<p><strong>2- Ashab-ı Kehf Kıssası</strong></p>
<p>Ashab-ı Kehf’ten bahsetmişken, kıssası hakkında bilgi edinmeden geçmek doğru olmaz kanaatindeyiz. Binaenaleyh mevzu ile alakalı Taberi (Rh.a) tefsirinde şunlar anlatılmaktadır:</p>
<p>Rivayet ediliyor ki Ashab-ı Kehf; Allah'a iman eden ve müşriklere karşı koyan bir gurup gençti. Bu gençlerin yaşadığı devirde, incilin hükümleriyle, amel etmesi gereken insanlar bir sapıklık içine düşmüş ilahi yoldan ayrılmışlardı. Özellikle Rum Krallarından Dekyanus, sapıklıkta başı çekenlerdendi. Putperestliği kabul etmeyen İsevîlere işkenceler yapıyor ve onları öldürtüyordu.</p>
<p>Bu zalim Kral bir gün Ashab-ı Kehfin yaşadığı Dekinos şehrine geldi ve müminlerin yakalanıp getirilmelerini emretti. İman edenler kaçıp saklanmışlardı. Dekyanus’un zabıtaları, müminleri saklandıkları yerlerden çıkarıp onun huzuruna getiriyorlar o da onları, putlara kurban kesilen mezbahalara sevk ediyor ve öldürülmeleri veya putperestliği seçmeleri hususunda serbest bırakıyordu. Korkanlar putperest oluyor, imanları sağlam olanlar ise bunu reddediyorlar o da onları öldürtüp şehrin surları ve kapılan üzerine astırıyordu.</p>
<p>Şehrin ileri gelenlerinin evlatları olan bu imanlı gençler de olayları üzüntü ile izliyor, bu belanın defedilmesi için gözyaşları dökerek dua ediyorlardı. Kralın adamları bu gençleri de ihbar ettiler. Ve böylece bu gençler de yakalatılarak Kralın huzuruna getirildiler. Onlara da Putperestliği kabul etmeleri teklif edildi. Onlar ise:</p>
<p>"Biz, âlemlerin rabbi olan Allah'tan başkasını tanımayız. Ondan başkasına ibadet etmeyiz. İstediğini yap" dediler.</p>
<p>Kral, bir iş için Ninova şehrine gidiyordu. Dönünceye kadar düşünmeleri için kendilerine mühlet verdi. Fakat bu gençler dinlerinden dönmemeye ahd ettiler. Şehrin yakınında bulunan "Benclüs" dağındaki bir mağaraya sığınmaya karar verdiler. Her biri gidip evlerinden bir şeyler aldılar. Bu şeylerin bir kısmını halka sadaka olarak dağıttılar bir kısmını da kendi ihtiyaçları için yanlarına alarak mağaraya girdiler. Orada gece gündüz namaz kılıyorlar ve Allah'a yalvarıyorlardı. Yemek işlerini, içlerinden "Yemliha" isimli genç idare ediyordu. Her sabah gizlice şehre gidiyor, yiyecek alıyor ve haber toplayarak geri dönüyordu.</p>
<p>Bir süre sonra zalim Kral Ninovadan döndü ve bu gençleri sordu. Onları bulamayınca babalarını huzuruna getirtti. Babaları da oğullarının mallarını yağmalayarak halka dağıttıklarını ve dağa çıktıklarını söyleyerek özür beyan ettiler. Her gün çarşıya giden Yemliha bu durumu öğrendi ve gelip arkadaşlarına haber verdi. Gençler ağlaşarak dua edip Allah'a yalvardılar.</p>
<p>Bu durum karşısında ne yapacaklarını düşünüp müzakere ederlerken Allah Teâlâ onlara bir uyku verdi ve yemekleri yanlarında olduğu halde uyuyakaldılar.</p>
<p>Diğer taraftan Kral Dekyanus hiddetle onlara ne yapacağını düşünüyordu. Ashab-ı Kehfi uyutan Allah Teâlâ bu zalim Kralın da aklına o mağaranın girişini kapatmayı getirdi ve Dekyanus mağaranın girişinin duvarla örülerek kapatılmasını emretti. Böylece içeride açlıktan ve susuzluktan öleceklerini düşünüyordu. Duvar örüldü ve mağaranın girişi kapatıldı.</p>
<p>Bu sırada Dekyanus’un yanında, imanlarını gizleyen "Pendros" ve "Runas" isimli iki kişi vardı. Bunlar, mağaranın önüne duvar Örülürken içerde kalan gençlerin kimler olduklarını ve hadiselerini kurşun bir levhaya yazıp bakır bir tabutun içine yerleştirerek yapılan duvarın içine koymayı kararlaştırdılar ve bunu yaptılar. Böylece o gençlerin kimler oldukları ve hadiselerinin ne olduğu hususu tespit edilmiş oldu. (Taberi, Kehf 9)</p>
<p>İşte bu gençler, şu Ayet-i kerimede de beyan edildiği gib <strong><span dir="RTL">وَلَبِثُوا ف۪ي كَـهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعاً</span></strong> (Kehf 25) bu mağarada üç yüz dokuz yıl her çeşit tabii ve hayvani tehlikelerden korunaklı bir şekilde uyudular ve daha sonra uyanarak olayları Öğrendiler ve tekrar dünya hayatını terk ederek ölüm haline geçtiler.</p>
<p><strong>3-Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtının bilge biri tarafından Hz. Süleyman’a (a.s) getirilmesi</strong>:</p>
<p>Tarihi kaynaklara göre, Süleyman (a.s.) Davud (a.s)’ın 19 oğlundan biri olup, M.Ö. 965-926 arasında 40 yıl kadar hükümdarlık yaptığı söylenmektedir. Şimdiki Filistin, Ürdün ve Doğu Suriye’de hüküm sürmüştür. Süleyman (a.s.)’ın kuşdili bildiği aşağıdaki Ayet-i kerime ile sabittir.</p>
<p>Kur’an-i kerimin şu ayetinde zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا</span></strong></p>
<p><strong><span dir="RTL">مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ</span></strong><strong> “Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi. Ve bize her şeyden bir pay verildi. İşte bu, açık bir lütuftur.” </strong>(Neml 16).</p>
<p>Ayet-i kerimede zikredilen Süleyman’ın (a.s) Davud’a (a.s) varis olması iki cihettendir. Birincisi krallıkta ve ikincisi ise nübüvvette varis olmasıdır.</p>
<p>İbn-i Kesir (Rh.A) bu Ayetin “Süleyman Davud’a mirasçı oldu” kısmına dair tefsirinde şunları söylemektedir: Allah Teâlâ o ikisi için (Davud ve Süleyman aleyhimusselam) dünya ve ahiret mutluluğunu bir araya getirmiş, onlara dünyada tam bir hükümran­lık bahşetmiş ve dinde de peygamberlik ve Risâlet vermiştir.</p>
<p>“Bize kuşların dili öğretildi” kısmının tefsirinde ise şunları söylemektedir: Allah Teâlâ Hz. Süleyman'a, havada kuşların birbirleriyle konuşmala­rını ve değişik sınıflardan hayvanların konuşmalarını anlama gücü ver­mişti.</p>
<p>Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayete göre, Allah Resulü (s.a.) şöy­le buyurmuştur: Hz. Davud (a.s.)’da şiddetli bir kıskançlık vardı. Evinden çıktığı zaman kapılar kapatılır ve o dönünceye kadar ailesinin, ya­nına hiç kimse girmezdi. Bir gün çıktı, kapılar kapatıldı. Hanımların­dan biri evin içinde dolaşırken birden bire evin ortasında bir adam gör­dü. Evde olan birisine: Ev kapalı, kilitli iken şu adam nereden girdi? Diye sordu ve sözlerine devam ederek, Allah'a yemin olsun ki biz, Davud'un yanında rüsva olacağız, dedi. Hz. Davud gelip te adamı evin ortasında durur görünce, ona; Sen kimsin? Diye sordu. O: Krallardan korkmayan ve örtülerin kendisini engelleyemediği kimseyim, dedi. Hz. Davud: Allah'a yemin olsun ki, o halde sen ölüm meleğisin. Elbette Allah'ın emrinden hoşnuduz, dedi. Hz. Davud olduğu yerde elbisesine büründü de ruhu kabzolundu. Hz. Davud vefat edip güneş doğduğunda, Hz. Süleyman kuşlara; Davud'u gölgeleyin, bu­yurdu. Kuşlar onu gölgelediler. O kadar ki, yeryüzü o ikisinin üzerine karardı. Hz. Süleyman kuşlara: Kanatlarınızı birer birer kapatın, diye emretti. (İbn-i Kesir, Neml 16).</p>
<p>Hz. Süleyman (a.s) zamanında Yemen’de Sebe isimli bir kavim yaşıyordu. Bunların hükümdarı, Belkıs adında bir kadın idi.</p>
<p>Kuran-i kerimde Hz. Süleyman ile Belkıs hadisesi şöyle geçmektedir: <strong><span dir="RTL">وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>يُوزَعُونَ</strong></span> günün birinde “<strong>Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.” </strong>(Neml 17)</p>
<p>Süleyman'ın (a.s) cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplan­dı. Hepsi topluca gidiyorlardı. Hz. Süleyman, insanlar arasında büyük bir ihtişam içinde bulunuyordu. Kendisini takip edenler in­sanlardan oluşan ordusuydu. Derece itibarıyla onlardan sonra gelenler cinler olup, kuşların yeri ise başının üzerindeydi. Eğer hava sıcak ise kanatları ile onu gölgelerlerdi.</p>
<p>Hepsi topluca gidiyorlardı. Kimse kendisi için ayrılan yerini aş­masın diye öndekiler, arkalarında olanları ilerlemekten engelliyorlardı. Mücahit (r.a) der ki: Her bir sınıfın üzerine engelleyiciler, sınır bekçileri ko­nulmuştu. Evvelkiler, yürüyüşte ileri geçmesinler diye arkalarda olan­ları geri çeviriyordu. Nitekim bugün de krallar böyle yapmaktadırlar. (İbn-i Kesir, Neml 17).</p>
<p><strong><span dir="RTL">حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ</span></strong> <strong>Nihayet Hz. Sü­leyman, yanındaki ordusuyla beraber karıncaların vadisine geldiğinde, dişi bir karınca dedi ki:</strong> <strong><span dir="RTL">يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ</span></strong><strong> “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin. Sü­leyman ve orduları farkına varmadan sakın sizi ezmesin.</strong>” (Neml 18). Karıncanın söylediklerini anlayan Hz. Süleyman (a.s): <strong><span dir="RTL">فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ</span></strong><strong> tebessümle gülerek dedi ki: “Rabbim, bana ve ana babama verdiğin nimetine şükür etmemde ve hoşnut olacağın Salih amelleri yapmamda beni mu­vaffak kıl. Ve rahmetinle beni Salih kullarının arasına dâhil et.” </strong>(Neml 19) (İbn-i Kesir, Neml 18-19).</p>
<p>İbn-i Abbâs ve başkalarından rivayetle Mücahit ve Said bin Cübeyr der ki: Hüthüt kuşu mühendis idi. Hz. Süleyman'a suyu gösterirdi. Hz. Süleyman çöl bir arazide bulundukları zaman Hüthütü çağırır, o da insanın yeryüzünde açıkça görülen bir şeyi gördüğü gibi yeraltındaki suyu görürdü. Ayrıca yeryüzüne olan uzaklığının ne kadar olduğunu da bilirdi. Hüthüt onlara suyu gösterdiği zaman Hz. Süleyman (a.s.) Cinlere emreder ve onlar da o yeri kazarak, suyu bulunduğu yerden çıkarırlardı. Hz. Süleyman ordularıyla çöl bir araziye inip konak­lamıştı. Hüthütü görmek üzere kuşları araştırdığında onu göremeyince: <strong><span dir="RTL">فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ</span> “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Dedi.” </strong>(Neml 20). Ve sözlerine devam ederek şunları söyler: <strong><span dir="RTL">لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ</span> “Bana apaçık bir delili getirmedikçe kesinlikle onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.” </strong>Dedi. (Nem 21)</p>
<p>Süfyân îbn-i Uyeyne ve Abdullah İbn-i Şeddâd derler ki: Hüthüt geldiğinde kuşlar ona: Seni geri bırakan nedir? Şüphesiz Süleyman, senin kanını dökme adağında bulunmuştur, dediler. Hüthüt: hiç is­tisnada bulundu mu? Diye sordu, onlar: Evet, “Ya bana apaçık bir bur­han (delil, mazeret) getirecektir, ya da onu şiddetli bir azaba uğratırım veya keserim.” dedi, dediler. Hüthüt: O halde kurtuldum, dedi. (İbn-i Kesir, Taberi, Razi, Neml 20-21).</p>
<p><strong><span dir="RTL">فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ</span></strong><strong> “Lakin hüthüt çok geçmeden çıkageldi ve Hz. Süleyman’a: “Ben senin henüz bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe hakkında doğru bir haber getirdim” dedi. </strong>(Neml 22). Hüthüt sözlerine devam ederek; <span dir="RTL">ا<strong>نّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ</strong></span><strong> “onlara (Sebe'lilere) Melike’lik eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.” </strong>(Neml 23). <strong><span dir="RTL">وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ</span></strong><strong> “Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.” </strong>(Neml 24). <strong><span dir="RTL">اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ</span> “Oysa göklerde ve yerde gizli olan her şeyi açığa çıkaran, sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bilen Allah'a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?” </strong>(Neml 25). <strong><span dir="RTL">اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ</span> “Halbuki o en geniş hükümranlığın ve o en büyük Arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur.” </strong>(Neml 26)</p>
<p>Hüthüt bunları Hz. Süleyman’a aktarınca Hz. Süleyman şöyle buyurdu: <strong><span dir="RTL">قَالَ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ</strong></span><strong> “Bakalım, doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mı sın? Dedi. </strong>(Neml 27). Sözlerine devamla: <strong><span dir="RTL">اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ</span> “Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra dönüp onlardan uzaklaş ve nasıl bir dönüş yapacaklarına bak” </strong>(Neml 28)</p>
<p>Sebe halkı Güney Arabistan’da ticaretle uğraşan bir millet idi. Başkentleri, Yemen’in San’a şehrinin takriben 100 km. kuzeydoğusundaki Ma’rib idi. Sebeliler, M.Ö. 1100 - 115 arasında bin yıl kadar bütün Arap yarımadasına hâkim olmuşlardı. Bu halkın Melikesi <u>Belkıs</u> binti Şerahil idi ve yirmi sene Melike’lik ettiği zikrolunmuştur.</p>
<p>Öte yandan Süleyman (a.s) ileri gelenleri etrafına toplayarak onlara: <strong><span dir="RTL">قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ</span> “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?” </strong>dedi. (Neml 38).<strong> <span dir="RTL">قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ</span> Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.” </strong>(Neml 39). <strong><span dir="RTL">قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>كَر۪يمٌ</strong></span><strong> Kitaptan bilgi sahibi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” </strong>(Neml 40).</p>
<p>Ayet-i kerimede, kitaptan ilim sahibi olan birinin, Belkıs'ın tahtını bir anda Hz. Süleyman'a getireceğini söylediği ifade edilen kişinin âlim bir kimse olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu kişinin ismi ve sıfatları hakkında farklı rivayetler vardır.</p>
<p>Bu hususta Taberi’nin (Rh.a) ilgili Ayet’in tefsirinde şu rivayetler geçmektedir:</p>
<p>Abdullah bin Abbas ve Yezid bin Ruman'a göre bu zat, Hz. Süleyman'ın kâtipliğini yapan "Asif veya Asaf bin Berhiya"dır. Bu kişi takva sahibi birisiydi. Allah'ın ismi azamını bilirdi.</p>
<p>İbn-i Zeyd'e göre ise bu zat, denizin içinde bir adada yaşayan takva sahibi bir kul idi. Allah'a isimlerinden biri ile dua etti böylece Melike'nin tahtı Hz. Süleyman'ın Önünde görünüverdi.</p>
<p>Ve başka rivayetlerde vardır. Netice olarak bu Zat’ın bir Veliyullah olmasıdır. (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.