KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (8)
<p>Yukarıda adları veya sıfatları geçen şefaat ehlinin, yani; Melek, Peygamber, Sıddîk, Şehit, Veli, Salih, Âlim ve Kur’an’ın ne anlama geldiğini açıklamada fayda mülahaza ediyoruz. Dolayısıyla bu zümrenin hangi vasıflara haiz olduklarını öğrenmemize yardımcı olacaktır.</p>
<p><strong><u>Melek: </u></strong>Nur’dan yaratılmış, cinsiyetsiz, Allah’ın (c.c) emrine kesinlikle itaat eden ruhani varlıklardır. Melekler hakkındaki gerçek malumatı Kur’an-ı kerimin ayetlerinden öğrenelim:</p>
<p> <strong><span dir="RTL">لا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ</span> “Onlar (melekler), söz ile O’nun (Allah’ın) önüne geçmezler ve onlar O’nun emriyle amelde bulunurlar” </strong>(Enbiya 27).</p>
<p>Onlar (Melekler), Cenabı Hakka ibadette bulunurlar, onun emirlerine, yasaklarına itaat ve boyun eğmekten asla ayrılmazlar ve söz ile ona (Hak Teâlâ)'ya takaddüm etmezler. Yani: Hak Teâlâ Hazretlerinin buyurmadığı bir şeyi kendiliklerinden söylemezler, hakkında ilâhî müsaade bulunmayan bir fiili işlemezler ve onlar onun (Hak Teâlâ)'nın emriyle amelde bulunurlar. Onlar sözlerinde olduğu gibi fiillerinde de ilâhî emre tam manasıyla riayetkârdırlar. İşte onlar, böyle itaatkâr, değerli birer kuldurlar. (Ömer N. Bilmen Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>"Onlar (Melekler), Allah'a sözü hususunda uyarlar. O söylemedikçe (sormadıkça), bir şey söylemezler ve Cenabı Hak’tan önce söz söylemezler" demektir. Bu tıpkı onların sözünün, Cenabı Hakk'ın sözüne tâbi olması (peşi sıra gelmesi) gibidir. Binâenaleyh onların bütün amel ve işleri, Allah'ın emrine bağlıdır. Onlar emir olunmadıkları hiçbir şeyi yapmazlar. (Fahreddin Er-Razi Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>"Sözleri ile O'nun önüne geçemezler." Yani; O buyurmadıkça onlar (Melekler) bir söz söylemezler, kendilerine emir vermedikçe konuşmazlar. "Onlar O'nun emri gereğince O'na İtaat ve O'nun emirlerine uygun olarak "İş görürler." (Kurtubî Tfsr., Enbiya 27)</p>
<p>Onlar (Melekler) söz ve iş olarak son derecede Allah'a itaat üzeredirler. Allah'tan önce söz söyleyemezler. Ancak O'nun emriyle hareket ederler. O'nun huzurunda herhangi bir işte öne geçemezler. <u>O'nun hiç bir emrine muhalefet etmezler.</u> Aksine O'nun emrini yerine getirmeye koşarlar. (ibn-î Kesir Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ</span> “Üzerlerinde hâkim olan Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar” </strong>(Nahl 50).</p>
<p>Korku ve dehşet içinde yaşarlar. Diğer bir yoruma göre melekler üzerlerinden kendilerine ilâhî bir azabın gelmesinden veya kahır ve galebesiyle kendilerinin üstünde olan bir Yüce Yaratıcının büyüklük ve yüceliğinden dolayı bir korku ve heybet içinde bulunurlar. (Ve emrolundukları şeyleri yaparlar) mükellef oldukları ibadet ve itaatten ve işlerin idaresinden asla ayrılmazlar.</p>
<p>Meleklerin kibirlenmeyerek Yüce Yaratıcıya boyun eğmeleri, onların masum olduklarını göstermektedir. Onların Cenabı Hak'tan korkar olmaları da, onların diğer mükellefler gibi haddizatında mükellef bulunduklarını, onlara da emir ve yasağın, va'd ve tehdidin yönelik olduğunu, onların da korku ve ümit içinde yaşadıklarını bildirmektedir. Zaten kulluğun alâmeti de bundan ibarettir. (Ömer N. Bilmen Tfsr. Nahl 50)</p>
<p>Bu ayetten maksat, meleklerin sıfatlarını şerh edip açıklamaktır. O halde bu, meleklerin her türlü günahtan masum olduğuna dair kesin ve ezici bir delildir. Çünkü Cenabı Hakk'ın, "Onlar yüksünmezler, büyüklenmezler" ifadesi, <u>onların Yaratıcılarına ve Haliklarına inkiyâd ettiklerine, O'na hiçbir hususta muhalefet etmediklerine delâlet eder.</u> Bunun bir benzeri de Meleklerin; <strong><span dir="RTL">وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلاَّ بِأَمْرِ رَبِّكَ</span>"Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz"</strong> (Meryem, 64) demeleri ve <strong><span dir="RTL"> لايَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ</span> "Onlar (Melekler) sözleriyle asla O'nun (Allah’ın c.c) önüne geçemezler. Onlar O'nun emriyle hareket ederler</strong>" (Enbiya, 27) ayetleridir. Cenabı Hakk'ın, <strong>"emrolundukları şeyi yaparlar</strong>" buyruğu da, onların, emrolundukları her şeyi yaptıklarına delalet eder ki, bu da onların, bütün günahlardan masum olduklarını gösterir. (Fahreddin Er-Razi Tfsr.)</p>
<p><strong><u>Peygamber: </u></strong>Genellikle günlük hayatta “Peygamber” ismi ile bildiğimiz ve kullandığımız bu ismin karşılığı aslında Kur’an-ı kerimde “Nebi ve/veya Resul” olarak geçmektedir.</p>
<p><strong>Nebi: </strong>Bu kelime Arapçada “haber aldı, haber almak” anlamı olan “Nebee” kökünden gelmektedir. Nebi ise haber alan, dolayısıyla burada “Vahi” alan kişi demektir.</p>
<p><strong>Resul: </strong>Elçi demek olup, burada Allah’tan (c.c) aldığı “Vahyi” olduğu gibi herhangi bir tahribata meydan vermeden insanlara tebliğ eden, bildiren kişi demektir. Yani Allah (c.c) ile kulları arasında elçi kişi demektir.</p>
<p>Peygamberlik; Âdem (a.s) ve Âdemoğluna bahşedilen en yüce mertebedir. Bahşedilen mertebedeki kasıt, bunun, çalışmak veya ibadet yolu ile elde edilebilecek bir mertebe ve görev olmayıp, bunların yüce Allah (c.c) tarafından insanlar arasından seçilmeleridir. Allah (c.c), mesajını iletmek üzere insanların içinden bazılarını seçip görevlendirmiştir. Bu özel kişiler, diğer insanlara Allah’ın (c.c) buyruklarını bildirmekle görevlendirilmişlerdir. Binaenaleyh peygamber olabilmek için Allah (c.c) tarafından seçilmiş olmak en temel koşuldur.</p>
<p><strong><u>Sıddîk:</u></strong> Bu kelime Arapçada doğruluk ifade eden “Sıdk” kökünden türetilmiş ve dosdoğru anlamını taşımaktadır. Halk tabiri ile hak ve hakikatte, dışı ile içi bir olan demektir. Yani hiçbir zaman hak ve hakikatten ayrılmayan, dili ile söylediği şeyi kalbi ile tasdik eden, hal ve hareketi ile gerçekleştiren kişi demektir.</p>
<p>Sıdk, Peygamberlerin olmazsa olmaz sıfatıdır. Dolayısıyla bütün Peygamberlerin bu sıfata sahip olmaları şarttır. Bu husus nasla sabittir. Buna birkaç Ayet-i kerime ile örnek vermek gerekirse, Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ</span> “Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o bir Sıddîk, bir nebi idi.” </strong>(Meryem 41). Başka bir Ayet-i kerimede Hz. İsmail’in (a.s) sıdkından şöyle bahsetmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ</span></strong> <strong>“Kitabda İsmaili de an, çünkü o vadinde sadık, Resul ve Nebi idi” </strong>(Meryem 54). Keza başka bir Ayet-i celilede Hz. İdris’in (a.s) sadakatinden bahsedilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ</span></strong> <strong>“Kitapta İdris’i de an, çünkü o bir sıddîk, bir Nebi idi” </strong>(Meryem 56).</p>
<p>Sıdk özelliğine peygamberler sahip oldukları gibi, bu sıfatı elde etmek müminler içi de mümkündür. Yeter ki bu yolda cehd etsinler. Bunun kapısı bütün müminlere açıktır. Yani peygamber olmayan müminler de sıddîklik mertebesine yükselebilirler. Nitekim Hz. Ebubekir (rd.a) bu özelliği sayesinde Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından “Sıddîk” olarak vasıflandırılmış ve ümmetin en hayırlısı sıfatına nail olmuştur. Miraç mucizesini havsalalarına sığdıramayan Müşriklerin kendisine: “Muhammed bu gece Mescid-i Aksa’ya gidip geldiğini ve miraca çıktığını iddia ediyor” dediklerinde, Hz. Ebubekir hiç tereddüt etmeden onlara cevaben: ”Bunu O (Hz. Muhammed s.a.v) söylüyorsa doğrudur, demiştir. (İbni Hişâm, Es-Sîretün-Nebeviyye, Beyrut, 1411 C.:2, S.:245.).</p>
<p>Binaenaleyh, Kuran-ı kerim şu Ayet-i celilede Allan’ın (c.c) kerem ve lütfuna (şefaat etmeye) layık olan kimseleri sayarken, peygamberlerden sonra “Sıddikleri” zikretmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ <u>وَالصِّدّ۪يق۪ينَ</u> وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاً</strong></span> <strong>“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, <u>sıddîkler</u>, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” </strong>(Nisa 69). Dolayısıyla “Sıddiklik” Peygamberlikten sonra en yüce makamdır.</p>
<p>Hesap gününde bu manevi mertebe ve makama yükselmiş olan müminlerin mükâfatı hakkında Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يم</span></strong> <strong>“Allah buyurur ki: bu, işte sadıklara sadakatlerinin mükâfatının verileceği gündür. Onlara ebediyen içlerinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte en büyük başarı ve kazanç budur.”. </strong>(Made 119)</p>
<p><u>Fahruddin Razi’nin (Rh.a</u>) tefsirinde sadıklarla alakalı şöyle söylenmektedir: Bil ki Allah Teâlâ, sadık kimselerin dünyadaki doğruluklarının Kıyamet Günü onlara fayda vereceğini haber vererek, bu faydanın sevap olduğunu açıklamıştır. Sevabın hakikati şudur: Sevap halis, daimî ve tazimle karışık bir menfaattir. Binâenaleyh, ayetteki "Altından ırmaklar akan cennetler onlarındır" cümlesi, gam ve kederlerden uzak, saf bir menfaate, "onlar orada ebedî ve daimî kalıcıdırlar" ifadesi de, bu menfaatin daimî olduğuna bir işarettir. (F.Razi, Maide 119)</p>
<p><u>Ragıp el-İsfahanî</u> (Rh.a) Müfredat adlı eserin 277. Sayfasında Sıddîkler hakkında şöyle söylemektedir: “Sıddîk, çok doğru, sadakatten şaşmayan, dosdoğru, hiç yalan söylemeyen, aldatmayan ve doğruluğu, adet ve tabiat haline getiren, söz ve inancında dosdoğru olan, davranışlarıyla bunu ispat eden ve gerçekleştiren kişidir.</p>
<p><u>İmam-ı Rabbanî</u> (Rh.a) Mektubat’ın 18. Mektubunda Sıddîklikle ilgili şunları söylemektedir: Sıddîklik makâmının üstünde, yalnız “<strong>Peygamberlik makamı” </strong>(Aleyhumusselam) vardır. Sıddîklik makamı ile peygamberlik makamı arasında başka makam yoktur ve olamaz. Başka makam olamayacağı, açık ve doğru olan keşifle anlaşılmadadır.</p>
<p><strong><u>Şehit: </u></strong>Şehidin kelime anlamı; hazır olan, gören demektir. Nitekim bu anlamdaki Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يداً</span></strong> <strong>“Böylece, sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık” </strong>(Bakara 143)</p>
<p>İslami ve şer’î terim anlamı ise: Dünyevi herhangi bir amaç gütmeden, Allah için Allah yolunda ölen her Müslümana şehit denir.</p>
<p>Allah’ın (c.c) şehitlere vadi; mağfiret, rahmet ve ebedi kalmak üzere Cennet’tir. Nitekim şu Ayet-i kerimelerde de bu durum sabittir. <strong><span dir="RTL">وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ</span> “Ve eğer sırf Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, Allah'ın mağfireti ve rahmeti, kişinin biriktirebileceği (elde edebileceği) her şeyden daha hayırlıdır.” </strong>(Ali imran 157). <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ</span> “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” </strong>(Tevbe 111). <strong><span dir="RTL">وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ</span> “Allah yolunda öldürülenlere "ölü" demeyin. Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.” </strong>(Bakara 154). <strong><span dir="RTL">وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ قُتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ</span>. <span dir="RTL">فَرِحٖينَ بِمَا اٰتٰیهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذٖينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span>. <span dir="RTL">يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُضٖيعُ اَجْرَ الْمُؤْمِنٖينَ</span> “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler. Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. </strong>(Ali İmran 169-171)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerin tefsiri olan şu Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: <strong><em><span dir="RTL">عن ابن عباس قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لما أصيب إخوانكم بأحد جعل الله أرواحهم في جوف طير خضر ترد أنهار الجنة تأكل من ثمارها وتأوي إلى قناديل من ذهب معلقة في ظل العرش فلما وجدوا طيب مأكلهم ومشربهم ومقيلهم قالوا من يبلغ إخواننا عنا أنا أحياء في الجنة نرزق لئلا يزهدوا في الجهاد ولا ينكلوا عند الحرب فقال الله سبحانه أنا أبلغهم عنكم قال فأنزل الله ولا تحسبن الذين قتلوا في سبيل الله إلى آخر الآية</span></em></strong><strong><em> İbni Abbas’tan nakil ile Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kardeşleriniz Uhud savaşında canlarını kaybedince, Allah onların ruhlarını, yeşil renkli kuşlar şeklindeki yaratıklara verdi. Onlar Cennet’in nehirlerinden su içerler, onun meyvelerinden yerler ve arşın gölgesindeki, altından yapılmış kandillerin çevresinde konaklarlar. Onlar, yiyecek ve içeceklerinin temiz ve lezzetli oluşunu, konaklarının bu güzelliğini görünce şöyle dediler: "Bizim diri olduğumuzu ve cennette rızıklandırıldığımızı, mümin kardeşlerinize kim tebliğ eder ki onlar, cihad’tan geri kalmasınlar ve savaştan çekinmesinler?" Bunun üzerine Allah Teâlâ "Bunu kullarıma, sizin yerinize ben bildireyim." dedi. Ve bu Ayet-i kerimeleri (Ali İmran 169-171) indirdi. </em></strong>(Sünen-i Ebi Davud, Kitabul Cihad, Hds. No: 2520)</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerifte: <strong><em><span dir="RTL">عن عبد الله بن عمرو بن العاص أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال</span></em></strong><span dir="RTL"> <strong><em>يغفر للشهيد كل ذنب إلا الدين</em></strong></span><strong><em> Abdullah Bin Amr Bin As’tan rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Borç hariç (Kul hakkı hariç) Şehitlerin bütün günahları af olur” </em></strong>(Müslim, Kitabul İmare, Hds. No: 1886)</p>
<p>Bir Ebu Davut Hadisinde de Şöyle buyurulmaktadır: <em><span dir="RTL">حدثنا أحمد بن صالح حدثنا يحيى بن حسان حدثنا الوليد بن رباح الذماري حدثني عمي نمران بن عتبة الذماري قال دخلنا على أم الدرداء ونحن أيتام فقالت أبشروا فإني سمعت أبا الدرداء يقول<strong> قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يشفع الشهيد في سبعين من أهل بيته</strong></span><strong> “Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” </strong></em>(Ebu Davut, cihad, Hds.No: 2522)</p>
<p><strong><u>Veli Kul: </u></strong> Kelime anlamı, bir şeyin bir başka şeye yakın olmasını ifade eder. Bir kimsenin velisi; o kimsenin yakını, akrabası, dostu, koruyanı, esirgeyeni vs. anlamlar taşır. Veli sıfatı kul için kullanıldığı gibi, Allah (c.c) içinde kullanılır.</p>
<p>Esas konumuz ve açıklamak istediğimiz “Veli Kul” için Kur’an’daki tarifi şu Ayet-i kerime ile zikredilmiştir: <strong><span dir="RTL">اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ</span> "Onlar (Veliler) iman edip, takva sahibi olanlardır" </strong>(Yunus 63). Ve keza <strong><span dir="RTL">اَلَا اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span></strong> <strong>“Bilesiniz ki, Allah’ın velilerine hiçbir korku ve üzüntü yoktur.”</strong> (Yunus 62)</p>
<p> Veliler o kimselerdir ki; Allah’ı, Peygamber’ini ve Peygamber’inin Allah katından getirdiğini tasdik ederler. Allah’ın emirlerini yeri­ne getirerek ve yasakladığı şeylerden de kaçınarak ondan korkarlar. (Taberi, Yunus 63)</p>
<p>F. Razi tefsirinde “iman etmek” ve “takva sahibi olmak” deyimleri şöyle izah edilmektedir: “İman etmek” tabiri, tefekkür kuvvetinin mükemmelliğine, "takva sahibi olmak" tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikat ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz "velî"yi, bütün bu hususlarda itikat sahibi olarak tavsif ederiz.</p>
<p>Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah'ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ'yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah'ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah'a ibadet ettiğinde Allah'ı, böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O'nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstahak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sabit olur. (F.Razi, Yunus 63)</p>
<p>Allah’ın (c.c) müminlerin velisi olduğuna dair şu Ayet-i kerimeyi zikredecek olursak; <strong><span dir="RTL">اَللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنْ الظُّلُمَاتِ اِلٰى النُّورِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاۤؤُهُمْ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنْ النُّورِ اِلٰى الظُّلُمَاتِ اُولَۤئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ</span> “Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar” </strong>(Bakara 257)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede “veli” ifadesi iki zümre için kullanılmıştır. Birisi Müminler topluluğu, diğeri ise kâfirler topluluğudur. Müminlerin velisi olan Allah (c.c), onları karanlıktan aydınlığa (Nura), kâfirlerin velisi olan tağut ise onları aydınlıkta karanlığa çıkarır.</p>
<p>Bir müminin mutlak anlamda velisi şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <a name="0"><strong><span dir="RTL">إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ وَمَن يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ</span></strong></a> <a name="_ftnref12"><strong>“Kuşkusuz ki sizin </strong></a><strong>“</strong><strong>veliniz”</strong><strong> ancak Allah’tır</strong><strong>,</strong><strong> O’nun Resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir. Kim Allah’ı, O’nun Resulünü ve iman edenleri </strong><strong>“</strong><strong>veli</strong><strong>”</strong><strong> edinirse, hiç şüphe yok ki, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.”</strong> (Maide 55,56)</p>
<p>Veli’nin şefaati ile alakalı bir Tirmizi Hadisi şöyledir:</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">عن أبي سعيد أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال إن من أمتي من يشفع للفئام من الناس ومنهم من يشفع للقبيلة ومنهم من يشفع للعصبة ومنهم من يشفع للرجل حتى يدخلوا الجنة</span></em></strong> <span dir="RTL">قال أبو عيسى هذا حديث حسن</span> Ebi Said’ten (Rd.a) Rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: <strong>“ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları vardır ki bir kabileye, bazıları vardır ki bir guruba, bazıları da vardır ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.”</strong></p>
<p><strong><u>Salih Kul:</u></strong> Salih insanlardan olmanın temel şartı şu Ayet-i kerimede de zikredildiği gibi; <strong><span dir="RTL">وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِى الصَّالِحٖينَ</span> “İman edip iyi (salih) amel işlemektir.” </strong>(Ankebut 9). Yani iman ettikten sonra, Allah’ın emirlerine itaat (Emri bil maruf) ve yasakladığı her şeyden sakınmaktır (nehyi anilmünker).</p>
<p>Kuran-ı kerimin başka bir ayetinde Salihler şöyle tarif edilmektedir: <strong><span dir="RTL">يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَاُولٰئِكَ مِنَ الصَّالِحٖينَ</span></strong> <strong>“Onlar (Salihler), Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanırlar; doğru olanı emreder (emri bil maruf), eğri olandan sakınır ve alıkoyarlar (nehyi anilmünker) ve hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar Salih kimselerdendir.” </strong>(Ali İmran 114)</p>
<p>Salih insan olmak, müminlere ait çok üstün ve mümtaz bir özelliktir. Öyle ki, Peygamberler bile bu özelliğe sahip olmak için dua ve temennilerde bulunmuşlardır. Örneğin: Hz. Yusuf (a.s) Allah’a (c.c) şöyle münacatta bulunmuştur: <strong><span dir="RTL">رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ </span></strong><strong><span dir="RTL">وَعَلَّمْتَن۪</span></strong><strong><span dir="RTL">ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ</span></strong><strong> “Rabbim! Bana mülkten verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaradan! Dünya ve ahirette velim sensin; benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat.” (Yusuf 101). Keza Hz. İbrahim (a.s): <span dir="RTL">رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ</span> “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni Salih kimseler arasına kat” (Şuara 83). Başka bir Ayet-i kerimede gene Hz. İbrahim (a.s): <span dir="RTL">رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ</span> “Rabb'im, bana salihlerden bir evlat bağışla” (Saffat 100). Ve nihayet Hz. Süleyman (a.s): <span dir="RTL">فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ</span> “Süleyman, karıncanın bu sözüne tebessüm edip gülerek:-Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimetine şükretmemi ve hoşnut olacağın işi yapmamı bana kolay kıl, beni rahmetinle Salih kulların arasına kat.” (Neml 19)</strong></p>
<p><strong><u>Âlim:</u></strong> Âlim Arapçada bilmek anlamında olan “âlime” (<span dir="RTL">(علم</span> kökünden gelmektedir. Genel anlamı ise; bilen, bilgi sahibi olan, belli bir bilgi birikimini kendisinde ihtiva eden kişi demektir.</p>
<p>İslami ilimler alanında ise Âlim; Başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere Hadisi ve sünneti bilen ve diğer İslami ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup, bu alanların tümünde veya bir kısmında ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış ve dolayısıyla ihtisas elde emiş kimseye denir. Bu mertebeye ulaşan âlim kişinin vizyonu genişler, idraki kuvvetlenir ve dolayısıyla gerek Allah’a (c.c) ve gerek se Allah’ın (c.c) yarattıklarına karşı olan duyarlığı artar. Binaenaleyh; hâkim olmadığı alanlara müdahalede çok dikkatli ve temkinli davranır ve ihtisası dışındaki alanlarda hüküm vermekten imtina eder.</p>
<p>Ayrıca İslami alanda mütehassıs kişinin; fizik, kimya, matematik ve astronomi gibi fenni bilimlerde de mahir olması, hüküm ve karar verme kabiliyetini artırır. Zira bu kâinat ilimleri de Allah’ın (c.c) ayetlerindendir. Binaenaleyh gerek ibadette, gerek muamelatta, gerek adalette, kısacası her alanda kendisine ışık tutacaktır.</p>
<p>Âlimlerin üstün meziyetleri ve onların Allah (c.c) katında değerleri ile ilgili çok sayıda Ayet ve Hadis mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek vermeğe çalışalım.</p>
<p><strong><span dir="RTL">شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ</span></strong> <strong>“Allah, Melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”</strong> (Ali-İmran 18)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede ilmin faziletine, ilim adamlarının şeref ve üstünlüğü­ne delil vardır. Çünkü şayet ilim adamlarından daha şerefli bir kimse bulun­saydı yüce Allah ilim adamlarını birlikte söz konusu ettiği gibi; onları da el­bette kendi ismiyle, meleklerinin ismiyle birlikte burada zikrederdi. Yüce Al­lah ilmin şerefi ile ilgili olarak Peygamberine (s.a.v) şunu buyurmuştur: <strong> <span dir="RTL"> وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖى عِلْمًا</span></strong> <strong>"De ki. Rabbim, ilmimi artır."</strong> (Tahâ 114). Eğer ilimden daha şerefli bir şey olsaydı elbette ki yüce Allah peygambe­rine ilmini artırmasını istemesini emretmiş olduğu gibi; onun da artırılması­nı istemesini emrederdi (Kurtubi, Taha, 114)</p>
<p><strong><span dir="RTL">اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ <u>هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا</u> <u>يَعْلَمُونَۜ</u> اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟</span></strong> <strong>“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: "<u>Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?</u> Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar."</strong> (Zumer 9)</p>
<p>Ayet-i kerimede <strong>"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"</strong> buyurulmaktadır. Bunun izahı ise şöyledir: "Hiç, rablerine itaat ettikleri takdirde sevap kazanacaklarını ve ona karşı geldikleri takdirde günahkâr olacaklarını bilenlerle, hiçbir şey bilmeyen, yaptığı amellerden hayır ve şer ümit etmeyen bir olur mu? Elbette ki bunlar bir değildir. Fakat bunu ancak akıl sahibi olanlar düşünüp anlarlar. Cahiller böyle bir farkı idrak edemezler.</p>
<p><strong><span dir="RTL">وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ</span></strong> <strong>“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'a karşı layıkıyla duyarlıdırlar. Şüphesiz Allah, izzet sahibi ve bağışlayandır.”</strong> (Fatır 28) </p>
<p>Ayet-i kerimenin bir bölümünde “Kulları içinden ancak âlimler, Allah'a karşı layıkıyla duyarlıdırlar” deniyor. Zira Âlimler, tam anlamıyla Allah’ı (c.c) bilen ve O’na hakkıyla tazimde bulunarak saygı besleyenlerdir. Ayette bahsi geçen ilim, imanla birleşen ilimdir. Çünkü iman ahiret hayatını da garanti altına alır; imansız ilim ise insanlara sadece geçici dünya faydaları sağlar.</p>
<p>Mevzu ile alakalı bir Hadisi şerif şöyle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">عن أبي الدرداء رضي الله تعالى عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: " مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا، سَهَّلَ اللهُ لَهُ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإِنَّ طَالِبَ الْعِلْمِ يَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاءِ وَالأَرْضِ، حَتَّى الْحِيتَانِ فِي الْمَاءِ ، وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ، كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وإِنَّ الْعُلَمَاءَ هُمْ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ " – أخرجه مسلم والترمذي وأبي داوود وابن ماجة</span>.</em></strong> <strong><em>Ebu Derda (r.a): Resulüllah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Kim ki ilim elde etmek için ilim yolunu izlerse, Allah (c.c) ona Cennetin yolunu kolaylaştırır. Ve Melekler ilim talep edene hoşnutlukla merhamet kanatlarını gererler. Ve ilim talep eden için, gökte ve yerde kim varsa, hatta sulardaki balıklar dahi onun için istiğfarda bulunur. Âlim’in Abid üzerindeki fazileti (abidten üstnlüğü), dolunayın sair yıldızlara olan (üstünlüğü) fazileti gibidir. Âlimler Enbiyanın varisleridir; Enbiya’nın mirası Dinar ve Dirhem değildir. Enbiyanın mirası ilimdir. Kim ilim yolunu tutarsa (Enbiyanın mirasına varis olursa) en büyük zengin odur. </em></strong>(Tirmizi, Ebu Davud (ilim, 3641) ve İbni Mace)</p>
<p><strong><u>Kuran-ı Kerim:</u></strong> Kur’an Kelamullahtır. Ona itibar eden şüphesiz itibar görür. Kim ki ona itibar ederse şüphesiz bu dünyada ona hakikati gösterir ve hidayet yolunu bulmasına yardım eder. Ahirette de ona şefaat edendir ve Allah (c.c) tarafından şefaati kabul edilendir. Kur’an’ı okuyan, Kur’an’ı kendine önder edinen ve Kur’an’a göre yaşayana, Kur’an kıyamet günü kendisine şefaatçi olacaktır. Kur’an’ın Mümin’e şefaat edeceğine dair birçok hadis mevcuttur. Bunlardan bir tanesi aşağıdaki Tirmizi Hadisidir.</p>
<p> <em><span dir="RTL">عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ<strong> مَنْ قَرَأَ الْقُرْآنَ وَاسْتَظْهَرَهُ فَأَحَلَّ حَلَالَهُ وَحَرَّمَ</strong></span></em> <strong><em><span dir="RTL">حَرَامَهُ أَدْخَلَهُ اللَّهُ بِهِ الْجَنَّةَ وَشَفَّعَهُ فِي عَشْرَةٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِهِ كُلُّهُمْ قَدْ وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ</span> </em></strong><em>Ali İbn-i Ebi Talipten rivayetle (Rd.a) Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: <strong>”Kim kur’anı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, Haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah (Celle Celaluhu) o kimseyi cennetine koyar, ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefatçı kılar.”</strong></em> (Tirmizi, Kitabul fadailul Kur’an, Hds.No: 2905) (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 24 Kasım 2016 - Perşembe
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (8)
<p>Yukarıda adları veya sıfatları geçen şefaat ehlinin, yani; Melek, Peygamber, Sıddîk, Şehit, Veli, Salih, Âlim ve Kur’an’ın ne anlama geldiğini açıklamada fayda mülahaza ediyoruz. Dolayısıyla bu zümrenin hangi vasıflara haiz olduklarını öğrenmemize yardımcı olacaktır.</p>
<p><strong><u>Melek: </u></strong>Nur’dan yaratılmış, cinsiyetsiz, Allah’ın (c.c) emrine kesinlikle itaat eden ruhani varlıklardır. Melekler hakkındaki gerçek malumatı Kur’an-ı kerimin ayetlerinden öğrenelim:</p>
<p> <strong><span dir="RTL">لا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ</span> “Onlar (melekler), söz ile O’nun (Allah’ın) önüne geçmezler ve onlar O’nun emriyle amelde bulunurlar” </strong>(Enbiya 27).</p>
<p>Onlar (Melekler), Cenabı Hakka ibadette bulunurlar, onun emirlerine, yasaklarına itaat ve boyun eğmekten asla ayrılmazlar ve söz ile ona (Hak Teâlâ)'ya takaddüm etmezler. Yani: Hak Teâlâ Hazretlerinin buyurmadığı bir şeyi kendiliklerinden söylemezler, hakkında ilâhî müsaade bulunmayan bir fiili işlemezler ve onlar onun (Hak Teâlâ)'nın emriyle amelde bulunurlar. Onlar sözlerinde olduğu gibi fiillerinde de ilâhî emre tam manasıyla riayetkârdırlar. İşte onlar, böyle itaatkâr, değerli birer kuldurlar. (Ömer N. Bilmen Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>"Onlar (Melekler), Allah'a sözü hususunda uyarlar. O söylemedikçe (sormadıkça), bir şey söylemezler ve Cenabı Hak’tan önce söz söylemezler" demektir. Bu tıpkı onların sözünün, Cenabı Hakk'ın sözüne tâbi olması (peşi sıra gelmesi) gibidir. Binâenaleyh onların bütün amel ve işleri, Allah'ın emrine bağlıdır. Onlar emir olunmadıkları hiçbir şeyi yapmazlar. (Fahreddin Er-Razi Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>"Sözleri ile O'nun önüne geçemezler." Yani; O buyurmadıkça onlar (Melekler) bir söz söylemezler, kendilerine emir vermedikçe konuşmazlar. "Onlar O'nun emri gereğince O'na İtaat ve O'nun emirlerine uygun olarak "İş görürler." (Kurtubî Tfsr., Enbiya 27)</p>
<p>Onlar (Melekler) söz ve iş olarak son derecede Allah'a itaat üzeredirler. Allah'tan önce söz söyleyemezler. Ancak O'nun emriyle hareket ederler. O'nun huzurunda herhangi bir işte öne geçemezler. <u>O'nun hiç bir emrine muhalefet etmezler.</u> Aksine O'nun emrini yerine getirmeye koşarlar. (ibn-î Kesir Tfsr. Enbiya 27)</p>
<p>Başka bir Ayet-i kerimede: <strong><span dir="RTL">يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ</span> “Üzerlerinde hâkim olan Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar” </strong>(Nahl 50).</p>
<p>Korku ve dehşet içinde yaşarlar. Diğer bir yoruma göre melekler üzerlerinden kendilerine ilâhî bir azabın gelmesinden veya kahır ve galebesiyle kendilerinin üstünde olan bir Yüce Yaratıcının büyüklük ve yüceliğinden dolayı bir korku ve heybet içinde bulunurlar. (Ve emrolundukları şeyleri yaparlar) mükellef oldukları ibadet ve itaatten ve işlerin idaresinden asla ayrılmazlar.</p>
<p>Meleklerin kibirlenmeyerek Yüce Yaratıcıya boyun eğmeleri, onların masum olduklarını göstermektedir. Onların Cenabı Hak'tan korkar olmaları da, onların diğer mükellefler gibi haddizatında mükellef bulunduklarını, onlara da emir ve yasağın, va'd ve tehdidin yönelik olduğunu, onların da korku ve ümit içinde yaşadıklarını bildirmektedir. Zaten kulluğun alâmeti de bundan ibarettir. (Ömer N. Bilmen Tfsr. Nahl 50)</p>
<p>Bu ayetten maksat, meleklerin sıfatlarını şerh edip açıklamaktır. O halde bu, meleklerin her türlü günahtan masum olduğuna dair kesin ve ezici bir delildir. Çünkü Cenabı Hakk'ın, "Onlar yüksünmezler, büyüklenmezler" ifadesi, <u>onların Yaratıcılarına ve Haliklarına inkiyâd ettiklerine, O'na hiçbir hususta muhalefet etmediklerine delâlet eder.</u> Bunun bir benzeri de Meleklerin; <strong><span dir="RTL">وَمَا نَتَنَزَّلُ إِلاَّ بِأَمْرِ رَبِّكَ</span>"Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz"</strong> (Meryem, 64) demeleri ve <strong><span dir="RTL"> لايَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ</span> "Onlar (Melekler) sözleriyle asla O'nun (Allah’ın c.c) önüne geçemezler. Onlar O'nun emriyle hareket ederler</strong>" (Enbiya, 27) ayetleridir. Cenabı Hakk'ın, <strong>"emrolundukları şeyi yaparlar</strong>" buyruğu da, onların, emrolundukları her şeyi yaptıklarına delalet eder ki, bu da onların, bütün günahlardan masum olduklarını gösterir. (Fahreddin Er-Razi Tfsr.)</p>
<p><strong><u>Peygamber: </u></strong>Genellikle günlük hayatta “Peygamber” ismi ile bildiğimiz ve kullandığımız bu ismin karşılığı aslında Kur’an-ı kerimde “Nebi ve/veya Resul” olarak geçmektedir.</p>
<p><strong>Nebi: </strong>Bu kelime Arapçada “haber aldı, haber almak” anlamı olan “Nebee” kökünden gelmektedir. Nebi ise haber alan, dolayısıyla burada “Vahi” alan kişi demektir.</p>
<p><strong>Resul: </strong>Elçi demek olup, burada Allah’tan (c.c) aldığı “Vahyi” olduğu gibi herhangi bir tahribata meydan vermeden insanlara tebliğ eden, bildiren kişi demektir. Yani Allah (c.c) ile kulları arasında elçi kişi demektir.</p>
<p>Peygamberlik; Âdem (a.s) ve Âdemoğluna bahşedilen en yüce mertebedir. Bahşedilen mertebedeki kasıt, bunun, çalışmak veya ibadet yolu ile elde edilebilecek bir mertebe ve görev olmayıp, bunların yüce Allah (c.c) tarafından insanlar arasından seçilmeleridir. Allah (c.c), mesajını iletmek üzere insanların içinden bazılarını seçip görevlendirmiştir. Bu özel kişiler, diğer insanlara Allah’ın (c.c) buyruklarını bildirmekle görevlendirilmişlerdir. Binaenaleyh peygamber olabilmek için Allah (c.c) tarafından seçilmiş olmak en temel koşuldur.</p>
<p><strong><u>Sıddîk:</u></strong> Bu kelime Arapçada doğruluk ifade eden “Sıdk” kökünden türetilmiş ve dosdoğru anlamını taşımaktadır. Halk tabiri ile hak ve hakikatte, dışı ile içi bir olan demektir. Yani hiçbir zaman hak ve hakikatten ayrılmayan, dili ile söylediği şeyi kalbi ile tasdik eden, hal ve hareketi ile gerçekleştiren kişi demektir.</p>
<p>Sıdk, Peygamberlerin olmazsa olmaz sıfatıdır. Dolayısıyla bütün Peygamberlerin bu sıfata sahip olmaları şarttır. Bu husus nasla sabittir. Buna birkaç Ayet-i kerime ile örnek vermek gerekirse, Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ</span> “Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o bir Sıddîk, bir nebi idi.” </strong>(Meryem 41). Başka bir Ayet-i kerimede Hz. İsmail’in (a.s) sıdkından şöyle bahsetmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ</span></strong> <strong>“Kitabda İsmaili de an, çünkü o vadinde sadık, Resul ve Nebi idi” </strong>(Meryem 54). Keza başka bir Ayet-i celilede Hz. İdris’in (a.s) sadakatinden bahsedilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ</span></strong> <strong>“Kitapta İdris’i de an, çünkü o bir sıddîk, bir Nebi idi” </strong>(Meryem 56).</p>
<p>Sıdk özelliğine peygamberler sahip oldukları gibi, bu sıfatı elde etmek müminler içi de mümkündür. Yeter ki bu yolda cehd etsinler. Bunun kapısı bütün müminlere açıktır. Yani peygamber olmayan müminler de sıddîklik mertebesine yükselebilirler. Nitekim Hz. Ebubekir (rd.a) bu özelliği sayesinde Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından “Sıddîk” olarak vasıflandırılmış ve ümmetin en hayırlısı sıfatına nail olmuştur. Miraç mucizesini havsalalarına sığdıramayan Müşriklerin kendisine: “Muhammed bu gece Mescid-i Aksa’ya gidip geldiğini ve miraca çıktığını iddia ediyor” dediklerinde, Hz. Ebubekir hiç tereddüt etmeden onlara cevaben: ”Bunu O (Hz. Muhammed s.a.v) söylüyorsa doğrudur, demiştir. (İbni Hişâm, Es-Sîretün-Nebeviyye, Beyrut, 1411 C.:2, S.:245.).</p>
<p>Binaenaleyh, Kuran-ı kerim şu Ayet-i celilede Allan’ın (c.c) kerem ve lütfuna (şefaat etmeye) layık olan kimseleri sayarken, peygamberlerden sonra “Sıddikleri” zikretmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ <u>وَالصِّدّ۪يق۪ينَ</u> وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاً</strong></span> <strong>“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, <u>sıddîkler</u>, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” </strong>(Nisa 69). Dolayısıyla “Sıddiklik” Peygamberlikten sonra en yüce makamdır.</p>
<p>Hesap gününde bu manevi mertebe ve makama yükselmiş olan müminlerin mükâfatı hakkında Ayet-i kerime şöyle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يم</span></strong> <strong>“Allah buyurur ki: bu, işte sadıklara sadakatlerinin mükâfatının verileceği gündür. Onlara ebediyen içlerinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte en büyük başarı ve kazanç budur.”. </strong>(Made 119)</p>
<p><u>Fahruddin Razi’nin (Rh.a</u>) tefsirinde sadıklarla alakalı şöyle söylenmektedir: Bil ki Allah Teâlâ, sadık kimselerin dünyadaki doğruluklarının Kıyamet Günü onlara fayda vereceğini haber vererek, bu faydanın sevap olduğunu açıklamıştır. Sevabın hakikati şudur: Sevap halis, daimî ve tazimle karışık bir menfaattir. Binâenaleyh, ayetteki "Altından ırmaklar akan cennetler onlarındır" cümlesi, gam ve kederlerden uzak, saf bir menfaate, "onlar orada ebedî ve daimî kalıcıdırlar" ifadesi de, bu menfaatin daimî olduğuna bir işarettir. (F.Razi, Maide 119)</p>
<p><u>Ragıp el-İsfahanî</u> (Rh.a) Müfredat adlı eserin 277. Sayfasında Sıddîkler hakkında şöyle söylemektedir: “Sıddîk, çok doğru, sadakatten şaşmayan, dosdoğru, hiç yalan söylemeyen, aldatmayan ve doğruluğu, adet ve tabiat haline getiren, söz ve inancında dosdoğru olan, davranışlarıyla bunu ispat eden ve gerçekleştiren kişidir.</p>
<p><u>İmam-ı Rabbanî</u> (Rh.a) Mektubat’ın 18. Mektubunda Sıddîklikle ilgili şunları söylemektedir: Sıddîklik makâmının üstünde, yalnız “<strong>Peygamberlik makamı” </strong>(Aleyhumusselam) vardır. Sıddîklik makamı ile peygamberlik makamı arasında başka makam yoktur ve olamaz. Başka makam olamayacağı, açık ve doğru olan keşifle anlaşılmadadır.</p>
<p><strong><u>Şehit: </u></strong>Şehidin kelime anlamı; hazır olan, gören demektir. Nitekim bu anlamdaki Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يداً</span></strong> <strong>“Böylece, sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık” </strong>(Bakara 143)</p>
<p>İslami ve şer’î terim anlamı ise: Dünyevi herhangi bir amaç gütmeden, Allah için Allah yolunda ölen her Müslümana şehit denir.</p>
<p>Allah’ın (c.c) şehitlere vadi; mağfiret, rahmet ve ebedi kalmak üzere Cennet’tir. Nitekim şu Ayet-i kerimelerde de bu durum sabittir. <strong><span dir="RTL">وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ</span> “Ve eğer sırf Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, Allah'ın mağfireti ve rahmeti, kişinin biriktirebileceği (elde edebileceği) her şeyden daha hayırlıdır.” </strong>(Ali imran 157). <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ</span> “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vadetmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” </strong>(Tevbe 111). <strong><span dir="RTL">وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ</span> “Allah yolunda öldürülenlere "ölü" demeyin. Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.” </strong>(Bakara 154). <strong><span dir="RTL">وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ قُتِلُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًا بَلْ اَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ</span>. <span dir="RTL">فَرِحٖينَ بِمَا اٰتٰیهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذٖينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span>. <span dir="RTL">يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُضٖيعُ اَجْرَ الْمُؤْمِنٖينَ</span> “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler. Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler. </strong>(Ali İmran 169-171)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerin tefsiri olan şu Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: <strong><em><span dir="RTL">عن ابن عباس قال قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لما أصيب إخوانكم بأحد جعل الله أرواحهم في جوف طير خضر ترد أنهار الجنة تأكل من ثمارها وتأوي إلى قناديل من ذهب معلقة في ظل العرش فلما وجدوا طيب مأكلهم ومشربهم ومقيلهم قالوا من يبلغ إخواننا عنا أنا أحياء في الجنة نرزق لئلا يزهدوا في الجهاد ولا ينكلوا عند الحرب فقال الله سبحانه أنا أبلغهم عنكم قال فأنزل الله ولا تحسبن الذين قتلوا في سبيل الله إلى آخر الآية</span></em></strong><strong><em> İbni Abbas’tan nakil ile Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kardeşleriniz Uhud savaşında canlarını kaybedince, Allah onların ruhlarını, yeşil renkli kuşlar şeklindeki yaratıklara verdi. Onlar Cennet’in nehirlerinden su içerler, onun meyvelerinden yerler ve arşın gölgesindeki, altından yapılmış kandillerin çevresinde konaklarlar. Onlar, yiyecek ve içeceklerinin temiz ve lezzetli oluşunu, konaklarının bu güzelliğini görünce şöyle dediler: "Bizim diri olduğumuzu ve cennette rızıklandırıldığımızı, mümin kardeşlerinize kim tebliğ eder ki onlar, cihad’tan geri kalmasınlar ve savaştan çekinmesinler?" Bunun üzerine Allah Teâlâ "Bunu kullarıma, sizin yerinize ben bildireyim." dedi. Ve bu Ayet-i kerimeleri (Ali İmran 169-171) indirdi. </em></strong>(Sünen-i Ebi Davud, Kitabul Cihad, Hds. No: 2520)</p>
<p>Başka bir Hadis-i şerifte: <strong><em><span dir="RTL">عن عبد الله بن عمرو بن العاص أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال</span></em></strong><span dir="RTL"> <strong><em>يغفر للشهيد كل ذنب إلا الدين</em></strong></span><strong><em> Abdullah Bin Amr Bin As’tan rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Borç hariç (Kul hakkı hariç) Şehitlerin bütün günahları af olur” </em></strong>(Müslim, Kitabul İmare, Hds. No: 1886)</p>
<p>Bir Ebu Davut Hadisinde de Şöyle buyurulmaktadır: <em><span dir="RTL">حدثنا أحمد بن صالح حدثنا يحيى بن حسان حدثنا الوليد بن رباح الذماري حدثني عمي نمران بن عتبة الذماري قال دخلنا على أم الدرداء ونحن أيتام فقالت أبشروا فإني سمعت أبا الدرداء يقول<strong> قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يشفع الشهيد في سبعين من أهل بيته</strong></span><strong> “Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” </strong></em>(Ebu Davut, cihad, Hds.No: 2522)</p>
<p><strong><u>Veli Kul: </u></strong> Kelime anlamı, bir şeyin bir başka şeye yakın olmasını ifade eder. Bir kimsenin velisi; o kimsenin yakını, akrabası, dostu, koruyanı, esirgeyeni vs. anlamlar taşır. Veli sıfatı kul için kullanıldığı gibi, Allah (c.c) içinde kullanılır.</p>
<p>Esas konumuz ve açıklamak istediğimiz “Veli Kul” için Kur’an’daki tarifi şu Ayet-i kerime ile zikredilmiştir: <strong><span dir="RTL">اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ</span> "Onlar (Veliler) iman edip, takva sahibi olanlardır" </strong>(Yunus 63). Ve keza <strong><span dir="RTL">اَلَا اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ</span></strong> <strong>“Bilesiniz ki, Allah’ın velilerine hiçbir korku ve üzüntü yoktur.”</strong> (Yunus 62)</p>
<p> Veliler o kimselerdir ki; Allah’ı, Peygamber’ini ve Peygamber’inin Allah katından getirdiğini tasdik ederler. Allah’ın emirlerini yeri­ne getirerek ve yasakladığı şeylerden de kaçınarak ondan korkarlar. (Taberi, Yunus 63)</p>
<p>F. Razi tefsirinde “iman etmek” ve “takva sahibi olmak” deyimleri şöyle izah edilmektedir: “İman etmek” tabiri, tefekkür kuvvetinin mükemmelliğine, "takva sahibi olmak" tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, itikat ve amelin toplamına hamledilmesidir. Sonra biz "velî"yi, bütün bu hususlarda itikat sahibi olarak tavsif ederiz.</p>
<p>Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. Çünkü Allah'ın celâli, beşer aklının ihata edip kavrayamayacağı derecede yücedir. Binâenaleyh sıddîk, Allah Teâlâ'yı, celâl sıfatlarından bir sıfatla tavsif ettiğinde, Allah'ın kemâl ve celâlinin, kendisinin bildiğine münhasır olmasından tenzih eder. Yine o, Allah'a ibadet ettiğinde Allah'ı, böylesi bir hizmet ve ibadete layık olmaktan tenzih eder. (Yani O'nun pek çok mükemmel tarzda yapılacak ibadetlere müstahak olduğunu düşünür.) Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sabit olur. (F.Razi, Yunus 63)</p>
<p>Allah’ın (c.c) müminlerin velisi olduğuna dair şu Ayet-i kerimeyi zikredecek olursak; <strong><span dir="RTL">اَللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنْ الظُّلُمَاتِ اِلٰى النُّورِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاۤؤُهُمْ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنْ النُّورِ اِلٰى الظُّلُمَاتِ اُولَۤئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ</span> “Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar” </strong>(Bakara 257)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede “veli” ifadesi iki zümre için kullanılmıştır. Birisi Müminler topluluğu, diğeri ise kâfirler topluluğudur. Müminlerin velisi olan Allah (c.c), onları karanlıktan aydınlığa (Nura), kâfirlerin velisi olan tağut ise onları aydınlıkta karanlığa çıkarır.</p>
<p>Bir müminin mutlak anlamda velisi şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <a name="0"><strong><span dir="RTL">إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ وَمَن يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ</span></strong></a> <a name="_ftnref12"><strong>“Kuşkusuz ki sizin </strong></a><strong>“</strong><strong>veliniz”</strong><strong> ancak Allah’tır</strong><strong>,</strong><strong> O’nun Resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir. Kim Allah’ı, O’nun Resulünü ve iman edenleri </strong><strong>“</strong><strong>veli</strong><strong>”</strong><strong> edinirse, hiç şüphe yok ki, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.”</strong> (Maide 55,56)</p>
<p>Veli’nin şefaati ile alakalı bir Tirmizi Hadisi şöyledir:</p>
<p><strong><em><span dir="RTL">عن أبي سعيد أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال إن من أمتي من يشفع للفئام من الناس ومنهم من يشفع للقبيلة ومنهم من يشفع للعصبة ومنهم من يشفع للرجل حتى يدخلوا الجنة</span></em></strong> <span dir="RTL">قال أبو عيسى هذا حديث حسن</span> Ebi Said’ten (Rd.a) Rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: <strong>“ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları vardır ki bir kabileye, bazıları vardır ki bir guruba, bazıları da vardır ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.”</strong></p>
<p><strong><u>Salih Kul:</u></strong> Salih insanlardan olmanın temel şartı şu Ayet-i kerimede de zikredildiği gibi; <strong><span dir="RTL">وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِى الصَّالِحٖينَ</span> “İman edip iyi (salih) amel işlemektir.” </strong>(Ankebut 9). Yani iman ettikten sonra, Allah’ın emirlerine itaat (Emri bil maruf) ve yasakladığı her şeyden sakınmaktır (nehyi anilmünker).</p>
<p>Kuran-ı kerimin başka bir ayetinde Salihler şöyle tarif edilmektedir: <strong><span dir="RTL">يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَاُولٰئِكَ مِنَ الصَّالِحٖينَ</span></strong> <strong>“Onlar (Salihler), Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanırlar; doğru olanı emreder (emri bil maruf), eğri olandan sakınır ve alıkoyarlar (nehyi anilmünker) ve hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar Salih kimselerdendir.” </strong>(Ali İmran 114)</p>
<p>Salih insan olmak, müminlere ait çok üstün ve mümtaz bir özelliktir. Öyle ki, Peygamberler bile bu özelliğe sahip olmak için dua ve temennilerde bulunmuşlardır. Örneğin: Hz. Yusuf (a.s) Allah’a (c.c) şöyle münacatta bulunmuştur: <strong><span dir="RTL">رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ </span></strong><strong><span dir="RTL">وَعَلَّمْتَن۪</span></strong><strong><span dir="RTL">ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ</span></strong><strong> “Rabbim! Bana mülkten verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaradan! Dünya ve ahirette velim sensin; benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat.” (Yusuf 101). Keza Hz. İbrahim (a.s): <span dir="RTL">رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ</span> “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni Salih kimseler arasına kat” (Şuara 83). Başka bir Ayet-i kerimede gene Hz. İbrahim (a.s): <span dir="RTL">رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ</span> “Rabb'im, bana salihlerden bir evlat bağışla” (Saffat 100). Ve nihayet Hz. Süleyman (a.s): <span dir="RTL">فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ</span> “Süleyman, karıncanın bu sözüne tebessüm edip gülerek:-Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimetine şükretmemi ve hoşnut olacağın işi yapmamı bana kolay kıl, beni rahmetinle Salih kulların arasına kat.” (Neml 19)</strong></p>
<p><strong><u>Âlim:</u></strong> Âlim Arapçada bilmek anlamında olan “âlime” (<span dir="RTL">(علم</span> kökünden gelmektedir. Genel anlamı ise; bilen, bilgi sahibi olan, belli bir bilgi birikimini kendisinde ihtiva eden kişi demektir.</p>
<p>İslami ilimler alanında ise Âlim; Başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere Hadisi ve sünneti bilen ve diğer İslami ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup, bu alanların tümünde veya bir kısmında ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış ve dolayısıyla ihtisas elde emiş kimseye denir. Bu mertebeye ulaşan âlim kişinin vizyonu genişler, idraki kuvvetlenir ve dolayısıyla gerek Allah’a (c.c) ve gerek se Allah’ın (c.c) yarattıklarına karşı olan duyarlığı artar. Binaenaleyh; hâkim olmadığı alanlara müdahalede çok dikkatli ve temkinli davranır ve ihtisası dışındaki alanlarda hüküm vermekten imtina eder.</p>
<p>Ayrıca İslami alanda mütehassıs kişinin; fizik, kimya, matematik ve astronomi gibi fenni bilimlerde de mahir olması, hüküm ve karar verme kabiliyetini artırır. Zira bu kâinat ilimleri de Allah’ın (c.c) ayetlerindendir. Binaenaleyh gerek ibadette, gerek muamelatta, gerek adalette, kısacası her alanda kendisine ışık tutacaktır.</p>
<p>Âlimlerin üstün meziyetleri ve onların Allah (c.c) katında değerleri ile ilgili çok sayıda Ayet ve Hadis mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek vermeğe çalışalım.</p>
<p><strong><span dir="RTL">شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ</span></strong> <strong>“Allah, Melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”</strong> (Ali-İmran 18)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimede ilmin faziletine, ilim adamlarının şeref ve üstünlüğü­ne delil vardır. Çünkü şayet ilim adamlarından daha şerefli bir kimse bulun­saydı yüce Allah ilim adamlarını birlikte söz konusu ettiği gibi; onları da el­bette kendi ismiyle, meleklerinin ismiyle birlikte burada zikrederdi. Yüce Al­lah ilmin şerefi ile ilgili olarak Peygamberine (s.a.v) şunu buyurmuştur: <strong> <span dir="RTL"> وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖى عِلْمًا</span></strong> <strong>"De ki. Rabbim, ilmimi artır."</strong> (Tahâ 114). Eğer ilimden daha şerefli bir şey olsaydı elbette ki yüce Allah peygambe­rine ilmini artırmasını istemesini emretmiş olduğu gibi; onun da artırılması­nı istemesini emrederdi (Kurtubi, Taha, 114)</p>
<p><strong><span dir="RTL">اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ <u>هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا</u> <u>يَعْلَمُونَۜ</u> اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟</span></strong> <strong>“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: "<u>Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?</u> Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar."</strong> (Zumer 9)</p>
<p>Ayet-i kerimede <strong>"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"</strong> buyurulmaktadır. Bunun izahı ise şöyledir: "Hiç, rablerine itaat ettikleri takdirde sevap kazanacaklarını ve ona karşı geldikleri takdirde günahkâr olacaklarını bilenlerle, hiçbir şey bilmeyen, yaptığı amellerden hayır ve şer ümit etmeyen bir olur mu? Elbette ki bunlar bir değildir. Fakat bunu ancak akıl sahibi olanlar düşünüp anlarlar. Cahiller böyle bir farkı idrak edemezler.</p>
<p><strong><span dir="RTL">وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ</span></strong> <strong>“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'a karşı layıkıyla duyarlıdırlar. Şüphesiz Allah, izzet sahibi ve bağışlayandır.”</strong> (Fatır 28) </p>
<p>Ayet-i kerimenin bir bölümünde “Kulları içinden ancak âlimler, Allah'a karşı layıkıyla duyarlıdırlar” deniyor. Zira Âlimler, tam anlamıyla Allah’ı (c.c) bilen ve O’na hakkıyla tazimde bulunarak saygı besleyenlerdir. Ayette bahsi geçen ilim, imanla birleşen ilimdir. Çünkü iman ahiret hayatını da garanti altına alır; imansız ilim ise insanlara sadece geçici dünya faydaları sağlar.</p>
<p>Mevzu ile alakalı bir Hadisi şerif şöyle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">عن أبي الدرداء رضي الله تعالى عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: " مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا، سَهَّلَ اللهُ لَهُ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإِنَّ طَالِبَ الْعِلْمِ يَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاءِ وَالأَرْضِ، حَتَّى الْحِيتَانِ فِي الْمَاءِ ، وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ، كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وإِنَّ الْعُلَمَاءَ هُمْ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ " – أخرجه مسلم والترمذي وأبي داوود وابن ماجة</span>.</em></strong> <strong><em>Ebu Derda (r.a): Resulüllah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Kim ki ilim elde etmek için ilim yolunu izlerse, Allah (c.c) ona Cennetin yolunu kolaylaştırır. Ve Melekler ilim talep edene hoşnutlukla merhamet kanatlarını gererler. Ve ilim talep eden için, gökte ve yerde kim varsa, hatta sulardaki balıklar dahi onun için istiğfarda bulunur. Âlim’in Abid üzerindeki fazileti (abidten üstnlüğü), dolunayın sair yıldızlara olan (üstünlüğü) fazileti gibidir. Âlimler Enbiyanın varisleridir; Enbiya’nın mirası Dinar ve Dirhem değildir. Enbiyanın mirası ilimdir. Kim ilim yolunu tutarsa (Enbiyanın mirasına varis olursa) en büyük zengin odur. </em></strong>(Tirmizi, Ebu Davud (ilim, 3641) ve İbni Mace)</p>
<p><strong><u>Kuran-ı Kerim:</u></strong> Kur’an Kelamullahtır. Ona itibar eden şüphesiz itibar görür. Kim ki ona itibar ederse şüphesiz bu dünyada ona hakikati gösterir ve hidayet yolunu bulmasına yardım eder. Ahirette de ona şefaat edendir ve Allah (c.c) tarafından şefaati kabul edilendir. Kur’an’ı okuyan, Kur’an’ı kendine önder edinen ve Kur’an’a göre yaşayana, Kur’an kıyamet günü kendisine şefaatçi olacaktır. Kur’an’ın Mümin’e şefaat edeceğine dair birçok hadis mevcuttur. Bunlardan bir tanesi aşağıdaki Tirmizi Hadisidir.</p>
<p> <em><span dir="RTL">عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ<strong> مَنْ قَرَأَ الْقُرْآنَ وَاسْتَظْهَرَهُ فَأَحَلَّ حَلَالَهُ وَحَرَّمَ</strong></span></em> <strong><em><span dir="RTL">حَرَامَهُ أَدْخَلَهُ اللَّهُ بِهِ الْجَنَّةَ وَشَفَّعَهُ فِي عَشْرَةٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِهِ كُلُّهُمْ قَدْ وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ</span> </em></strong><em>Ali İbn-i Ebi Talipten rivayetle (Rd.a) Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: <strong>”Kim kur’anı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, Haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah (Celle Celaluhu) o kimseyi cennetine koyar, ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefatçı kılar.”</strong></em> (Tirmizi, Kitabul fadailul Kur’an, Hds.No: 2905) (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.