KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (5)
<p>Şirk, bu âlemde işlenen günahların en büyüğüdür. Zira kötülüklerin en kötüsü; Allah-u Teâlâ’ya ortak koşmak, O'nun iktidarını başka varlıklara vermek veya onlarla paylaşmaktır. Kendisi tarafında yoktan var edilmiş bir varlık, nasıl olurda yüce Yaratıcının yerine konulabilir. Abd nasıl Ma’bud olur? Mümkün değil. Nitekim şu Ayet-i kerimde belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">اِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَٓاءَكُمْۚ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْۜ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْۜ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَب۪يرٍ۟ </span>“Kendilerine dua ederseniz duanızı işitmezler, işitseler bile size cevabını veremezler, Kıyamet günü de şirkinizi inkâr ederler, sana habîr (Allah) gibi haber veren olmaz” </strong>(Fatır 35)<strong>.</strong></p>
<p>Bu Ayet-i kerime, Allah (c.c) dışında Ma’but kabul edilen bütün sahte ibadet objelerinin (ister peygamberler, ister veliler, ister melekler, ister cinler ve ister din adamları olsun; isterse de kutsanan tabiat güçleri olan güneş, ay ve yıldızlar isterse de milli veya dini semboller ve motifler olsun) kıyamet günü, kendilerine tapanlara karşı tanıklık yapacaklarını ve onları reddedeceklerini belirtir. Hâlbuki müminler beş vakit namazlarının her rekâtında Allah’a (c.c) hitaben: <strong><span dir="RTL">اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ</span></strong> <strong>“Yalnız sana ibadet (kulluk) eder ve yalnız senden yardım dileriz.” </strong>(Fatiha 5) diyerek kulluklarını ifade ederler. Ancak kimileri için bu lafta kalır ve bu sözünde durmazlar.</p>
<p>Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmak, günahların en büyüğü olduğunu ve Allah (c.c) tarafından affedilmeyeceğini şu Ayet-i celileler de dile getirilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاِذْ قَالَ لُقْمٰنُ لِابْنِه۪ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِۜ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ</span> “Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle konuştu: “Ey Benim sevgili oğlum! Allah'a şirk koşma! Muhakkak bil ki şirk, büyük bir zulümdür!” </strong>(Lokman 13)</p>
<p>Şirkin bir zulüm olması hususuna gelince: çünkü bu, <strong><span dir="RTL">وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ </span> "Celâlim hakkı için biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık."</strong> (isra,70) ifadesi ile ikram edilen o kıymetli nefsi, adî şeylere ibadet etmeye hasrettiği veyahut da ibadeti olması gerekli olan yerin dışına koyarak, orada istimal ettiği yerde, Allah'ın rızasının ve yolunun dışındaki yer­ler ve hususlardır. Bu zulmün "büyük" olarak nitelenmesi ise; o kimsenin bu işi, uygun ol­mayan bir yere yöneltmiş olması ve bu yerin de, o işin mahalli olmaması sebebiyledir. (F. Razi tfsr., Lokman 13)</p>
<p><strong><u>Kişinin kendine yaptığı en büyük kötülük ŞİRKTİR</u></strong><strong>. </strong>Zira şu Ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi:</p>
<p><strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يما</span></strong> “<strong>Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz iftira etmekle büyük bir günah işlemiş olur”.</strong> (Nisa 48).</p>
<p><strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً </span></strong> “<strong>Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için bağışlar.</strong> <strong>Allah’a ortak koşan kimse, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” </strong>(Nisa 116).</p>
<p>Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşan ve müş­rik olarak ölenleri affetmez. Allah'a ortak koşma dışında başka bir günah işle­yen kimselerin ise affedilmeleri Allah'a kalmıştır. Allah onlardan dilediğini af­feder, dilediğini ise cezalandırır. Kim Allah'a ibadetinde ortak koşmuş olursa şüphesiz ki o, hak yoldan kaymış, derin bir sapıklığa düşmüştür. Zira o, Allah'a ibadette ona ortak koşmasıyla şeytana itaat etmiş ve onun yolundan gitmiş olur. Bu da büyük bir sapıklık ve açık bir hüsrandır.</p>
<p>Allah'a ortak koşmaktan daha büyük bir günah olmadığı hususunda <u>Ab­dullah b. Mes'ud</u> şöyle diyor:</p>
<p>"Ben Resulullah'tan "Allah katında en büyük günah hangisidir?" diye sor­dum. Resulullah buyurdu ki: "Başka bir şeyi, seni yarattığı halde Allah'a eş koşmandır." Dedim ki: "Bunun büyük olduğu muhakkak. Bundan sonra hangisi bü­yüktür?" Buyurdu ki: "Seninle beraber yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu Öldürmendir." Dedim ki: "Bundan sonra hangisidir?" Buyurdu ki: "Komşunun karısıyla zina etmendir." (Taberi tfsr., Nisa 116)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerin sonunda geçen <u>“iftira durumu”</u> (Nisa 48) kitap ehlini, <u>“sapıklık durumu”</u> da (Nisa 116) diğer müşrikleri işaret etmektedir. Zira Hristiyanlar İsa (a.s) Allah’ın oğludur ve Yahudiler de Üzeyir Allah’ın oğludur iddiasıyla iftirada bulunmuşlardır. Ehli kitap dışındaki müşriklerde Allah’a şirk koşmak suretiyle derin bir sapıklık ile dalalete düşmüşlerdir. Binaenaleyh onların bu sapkınlıkları onları doğru yoldan uzaklaştırdıkça uzaklaştırmış, böylece onlar ilâhî mağfiret ve rahmetten mahrum kalmışlardır. </p>
<p>Müşahede edildiği gibi, şirk hem Hakk'a bir iftira ve büyük günah, hem de derin bir sapıklıktır. Ve her iki şekil de büyük zulümdür. Kitap ehlinin şirki, sapıklıktan çok, bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapıklık eseridir. Şu halde biri ahlâksızlığa, biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tövbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde, sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapıklığını artırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur. Bundan dolayıdır ki, kitap ehli hakkında Kur’an-ı kerimde şöyle denmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ </span></strong><strong> "O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur."</strong> (Âl-i İmran 19). Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi, ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç bir kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi. Bütün kötülüklerin başı cehalettir denir. Bu hem doğrudur ve hem de yanlıştır. Doğruluğu güzel ahlaka sahip olanlar içindir. Onlar bu ilim sayesinde, iyi ile kötüyü; doğru ile yanlışı daha bariz bir şekilde ayırt edebilir ve doğruyu ve hakikati tercihte zorluk çekmez. Lakin ahlaksız bir insan için ilim felaketin ta kendisidir. Zira bu ilim sayesinde bilemediği, aklının eremediği kötü fiilleri daha rafine ve mahirane bir şekilde işleme imkânına sahip olmuş olur. Yukarıdaki Ayet-i hâkimde de zikredildiği gibi; kitap ehlinin ihtilafa düşmesi ancak kendilerine gelen ilimden sonra olmuştur.</p>
<p>Şunu bilmek gerekir ki, Müşriklerin tamamı Allah’ın (c.c) varlığını inkâr etmiyorlardı. Binaenaleyh yegâne yaratıcı ve müdebbir olduğunu, hayatın ve ölümün O’nun emrinde olduğunu biliyorlardı. Allah’ın varlığına ve sonsuz gücüne inandıklarına dair şu Ayet-i kerimeler bize ışık tutmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَئِن سَأَلْتَهُم</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ</strong></span><strong> “Şayet onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, hiç tereddüt etmeden "Allah'tır!" derler. </strong>(Lokman 25). <strong><span dir="RTL">وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ</span> “Şayet onlara, “Gökleri ve yeri yaratan kimdir? Güneşe ve aya boyun eğdiren kimdir?” diye sorsan, kesinlikle “Allah’tır!” derler. </strong>(Ankebut 61). <strong><span dir="RTL">قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهَا</span></strong> <strong>“De ki: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ </span>“Allah’a aittir.” Diyecekler. </strong>(Müminun 84.85) <strong><span dir="RTL">قُلْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ </strong></span><strong>“De ki: Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ </span>“Alla’tır” diyecekler” </strong>(Müminun 86,87). <strong><span dir="RTL">قُلْ مَنْ بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَیْءٍ وَهُوَ يُجٖيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ </span>De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ</span> “Allah’tır” diyecekler” </strong>(Müminun 88,89).</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Ayet-i Celilelerden de ve bunlarla iktifa edip buraya taşımayı hacet görmediğimiz birçok başka Ayet‘ten de anlaşılacağı üzere, müşriklerin Allah’ın (c.c) varlığıyla herhangi bir problemleri yoktu. Ancak şu Ayet-i kerimede de belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَالَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهٖ اَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰى </span>“Allah’ın peşi sıra başka dostlar edinenler, biz onlara, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye dost ediniyoruz” </strong>diyorlar. (Zumer 3).</p>
<p>Yani mabut kabul ettikleri o sahte ilâhlar, onlara göre Allah'ın (c.c) katında onlar için birer şefaat mercii idiler. Zira tapmakta oldukları putlar, büyük insanların temsilleri idi. Bunlar, Hz. İbrahim'in, Hz. İs­mail'in, Hz. Nuh'un (aleyhumusselam) ve onların soy ve zürriyetinden gelen sevilen, sayılan yararlı insanların heykelleri idi. Günümüzde olduğu gibi İlk başlarda bu zatları anmaları sevgi ve saygıya dayalı olduğu halde, zamanla bunları ilahlaştırıp Allah’a (c.c) ortak koşmaya başladılar. Bunların Allah (c.c) katında büyük mertebeleri vardır, dolayısıyla bize şefaatçi olacaklardır diyorlardı. Hâlbuki şu Ayeti kerimede de zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَلَا يَاْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰئِكَةَ وَالنَّبِيّٖنَ اَرْبَابًا اَيَاْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ</span></strong> <strong>“O (Peygamber) size, “Melekleri ve peygamberleri Rablar edinin diye emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?” </strong>(Ali İmran 80).</p>
<p>İşte tüm bu uyarılara rağmen şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ</span></strong> <strong>“Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar” </strong>(Yusuf 106). Yani Onlar, daha önceki Ayet-i kerimelerde belirttiğimiz gibi kendilerini, yerdekileri, göklerdekileri Allah’ın (c.c) yarattığını ve rızıklandırdığını söylerler. Bununla beraber Allah’ın (c.c) dışındaki varlıkları ilahlık mertebesine yükseltirler ve onları Allah’a (c.c) ortak koşarlar. Nitekim Putperestler: <strong><span dir="RTL">وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ</span></strong> “<strong>Allah’ın yanında kendilerine ne yarar nede zarar verebilen putları ilahlar edinip, </strong><strong>Bunlar bizim Allah katındaki </strong><strong>şefaatçilerimizdir</strong>.” (Yunus 18). Yahudiler: <strong><span dir="RTL">وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ</span></strong> Rabbimiz bir olan Allah'tır, “<strong>ama Üzeyir onun oğludur</strong>.” (Tevbe 30). Hristiyanlar: <strong><span dir="RTL">وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِ</span></strong> Rabbimiz, ortağı olmayan bir Allah'tır<strong>. Mesih ise, Allah'ın oğludur</strong>. (Tevbe 30). Güneşe ve/veya aya tapanlar da: Rabbimiz, bir olan Allah'tır. Ama güneş ile ay da bizim rabbimizdir derler.</p>
<p>İşte tüm bu iddialara Cenab-ı Hak (c.c) şu Ayet-i kerime ile cevap vermektedir: <strong><span dir="RTL">وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً </span> “Ve deki: Her türlü hamd O Allah'a mahsustur. Asla evlat edinmemiştir. Hâkimiyetinde hiç bir ortağı yoktur. Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır. Sürekli O’nu tekbirle yücelt.”</strong></p>
<p>Hıristiyanlar ve Yahudiler: Allah Teâlâ’nın çocuk edindiğini, Müşrikler: Allah'ın ortakları olduğunu, Sâbiîler ve Mecusiler: Allah'ın, acizlikten dolayı yardımcılar edindiğini iddia etmişler. Allah Teâlâ da bu Ayette, o iddiaların tümüne cevap vermiştir. (Taberi tfsr., İsra 111)</p>
<p>Bu Ayet-i Kerimede de, yaratanla yaratılanları birbirine karıştırmamak ve kendisini noksan sıfatlardan tenzih etmek için buyuruyor ki: “Tam övgü ancak Allah'a mahsustur. O, asla çocuk edinmemiştir. O, tektir, her şey ona muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Onun hiçbir benzeri de yoktur. Onun, mülkte herhangi bir ortağı da yoktur. Zira böyle bir ortağı olan kimse âcizdir. Âciz olan ise Allah olamaz. Onun, acizlikten dolayı yardımcı edinmeye ihtiyacı yoktur. Zira o, her şeye yardım edendir, hiçbir şeyin yardımına muhtaç değildir. O halde ey Muhammed, sen, sözünde ve amelinde rabbini yücelt”. (Taberi tfsr., İsra 111)</p>
<p>Binaenaleyh, İbadete Cenab-ı Haktan başkasını karıştırmamak gerekir. İbadete ne bir Peygamberi, ne de meleklerden birisini, ne mukaddes ruhlardan birisini ve ne de Al­lah'ın Salih ve veli kullarından herhangi birisini ve nede canlı veya cansız varlıklardan bir putu katmamak gerekir. Cenab-i Hak (c.c) şu Ayet-i kerimede Peygamberimize (s.a.v) hitaben bizleri şu şekilde uyarmaktadır: <strong><span dir="RTL">قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً </span>“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın sadece tek ilah olduğu vahy ediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi O'na ortak koşmasın.” </strong>(Kehf 110)</p>
<p>Aksi takdirde bunları ilahi sıfatlarla vasıflandırıp onlardan ilahi faaliyetleri beklemek, Yahudi ve Hristiyanların düştüğü duruma düşerek büyük hüsrana duçar olunur. </p>
<p>Maide suresinin 73. Ayet’inde dile getirildiği gibi: <strong><span dir="RTL">لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ </span>“Gerçekten, Tek Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını gördükleri halde “Bakın, Allah üçlünün üçüncüsüdür” diyenler, hakikati inkâr etmiş olurlar. Ve onlar bu iddialarından vazgeçmedikçe, hakikati inkâr eden bu gibilerin başına şiddetli bir azap gelecektir.” </strong>(DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 21 Temmuz 2016 - Perşembe
KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (5)
<p>Şirk, bu âlemde işlenen günahların en büyüğüdür. Zira kötülüklerin en kötüsü; Allah-u Teâlâ’ya ortak koşmak, O'nun iktidarını başka varlıklara vermek veya onlarla paylaşmaktır. Kendisi tarafında yoktan var edilmiş bir varlık, nasıl olurda yüce Yaratıcının yerine konulabilir. Abd nasıl Ma’bud olur? Mümkün değil. Nitekim şu Ayet-i kerimde belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">اِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَٓاءَكُمْۚ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْۜ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْۜ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَب۪يرٍ۟ </span>“Kendilerine dua ederseniz duanızı işitmezler, işitseler bile size cevabını veremezler, Kıyamet günü de şirkinizi inkâr ederler, sana habîr (Allah) gibi haber veren olmaz” </strong>(Fatır 35)<strong>.</strong></p>
<p>Bu Ayet-i kerime, Allah (c.c) dışında Ma’but kabul edilen bütün sahte ibadet objelerinin (ister peygamberler, ister veliler, ister melekler, ister cinler ve ister din adamları olsun; isterse de kutsanan tabiat güçleri olan güneş, ay ve yıldızlar isterse de milli veya dini semboller ve motifler olsun) kıyamet günü, kendilerine tapanlara karşı tanıklık yapacaklarını ve onları reddedeceklerini belirtir. Hâlbuki müminler beş vakit namazlarının her rekâtında Allah’a (c.c) hitaben: <strong><span dir="RTL">اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ</span></strong> <strong>“Yalnız sana ibadet (kulluk) eder ve yalnız senden yardım dileriz.” </strong>(Fatiha 5) diyerek kulluklarını ifade ederler. Ancak kimileri için bu lafta kalır ve bu sözünde durmazlar.</p>
<p>Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmak, günahların en büyüğü olduğunu ve Allah (c.c) tarafından affedilmeyeceğini şu Ayet-i celileler de dile getirilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَاِذْ قَالَ لُقْمٰنُ لِابْنِه۪ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِۜ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ</span> “Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle konuştu: “Ey Benim sevgili oğlum! Allah'a şirk koşma! Muhakkak bil ki şirk, büyük bir zulümdür!” </strong>(Lokman 13)</p>
<p>Şirkin bir zulüm olması hususuna gelince: çünkü bu, <strong><span dir="RTL">وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ </span> "Celâlim hakkı için biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık."</strong> (isra,70) ifadesi ile ikram edilen o kıymetli nefsi, adî şeylere ibadet etmeye hasrettiği veyahut da ibadeti olması gerekli olan yerin dışına koyarak, orada istimal ettiği yerde, Allah'ın rızasının ve yolunun dışındaki yer­ler ve hususlardır. Bu zulmün "büyük" olarak nitelenmesi ise; o kimsenin bu işi, uygun ol­mayan bir yere yöneltmiş olması ve bu yerin de, o işin mahalli olmaması sebebiyledir. (F. Razi tfsr., Lokman 13)</p>
<p><strong><u>Kişinin kendine yaptığı en büyük kötülük ŞİRKTİR</u></strong><strong>. </strong>Zira şu Ayet-i kerimelerde belirtildiği gibi:</p>
<p><strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يما</span></strong> “<strong>Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz iftira etmekle büyük bir günah işlemiş olur”.</strong> (Nisa 48).</p>
<p><strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً بَع۪يداً </span></strong> “<strong>Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için bağışlar.</strong> <strong>Allah’a ortak koşan kimse, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” </strong>(Nisa 116).</p>
<p>Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşan ve müş­rik olarak ölenleri affetmez. Allah'a ortak koşma dışında başka bir günah işle­yen kimselerin ise affedilmeleri Allah'a kalmıştır. Allah onlardan dilediğini af­feder, dilediğini ise cezalandırır. Kim Allah'a ibadetinde ortak koşmuş olursa şüphesiz ki o, hak yoldan kaymış, derin bir sapıklığa düşmüştür. Zira o, Allah'a ibadette ona ortak koşmasıyla şeytana itaat etmiş ve onun yolundan gitmiş olur. Bu da büyük bir sapıklık ve açık bir hüsrandır.</p>
<p>Allah'a ortak koşmaktan daha büyük bir günah olmadığı hususunda <u>Ab­dullah b. Mes'ud</u> şöyle diyor:</p>
<p>"Ben Resulullah'tan "Allah katında en büyük günah hangisidir?" diye sor­dum. Resulullah buyurdu ki: "Başka bir şeyi, seni yarattığı halde Allah'a eş koşmandır." Dedim ki: "Bunun büyük olduğu muhakkak. Bundan sonra hangisi bü­yüktür?" Buyurdu ki: "Seninle beraber yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu Öldürmendir." Dedim ki: "Bundan sonra hangisidir?" Buyurdu ki: "Komşunun karısıyla zina etmendir." (Taberi tfsr., Nisa 116)</p>
<p>Bu Ayet-i kerimelerin sonunda geçen <u>“iftira durumu”</u> (Nisa 48) kitap ehlini, <u>“sapıklık durumu”</u> da (Nisa 116) diğer müşrikleri işaret etmektedir. Zira Hristiyanlar İsa (a.s) Allah’ın oğludur ve Yahudiler de Üzeyir Allah’ın oğludur iddiasıyla iftirada bulunmuşlardır. Ehli kitap dışındaki müşriklerde Allah’a şirk koşmak suretiyle derin bir sapıklık ile dalalete düşmüşlerdir. Binaenaleyh onların bu sapkınlıkları onları doğru yoldan uzaklaştırdıkça uzaklaştırmış, böylece onlar ilâhî mağfiret ve rahmetten mahrum kalmışlardır. </p>
<p>Müşahede edildiği gibi, şirk hem Hakk'a bir iftira ve büyük günah, hem de derin bir sapıklıktır. Ve her iki şekil de büyük zulümdür. Kitap ehlinin şirki, sapıklıktan çok, bir iftira eseri; diğerlerinin şirki iftiradan çok bir sapıklık eseridir. Şu halde biri ahlâksızlığa, biri de cehalete dönüyor demektir. Ve bunların her ikisinin de tövbesiz affedilmesi mümkün değildir. Fakat bilgisizlikten doğan şirk sahiplerinin ilmî ve aklî gelişmeler ile şirkten vazgeçmeleri düşünülebildiği halde, sırf ahlâksızlıktan doğan şirk erbabı, ilimde ilerledikçe azgınlık ve sapıklığını artırır, iftirasına devam etmek için daha çok vasıta bulmuş olur. Bundan dolayıdır ki, kitap ehli hakkında Kur’an-ı kerimde şöyle denmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَا اخْتَلَفَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ </span></strong><strong> "O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ancak kendilerine ilim geldikten sonra olmuştur."</strong> (Âl-i İmran 19). Gerçi ilmin, ahlâkı düzeltmek hususunda büyük önemi vardır. Fakat ahlâk işi, ilimden çok bir irade işi olduğundan, iman için sadece bilgi yetmediği gibi, ahlâka ait teminatlar için de sadece ilim yeterli değildir. Eğer yeterli olsaydı, hiç bir kimse hakkı bilirken yalan söyleyemez, tersine hareket edemezdi. Bütün kötülüklerin başı cehalettir denir. Bu hem doğrudur ve hem de yanlıştır. Doğruluğu güzel ahlaka sahip olanlar içindir. Onlar bu ilim sayesinde, iyi ile kötüyü; doğru ile yanlışı daha bariz bir şekilde ayırt edebilir ve doğruyu ve hakikati tercihte zorluk çekmez. Lakin ahlaksız bir insan için ilim felaketin ta kendisidir. Zira bu ilim sayesinde bilemediği, aklının eremediği kötü fiilleri daha rafine ve mahirane bir şekilde işleme imkânına sahip olmuş olur. Yukarıdaki Ayet-i hâkimde de zikredildiği gibi; kitap ehlinin ihtilafa düşmesi ancak kendilerine gelen ilimden sonra olmuştur.</p>
<p>Şunu bilmek gerekir ki, Müşriklerin tamamı Allah’ın (c.c) varlığını inkâr etmiyorlardı. Binaenaleyh yegâne yaratıcı ve müdebbir olduğunu, hayatın ve ölümün O’nun emrinde olduğunu biliyorlardı. Allah’ın varlığına ve sonsuz gücüne inandıklarına dair şu Ayet-i kerimeler bize ışık tutmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَلَئِن سَأَلْتَهُم</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ</strong></span><strong> “Şayet onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan, hiç tereddüt etmeden "Allah'tır!" derler. </strong>(Lokman 25). <strong><span dir="RTL">وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ</span> “Şayet onlara, “Gökleri ve yeri yaratan kimdir? Güneşe ve aya boyun eğdiren kimdir?” diye sorsan, kesinlikle “Allah’tır!” derler. </strong>(Ankebut 61). <strong><span dir="RTL">قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهَا</span></strong> <strong>“De ki: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ </span>“Allah’a aittir.” Diyecekler. </strong>(Müminun 84.85) <strong><span dir="RTL">قُلْ</span></strong><span dir="RTL"> <strong>مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ </strong></span><strong>“De ki: Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ </span>“Alla’tır” diyecekler” </strong>(Müminun 86,87). <strong><span dir="RTL">قُلْ مَنْ بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَیْءٍ وَهُوَ يُجٖيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ </span>De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?” <span dir="RTL">سَيَقُولُونَ لِلّٰهِ</span> “Allah’tır” diyecekler” </strong>(Müminun 88,89).</p>
<p>Yukarıya taşıdığımız Ayet-i Celilelerden de ve bunlarla iktifa edip buraya taşımayı hacet görmediğimiz birçok başka Ayet‘ten de anlaşılacağı üzere, müşriklerin Allah’ın (c.c) varlığıyla herhangi bir problemleri yoktu. Ancak şu Ayet-i kerimede de belirtildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَالَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهٖ اَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰى </span>“Allah’ın peşi sıra başka dostlar edinenler, biz onlara, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye dost ediniyoruz” </strong>diyorlar. (Zumer 3).</p>
<p>Yani mabut kabul ettikleri o sahte ilâhlar, onlara göre Allah'ın (c.c) katında onlar için birer şefaat mercii idiler. Zira tapmakta oldukları putlar, büyük insanların temsilleri idi. Bunlar, Hz. İbrahim'in, Hz. İs­mail'in, Hz. Nuh'un (aleyhumusselam) ve onların soy ve zürriyetinden gelen sevilen, sayılan yararlı insanların heykelleri idi. Günümüzde olduğu gibi İlk başlarda bu zatları anmaları sevgi ve saygıya dayalı olduğu halde, zamanla bunları ilahlaştırıp Allah’a (c.c) ortak koşmaya başladılar. Bunların Allah (c.c) katında büyük mertebeleri vardır, dolayısıyla bize şefaatçi olacaklardır diyorlardı. Hâlbuki şu Ayeti kerimede de zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَلَا يَاْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰئِكَةَ وَالنَّبِيّٖنَ اَرْبَابًا اَيَاْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ</span></strong> <strong>“O (Peygamber) size, “Melekleri ve peygamberleri Rablar edinin diye emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?” </strong>(Ali İmran 80).</p>
<p>İşte tüm bu uyarılara rağmen şu Ayet-i kerimede zikredildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ</span></strong> <strong>“Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar” </strong>(Yusuf 106). Yani Onlar, daha önceki Ayet-i kerimelerde belirttiğimiz gibi kendilerini, yerdekileri, göklerdekileri Allah’ın (c.c) yarattığını ve rızıklandırdığını söylerler. Bununla beraber Allah’ın (c.c) dışındaki varlıkları ilahlık mertebesine yükseltirler ve onları Allah’a (c.c) ortak koşarlar. Nitekim Putperestler: <strong><span dir="RTL">وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ</span></strong> “<strong>Allah’ın yanında kendilerine ne yarar nede zarar verebilen putları ilahlar edinip, </strong><strong>Bunlar bizim Allah katındaki </strong><strong>şefaatçilerimizdir</strong>.” (Yunus 18). Yahudiler: <strong><span dir="RTL">وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ</span></strong> Rabbimiz bir olan Allah'tır, “<strong>ama Üzeyir onun oğludur</strong>.” (Tevbe 30). Hristiyanlar: <strong><span dir="RTL">وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِ</span></strong> Rabbimiz, ortağı olmayan bir Allah'tır<strong>. Mesih ise, Allah'ın oğludur</strong>. (Tevbe 30). Güneşe ve/veya aya tapanlar da: Rabbimiz, bir olan Allah'tır. Ama güneş ile ay da bizim rabbimizdir derler.</p>
<p>İşte tüm bu iddialara Cenab-ı Hak (c.c) şu Ayet-i kerime ile cevap vermektedir: <strong><span dir="RTL">وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً </span> “Ve deki: Her türlü hamd O Allah'a mahsustur. Asla evlat edinmemiştir. Hâkimiyetinde hiç bir ortağı yoktur. Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır. Sürekli O’nu tekbirle yücelt.”</strong></p>
<p>Hıristiyanlar ve Yahudiler: Allah Teâlâ’nın çocuk edindiğini, Müşrikler: Allah'ın ortakları olduğunu, Sâbiîler ve Mecusiler: Allah'ın, acizlikten dolayı yardımcılar edindiğini iddia etmişler. Allah Teâlâ da bu Ayette, o iddiaların tümüne cevap vermiştir. (Taberi tfsr., İsra 111)</p>
<p>Bu Ayet-i Kerimede de, yaratanla yaratılanları birbirine karıştırmamak ve kendisini noksan sıfatlardan tenzih etmek için buyuruyor ki: “Tam övgü ancak Allah'a mahsustur. O, asla çocuk edinmemiştir. O, tektir, her şey ona muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Onun hiçbir benzeri de yoktur. Onun, mülkte herhangi bir ortağı da yoktur. Zira böyle bir ortağı olan kimse âcizdir. Âciz olan ise Allah olamaz. Onun, acizlikten dolayı yardımcı edinmeye ihtiyacı yoktur. Zira o, her şeye yardım edendir, hiçbir şeyin yardımına muhtaç değildir. O halde ey Muhammed, sen, sözünde ve amelinde rabbini yücelt”. (Taberi tfsr., İsra 111)</p>
<p>Binaenaleyh, İbadete Cenab-ı Haktan başkasını karıştırmamak gerekir. İbadete ne bir Peygamberi, ne de meleklerden birisini, ne mukaddes ruhlardan birisini ve ne de Al­lah'ın Salih ve veli kullarından herhangi birisini ve nede canlı veya cansız varlıklardan bir putu katmamak gerekir. Cenab-i Hak (c.c) şu Ayet-i kerimede Peygamberimize (s.a.v) hitaben bizleri şu şekilde uyarmaktadır: <strong><span dir="RTL">قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً </span>“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın sadece tek ilah olduğu vahy ediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi O'na ortak koşmasın.” </strong>(Kehf 110)</p>
<p>Aksi takdirde bunları ilahi sıfatlarla vasıflandırıp onlardan ilahi faaliyetleri beklemek, Yahudi ve Hristiyanların düştüğü duruma düşerek büyük hüsrana duçar olunur. </p>
<p>Maide suresinin 73. Ayet’inde dile getirildiği gibi: <strong><span dir="RTL">لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ </span>“Gerçekten, Tek Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını gördükleri halde “Bakın, Allah üçlünün üçüncüsüdür” diyenler, hakikati inkâr etmiş olurlar. Ve onlar bu iddialarından vazgeçmedikçe, hakikati inkâr eden bu gibilerin başına şiddetli bir azap gelecektir.” </strong>(DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.