HASİP TAYLAN
Köşe Yazarı
HASİP TAYLAN
 

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (23)

<p><strong><u>b) kendi nefsine karşı hak ihlali ile kendi nefsine zul&uuml;m etmemelidir:</u></strong></p> <p><strong>1-Yapması gereken ibadetleri ifa etmemesi: </strong>Kul ibadetleri ifa etmemesi ile iki cihetten su&ccedil; işlemektedir:</p> <p><u>Birincisi:</u> Allah&rsquo;a karşı olan asli g&ouml;revini yerine getirmemekle su&ccedil; işlemektedir. Zira Cenab-i Hkk (c.c) ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> &ldquo;ben Cinleri ve İnsanları bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.&rdquo; </strong>(Zariyat 56)</p> <p>Bununla Allah (c.c) akıl sahibi ve m&uuml;kellef varlıklar olan İnsan ve Cinler&rsquo;in yaratılmalarındaki esas maksadın, onların Allah&#39;ın varlığını bilmeleri ve Allah&rsquo;ı tanımaları suretiyle kendi var oluşlarını, O&#39;nun iradesi ve tasarrufu ile m&uuml;mk&uuml;n olabileceğini idrak etmek ve bilin&ccedil;li olarak varoluşlarını buna uyumlu hale getirme isteği duymalarıdır. İşte O&rsquo;nu tanımaları ve bilmeleri ve kendi varoluşlarını O&rsquo;nun iradesi ve tasarrufu istikametinde m&uuml;mk&uuml;n olabileceğini bilmek ve ona uyum sağlama isteği kul i&ccedil;in bir rahmettir.</p> <p>Amacın bu olduğu bundan sonra gelen Ayet-i kerimeden de&nbsp;anlaşılmaktadır. Ayet-i kerime ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ</span></strong> <strong>&ldquo;Ş&uuml;phesiz Allah b&uuml;t&uuml;n rızıkları verendir, her t&uuml;rl&uuml; kudretin Sahibidir&rdquo; </strong>(Zariyat 57).</p> <p>Bu Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi; Ama&ccedil;, hi&ccedil;bir şeye muhta&ccedil; olmayan ve sınırsız g&uuml;&ccedil; sahibi olan Yaratıcı&#39;nın herhangi bir şekilde ihtiyacından doğmuş değildir. Tersine, her şeyi kuşatan ilah&icirc; iradeye bilin&ccedil;li olarak kendini teslim etmek suretiyle bu iradeyi kavramayı ve b&ouml;ylece bizz&acirc;tih&icirc; Allah&#39;a daha yakın olmayı &uuml;mid eden kulun ruh&icirc; gelişmesinin bir aracı olarak &ouml;ng&ouml;r&uuml;lm&uuml;şt&uuml;r.&nbsp;Binaenaleyh m&uuml;drik ve m&uuml;kellef bu varlıkların bu bilince varmaları ve bu istikamette amel etmeleri ve bu vesile ile her iki cihan saadetine ermeleri ama&ccedil;lanmaktadır. Bu ama&ccedil; h&acirc;sıl olmadığı takdirde, kul Allah&rsquo;a (c.c) ibadette imtina ettiğinden ve nefsi de bundan dolayı cezalandırılacağından, nefsine zulm etmiş olur.</p> <p><u>İkincisi:</u> Gene ayni Ayet-i kerimede (Zariyat 56), kişiye asli g&ouml;rev olarak Allah (c.c) tarafından verilen kendisine ibadeti ifa edilmemesi sonucunda, bu ihmalin karşılığı olan cezayı &ccedil;ekeceğinden, kişi nefsine zulm etmiştir.</p> <p>Bu genel a&ccedil;ıklamadan sonra, M&uuml;sl&uuml;man kişinin yapması gereken asli g&ouml;revlerini izah etmeye &ccedil;alışalım inşallah. Bu g&ouml;revleri:</p> <p>1- Kulun kalbi ile inanarak tasdik ettiği hususlar ki, bunlara imanın r&uuml;k&uuml;nleri veya imanın şartları olarak aşinayız.</p> <p>2- Kulun bizzatihi ameli olarak şartlarına g&ouml;re yerine getirmesi gerektiği hususlar olan, islamın h&uuml;k&uuml;mleri veya islamın şartları olarak bildiğimiz hususlardır.</p> <p>&nbsp;Şartlarına g&ouml;re dememizdeki maksat, kişinin hasta, seferi, zengin, fakir, hanımlarda luhosa veya ay halleri gibi zaman, zemin, hal ve durumuna bağlı olarak dini vecibelerini ifa etmemesi veya edememesi kasd edilmektedir.</p> <p>Bu iki hususu hakkıyla yerine getiren kul, inşallah Allah&rsquo;ın (c.c) nezdinde muteber ve felaha ermiş kul olacaktır.&nbsp;</p> <p>&Ouml;nce birinci madde olan kalb ile inanarak tasdik etmemiz gereken hususları izah etmeye &ccedil;alışalım. Bu hususun ilk r&uuml;kn&uuml;:</p> <p><strong>a) Allah&rsquo;ın varlığına ve benzeri olmadığına inanmaktır</strong>. Yani kayıtsız ve şartsız Allah&rsquo;a (c.c) teslim olmak, mutteki olmaktır. Mutteki olmanın şartını Kur&rsquo;an-ı kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>&ldquo;Onlar ki gaybe inanırlar&rdquo;</strong> (Bakara 3) diye tarif edilmektedir. Gayp, insanın kavrayış melekeleri dışında olan ve bu melekelerle algılayamadığı bir kavramdır. Dolayısıyla gaybın, fiziksel veya bilimsel g&ouml;zlemlerle ispatı m&uuml;mk&uuml;n değildir. Ancak gayb hakkındaki bilgiye vahiy yoluyla sahibiz. Bu bilgiler peygamberler vasıtasıyla insanoğluna bildirilmiştir. &Ouml;rneğin, Allah&rsquo;ın varlığı, evrenin yaratılış amacı, &ouml;l&uuml;mden sonraki hayat, zamanın ger&ccedil;ek mahiyeti, ruhsal g&uuml;&ccedil;lerin varlığı ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri vb. gibi&hellip;</p> <p>Ebu Ca&#39;fer el-R&acirc;z&icirc;... Ebu&#39;l-&Acirc;liye&#39;den nakleder ki: <strong>&ldquo;Onlar ki gayba inanırlar&rdquo;</strong> &acirc;yetinden maksat Allah&#39;a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, &acirc;hiret g&uuml;n&uuml;ne, cennetine, cehennemine ve Allah&#39;a kavuşacaklarına &icirc;man etmektir. (İbni Kesir, Bakara 3).</p> <p>Başka bir ayet-i kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ</span> &ldquo;Onlar (Muttekiler) g&ouml;rmedikleri halde Rabblerinden huşu duyarlar.&rdquo; </strong>(Enbiya 49).</p> <p>İbni Abbas&rsquo;ın (r.a) g&ouml;r&uuml;ş&uuml;ne g&ouml;re: Onların, Allah&#39;a olan imanları gayb&icirc; bir istidlaldir. O halde bu demektir ki kullar, Allah&#39;ı g&ouml;rmedikleri halde, O&#39;na ibadet ederler. Allah&#39;dan herhangi bir şey saklı kalmaz. (F.Razi, Embiya 49).</p> <p><strong>&ldquo;Onlar k&icirc; (Takva sahipleri) Rablerinden gıyaben korkarlar.&rdquo;</strong> Yani onlar y&uuml;ce Allah&#39;ı g&ouml;rmemektedirler. Onlar<u> d&uuml;ş&uuml;nmekle</u>, <u>delilleri g&ouml;rmekle</u>, herşeye g&uuml;c&uuml; yeten, amellerin karşılığını veren bir Rabblerinin olduğunu bilmişlerdir. O bakımdan onlar gizli hallerde de insanlar tarafından g&ouml;r&uuml;lmedikleri, yalnızlık hallerinde de yalnız O&#39;ndan korkarlar. (Kurtubi, Enbiya 49).</p> <p>Gayb&#39;ı; &ldquo;kendisine del&acirc;let eden bir şey bulunan&rdquo; ve &ldquo;kendisine del&acirc;let eden bir şey bulunmayan&rdquo; diye iki kısma ayırmak gerekir. Kendisine del&acirc;let edecek bir şey olmayan gayba gelince, bunu ancak Cen&acirc;b-ı Hakk (c.c) bilir. Kendisine del&acirc;let edecek bir şey olan gayba gelince, senin &ldquo;Biz, kendisine del&acirc;let edecek bir delili olan gaybı biliyoruz&quot; demen imk&acirc;nsız değildir. Bundan dolayı &acirc;limler ş&ouml;yle demişlerdir: G&ouml;r&uuml;lenle, gayip olana istidlalde (delil g&ouml;stermede) bulunmak, bir delil &ccedil;eşididir. (F.Razi, Bakara 3).</p> <p>Buna g&ouml;re Allah&rsquo;a (c.c) iman etmek isteyen, akıl ve idrak sahibi biri i&ccedil;in, bu işin hi&ccedil; de m&uuml;şk&uuml;l olmadığı aşik&acirc;rdır. Zira kevni varlık bunun en bariz delili olmaya yeter de artar. Ama kişi gafleti benimsemiş ve &ldquo;takva&rdquo; yerine &ldquo;fuc&uuml;r&rdquo;u tercih etmişse, hi&ccedil;bir delil (k&acirc;inat, evren, varlık ve hatta kendi varlığı) kendisini tatmin etmeyecek ve gafillerin yolundan ayıramayacaktır.</p> <p>Burada &ouml;nemli olan kulun ne istediğidir. Kul her iki cihanda saadet ve ebedi felah mı istiyor? Yoksa hem d&uuml;nyada ve hem de ahirette bedbahtlık ve ebedi cehnnem mi istiyor? Bu karar kulun kendi uhdesindedir. Cenab-ı Hakk (c.c), kul kendisi i&ccedil;in ne isterse, o istediğinin yaratıcısıdır. Marufunda, m&uuml;nkerinde yaratıcısıdır. Ancak maruf O&rsquo;nun tercihidir. Dolayısıyla kulun tercihi de burada &ouml;nemlidir. Kul eğer bu d&uuml;nyadaki hayatı sırasında hakikate karşı bilerek k&ouml;r ve sağır kalmış ise, &ouml;teki d&uuml;nyada hazırlanmış olan azaba kendini hazırlamış demektir. Yok, eğer Allah&rsquo;ın (c.c) l&uuml;tfu, keremi ve rahmeti olarak kendisine bağışlanan akıl melekesini doğru kullanır ve idraki ile marufu tercih edip, m&uuml;nkerden sakınırsa i&ccedil; aydınlığı, huzuru ve ebedi saadeti elde etmeye hak kazanacaktır bi iznillah.</p> <p>Kul&rsquo;un tercihiyle alakalı, Zemahşer&icirc; (rh.a) Keşşaf&rsquo;ında İbrahim suresinin d&ouml;rd&uuml;nc&uuml; ayetin sonunda ge&ccedil;en <strong><span dir="RTL">فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ</span> &ldquo;Allah istediğine/isteyene dalalet, istediğine/isteyene hidayet verir&rdquo; </strong>tefsirinde insanın uhdesinde olan bu tercih imkanı &uuml;zerinde durarak şunu belirtmektedir: &ldquo;Allah, tutum ve davranışlarının gidişi itibariyle asla imana ermeyeceğini bildiği insanların dışında hi&ccedil; kimseyi saptırmaz ve sapıklık i&ccedil;inde bırakmaz; ve gene Allah, imana olan eğilimini bildiği insanların dışında kimseyi doğru yola y&ouml;neltmez ve doğru yola sokmaz. (Keşşaf, İbrahim 4).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Binaenaleyh, m&uuml;nkere ve batıl itikadlara inatla sarılan ve hakikatin sesini dinlemeyi reddeden kişinin zamanla hakikati kavrama yeteneğini kaybedeceği ve bu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ</span></strong><span dir="RTL"> ۟</span> <strong>&ldquo;Sonunda kalbinin m&uuml;h&uuml;rlenmiş olduğudur&rdquo;</strong> (Bakara 7).</p> <p>K&acirc;inatta vukubulan b&uuml;t&uuml;n olaylar Allah (c.c) tarafından vazedildiğinden, bunlara S&uuml;nnetullah (Allah&rsquo;ın Kanunları) adı verilir. Dolayısıyla yukarıda ge&ccedil;en bu <strong>&ldquo; Kalb m&uuml;h&uuml;rleme&rdquo;</strong>de Allah&#39;a (c.c) izafe edilmektedir. Oysa bu, yukarıda zikrettiğimiz gibi insanın inatla k&ouml;t&uuml;l&uuml;ğe ve k&uuml;fre sarılması ve h&uuml;r tercihinin sonucudur.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>(Şura 11). Alah tealanın bu sıfatına &ldquo;Muhalefet&uuml;n Lilhavadis&rdquo; denmektedir (Yaratıldıkların hi&ccedil; birine benzememesi). Allah tealanın, yaratıklarından herhangi birine benzediği hissini veren nasslara &ldquo;M&uuml;teşabih nassalar&rdquo; denilmiştir. Bunların manalarını ancak Allah bilir. &ldquo;Allah&rsquo;ın eli, y&uuml;z&uuml;, oturması&rdquo; gibi ifadeler bu kabildendir. Selef uleması bu t&uuml;r ifadeleri olduğu gibi kabul edip te&#39;vil etmeye gerek g&ouml;rmemişler ve bunların ne demek olduğunu Allah tealanın daha iyi bildiğini s&ouml;ylemişlerdir. Sonra gelen &acirc;limler ise Allahın, yaratıklarına benzediği hissini veren ifadeleri uygun şekillerde a&ccedil;ıklamayı tercih etmişlerdir. (Taberi, Şura 11)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Gerek eski ve gerek yeni &ldquo;Tevhid Uleması&rdquo;, Allah&rsquo;ı (c.c), aza ve c&uuml;zlerden m&uuml;rekkeb bir kevni cisimden ve keza mek&acirc;n veya cihetten tenzih etmişler ve bunu iddia edenlere şiddetle karşı &ccedil;ıkmışlardır. Ve ş&ouml;yle demişlerdir: Şayet O cisim olsa idi emsali sair cisimlerde vardır. H&acirc;lbuki bu Allah&rsquo;ın <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>kavline a&ccedil;ık&ccedil;a aykırıdır ve dolayısıyla batıldır. Ve ş&ouml;yle s&ouml;ylenmiştir; acaba <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>kavli ile Allah&rsquo;ın Zatının mı, yoksa Sıfatının mı mahiyeti murad edilmiştir? Eğer Zatının mahiyeti murad edilmişse doğrudur. Ancak bununla sıfatının mahiyeti kasd edildi ise, yalnıştır. Zira kullar da kevni olarak &acirc;lim ve kadir safatlarıyla sıfatlandırılırlar. Binaenaleyh bu kavlin manası;&nbsp; hi&ccedil;bir şey zatıyla Allah&rsquo;ın (c.c) Zatına benzememektedir. (F:Razi; Keşşaf, Şura 11).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong>b) Meleklerin varlığına inanmaktır: </strong>Yukarıda Allah&rsquo;a (c.c) iman konusunda muttekilere atfen zikrettiğimiz Ayet-i kerime; <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>&ldquo;Onlarki gaybe inanırlar&rdquo; </strong>(Bakara 3) bu mevzu i&ccedil;in de ge&ccedil;erlidir. Zira melekleri de g&ouml;remiyoruz. Melekler de bizim i&ccedil;in gayptirler. Onları ancak vahiy yoluyla &ouml;ğreniyoruz. Yani onların varlıklarını peygamberler ve onlara verilen kitablar vasıtasıyla &ouml;ğrenmiş oluyoruz.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Hz. Aişe&rsquo;den gelen Hadis&rsquo;te, Melekler&rsquo;in haddizatında mahl&ucirc;k (yaratık) olan Nur&rsquo;dan yaratıldıkları haber vermektedir. <strong><em><span dir="RTL">عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خُلِقَتْ الْمَلَائِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجَانُّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِمَّا وُصِفَ لَكُمْ</span></em></strong> &nbsp;<strong><em>&ldquo;Hz. Aişe&rsquo;de (r.anha) Resul&uuml;llah (s.a.v) ş&ouml;yle buyurduklarını nakletmektedir: Melekler Nur&rsquo;dan, Cinler Ateş&rsquo;ten ve &Acirc;dem (a.s) size tavsif edildiğinden (yani topraktan) yaratılmışlardır.&rdquo; </em></strong>(Sahih-i M&uuml;slim, 2996). Bu husus Sahih-i M&uuml;slimin başka bir Hadisinde de Ebu Hureyre&rsquo;den rivayetle, şunlar zikr edilmektedir: <span dir="RTL">مِنْ حديثِ أبي هريرة رضي الله عنه قال: أَخَذَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِيَدِي فَقَالَ: &laquo;<strong><em>خَلَقَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ التُّرْبَةَ يَوْمَ السَّبْتِ، وَخَلَقَ فِيهَا الجِبَالَ يَوْمَ الأَحَدِ، وَخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإِثْنَيْنِ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلَاثَاءِ، <u>وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأَرْبِعَاءِ</u>، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ، وَخَلَقَ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ بَعْدَ العَصْرِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فِي آخِرِ الخَلْقِ، فِي آخِرِ سَاعَةٍ مِنْ سَاعَاتِ الجُمُعَةِ، فِيمَا بَيْنَ العَصْرِ إِلَى اللَّيْلِ</em></strong></span>&nbsp; <em>Resul&uuml;llah elimden tuttu ve ş&ouml;yle buyurdu: <strong>&ldquo;Allah (a.c), toprağı cumartesi yarattı. O toprakta da dağları pazar g&uuml;n&uuml; yarattı. Ağa&ccedil;ları ise pazartesi g&uuml;n&uuml; yarattı. Mekruhu salı g&uuml;n&uuml; yarattı. Nuru da &ccedil;arşamba g&uuml;n&uuml; yarattı. Hayvanları orada perşembe g&uuml;n&uuml; yaydı. &Acirc;dem&#39;i (a.s) de cuma ikindiden sonra, yaratıkların sonunda, cuma saatlerinden son bir saatinde -ikindi ile gece arasında- yarattı.&rdquo;</strong></em> (Sahih-i M&uuml;slim, sıfatul-kıyameti vel cenneti vennar, halkıl-&Acirc;dem (a.s) (2789))</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Cenab-ı Hakk (c.c) &ouml;nce Nur&rsquo;u yaratmıştır. Daha sonra bu Nur&rsquo;dan Melekleri yaratmıştır. Tıpkı Allah (c.c) &ouml;nce ateşi yarattığı ve bu ateşten de cinleri yarattığı ve &ouml;nce toprağı yaratıp bu topraktan Hz. &Acirc;dem&rsquo;i (a.s) yaratıldığı gibi. Allah (c.c) onları kendisine itaat ve ibadet etmekle şereflendirmiştir. Ayrıca kendilerini g&ouml;revlendirdiği işlere memur kılmış ve onları mekruh ve mahzurlardan korumuştur. Onlar, Allah&rsquo;ın (c.c) emirlerine isyan etmezler ve muhalefette bulunmazlar. Kendilerine emr edilenlere muti bir şekilde isticab ederler. Ayrıca, kulları muhafaza eder ve yaptıklarını kayıt altına alırlar. B&ouml;ylece &acirc;lemin ulvi ve s&uuml;fli işlerini d&uuml;zenlerler.</p> <p>Meleklerin, kulların muhafazası ve yaptıklarını kayıt altına almaları ile ilgili mevzu hakkında şu Ayet-i kerime ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ </span></strong><span dir="RTL">ا<strong>للّٰهِۜ </strong></span><strong>&nbsp;&ldquo;O&#39;nun (insanın) &ouml;n&uuml;nden ve arkasından izleyenleri (takip&ccedil;ileri) vardır, onu Allah&#39;ın emriyle muhafaza ederler.&rdquo; </strong>(Rad 13).</p> <p>&Acirc;limlerin &ccedil;oğunun benimsedği meşhur g&ouml;r&uuml;şe g&ouml;re, bununla &quot;hafaza melekleri&quot; kastedilmiştir. Hafaza meleklerini, şu iki sebebten &ouml;t&uuml;r&uuml;, mu&#39;akkıb&acirc;t (takip&ccedil;iler) diye nitelemek uygun olmuştur;</p> <p>a) Onlardan gece g&ouml;revli olanların, g&uuml;nd&uuml;z g&ouml;revli olanları yahut da g&uuml;nd&uuml;z g&ouml;revli olanların, gece g&ouml;revli olanları takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip n&ouml;beti devralmaları sebebi ile.</p> <p>b) Yahut da onların, kulların yaptığı amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazıp Kaydetmeleri sebebiyledir. Bir işi yapıp, tekrar aynı işe y&ouml;nelen kimse, o işi takibe tmiş olur.</p> <p>Buna g&ouml;re; &quot;mu&#39;akkıb&acirc;t&quot; s&ouml;z&uuml; ile gece ve g&uuml;nd&uuml;z (insanın amellerini yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p> <p>Hz. Osman (r.a.)&#39;ın ş&ouml;yle dediği rivayet edilmiştir.&quot;Ey Allah&#39;ın Resul&uuml;! Bana, bir insan i&ccedil;in ne kadar meleğin g&ouml;revlendirildiğini s&ouml;yle&quot; dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.); &quot;Bir melek sağındadır. O, senin hasenatını (iyi amellerini) yazar. Bu melek, aynı zamanda senin solunda bulunan meleğin emiridir. Bin&acirc;enaleyh sen bir iyilik yaptığında, o buna, karşılık on kat sevab yazar. Ama bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k işlediğinde, solda bulunan melek, sağda bulunana, yazayım mı? Diye sorar. O da, &quot;Hayır, bekle. Belki tevbe eder&quot; der. Soldaki melek &uuml;&ccedil; defa b&ouml;yle sorunca, sağdaki, &quot;Evet, artık yaz. Allah bizi ondan kurtarsın. O, ne k&ouml;t&uuml; bir arkadaş. Ne kadar az Allah&#39;ı g&ouml;r&uuml;p g&ouml;zetiyor ve bizden ne az utanıyor&#39;&#39; der. Bunlardan başka &ouml;n&uuml;nde ve arkanda iki melek daha var. Bunlar, Hak Te&acirc;l&acirc;nın: &quot;Onun (insanın) &Ouml;n&uuml;nde ve arkasında, kendisini Allah&#39;ın emriyle g&ouml;zetleyecek takib&ccedil;i (melekler) var&quot; ayetinde bahsedilenlerdir. Bir melek de senin per&ccedil;eminden (k&acirc;k&uuml;l&uuml;nden) tutmuştur. Sen, Rabbine boyun eğip itaat ettiğinde, başını yukarı kaldırır; isyan edip, başını diktiğinde, başını yere &ccedil;eker ve indirir (zelil eder). İki melek de, senin dudaklarında bulunur. Bana getirdiğin, s&ouml;ylediğin sal&acirc;t-u selamları yazar, kaydederler. Bir melek de ağzının i&ccedil;inde bulunur ve ağzından i&ccedil;eri, yılanların &ccedil;ıyanların girmesine engel olur. İki melek de iki g&ouml;z&uuml;n&uuml;n &uuml;zerinde bulunur, işte bunlar, her insan ile birlikte bulunan on melektir. Gece melekleri, g&uuml;nd&uuml;z melekleri ile n&ouml;bet değişirler. B&ouml;ylece, her insan &uuml;zerinde (g&ouml;revli) yirmi melek bulunur&quot; buyurmuştur.</p> <p>Yine Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in ş&ouml;yle buyurduğu rivayet edilmiştir: &quot;Aranızda gece ve g&uuml;nd&uuml;z takibte olan melekler vardır. Onlar sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde g&uuml;nde iki kez n&ouml;bet değişimi i&ccedil;in bir araya gelirler.&quot; &quot;Sabah namazını da (ed&acirc; et). &Ccedil;&uuml;nk&uuml; sabah namazı ş&acirc;hidlidir&quot; (isra, 78) ayeti ile murad edilen ş&acirc;hidlik işte budur. On gece meleğinin yukarı &ccedil;ıktığı esnada, on g&uuml;nd&uuml;z meleğinin yere indiği de s&ouml;ylenmiştir.</p> <p>İbn C&uuml;reyc bu ayetin, tıpkı &ldquo;Hem sağında, hem solunda oturan iki de (melek) vardır.&rdquo; Sağdakinin iyilikleri, soldakinin ise k&ouml;t&uuml;l&uuml;kleri yazıp tesbit ettiğini s&ouml;ylemiştir.</p> <p>M&uuml;cahid de: &quot;Her insan ile birlikte, onu uykusunda ve uyanık halinde, cinlerden, diğer insanlardan ve haşer&acirc;ttan koruyan bir melek vardır&quot; demiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p> <p>Melekler, erkeklik veya dişilik sıfatları ile tavsif edilmemektedirler. Şu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ</span> &ldquo;Onlar Rahman&rsquo;ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını mı g&ouml;rd&uuml;ler? Onların ş&acirc;hitlikleri kaydedilecek ve onlar sorguya &ccedil;ekilecekler.&rdquo; </strong>Bunu iddia edenler tekzip edilmektedir.</p> <p><strong><u>Meleklere iman</u></strong>, imanın altı r&uuml;k&uuml;n&uuml;nden ikinci r&uuml;k&uuml;nd&uuml;r. Bu r&uuml;kn&uuml;n eksikliği halinde, kulun imanı nakıstır ve kab&uuml;le şayan değildir. Zira gerek hatemel enbiya olan Peygamberimize (s.a.v) ve gerekse ondan &ouml;nce gelen Peygamberlere nazil olan kitaplar onların vasıtasıyla nuz&uuml;l bulmuşlardır. Dolayısıyla, meleklerin ink&acirc;rı bu kudsi kitapların nuz&uuml;llerinini ink&acirc;rı demektir ve buda Peygamberlerin ink&acirc;rına kadar sirayet eder. H&acirc;lbuki Ayet-i kerime bu tertib &uuml;zere inmiş ve ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ <u>كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ</u> <u>وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ</u></span> &ldquo;Allah&#39;ın Resul&uuml;, Rabbinden kendisine indirilene, (Kur&#39;an&#39;a) iman etti. M&uuml;&#39;minler de iman ettiler. <u>Hepisi de Allah&#39;a, Meleklerine, kitaplarına, Rasullerine iman ettiler.&rdquo;</u> </strong>(Bakara, 285).</p> <p>Keza Hz. &Ouml;mer&rsquo;in (r.a) meşhur ve bilinenen hadiside ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">فقدثبت في الصحيحين من حديث أبي هريرة، وفي صحيح مسلم من حديث عمر -رضي الله تعالى عنهما- أنهم كانوا جلوساً&nbsp; عند النبي -صلى الله عليه وسلم- إذ دخل عليهم رجل شديد بياض الثياب، شديد سواد الشعر، لا يرى عليه أثر السفر، يقول: ولا يعرفه منا أحد، فجلس إلى النبي -عليه الصلاة والسلام-، وأسند ركبتيه إلى ركبتيه، ووضع يديه على فخذيه، فسأل النبي -عليه الصلاة والسلام- عن مقامات الدين التي هي الإسلام والإيمان والإحسان، فسأله عن الإسلام ففسره بأركانه الخمسة التي هي الشهادتان، والصلاة، والزكاة والصيام، والحج، ثم سأله عن الإيمان ففسره بأركانه <u>الستة أن تؤمن بالله، وملائكته، وكتبه، ورسله، وباليوم الآخر، وبالقدر خيره وشر</u>ه</span>. </em></strong><em>Ebu Hureyre&rsquo;nin Hadislerinden Buhari&nbsp;ile M&uuml;slim&rsquo;in&nbsp;el-C&acirc;miu&rsquo;ssahih&rsquo;lerinde ve ve sahihi M&uuml;slimde Hz. &Ouml;mer&#39;den (r.a) şu şekilde rivayet edildiği sabittir:<strong> &quot;Bir-g&uuml;n Hz. Peygamber&#39;in (s.a.v) yanında iken birden elbisesi bembeyaz, sa&ccedil;ları simsiyah bir adam &ccedil;ıkageldi. &Uuml;zerinde yolculuktan eser yoktu. Bizlerden kimse onu tanımıyordu. Nebi&rsquo;nin (s.a.v) yanına oturdu, dizlerini dizlerine dayadı ve ellerini omuzlarına koyarak İslam dininin mahiyetini, imanı ve ihsanı sordu. İslamı sordu, Nebi (s.a.v) islamın beş r&uuml;kn&uuml;n&uuml; ihtiva eden iki şehadeti, namazı, zek&acirc;tı ve orucu a&ccedil;ıkladı. Daha sonra imanı sordu; <u>Resul altı r&uuml;kn&uuml;n&uuml; teşkil eden; Allah&rsquo;a</u>, <u>Meleklerine,</u> kitaplarına, resullerine, ahiret g&uuml;n&uuml;ne, kadere, hayrın ve şerrin O&rsquo;ndan geleceğine beyan etti. </strong></em>(Sahih-i Muslim, Kitbul İman, (8)).</p> <p>Başka bir Ayet-i kerimede de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredilenlere iman etmemenin k&uuml;fre g&ouml;t&uuml;receğini ş&ouml;yle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدا</span> &ldquo;Kim Allah&#39;ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret g&uuml;n&uuml;n&uuml; ink&acirc;r ederse, ş&uuml;phesiz o hakikatten uzak bir (Dalaletin) sapıklığın i&ccedil;ine d&uuml;şm&uuml;şt&uuml;r.&rdquo; </strong>(Nisa 136).</p> <p>Allah&rsquo;ın (c.c) melekleri vasıtasıyla istediği kuluna vahyini g&ouml;nderdiğine dair Ayet-i kerimede ş&ouml;yle buyurulmaktadır: <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُو</span> &ldquo;O Allah ki, kullarından dilediğine: &ldquo;İlah&rsquo;ın olmadığı, ancak Kendisinin (c.c) olduğu ve kullarının gazabından korunmaları gerektiği uyarısını melekleri vasıtasıyla vahyini indirendir.&rdquo; </strong>(Nahl 2). (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Ekleme Tarihi: 11 Temmuz 2019 - Perşembe

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA DÜNYA HAYATI (23)

<p><strong><u>b) kendi nefsine karşı hak ihlali ile kendi nefsine zul&uuml;m etmemelidir:</u></strong></p> <p><strong>1-Yapması gereken ibadetleri ifa etmemesi: </strong>Kul ibadetleri ifa etmemesi ile iki cihetten su&ccedil; işlemektedir:</p> <p><u>Birincisi:</u> Allah&rsquo;a karşı olan asli g&ouml;revini yerine getirmemekle su&ccedil; işlemektedir. Zira Cenab-i Hkk (c.c) ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ</span> &ldquo;ben Cinleri ve İnsanları bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.&rdquo; </strong>(Zariyat 56)</p> <p>Bununla Allah (c.c) akıl sahibi ve m&uuml;kellef varlıklar olan İnsan ve Cinler&rsquo;in yaratılmalarındaki esas maksadın, onların Allah&#39;ın varlığını bilmeleri ve Allah&rsquo;ı tanımaları suretiyle kendi var oluşlarını, O&#39;nun iradesi ve tasarrufu ile m&uuml;mk&uuml;n olabileceğini idrak etmek ve bilin&ccedil;li olarak varoluşlarını buna uyumlu hale getirme isteği duymalarıdır. İşte O&rsquo;nu tanımaları ve bilmeleri ve kendi varoluşlarını O&rsquo;nun iradesi ve tasarrufu istikametinde m&uuml;mk&uuml;n olabileceğini bilmek ve ona uyum sağlama isteği kul i&ccedil;in bir rahmettir.</p> <p>Amacın bu olduğu bundan sonra gelen Ayet-i kerimeden de&nbsp;anlaşılmaktadır. Ayet-i kerime ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ</span></strong> <strong>&ldquo;Ş&uuml;phesiz Allah b&uuml;t&uuml;n rızıkları verendir, her t&uuml;rl&uuml; kudretin Sahibidir&rdquo; </strong>(Zariyat 57).</p> <p>Bu Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi; Ama&ccedil;, hi&ccedil;bir şeye muhta&ccedil; olmayan ve sınırsız g&uuml;&ccedil; sahibi olan Yaratıcı&#39;nın herhangi bir şekilde ihtiyacından doğmuş değildir. Tersine, her şeyi kuşatan ilah&icirc; iradeye bilin&ccedil;li olarak kendini teslim etmek suretiyle bu iradeyi kavramayı ve b&ouml;ylece bizz&acirc;tih&icirc; Allah&#39;a daha yakın olmayı &uuml;mid eden kulun ruh&icirc; gelişmesinin bir aracı olarak &ouml;ng&ouml;r&uuml;lm&uuml;şt&uuml;r.&nbsp;Binaenaleyh m&uuml;drik ve m&uuml;kellef bu varlıkların bu bilince varmaları ve bu istikamette amel etmeleri ve bu vesile ile her iki cihan saadetine ermeleri ama&ccedil;lanmaktadır. Bu ama&ccedil; h&acirc;sıl olmadığı takdirde, kul Allah&rsquo;a (c.c) ibadette imtina ettiğinden ve nefsi de bundan dolayı cezalandırılacağından, nefsine zulm etmiş olur.</p> <p><u>İkincisi:</u> Gene ayni Ayet-i kerimede (Zariyat 56), kişiye asli g&ouml;rev olarak Allah (c.c) tarafından verilen kendisine ibadeti ifa edilmemesi sonucunda, bu ihmalin karşılığı olan cezayı &ccedil;ekeceğinden, kişi nefsine zulm etmiştir.</p> <p>Bu genel a&ccedil;ıklamadan sonra, M&uuml;sl&uuml;man kişinin yapması gereken asli g&ouml;revlerini izah etmeye &ccedil;alışalım inşallah. Bu g&ouml;revleri:</p> <p>1- Kulun kalbi ile inanarak tasdik ettiği hususlar ki, bunlara imanın r&uuml;k&uuml;nleri veya imanın şartları olarak aşinayız.</p> <p>2- Kulun bizzatihi ameli olarak şartlarına g&ouml;re yerine getirmesi gerektiği hususlar olan, islamın h&uuml;k&uuml;mleri veya islamın şartları olarak bildiğimiz hususlardır.</p> <p>&nbsp;Şartlarına g&ouml;re dememizdeki maksat, kişinin hasta, seferi, zengin, fakir, hanımlarda luhosa veya ay halleri gibi zaman, zemin, hal ve durumuna bağlı olarak dini vecibelerini ifa etmemesi veya edememesi kasd edilmektedir.</p> <p>Bu iki hususu hakkıyla yerine getiren kul, inşallah Allah&rsquo;ın (c.c) nezdinde muteber ve felaha ermiş kul olacaktır.&nbsp;</p> <p>&Ouml;nce birinci madde olan kalb ile inanarak tasdik etmemiz gereken hususları izah etmeye &ccedil;alışalım. Bu hususun ilk r&uuml;kn&uuml;:</p> <p><strong>a) Allah&rsquo;ın varlığına ve benzeri olmadığına inanmaktır</strong>. Yani kayıtsız ve şartsız Allah&rsquo;a (c.c) teslim olmak, mutteki olmaktır. Mutteki olmanın şartını Kur&rsquo;an-ı kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>&ldquo;Onlar ki gaybe inanırlar&rdquo;</strong> (Bakara 3) diye tarif edilmektedir. Gayp, insanın kavrayış melekeleri dışında olan ve bu melekelerle algılayamadığı bir kavramdır. Dolayısıyla gaybın, fiziksel veya bilimsel g&ouml;zlemlerle ispatı m&uuml;mk&uuml;n değildir. Ancak gayb hakkındaki bilgiye vahiy yoluyla sahibiz. Bu bilgiler peygamberler vasıtasıyla insanoğluna bildirilmiştir. &Ouml;rneğin, Allah&rsquo;ın varlığı, evrenin yaratılış amacı, &ouml;l&uuml;mden sonraki hayat, zamanın ger&ccedil;ek mahiyeti, ruhsal g&uuml;&ccedil;lerin varlığı ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri vb. gibi&hellip;</p> <p>Ebu Ca&#39;fer el-R&acirc;z&icirc;... Ebu&#39;l-&Acirc;liye&#39;den nakleder ki: <strong>&ldquo;Onlar ki gayba inanırlar&rdquo;</strong> &acirc;yetinden maksat Allah&#39;a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, &acirc;hiret g&uuml;n&uuml;ne, cennetine, cehennemine ve Allah&#39;a kavuşacaklarına &icirc;man etmektir. (İbni Kesir, Bakara 3).</p> <p>Başka bir ayet-i kerimde: <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ</span> &ldquo;Onlar (Muttekiler) g&ouml;rmedikleri halde Rabblerinden huşu duyarlar.&rdquo; </strong>(Enbiya 49).</p> <p>İbni Abbas&rsquo;ın (r.a) g&ouml;r&uuml;ş&uuml;ne g&ouml;re: Onların, Allah&#39;a olan imanları gayb&icirc; bir istidlaldir. O halde bu demektir ki kullar, Allah&#39;ı g&ouml;rmedikleri halde, O&#39;na ibadet ederler. Allah&#39;dan herhangi bir şey saklı kalmaz. (F.Razi, Embiya 49).</p> <p><strong>&ldquo;Onlar k&icirc; (Takva sahipleri) Rablerinden gıyaben korkarlar.&rdquo;</strong> Yani onlar y&uuml;ce Allah&#39;ı g&ouml;rmemektedirler. Onlar<u> d&uuml;ş&uuml;nmekle</u>, <u>delilleri g&ouml;rmekle</u>, herşeye g&uuml;c&uuml; yeten, amellerin karşılığını veren bir Rabblerinin olduğunu bilmişlerdir. O bakımdan onlar gizli hallerde de insanlar tarafından g&ouml;r&uuml;lmedikleri, yalnızlık hallerinde de yalnız O&#39;ndan korkarlar. (Kurtubi, Enbiya 49).</p> <p>Gayb&#39;ı; &ldquo;kendisine del&acirc;let eden bir şey bulunan&rdquo; ve &ldquo;kendisine del&acirc;let eden bir şey bulunmayan&rdquo; diye iki kısma ayırmak gerekir. Kendisine del&acirc;let edecek bir şey olmayan gayba gelince, bunu ancak Cen&acirc;b-ı Hakk (c.c) bilir. Kendisine del&acirc;let edecek bir şey olan gayba gelince, senin &ldquo;Biz, kendisine del&acirc;let edecek bir delili olan gaybı biliyoruz&quot; demen imk&acirc;nsız değildir. Bundan dolayı &acirc;limler ş&ouml;yle demişlerdir: G&ouml;r&uuml;lenle, gayip olana istidlalde (delil g&ouml;stermede) bulunmak, bir delil &ccedil;eşididir. (F.Razi, Bakara 3).</p> <p>Buna g&ouml;re Allah&rsquo;a (c.c) iman etmek isteyen, akıl ve idrak sahibi biri i&ccedil;in, bu işin hi&ccedil; de m&uuml;şk&uuml;l olmadığı aşik&acirc;rdır. Zira kevni varlık bunun en bariz delili olmaya yeter de artar. Ama kişi gafleti benimsemiş ve &ldquo;takva&rdquo; yerine &ldquo;fuc&uuml;r&rdquo;u tercih etmişse, hi&ccedil;bir delil (k&acirc;inat, evren, varlık ve hatta kendi varlığı) kendisini tatmin etmeyecek ve gafillerin yolundan ayıramayacaktır.</p> <p>Burada &ouml;nemli olan kulun ne istediğidir. Kul her iki cihanda saadet ve ebedi felah mı istiyor? Yoksa hem d&uuml;nyada ve hem de ahirette bedbahtlık ve ebedi cehnnem mi istiyor? Bu karar kulun kendi uhdesindedir. Cenab-ı Hakk (c.c), kul kendisi i&ccedil;in ne isterse, o istediğinin yaratıcısıdır. Marufunda, m&uuml;nkerinde yaratıcısıdır. Ancak maruf O&rsquo;nun tercihidir. Dolayısıyla kulun tercihi de burada &ouml;nemlidir. Kul eğer bu d&uuml;nyadaki hayatı sırasında hakikate karşı bilerek k&ouml;r ve sağır kalmış ise, &ouml;teki d&uuml;nyada hazırlanmış olan azaba kendini hazırlamış demektir. Yok, eğer Allah&rsquo;ın (c.c) l&uuml;tfu, keremi ve rahmeti olarak kendisine bağışlanan akıl melekesini doğru kullanır ve idraki ile marufu tercih edip, m&uuml;nkerden sakınırsa i&ccedil; aydınlığı, huzuru ve ebedi saadeti elde etmeye hak kazanacaktır bi iznillah.</p> <p>Kul&rsquo;un tercihiyle alakalı, Zemahşer&icirc; (rh.a) Keşşaf&rsquo;ında İbrahim suresinin d&ouml;rd&uuml;nc&uuml; ayetin sonunda ge&ccedil;en <strong><span dir="RTL">فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ</span> &ldquo;Allah istediğine/isteyene dalalet, istediğine/isteyene hidayet verir&rdquo; </strong>tefsirinde insanın uhdesinde olan bu tercih imkanı &uuml;zerinde durarak şunu belirtmektedir: &ldquo;Allah, tutum ve davranışlarının gidişi itibariyle asla imana ermeyeceğini bildiği insanların dışında hi&ccedil; kimseyi saptırmaz ve sapıklık i&ccedil;inde bırakmaz; ve gene Allah, imana olan eğilimini bildiği insanların dışında kimseyi doğru yola y&ouml;neltmez ve doğru yola sokmaz. (Keşşaf, İbrahim 4).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Binaenaleyh, m&uuml;nkere ve batıl itikadlara inatla sarılan ve hakikatin sesini dinlemeyi reddeden kişinin zamanla hakikati kavrama yeteneğini kaybedeceği ve bu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ</span></strong><span dir="RTL"> ۟</span> <strong>&ldquo;Sonunda kalbinin m&uuml;h&uuml;rlenmiş olduğudur&rdquo;</strong> (Bakara 7).</p> <p>K&acirc;inatta vukubulan b&uuml;t&uuml;n olaylar Allah (c.c) tarafından vazedildiğinden, bunlara S&uuml;nnetullah (Allah&rsquo;ın Kanunları) adı verilir. Dolayısıyla yukarıda ge&ccedil;en bu <strong>&ldquo; Kalb m&uuml;h&uuml;rleme&rdquo;</strong>de Allah&#39;a (c.c) izafe edilmektedir. Oysa bu, yukarıda zikrettiğimiz gibi insanın inatla k&ouml;t&uuml;l&uuml;ğe ve k&uuml;fre sarılması ve h&uuml;r tercihinin sonucudur.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>(Şura 11). Alah tealanın bu sıfatına &ldquo;Muhalefet&uuml;n Lilhavadis&rdquo; denmektedir (Yaratıldıkların hi&ccedil; birine benzememesi). Allah tealanın, yaratıklarından herhangi birine benzediği hissini veren nasslara &ldquo;M&uuml;teşabih nassalar&rdquo; denilmiştir. Bunların manalarını ancak Allah bilir. &ldquo;Allah&rsquo;ın eli, y&uuml;z&uuml;, oturması&rdquo; gibi ifadeler bu kabildendir. Selef uleması bu t&uuml;r ifadeleri olduğu gibi kabul edip te&#39;vil etmeye gerek g&ouml;rmemişler ve bunların ne demek olduğunu Allah tealanın daha iyi bildiğini s&ouml;ylemişlerdir. Sonra gelen &acirc;limler ise Allahın, yaratıklarına benzediği hissini veren ifadeleri uygun şekillerde a&ccedil;ıklamayı tercih etmişlerdir. (Taberi, Şura 11)</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Gerek eski ve gerek yeni &ldquo;Tevhid Uleması&rdquo;, Allah&rsquo;ı (c.c), aza ve c&uuml;zlerden m&uuml;rekkeb bir kevni cisimden ve keza mek&acirc;n veya cihetten tenzih etmişler ve bunu iddia edenlere şiddetle karşı &ccedil;ıkmışlardır. Ve ş&ouml;yle demişlerdir: Şayet O cisim olsa idi emsali sair cisimlerde vardır. H&acirc;lbuki bu Allah&rsquo;ın <strong><span dir="RTL">لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ</span></strong> <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>kavline a&ccedil;ık&ccedil;a aykırıdır ve dolayısıyla batıldır. Ve ş&ouml;yle s&ouml;ylenmiştir; acaba <strong>&ldquo;hi&ccedil;bir şey O&#39;na benzemez&rdquo; </strong>kavli ile Allah&rsquo;ın Zatının mı, yoksa Sıfatının mı mahiyeti murad edilmiştir? Eğer Zatının mahiyeti murad edilmişse doğrudur. Ancak bununla sıfatının mahiyeti kasd edildi ise, yalnıştır. Zira kullar da kevni olarak &acirc;lim ve kadir safatlarıyla sıfatlandırılırlar. Binaenaleyh bu kavlin manası;&nbsp; hi&ccedil;bir şey zatıyla Allah&rsquo;ın (c.c) Zatına benzememektedir. (F:Razi; Keşşaf, Şura 11).</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; <strong>b) Meleklerin varlığına inanmaktır: </strong>Yukarıda Allah&rsquo;a (c.c) iman konusunda muttekilere atfen zikrettiğimiz Ayet-i kerime; <strong><span dir="RTL">اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ</span></strong> <strong>&ldquo;Onlarki gaybe inanırlar&rdquo; </strong>(Bakara 3) bu mevzu i&ccedil;in de ge&ccedil;erlidir. Zira melekleri de g&ouml;remiyoruz. Melekler de bizim i&ccedil;in gayptirler. Onları ancak vahiy yoluyla &ouml;ğreniyoruz. Yani onların varlıklarını peygamberler ve onlara verilen kitablar vasıtasıyla &ouml;ğrenmiş oluyoruz.</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Hz. Aişe&rsquo;den gelen Hadis&rsquo;te, Melekler&rsquo;in haddizatında mahl&ucirc;k (yaratık) olan Nur&rsquo;dan yaratıldıkları haber vermektedir. <strong><em><span dir="RTL">عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خُلِقَتْ الْمَلَائِكَةُ مِنْ نُورٍ وَخُلِقَ الْجَانُّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ وَخُلِقَ آدَمُ مِمَّا وُصِفَ لَكُمْ</span></em></strong> &nbsp;<strong><em>&ldquo;Hz. Aişe&rsquo;de (r.anha) Resul&uuml;llah (s.a.v) ş&ouml;yle buyurduklarını nakletmektedir: Melekler Nur&rsquo;dan, Cinler Ateş&rsquo;ten ve &Acirc;dem (a.s) size tavsif edildiğinden (yani topraktan) yaratılmışlardır.&rdquo; </em></strong>(Sahih-i M&uuml;slim, 2996). Bu husus Sahih-i M&uuml;slimin başka bir Hadisinde de Ebu Hureyre&rsquo;den rivayetle, şunlar zikr edilmektedir: <span dir="RTL">مِنْ حديثِ أبي هريرة رضي الله عنه قال: أَخَذَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِيَدِي فَقَالَ: &laquo;<strong><em>خَلَقَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ التُّرْبَةَ يَوْمَ السَّبْتِ، وَخَلَقَ فِيهَا الجِبَالَ يَوْمَ الأَحَدِ، وَخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإِثْنَيْنِ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلَاثَاءِ، <u>وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأَرْبِعَاءِ</u>، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ، وَخَلَقَ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ بَعْدَ العَصْرِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فِي آخِرِ الخَلْقِ، فِي آخِرِ سَاعَةٍ مِنْ سَاعَاتِ الجُمُعَةِ، فِيمَا بَيْنَ العَصْرِ إِلَى اللَّيْلِ</em></strong></span>&nbsp; <em>Resul&uuml;llah elimden tuttu ve ş&ouml;yle buyurdu: <strong>&ldquo;Allah (a.c), toprağı cumartesi yarattı. O toprakta da dağları pazar g&uuml;n&uuml; yarattı. Ağa&ccedil;ları ise pazartesi g&uuml;n&uuml; yarattı. Mekruhu salı g&uuml;n&uuml; yarattı. Nuru da &ccedil;arşamba g&uuml;n&uuml; yarattı. Hayvanları orada perşembe g&uuml;n&uuml; yaydı. &Acirc;dem&#39;i (a.s) de cuma ikindiden sonra, yaratıkların sonunda, cuma saatlerinden son bir saatinde -ikindi ile gece arasında- yarattı.&rdquo;</strong></em> (Sahih-i M&uuml;slim, sıfatul-kıyameti vel cenneti vennar, halkıl-&Acirc;dem (a.s) (2789))</p> <p>&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Cenab-ı Hakk (c.c) &ouml;nce Nur&rsquo;u yaratmıştır. Daha sonra bu Nur&rsquo;dan Melekleri yaratmıştır. Tıpkı Allah (c.c) &ouml;nce ateşi yarattığı ve bu ateşten de cinleri yarattığı ve &ouml;nce toprağı yaratıp bu topraktan Hz. &Acirc;dem&rsquo;i (a.s) yaratıldığı gibi. Allah (c.c) onları kendisine itaat ve ibadet etmekle şereflendirmiştir. Ayrıca kendilerini g&ouml;revlendirdiği işlere memur kılmış ve onları mekruh ve mahzurlardan korumuştur. Onlar, Allah&rsquo;ın (c.c) emirlerine isyan etmezler ve muhalefette bulunmazlar. Kendilerine emr edilenlere muti bir şekilde isticab ederler. Ayrıca, kulları muhafaza eder ve yaptıklarını kayıt altına alırlar. B&ouml;ylece &acirc;lemin ulvi ve s&uuml;fli işlerini d&uuml;zenlerler.</p> <p>Meleklerin, kulların muhafazası ve yaptıklarını kayıt altına almaları ile ilgili mevzu hakkında şu Ayet-i kerime ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ </span></strong><span dir="RTL">ا<strong>للّٰهِۜ </strong></span><strong>&nbsp;&ldquo;O&#39;nun (insanın) &ouml;n&uuml;nden ve arkasından izleyenleri (takip&ccedil;ileri) vardır, onu Allah&#39;ın emriyle muhafaza ederler.&rdquo; </strong>(Rad 13).</p> <p>&Acirc;limlerin &ccedil;oğunun benimsedği meşhur g&ouml;r&uuml;şe g&ouml;re, bununla &quot;hafaza melekleri&quot; kastedilmiştir. Hafaza meleklerini, şu iki sebebten &ouml;t&uuml;r&uuml;, mu&#39;akkıb&acirc;t (takip&ccedil;iler) diye nitelemek uygun olmuştur;</p> <p>a) Onlardan gece g&ouml;revli olanların, g&uuml;nd&uuml;z g&ouml;revli olanları yahut da g&uuml;nd&uuml;z g&ouml;revli olanların, gece g&ouml;revli olanları takib etmeleri, yani onlardan sonra gelip n&ouml;beti devralmaları sebebi ile.</p> <p>b) Yahut da onların, kulların yaptığı amelleri takib etmeleri ve o amelleri yazıp Kaydetmeleri sebebiyledir. Bir işi yapıp, tekrar aynı işe y&ouml;nelen kimse, o işi takibe tmiş olur.</p> <p>Buna g&ouml;re; &quot;mu&#39;akkıb&acirc;t&quot; s&ouml;z&uuml; ile gece ve g&uuml;nd&uuml;z (insanın amellerini yazan ve onu koruyan) melekler kastedilmiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p> <p>Hz. Osman (r.a.)&#39;ın ş&ouml;yle dediği rivayet edilmiştir.&quot;Ey Allah&#39;ın Resul&uuml;! Bana, bir insan i&ccedil;in ne kadar meleğin g&ouml;revlendirildiğini s&ouml;yle&quot; dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.); &quot;Bir melek sağındadır. O, senin hasenatını (iyi amellerini) yazar. Bu melek, aynı zamanda senin solunda bulunan meleğin emiridir. Bin&acirc;enaleyh sen bir iyilik yaptığında, o buna, karşılık on kat sevab yazar. Ama bir k&ouml;t&uuml;l&uuml;k işlediğinde, solda bulunan melek, sağda bulunana, yazayım mı? Diye sorar. O da, &quot;Hayır, bekle. Belki tevbe eder&quot; der. Soldaki melek &uuml;&ccedil; defa b&ouml;yle sorunca, sağdaki, &quot;Evet, artık yaz. Allah bizi ondan kurtarsın. O, ne k&ouml;t&uuml; bir arkadaş. Ne kadar az Allah&#39;ı g&ouml;r&uuml;p g&ouml;zetiyor ve bizden ne az utanıyor&#39;&#39; der. Bunlardan başka &ouml;n&uuml;nde ve arkanda iki melek daha var. Bunlar, Hak Te&acirc;l&acirc;nın: &quot;Onun (insanın) &Ouml;n&uuml;nde ve arkasında, kendisini Allah&#39;ın emriyle g&ouml;zetleyecek takib&ccedil;i (melekler) var&quot; ayetinde bahsedilenlerdir. Bir melek de senin per&ccedil;eminden (k&acirc;k&uuml;l&uuml;nden) tutmuştur. Sen, Rabbine boyun eğip itaat ettiğinde, başını yukarı kaldırır; isyan edip, başını diktiğinde, başını yere &ccedil;eker ve indirir (zelil eder). İki melek de, senin dudaklarında bulunur. Bana getirdiğin, s&ouml;ylediğin sal&acirc;t-u selamları yazar, kaydederler. Bir melek de ağzının i&ccedil;inde bulunur ve ağzından i&ccedil;eri, yılanların &ccedil;ıyanların girmesine engel olur. İki melek de iki g&ouml;z&uuml;n&uuml;n &uuml;zerinde bulunur, işte bunlar, her insan ile birlikte bulunan on melektir. Gece melekleri, g&uuml;nd&uuml;z melekleri ile n&ouml;bet değişirler. B&ouml;ylece, her insan &uuml;zerinde (g&ouml;revli) yirmi melek bulunur&quot; buyurmuştur.</p> <p>Yine Hz. Peygamber (s.a.v)&#39;in ş&ouml;yle buyurduğu rivayet edilmiştir: &quot;Aranızda gece ve g&uuml;nd&uuml;z takibte olan melekler vardır. Onlar sabah namazı ve ikindi namazı vaktinde g&uuml;nde iki kez n&ouml;bet değişimi i&ccedil;in bir araya gelirler.&quot; &quot;Sabah namazını da (ed&acirc; et). &Ccedil;&uuml;nk&uuml; sabah namazı ş&acirc;hidlidir&quot; (isra, 78) ayeti ile murad edilen ş&acirc;hidlik işte budur. On gece meleğinin yukarı &ccedil;ıktığı esnada, on g&uuml;nd&uuml;z meleğinin yere indiği de s&ouml;ylenmiştir.</p> <p>İbn C&uuml;reyc bu ayetin, tıpkı &ldquo;Hem sağında, hem solunda oturan iki de (melek) vardır.&rdquo; Sağdakinin iyilikleri, soldakinin ise k&ouml;t&uuml;l&uuml;kleri yazıp tesbit ettiğini s&ouml;ylemiştir.</p> <p>M&uuml;cahid de: &quot;Her insan ile birlikte, onu uykusunda ve uyanık halinde, cinlerden, diğer insanlardan ve haşer&acirc;ttan koruyan bir melek vardır&quot; demiştir. (F. Errazi, Rad 13)</p> <p>Melekler, erkeklik veya dişilik sıfatları ile tavsif edilmemektedirler. Şu Ayet-i kerimede zikr edildiği gibi: <strong><span dir="RTL">وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ</span> &ldquo;Onlar Rahman&rsquo;ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını mı g&ouml;rd&uuml;ler? Onların ş&acirc;hitlikleri kaydedilecek ve onlar sorguya &ccedil;ekilecekler.&rdquo; </strong>Bunu iddia edenler tekzip edilmektedir.</p> <p><strong><u>Meleklere iman</u></strong>, imanın altı r&uuml;k&uuml;n&uuml;nden ikinci r&uuml;k&uuml;nd&uuml;r. Bu r&uuml;kn&uuml;n eksikliği halinde, kulun imanı nakıstır ve kab&uuml;le şayan değildir. Zira gerek hatemel enbiya olan Peygamberimize (s.a.v) ve gerekse ondan &ouml;nce gelen Peygamberlere nazil olan kitaplar onların vasıtasıyla nuz&uuml;l bulmuşlardır. Dolayısıyla, meleklerin ink&acirc;rı bu kudsi kitapların nuz&uuml;llerinini ink&acirc;rı demektir ve buda Peygamberlerin ink&acirc;rına kadar sirayet eder. H&acirc;lbuki Ayet-i kerime bu tertib &uuml;zere inmiş ve ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><span dir="RTL">اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ <u>كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ</u> <u>وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ</u></span> &ldquo;Allah&#39;ın Resul&uuml;, Rabbinden kendisine indirilene, (Kur&#39;an&#39;a) iman etti. M&uuml;&#39;minler de iman ettiler. <u>Hepisi de Allah&#39;a, Meleklerine, kitaplarına, Rasullerine iman ettiler.&rdquo;</u> </strong>(Bakara, 285).</p> <p>Keza Hz. &Ouml;mer&rsquo;in (r.a) meşhur ve bilinenen hadiside ş&ouml;yle buyurmaktadır: <strong><em><span dir="RTL">فقدثبت في الصحيحين من حديث أبي هريرة، وفي صحيح مسلم من حديث عمر -رضي الله تعالى عنهما- أنهم كانوا جلوساً&nbsp; عند النبي -صلى الله عليه وسلم- إذ دخل عليهم رجل شديد بياض الثياب، شديد سواد الشعر، لا يرى عليه أثر السفر، يقول: ولا يعرفه منا أحد، فجلس إلى النبي -عليه الصلاة والسلام-، وأسند ركبتيه إلى ركبتيه، ووضع يديه على فخذيه، فسأل النبي -عليه الصلاة والسلام- عن مقامات الدين التي هي الإسلام والإيمان والإحسان، فسأله عن الإسلام ففسره بأركانه الخمسة التي هي الشهادتان، والصلاة، والزكاة والصيام، والحج، ثم سأله عن الإيمان ففسره بأركانه <u>الستة أن تؤمن بالله، وملائكته، وكتبه، ورسله، وباليوم الآخر، وبالقدر خيره وشر</u>ه</span>. </em></strong><em>Ebu Hureyre&rsquo;nin Hadislerinden Buhari&nbsp;ile M&uuml;slim&rsquo;in&nbsp;el-C&acirc;miu&rsquo;ssahih&rsquo;lerinde ve ve sahihi M&uuml;slimde Hz. &Ouml;mer&#39;den (r.a) şu şekilde rivayet edildiği sabittir:<strong> &quot;Bir-g&uuml;n Hz. Peygamber&#39;in (s.a.v) yanında iken birden elbisesi bembeyaz, sa&ccedil;ları simsiyah bir adam &ccedil;ıkageldi. &Uuml;zerinde yolculuktan eser yoktu. Bizlerden kimse onu tanımıyordu. Nebi&rsquo;nin (s.a.v) yanına oturdu, dizlerini dizlerine dayadı ve ellerini omuzlarına koyarak İslam dininin mahiyetini, imanı ve ihsanı sordu. İslamı sordu, Nebi (s.a.v) islamın beş r&uuml;kn&uuml;n&uuml; ihtiva eden iki şehadeti, namazı, zek&acirc;tı ve orucu a&ccedil;ıkladı. Daha sonra imanı sordu; <u>Resul altı r&uuml;kn&uuml;n&uuml; teşkil eden; Allah&rsquo;a</u>, <u>Meleklerine,</u> kitaplarına, resullerine, ahiret g&uuml;n&uuml;ne, kadere, hayrın ve şerrin O&rsquo;ndan geleceğine beyan etti. </strong></em>(Sahih-i Muslim, Kitbul İman, (8)).</p> <p>Başka bir Ayet-i kerimede de yukarıdaki Ayet-i kerimede zikredilenlere iman etmemenin k&uuml;fre g&ouml;t&uuml;receğini ş&ouml;yle zikredilmektedir: <strong><span dir="RTL">وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدا</span> &ldquo;Kim Allah&#39;ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret g&uuml;n&uuml;n&uuml; ink&acirc;r ederse, ş&uuml;phesiz o hakikatten uzak bir (Dalaletin) sapıklığın i&ccedil;ine d&uuml;şm&uuml;şt&uuml;r.&rdquo; </strong>(Nisa 136).</p> <p>Allah&rsquo;ın (c.c) melekleri vasıtasıyla istediği kuluna vahyini g&ouml;nderdiğine dair Ayet-i kerimede ş&ouml;yle buyurulmaktadır: <strong><span dir="RTL">يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُو</span> &ldquo;O Allah ki, kullarından dilediğine: &ldquo;İlah&rsquo;ın olmadığı, ancak Kendisinin (c.c) olduğu ve kullarının gazabından korunmaları gerektiği uyarısını melekleri vasıtasıyla vahyini indirendir.&rdquo; </strong>(Nahl 2). (DEVAM EDECEK İNŞAALLAH)</p> <p>&nbsp;</p>
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.