Yaşadığımız dünyada şehirler öylesine sessiz, evlerin pencereleri kör, yollar donmuş! sabaha çıkmak adına gecenin karanlığından, günün aydınlanacağına inanamıyorum. "Acaba karanlıkla ışığın kavgası mı var?" diye düşünüyorum. Aslında modern dünyanın kahredici, umutsuz havası insanları iç dünyasına itiyor ve yazarlar kendi dünyalarını yazıyor. Belki de uyku dünyaya çekilen bir perde, rüyalar bir başka dünyanın kapısını açıyor. Demek ki, iki türlü dünyada yaşıyorum. Hayaller ve gerçekler de birbirine zıt iki dünyada beni yaşatıyor!
Dünyanın, her gün biraz daha korkuyla yaşayan haydutların süslü mağaraları hiç kimseyi aldatmasın ve imrendirmesin! İnsafsızlık adına ihtiras, beyinlerini kemiriyor, bunu biliyorum. Korkularına danışarak hareket etmeleri, onları hiçbir zaman gerçek huzura kavuşturamayacaktır. Aslında siz onları görseydiniz deli derdiniz; onlar da sizi görseydi, bunlar kimdir diye hayret ederdi? Şu telaşlı insanları seyrederken baktım ve gördüm ki, dünya yerinde duruyordu. Ancak olması gereken yerde insan, durmuyordu. Hz Ali (r.a)’ın: "Haksızlığa boyun eğmeyiniz, hakkınız ile birlikte şerefinizi de kaybedersiniz." sözünde ifade ettiği gibi, birçok insanın büyük ödünler verdiğini görmek mümkündür.
Yaşadığımız dünyada gözyaşlarımı görmek istemeyenleri bağışlamak ve bağrıma basmak da istiyorum. Belki de acıyorum! Zaten kendini çok büyük zanneden Firavunlar, küçücük mikroplara mağlup olup gitmediler mi? Gerçi, "Hayat çeşitli ihtimallerle dolu uzun bir yolculuktur." Bu uzun yolculukta, milyonlarca çocuğun gözyaşları ile beslenenler, insanlık tarihinde bir yer edinmediler ve edinemeyecekler! Bu nedenle çocukları daha çok sevdiğimi, daha iyi anlıyorum. Çünkü çocukların en iyi tarafı, parayı bilmemeleridir. Charlotte Bronte’nin dediği gibi: "Benim geçekten bir dostum olsaydı, düşmanlarla dolu bir evde yaşayabilirdim." İşte ne acıdır ki, yaşadığımız dünyada dostlar bulunabilseydi, Firavunlar gözyaşları ile beslenemezlerdi. En büyük dost para olunca, gözyaşları görünemez oldu. Aslında "Parasını kaybedenler bir şeyini kaybetmiştir, şerefini kaybedenler birçok şeyini kaybetmiştir ve ancak cesaretini kaybedenler her şeyini kaybetmiştir." Anlaşılan odur ki; cesaretini kaybedenler hep ağladılar, ağlıyorlar ve galiba ağlayacaklar! Çünkü "Nereye gideceğini bilmeyen insanlar, genellikle olduğu yerde kalırlar."
Mesafeler aramızdaki bağları koparamaz diye haykırdım ve ayağa kalkıp ellerimi açtım; “Ey dilsiz dünya! Cevap ver, niçin ağlıyorum? Ey kitaplar! Siz söyleyin beni ağlatan sır neydi? Kinimi söküp atan, kollarımı onlara uzatan neydi? Ellerim boşlukta bir şeyler arıyor, bir şeyleri tutmalıyım, benim de ümitlerim olmalı, ben de gülmeliyim…" dedim.
Ve dedim ki; "görün farklı dünyaları, biraz da düşünün! Yepyeni dünyaları görün, sokaklarında gübre yığınlarını, havlayan tasmasız köpeklerini, kemikleri çıkmış ineklerini, yanmış kavrulmuş insanlarını görün! Yepyeni dünyaları görün. Ümidini türbelere bağlayanları, her ihtiyacını gayretiyle temin etmeye çalışanları, fabrikasız, atölyesiz, tezgahsız dünyaları görün! İnsana insanca önem veren, insana insanca davranan insanları görün!?" İşte bu insanlar için gözyaşlarımı akıtıyorum. Bu nedenle bütün insanlara sesleniyor ve diyorum ki: "Gel, ne olur, hepimiz insanız, birlikte yürüyelim ve seni, sizi, hepinizi de bağrıma basıyorum. Senin de gözyaşların göğsüme aksın istiyorum." Çünkü "Kin, insan yüreğine yük, vücuduna gölgedir." Ayrıca "Gözlerimizin rengi farklı olsa da, gözyaşlarımızın rengi hep aynıdır." Gerektiğinde birlikte ağlamaya değmez mi dersin? "Kişi bilmediğinin düşmanıdır." derler. Seni, sizi, hepinizi bilmek ve tanımak istiyorum. Böylece modern kölelerin dramına son verilmiş olur!
Buda’nın heykeline tapanlar, Hintli'nin ineğine secde edenler, parayı her şeyin üstünde tutanlar, zevklerini tatmin için, başkasının gözyaşında yelken açanlar, başkalarının aklını ve hafızasını zincire vuranlar, herkes ama herkes imanlıdır. Herkes mutlaka bir şeye inanır. Böylece iman, artı ve eksi rakamlar gibi ikiye ayrılır. Sonsuz bir güce inanmak pozitif, diğerleri negatiftir. Aslında her ideoloji de bir imandır. Öyle bir imandır ki, onun uğruna hayatını verenler var! Fakat hiçbir şey, insan olarak birbirimizi anlamaya engel olmamalıdır. “Para, ahlakla birleşirse göl, ahlaksızlıkla birleşirse bataklık olur." Ancak insanlığın bu büyük bataklıktan kurtuluşu, birbirini anlamakla mümkündür. Hayvanlar canlarının istediği gibi yaşarlar, ancak insanlar, insan olmanın gereğini yapmalıdırlar. Bundan dolayıdır ki, sana, size, hepinize gel, gel diyorum. Çünkü ihtirasları akıllarını gölgeleyen zenginlerle, zalimlerin yüreği hıçkırıklarla besleniyor. Senden bütün düşüncelerini süpürüp çöplüğe atmanı da istemiyorum. Ama yok mu bir ortak paydamız? “Eğilip bükülmektense kırılmanı yeğlemeni” istiyorum. Düştüğüm anda elimden tutman, hayatıma mana veriyor. Unutma, yüz yıl önce nerede idiysek, yüz yıl sonra yine orada olacağız! Öyle bir hayat ki, öyle bir hayattayız ki, saatin saniyeleri ömrümüzü tüketiyor. Hiçbir roman, güzel yaşanmış hayat kadar güzel olamaz. Bir güzel hayatı birlikte paylaşamaz mıyız? "Yeneceklerine inananlar, mutlaka yenerler. Her gün bir korkuyu yenmeyen bir adam, hayatta ilk dersi öğrenmemiş sayılır." Güzel bir hayatı paylaşmak, öğreneceğimiz ilk dersimiz olmalıdır. Hiçbir yılan yavrusunu zehirlememiştir, hiçbir aslan yavrusunu parçalayıp yememiştir ve hiçbir ayı yavrusunu ezmemiştir. İnsan olarak yaşadığımız dünyayı düşünmek zorundayız. Düşünün! Güçlü ve kuvvetliler haklı, diğerleri haksız! Hak, haksızların eline geçmişse, haklı olanlar, hakkını koruyamıyorsa, bunun neresi insanlık? Belki de bunun için haykırmalıyız, diyorum. Ama “Tembeller hep yarın yarın derler. Oysa bugün, dünün yarını değil miydi?"
"Mümkün olan bir şeyi yapabileceğinize inanırsanız, ne kadar güç olursa olsun, onu başarırsınız. Fakat dünyada en basit işi yapamayacağınızı sanırsanız, onu yapmanıza imkan kalmaz ve tepecikler karşınıza aşılmaz dağlar gibi dikilir.” Birlikte insanlığın mutluluğuna ışık tutabiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki, "İyi çalışmaların çoğu, biraz daha çalışmamak yüzünden yok olur gider." İnsanlık açlık ve acı çekerken, gülünç hakikatlere gülmekten başka çaremiz yok. Zalimlerle zindanlar hep susar, ama mazlumlarla zindandakiler hep ağlar. Belki de insanlığın en büyük görevi birlikte ağlamamayı öğrenmektir. Haydi birlikte, kuvvetin hakka, adalete boyun eğmesini sağlayalım. Bilelim ki, aslanın ceylanı parçalaması özgürlük değildir; aslanı doyurmak, ceylanı korumak adalettir. Çünkü hayatı güzelleştirecek olan insanın kendisidir. Acaba hayat zor mu, yoksa onu zora mı soktuk? Bilmiyorum demeyelim. Hayat bir denklemdir, bu denklemi biz kurmadık, fakat mutlaka biz çözeceğiz. Dünyayı elimizin tersiyle itersek dünyada dünyasız yaşayamayız. O halde; beynimizin her bölümü bir pencere, hangisinden bakarsak farklı dünyalar görebiliriz. Farklı dünyalarımızın gönlümüze açılan pencerelerinden birbirimizi selamlayamaz mıyız? Kabul etmeliyiz ki, “Hastalıkları yok etmek hususunda en kuvvetli doktor, neşeli düşüncelerdir. Kederleri ve ıstırapları yenecek en büyük teselli de, güzel niyetlerdir.” Hiç olmazsa güzel niyetlerle birbirimize yaklaşamaz mıyız?
Altından, yakuttan, elmastan bin kat daha değerli aklımızı kullanırsak eğer; tecavüzleri, cinayetleri, babasız çocukları ve satılan kadınları, satın alan erkekleri, cinsi hayatın gücünü hayatın her alanına hakim kılmak isteyenleri birlikte durduramaz mıyız? "Doğru yolda yürüyen bir topal, yolunu şaşıran bir koşucudan daha önce hedefine varır.” Haydi ne duruyoruz, kimden korkuyoruz! Doğru yolda yürüyorsak eğer, hedefimize ulaşmaya engel yok! Haklı olandan korkmalıyız. Haksızlık adına yolumuza engel koyanlara bir parça ekmek atar, yolumuza devam ederiz! Yeter ki, modern kölelerin dramı bitsin!
Makine dişlileri beni ısırıyor, asfalt yollar yılanlar gibi uzanmış, arabalar taşlaşmış, bakışlar at sineği gibi yüzüme konuyor. Uzanan ellerin çoğu bana yabancı, aslında gönlüme gücüm yetmiyor. Ben bile kendimi kandırıyorum. Keşke ben yazdığım gibi olsaydım. Bazen yazdıklarımı ben de okuyorum, yazmak bir sevda işi, yazınca rahatlıyorum. Düşününce ve onları paylaşınca insanlığa vefa borcumu ödüyorum. Karanlığa küfretmek yerine, insanlığın aydınlanması için bir mum yakmak istiyorum. İskoçyalı düşünür Lord Byran’ın dediği gibi: “Ölmeyen zincirsiz düşüncelerin, zindanda bile seni aydınlatır. Seni kalbinde saklayanlar varsa bil ki, orası sevginin yuvasıdır.” Yaşadığımız dünyayı sevginin yuvası haline getirmek adına, düşüncelerimizin zincire vurulmasına baş kaldırmalıyız! “Bildiklerini insanlarla paylaşmayanlar, dünyanın en kıymetli kitaplarını sırtında taşıyan merkepler gibidir."
Karanlık bir alemde yaşarken, dünyada ışık olduğunu bilmeyen, iç dünyasında dolaşan, dış dünyaya dargın birileri olduğunu görmek istemiyorum. Sorusu olmayan bir dünyada yaşamak istiyorum. Şu an ölmediğim için yaşıyorum. Belki de insan, adının en son anıldığı gün ölür. O halde, kendimizle biraz hesaplaşalım… " Beni bekleyen birisi var mı? Benim beklediğim bir şey var mı? Düşünmek mi, düşünmemek mi daha iyi? Sorusunu hiç kendime sormadım ve aklımın başıma bela olmadığını yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. En büyük gücüm budur.
İnsanı insan eden ilim, ibadet ve ideal üçlüsünün, insanlık için abide olduğuna inanıyor ve en çok yaşayan kimse, en çok düşünen kimsedir. Her düşüncenin bir abide olduğunu söylüyorum. Her şeye rağmen yüksek tepelerde hem kuşa ve hem de yılana rastlanır. Birisi uçarak çıkmış, diğeri sürünerek çıkmıştır. Neticede her ikisi de yüksek tepelere çıkmıştır. Oturduğumuz yerde sadece karanlığa küfretmek, insanlığa kurtuluşu sağlayamaz. İnsanlığa hizmet etmek adına yüksek tepelere çıkmak bir büyük mücadeleyi gerektirir. “Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar!" Hele dikenlerle en iyi mücadelenin, çiftçinin tarlaya ekin ekmesiyle mümkün olacağına göre, düşünmek çare demektir. Düşünmemek, teslim olmak demektir. Her çiçek güneşe aşıktır, ona bakar. Ancak hiç birisi güneşi temsil etmez, kendi varlığını ortaya koyar. Fakat güneşsiz çiçek olmaz. Çiçek de güneşi ancak bu kadar anlatır. Düşüncesiz insan olmaz, ancak paylaşılamayan düşünceler, güneşten enerji alamayan çiçekler gibidir. Yaşadığımız dünyada sergilenen matem, hem güneşe ve hem de ona aşık olan çiçeklere zarar vermiştir. Çünkü insanlık, aydınlığa mahkumdur. O halde aydınlığa ve hakikate doğru birlikte yürüyelim, ne dersiniz? Aslında çiçek, tebessümdür. Anlaşarak yaşamak en güzel hediyedir. İnsanların hepsi cenneti istiyor ama hepsi cennete giden yoldalar mı acaba? Çiçekleri mezara koydum ve içimden dedim ki; Ey güzel çiçekler! Siz de güzel insanlar gibi, solun, kuruyun ve ölün! Her şey ölüyor, her şey diriliyor! Mezarlarda yatan insanlar, ölü topraktan dirilen otlar, çiçekler ve ağaçlar… Gülmekle ağlamak birbirine ne kadar zıtsa, hayatın gerçekleri de öyle! El kadar insan yüzünde, milyonlarca yaratılan şekiller… Gülen ağız, ağlayan gözler… Her şey bir anlam ifade ediyor ve bir görev yapıyor. Öyle ya, rüzgar esmeseydi, hava temizlenemezdi! Yaratan olmasaydı, yaratılanlar da olmazdı!
Medeniyeti binada, uçakta, gemide, ev eşyalarında aramak ne kadar anlamsız geliyor bana! Önemli olan insandır, insanın insanca yaşamasıdır. İnsanlık tarihi, insanın mutluluğu açısından hiç iyi bir sınav vermemiştir. Bazı hatıraları hatırlamak, zalimleri utandırmaktadır. Yakılan kütüphaneler, kanı oluk oluk akıtılan insanlar, işgaller ve esaret zincirleri, hileler ve kırılan gönüller… Belki de bu büyük vahşetler, insanlığı değiştirme adına yapılmıştır. Fakat hiç kimse kendisini değiştirmeyi düşünmemiştir. Çünkü Emperyalizmin en büyük vasfı, değişmemesidir. Çünkü ihtiras, sağlıklı düşünmenin en büyük engelidir. Bu engel, insanlığa büyük acılar yaşatmıştır. Bütün insanlığın gözleri önünde, insanların boğazlandığını ve kollarının kırıldığını görmemek için, gözlerimi kapatmasaydım, gözlerim o acıları görmeye dayanamaz, kör olurdu. İşte bunun için haykırıyor ve insanları modern köleler olarak görmeyin, durdurun bu dramı!? Bu talihsizlikler insan için bir kader değil, olamaz, diyorum.
Büyük evlerde oturan küçük insanlar, evlerinde huzur kalmadığı için huzurevleri açmışlar. Sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı, kaynaşmayı, kucaklaşmayı, vefayı ve aileyi katletmişler! Kan, kin, nefret ve gözyaşını sermaye edinmişler! Ey insanlık, yoluna böyle devam edemezsin, yoksa yüzün kızarsın!
“Hayal gücü kuvvetli, fakat bilgisi olmayan kimsenin kanatları vardır, ama ayakları yoktur.” sözü dünyalarımı kirleten insanı öyle güzel tarif ediyor ki, saniyede binlerce kişinin açlıktan öldüğü bu dünyada, insanlık elindeki silahları bir an ateşlerse, anında bütün insanlık yok olabiliyor! Bu nedenle diyorum ki, insanlık cennete ulaşma yolunda değil!? Bu acımasızlık beni korkutuyor ve çok düşündürüyor. Davetim ve haykırışım bundan! Hapishanedeki insanlarla, kütüphanedeki insanları iki zıt yöne sevk eden, zıt sebepler vardır. Kimler davet etmedi ki, bütün insanlığı Tevhit’te buluşmaya!? Fakat kıskançlığın ateşinde yananlar, başkalarını yakmak istediler ve istiyorlar! Sermayesinin grafiğini yükseltenler, altta kalanlara kulak asmadı. Ya üstün insanlar!? Üstün insanların düşmanı çoktur. Yıldırımlar çınarlara düşer, çığlar yüksek dağlardan yuvarlanır, fırtınalar selvileri yıkar, yüce dağların zirvesinde tufanlar kopar. Üstün insan olmadığım için acılar çekiyorum! En iyi duruma gelmek, kendimi yaratanıma beğendirmek, yaşadığım dünyanın tesirinden kurtulmak için acılar çekiyorum.
İnsan, her yerde insan değil midir? Savaş, insanın öldürülmesi değil midir? Modern bir çağda, modern silahlarla insanları öldürmek, ne büyük vahşet!? Galiba modern kölelerin dramı hep devam edecek! Çünkü zalimler, mazlumların kanı ile yıkanmak istiyorlar. Tarih, Emperyalizmin bu acımasızlığını saniye saniye kaydetmiştir. Bu nedenle var gücümle bağırıyor ve diyorum ki, Ey cehennem! Ateşin sönsün artık, biz burada zaten cehennem hayatı yaşıyoruz! Yaşarken zenginlerle fakirlerin kavgasını seyretmek beni hem ürkütüyor, hem de utandırıyor. Galiba küreselleşen dünyamızın insanlığa yeni hediyesi bu!?
Asla ve asla tereddüt etmeden seninle ben, insanlara daha çok şeyler söyleyebiliriz. Hz. İsa (a.s) gibi, hain ilan edilsek de!? Hz. Muhammed (s.a.v) gibi, doğduğu şehirden ayrılmak zorunda bırakılsak da!? Birileri kabul etmese de dünya dönüyor, uğruna idam edilsek de!? Çünkü inanıyorum ki, mazlumun imanı, her zaman zalimin kinini yenmiştir ve yenecektir de! Ancak dikkat etmeliyiz, Emperyalizm, Siyonizm, Kapitalizm ve bütün “izimler” insanlığa büyük acılar çektirdi, fırsat bulurlarsa ve fırsat bulduğu yerde tekrar hortlayacaklardır!
Bir duruşa sahip olması gereken Müslümanlar da, sadece bir gruba dahil olmakla yetindiler. Onlar da vahşi Kapitalizm'in etkisinde kalarak, yetinen bir toplumdan, tüketen bir topluma geçişi kimlik olarak gördüler. Oysa vahşi Kapitalizm'in yaratmış olduğu tüketim toplumunda, Müslümanlar farklı olmalıydı. Kapitalizm böylece insanlığın son büyük kalesini de yıkmış oldu. Çünkü ne acıdır ki, bazı Müslümanların İslam’a ihtiyacı kalmamış, masa, kasa ve nisa’ya sevdalandılar! Ne kötü sevda!? Biz düzene değil, düzen bize uymalıydı. Aldığımız emir bu değil miydi?
Dünya denilen otele geldik ve gidiyoruz. Selam olsun insanlığa hizmet edenlere! Selam olsun, "Önce şeref, sonra hayat!" diyenlere! Çünkü şerefsiz bir hayat, insan sırtında hem yük ve hem de bir kamburdur. İnsanları 21. yüzyılda bile modern köle gibi gören zalimler, sırtlarında büyük bir kamburla cehenneme doğru yol almaktadırlar. Yaşasın zalimler için cehennem! Elbet bir gün bu dram bitecek, buna inanın! Herkes ilahi adalet huzurunda mutlaka hesap verecek! Dünya denilen otelde huzur bulamadık. Modern kölelerin dramı, zalimlerin cüzdanı oldu hep! Çünkü Haksızlık karşısında hep susanlar, hakkı ile birlikte, şerefini de kaybettiler. Aslında insanlık, şerefini kaybedenlerin dramına hep şahit olmuştur, ama bu gün ve bu dünyada!?
Hakkımızı ve şerefimizi korumak için başarmak lazımdır. Başarının sırrı için çok uzağa bakmaya gerek yoktur. O sır insanın içinde, kendi yüreğindedir. İnsanlık tarihini aydınlatan, yön veren ve insanı düşünmeye davet eden sözleri başarının sırları olarak görmek mümkündür. Yürekten arzuladıkların varsa, başka bir şeye ihtiyacın yoktur. Bilmiyorsan öğrenirsin, korkuyorsan cesurca ilerlersin, engeller varsa direnirsin ve sonunda başarırsın. Yanan bir ruhtan daha güçlü bir silah yoktur. Arzu varsa, çıkış yolu da vardır. Başarısızlık, başarmamış olmak demektir. İşe yaramaz bir insan olduğun anlamına da gelmez. Başarısızlık bir son değil, hayat yolculuğunda aldığın bir kilometredir. Başarısız olunca ümitsizliğe de kapılma, her başarısızlıkta bir zafer duygusu yatar.
Hata ve eksikliklerimizin hoşgörü ile karşılanacağını ümit ederken, yapılacak samimi uyarı ve tenkitlerin çalışmalarımıza ışık tutacağını ifade etmek isterim. Ölümü ve hayatı bir imtihan gereği olarak yaratan Allah’a hamd, alemlere rahmet olarak gönderilen ve insanlığa en güzel örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v)’e salat ve selam olsun!
Allah, hepimize rızasına uygun davranış nasip etsin!
Mehmet Bozkurt, Eğitimci İlahiyatçı Araştırmacı Yazar