Engelli Olmak Kişinin Kendi Tercihi Değildir
<p>Yıl: 1981, mevsim; hazan mevsimi Sonbahar, aylardan Eylül…</p>
<p> </p>
<p>12 Eylül askeri darbe getirilerinin Türkiye’ye çağ atlattığı (!) şafak ağarır ağarmaz, yaşlısı, genci; kadını, erkeği; yurdum insanının benzinliklere koştuğu, bir litre gaz yağı almak için uzun kuyruklar oluşturdukları, devletin "bir sente" muhtaç olduğu günler Türkiye’sidir.</p>
<p> </p>
<p>Sonbahar dedik ya. Yeryüzü rengârenk, gökyüzü cıvıl cıvıl…</p>
<p> </p>
<p>Sararıp dökülen meyve yapraklarına inat, yeşilin farklı tonlarıyla insana huzur veren çam ağaçları…</p>
<p> </p>
<p>Göçmen kuşlarının ilahi bir senfoniyi andıran sesleri de cabası…</p>
<p> </p>
<p>Kış aylarının devam eden hazırlığı, insanlarda tatlı bir telaşa neden olmuştu. Şehir merkezine 30, ilçe merkezine 9 kilometre uzaklıkta bulunan, Anadolu’nun şirin bir köyünde ikamet eden Hasan Dayı, o yıl şehir merkezindeki liseye yeni kayıt yaptıran oğlu Muhammed için odun kesmek zorundadır. Cumartesi günü erkenden, Kavaklıklar mevkisinde bulunan kurumuş söğüt ve kavak ağaçlarını kesmek için yola çıkar, evden çıkmadan önce de oğlu Muhammed’e kahvaltısını yaptıktan sonra, Kavaklıklar mevkisine gelmesini tembih eder. Kurumuş ağaçları seri bir şekilde kesen Hasan Dayı, kestiği ağaçları sobaya girecek şekilde de parçalayıp torbalara doldurur.</p>
<p> </p>
<p>Kahvaltısını yapan Muhammed, evin boz eşeğinin semerini bağlayıp heybeyi semerin üzerine koyduktan sonra, eşeğe biner. <em>“Geç kalmayayım”</em> düşüncesiyle, eşeği dörtnala koşturur. Ve nasıl olduysa köy çıkışına yakın bir yerde, semer ile birlikte eşekten düşer. Korkulan olur, Muhammed’in sol kolu bilek üstünden kırılır. İlk anda ne olduğunu anlayamayan ve yerden kalkmaya çalışan Muhammed, kolunun kırıldığı fark edince -biraz da korkudan olsa gerek- acıyla yere yığılır. Muhammed’in feryadına yetişen köylüler, kırılan kolunu askıya aldıktan sonra, Muhammed’i yerden kaldırırlar. Köylülerden biri Muhammed’i sırtına alıp evlerine götürür. Daha biraz önce yolcu ettiği çocuğunun perişan halini gören anne baygınlık geçirir. Bir yandan anneye müdahale edilmeye çalışılırken, bir yandan da Hasan Dayı'ya haber verilir. </p>
<p> </p>
<p>Bu elim olaydan sonra tüm köy halkı işlerini bırakır ve Hasan Dayı'nın evinin önünde toplanırlar. Ne yapmaları gerektiğine dair istişareler yapıldıktan sonra, <strong>(Seksenli yıllar Türkiye’sinde en yakın yerleşim yerinden şehir merkezine hasta taşıyacak ambulans </strong><strong>bulunamazdı</strong><strong>. Bugünkü gibi 112 aranıp kısa sürede ambulansın hastayı en yakın hastaneye götürebileceği bir imkân</strong><strong> da</strong><strong> yoktu. </strong><strong>O dönem, köylerde</strong><strong> elektrik ve telefon yoktu. Hasan</strong><strong> Dayı'nın</strong><strong> yaşadığı köyde de ne elektrik, ne de telefon vardı. Çok acil durumlarda köye yakın olan tren istasyon</strong><strong>unun</strong><strong> şefinin onayı alındıktan sonra -sadece jandarmaya haber vermek için- istasyonunun telgrafı kullanılırdı.)</strong> dört kilometre mesafedeki komşu köyde bulunan Kırıkçı Hasan Amca’ya gidilmeye karar verilir.</p>
<p> </p>
<p>Olumsuzluklar üst üste gelir. Komşu köye giden en kısa yol patika bir yoldur. Dere, tepe ve vadilerden geçmek zorundadırlar. Bir kişi eşeğin yularını tutarken, iki kişi de Muhammed’in kolunu dengede tutmaya çalışır. Kolu askıda da olsa, küçücük bir sarsıntıda feryat eder Muhammed. İki saat süren zor ve zahmetli bir yolculuktan sonra, Kırıkçı Hasan’ın evine varılır. Durumun vahametini gören Kırıkçı Hasan, hemen hazırlıklara başlar. Kırılan kolu doğrultmak için sıcak su, sabun ve büyükçe bir leğen ile birlikte, kolu sarmak için taze kavak ağacı kabuğu, bir kilo kadar un, dört de yumurta hazırlar. Bir yandan kolunun sancısı, diğer yandan yapılan hazırlıklardan korkan Muhammed’in, bedeni titremeye başlar. Kırıkçı Hasan, kol sarılırken Muhammed’in hareket etmemesi için orada bulunanlardan yardım ister. Muhammed bir sandalyeye oturtulur. Ayaklarından ikişer kişi olmak üzere, toplamda sekiz kişi Muhammed’i sıkıca tutup, hareket etmesini engeller.</p>
<p> </p>
<p>Kırılan kolu eline alan Kırıkçı Hasan, bir yandan sıcak su ve sabun ile kolu ovalamaya ve pür dikkat kırıkları düzeltmeye çalışır. Acıya dayanamayan Muhammed bayılınca, Hasan Dayı bu duruma şahit olmamak için evin arkasında, dağa doğru uzanan dereye kaçar. Kaçışı çözüm olmamıştır. Hasan Dayı evden uzaklaştıkça Muhammed’in <strong><em>“Baba, baba, baba…”</em></strong> feryatları kulaklarında yankılanır. Çaresizce dizleri üzerine yıkılan Hasan Dayı, ceketiyle kulaklarını tıkamaya çalışır ama nafile. Kırıkçı Hasan, kırıkları ustalıkla düzelttikten sonra, kolu; yumurta akı ve undan hazırladığı harç ile bilekten dirseğe kadar sıvar, kavak ağacı kabuklarından hazırlattığı tahtaları da kolun dört bir yanına yerleştirir, hazırladığı bez ile tahtaları sarar ve Muhammed’in kolunu boynundaki askıya alır. Sadece Muhammed’in değil, oradaki herkes ile birlikte, Hasan Dayı'nın da acıları son bulur. Aradan yıllar geçse de Muhammed, eğik olan koluna baktığında, o günü bir kez daha yaşar, acılarını yüreğinde hisseder.</p>
<p> </p>
<p>Engelli olmak kişinin kendi tercihi değildir. Tüm insanlar fiziksel olarak birer engelli adayıdırlar. Günümüzde artık fiziksel kırıklar (el, kol, ayak…) çok daha kolay tedavi ediliyor. Ancak! Kırılan bir kalbi tamir etmek, hiç de kolay değildir.</p>
<p> </p>
<p>Allah (C.C) bizleri; kalbi, imanî arıza ve engellerden muhafaza etsin...</p>
<p> </p>
<p>Selam ve dua ile…</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 04 Aralık 2016 - Pazar
Engelli Olmak Kişinin Kendi Tercihi Değildir
<p>Yıl: 1981, mevsim; hazan mevsimi Sonbahar, aylardan Eylül…</p>
<p> </p>
<p>12 Eylül askeri darbe getirilerinin Türkiye’ye çağ atlattığı (!) şafak ağarır ağarmaz, yaşlısı, genci; kadını, erkeği; yurdum insanının benzinliklere koştuğu, bir litre gaz yağı almak için uzun kuyruklar oluşturdukları, devletin "bir sente" muhtaç olduğu günler Türkiye’sidir.</p>
<p> </p>
<p>Sonbahar dedik ya. Yeryüzü rengârenk, gökyüzü cıvıl cıvıl…</p>
<p> </p>
<p>Sararıp dökülen meyve yapraklarına inat, yeşilin farklı tonlarıyla insana huzur veren çam ağaçları…</p>
<p> </p>
<p>Göçmen kuşlarının ilahi bir senfoniyi andıran sesleri de cabası…</p>
<p> </p>
<p>Kış aylarının devam eden hazırlığı, insanlarda tatlı bir telaşa neden olmuştu. Şehir merkezine 30, ilçe merkezine 9 kilometre uzaklıkta bulunan, Anadolu’nun şirin bir köyünde ikamet eden Hasan Dayı, o yıl şehir merkezindeki liseye yeni kayıt yaptıran oğlu Muhammed için odun kesmek zorundadır. Cumartesi günü erkenden, Kavaklıklar mevkisinde bulunan kurumuş söğüt ve kavak ağaçlarını kesmek için yola çıkar, evden çıkmadan önce de oğlu Muhammed’e kahvaltısını yaptıktan sonra, Kavaklıklar mevkisine gelmesini tembih eder. Kurumuş ağaçları seri bir şekilde kesen Hasan Dayı, kestiği ağaçları sobaya girecek şekilde de parçalayıp torbalara doldurur.</p>
<p> </p>
<p>Kahvaltısını yapan Muhammed, evin boz eşeğinin semerini bağlayıp heybeyi semerin üzerine koyduktan sonra, eşeğe biner. <em>“Geç kalmayayım”</em> düşüncesiyle, eşeği dörtnala koşturur. Ve nasıl olduysa köy çıkışına yakın bir yerde, semer ile birlikte eşekten düşer. Korkulan olur, Muhammed’in sol kolu bilek üstünden kırılır. İlk anda ne olduğunu anlayamayan ve yerden kalkmaya çalışan Muhammed, kolunun kırıldığı fark edince -biraz da korkudan olsa gerek- acıyla yere yığılır. Muhammed’in feryadına yetişen köylüler, kırılan kolunu askıya aldıktan sonra, Muhammed’i yerden kaldırırlar. Köylülerden biri Muhammed’i sırtına alıp evlerine götürür. Daha biraz önce yolcu ettiği çocuğunun perişan halini gören anne baygınlık geçirir. Bir yandan anneye müdahale edilmeye çalışılırken, bir yandan da Hasan Dayı'ya haber verilir. </p>
<p> </p>
<p>Bu elim olaydan sonra tüm köy halkı işlerini bırakır ve Hasan Dayı'nın evinin önünde toplanırlar. Ne yapmaları gerektiğine dair istişareler yapıldıktan sonra, <strong>(Seksenli yıllar Türkiye’sinde en yakın yerleşim yerinden şehir merkezine hasta taşıyacak ambulans </strong><strong>bulunamazdı</strong><strong>. Bugünkü gibi 112 aranıp kısa sürede ambulansın hastayı en yakın hastaneye götürebileceği bir imkân</strong><strong> da</strong><strong> yoktu. </strong><strong>O dönem, köylerde</strong><strong> elektrik ve telefon yoktu. Hasan</strong><strong> Dayı'nın</strong><strong> yaşadığı köyde de ne elektrik, ne de telefon vardı. Çok acil durumlarda köye yakın olan tren istasyon</strong><strong>unun</strong><strong> şefinin onayı alındıktan sonra -sadece jandarmaya haber vermek için- istasyonunun telgrafı kullanılırdı.)</strong> dört kilometre mesafedeki komşu köyde bulunan Kırıkçı Hasan Amca’ya gidilmeye karar verilir.</p>
<p> </p>
<p>Olumsuzluklar üst üste gelir. Komşu köye giden en kısa yol patika bir yoldur. Dere, tepe ve vadilerden geçmek zorundadırlar. Bir kişi eşeğin yularını tutarken, iki kişi de Muhammed’in kolunu dengede tutmaya çalışır. Kolu askıda da olsa, küçücük bir sarsıntıda feryat eder Muhammed. İki saat süren zor ve zahmetli bir yolculuktan sonra, Kırıkçı Hasan’ın evine varılır. Durumun vahametini gören Kırıkçı Hasan, hemen hazırlıklara başlar. Kırılan kolu doğrultmak için sıcak su, sabun ve büyükçe bir leğen ile birlikte, kolu sarmak için taze kavak ağacı kabuğu, bir kilo kadar un, dört de yumurta hazırlar. Bir yandan kolunun sancısı, diğer yandan yapılan hazırlıklardan korkan Muhammed’in, bedeni titremeye başlar. Kırıkçı Hasan, kol sarılırken Muhammed’in hareket etmemesi için orada bulunanlardan yardım ister. Muhammed bir sandalyeye oturtulur. Ayaklarından ikişer kişi olmak üzere, toplamda sekiz kişi Muhammed’i sıkıca tutup, hareket etmesini engeller.</p>
<p> </p>
<p>Kırılan kolu eline alan Kırıkçı Hasan, bir yandan sıcak su ve sabun ile kolu ovalamaya ve pür dikkat kırıkları düzeltmeye çalışır. Acıya dayanamayan Muhammed bayılınca, Hasan Dayı bu duruma şahit olmamak için evin arkasında, dağa doğru uzanan dereye kaçar. Kaçışı çözüm olmamıştır. Hasan Dayı evden uzaklaştıkça Muhammed’in <strong><em>“Baba, baba, baba…”</em></strong> feryatları kulaklarında yankılanır. Çaresizce dizleri üzerine yıkılan Hasan Dayı, ceketiyle kulaklarını tıkamaya çalışır ama nafile. Kırıkçı Hasan, kırıkları ustalıkla düzelttikten sonra, kolu; yumurta akı ve undan hazırladığı harç ile bilekten dirseğe kadar sıvar, kavak ağacı kabuklarından hazırlattığı tahtaları da kolun dört bir yanına yerleştirir, hazırladığı bez ile tahtaları sarar ve Muhammed’in kolunu boynundaki askıya alır. Sadece Muhammed’in değil, oradaki herkes ile birlikte, Hasan Dayı'nın da acıları son bulur. Aradan yıllar geçse de Muhammed, eğik olan koluna baktığında, o günü bir kez daha yaşar, acılarını yüreğinde hisseder.</p>
<p> </p>
<p>Engelli olmak kişinin kendi tercihi değildir. Tüm insanlar fiziksel olarak birer engelli adayıdırlar. Günümüzde artık fiziksel kırıklar (el, kol, ayak…) çok daha kolay tedavi ediliyor. Ancak! Kırılan bir kalbi tamir etmek, hiç de kolay değildir.</p>
<p> </p>
<p>Allah (C.C) bizleri; kalbi, imanî arıza ve engellerden muhafaza etsin...</p>
<p> </p>
<p>Selam ve dua ile…</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.