ASRIN DERDİ İLE DERTLENEN ADAM (28)
<h2>(Vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle)</h2>
<h2>BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ 28</h2>
<h2><em>31 Mart Hadisesi</em></h2>
<p>31 Mart Vakası ile ilgili tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre; 23 Temmuz 1908’de, Sultan 2. Abdülhamit Han tarafından 2. Meşrutiyetin ilanından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimde söz sahibi olduğu; Osmanlı İmparatorluğu’nda 2. Meşrutiyet döneminde devlet yönetimine karşı şeriat isteği ile, 13 Nisan 1909’da (Rumi 31 Mart 1325) İstanbul’da bir ayaklanma ortaya çıktığı; isyanı başlatan ve yönlendirenlerin başında Derviş Vahdeti ve Şeyh Said-i Kürdi gibi din bilginleri olduğu; bir süre sonra medrese öğrencileri ve ittihatçılardan memnun olmayan muhalefetin de isyanı dışarıdan veya gizli olarak destek verdiği; isyandan sonra ordu, isyancı olduğu gerekçesiyle bir çok insanı ve medrese öğrencilerinin de çoğunu idam ettiği; saray hazinesinin ve kitaplığının yağmalandığı; Sultan 2. Abdülhamit Han’ın da tahttan indirdiği şeklinde aktarılmaktadır.</p>
<p> </p>
<p>Bediüzzaman bu vakada bazı haksız isnad ve ithamlara maruz bırakılmıştır. Oysa boyutlarının küçük kalması için ve hatta yüzden bire inmesi için gecesini gündüzüne katan, isyan etmek isteyen sekiz taburu isyandan vaz geçiren ve çevresindekileri teskin etmek için gösterdiği çabayı ancak Risale-i Nur Külliyatından öğrenebiliriz. Biz burada denizden bir katre sunmaya çalışacağız. </p>
<p> </p>
<p>“Kahraman Askerlerimize </p>
<p>Ey şanlı asakir-i muvahhidîn (İslam Ordusu)! Ve ey bu millet-i mazlumeyi (mazlum milleti) ve mukaddes İslâmiyet'i iki defa büyük vartadan (tehlikede) tahlis eden (kurtaran) muhteşem kahramanlar!.. </p>
<p>Cemal (güzelliğiniz) ve kemaliniz (mükemmelliğiniz), intizam (düzen) ve inzibattır (asayiştir). Bunu da hakkıyla en müşevveş (karışık) bir zamanda gösterdiniz. Ve hayatınız ve kuvvetiniz itaattır (emre uymaktır).</p>
<p>Bu meziyet-i mukaddeseyi (kutsal özelliği) en ufak âmirinize karşı bile irae ediniz (gösteriniz). Otuz milyon Osmanlı ve üçyüz milyon İslâm'ın namusu artık sizin itaatınıza bağlıdır. Sancak ve tevhid-i İlahî (Allah’ın birliğine iman) sizin yed-i şecaatınızdadır (kahraman elinizdedir). ” (10/103)</p>
<p> </p>
<p>“Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattır. Sizin zabitleriniz (subaylarınız), müşfik pederlerinizdir (şefkatli babalarınızdır). Kur’an ve hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklı âmire itaat farzdır. </p>
<p>Malûmunuzdur ki, otuzüç milyon nüfus yüz sene zarfında böyle iki inkılabı yapamadı. Sizin o itaattan neş'et eden (meydana gelen) hakikî kuvvetiniz, umum millet-i İslâmiyeyi medyun-u şükran etti. Bu şerefi hakkıyla teyid etmek (kuvvetlendirmek), zabitlerinize itaatladır. İslâmiyet'in namusu (ahlakı) da o itaattadır. </p>
<p>Biliyorum ki, müşfik pederleriniz olan zabitlerinizi mes'ul etmemek için işe karıştırmadınız. Şimdi ise iş bitti. Zabitlerinizin âğuş-u şefkatlerine (şefkat kucağına) atılınız. Şeriat-ı garra (Islâm dini) böyle emrediyor. Zira zabitler ulü-l emrdirler (müslümanları İslam dinine göre idare edenler). Vatan ve millet menfaatinde, hususan nizam-ı askerîde ulü-l emre itaat farzdır. Şeriat-ı Muhammedînin (Aleyhissalâtü Vesselâm) muhafazası da itaat iledir.”(10/104)</p>
<p> </p>
<p>“Eskiden 31 Mart hâdisesinde çendan (gerçi) onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti (açıklığa kavuştu) ki, mes'ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden bela gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı.” (3/416) </p>
<p> </p>
<p>31 Mart hadisesinde ordu o zamanın Genel Kurmay Başkanlığını, Şeyhülislâmı ve alimleri dinlemiyor. İşte bu noktada yaptığı nutuklar ile Bediüzzaman sekiz taburu itaate getirmiştir. İstiklal Harbinde ise Hutuvat-ı Sitte’de bir makale ile İstanbul'daki alimlerin fikirlerini İngiliz aleyhine çevirerek, milli harekâtın lehinde önemli hizmet ve gayret göstermiştir. Ayasofya'da binlerle adama nutuk vererek, hariç düşmanlara karşı milleti uyanık tutan ve bu hizmetlerinden dolayı da Ankara'daki Meclis Mebusları tarafından şiddetli alkışlarla karşılanan hizmetleri vesikalarla sabittir. Bu konularda kendisinden bazı gayretlerini yazalım. </p>
<p> </p>
<p>“Nihayet menhus 31 Mart Hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan onbeş kadar hoca i'dam edilir. Bedîüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: </p>
<p>-Sen de şeriat istemişsin? </p>
<p>Bedîüzzaman cevab verir: </p>
<p>-Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet (mutluluğun sebebi) ve adalet-i mahz (gerçek adalet) ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil! </p>
<p>Bedîüzzaman'ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab'edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden i'damını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmed'e kadar arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcud olduğu halde: "Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!" nidalarıyla ilerlemiştir.”(1/60)</p>
<p> </p>
<p>Bediüzzaman 31 Mart Hâdisesinde Divan-ı Harb-i Örfî'de (askeri mahkemede) yaptığı savunmasında Kur’an ölçüleri ile konuşmuş, milliyetimizi yalnız İslâmiyet kabul ederek her şeyi de İslâmiyet açısından muhakeme etmiştir.</p>
<p>Hapishaneyi kabir aleminin kapısı, darağacını âhirete giden trenin istasyon bekleme salonu kabul eden bir insan, insanlığın maruz kaldığı mağdur ve gaddar hallerini tenkit etmemesi ve susması mümkün müdür. Bu şekildeki hadiselere nasıl yaklaşıyor okuyalım:</p>
<p> </p>
<p>“Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyet'in meşrutiyetperver (meşrutiyet severleri) ve hamiyetli (koruma çabasındaki) fedaileri, cevher-i hayat (hayatın esası) makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti (meşrutiyet nimetini) şeriata tatbik edip (Allah’ın kanunlarına uygulayıp) , ehl-i hükûmeti (ülke yöneticilerini) adalet namazında kıbleye irşad (yönelterek) ve nam-ı mukaddes (kutsal isimli) şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i'lâ (yüceltme); ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka (süreklileştirme) ; ve bütün seyyiat-ı sâbıkayı (geçmişteki kötülükleri), muhalefet-i şeriat (İslam dinine ters düşme) üzerine ilka etmek (atmak) için bazı telkinatta (aşılamada) ve teferruatın (ayrıntıların) tatbikatında (uygulamasında) bulundular. Sonra, sağını solundan farketmeyenler, hâşâ şeriatı istibdada (baskıya) müsaid zannederek, tuti kuşları (papağan) taklidi gibi "Şeriat isteriz!" demekle, hakikî maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet (korumacı) maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret (İbret alınacak) bir nokta-i siyah (kara nokta).!”(1/83)</p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 17 Eylül 2019 - Salı
ASRIN DERDİ İLE DERTLENEN ADAM (28)
<h2>(Vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle)</h2>
<h2>BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ 28</h2>
<h2><em>31 Mart Hadisesi</em></h2>
<p>31 Mart Vakası ile ilgili tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre; 23 Temmuz 1908’de, Sultan 2. Abdülhamit Han tarafından 2. Meşrutiyetin ilanından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimde söz sahibi olduğu; Osmanlı İmparatorluğu’nda 2. Meşrutiyet döneminde devlet yönetimine karşı şeriat isteği ile, 13 Nisan 1909’da (Rumi 31 Mart 1325) İstanbul’da bir ayaklanma ortaya çıktığı; isyanı başlatan ve yönlendirenlerin başında Derviş Vahdeti ve Şeyh Said-i Kürdi gibi din bilginleri olduğu; bir süre sonra medrese öğrencileri ve ittihatçılardan memnun olmayan muhalefetin de isyanı dışarıdan veya gizli olarak destek verdiği; isyandan sonra ordu, isyancı olduğu gerekçesiyle bir çok insanı ve medrese öğrencilerinin de çoğunu idam ettiği; saray hazinesinin ve kitaplığının yağmalandığı; Sultan 2. Abdülhamit Han’ın da tahttan indirdiği şeklinde aktarılmaktadır.</p>
<p> </p>
<p>Bediüzzaman bu vakada bazı haksız isnad ve ithamlara maruz bırakılmıştır. Oysa boyutlarının küçük kalması için ve hatta yüzden bire inmesi için gecesini gündüzüne katan, isyan etmek isteyen sekiz taburu isyandan vaz geçiren ve çevresindekileri teskin etmek için gösterdiği çabayı ancak Risale-i Nur Külliyatından öğrenebiliriz. Biz burada denizden bir katre sunmaya çalışacağız. </p>
<p> </p>
<p>“Kahraman Askerlerimize </p>
<p>Ey şanlı asakir-i muvahhidîn (İslam Ordusu)! Ve ey bu millet-i mazlumeyi (mazlum milleti) ve mukaddes İslâmiyet'i iki defa büyük vartadan (tehlikede) tahlis eden (kurtaran) muhteşem kahramanlar!.. </p>
<p>Cemal (güzelliğiniz) ve kemaliniz (mükemmelliğiniz), intizam (düzen) ve inzibattır (asayiştir). Bunu da hakkıyla en müşevveş (karışık) bir zamanda gösterdiniz. Ve hayatınız ve kuvvetiniz itaattır (emre uymaktır).</p>
<p>Bu meziyet-i mukaddeseyi (kutsal özelliği) en ufak âmirinize karşı bile irae ediniz (gösteriniz). Otuz milyon Osmanlı ve üçyüz milyon İslâm'ın namusu artık sizin itaatınıza bağlıdır. Sancak ve tevhid-i İlahî (Allah’ın birliğine iman) sizin yed-i şecaatınızdadır (kahraman elinizdedir). ” (10/103)</p>
<p> </p>
<p>“Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattır. Sizin zabitleriniz (subaylarınız), müşfik pederlerinizdir (şefkatli babalarınızdır). Kur’an ve hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklı âmire itaat farzdır. </p>
<p>Malûmunuzdur ki, otuzüç milyon nüfus yüz sene zarfında böyle iki inkılabı yapamadı. Sizin o itaattan neş'et eden (meydana gelen) hakikî kuvvetiniz, umum millet-i İslâmiyeyi medyun-u şükran etti. Bu şerefi hakkıyla teyid etmek (kuvvetlendirmek), zabitlerinize itaatladır. İslâmiyet'in namusu (ahlakı) da o itaattadır. </p>
<p>Biliyorum ki, müşfik pederleriniz olan zabitlerinizi mes'ul etmemek için işe karıştırmadınız. Şimdi ise iş bitti. Zabitlerinizin âğuş-u şefkatlerine (şefkat kucağına) atılınız. Şeriat-ı garra (Islâm dini) böyle emrediyor. Zira zabitler ulü-l emrdirler (müslümanları İslam dinine göre idare edenler). Vatan ve millet menfaatinde, hususan nizam-ı askerîde ulü-l emre itaat farzdır. Şeriat-ı Muhammedînin (Aleyhissalâtü Vesselâm) muhafazası da itaat iledir.”(10/104)</p>
<p> </p>
<p>“Eskiden 31 Mart hâdisesinde çendan (gerçi) onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti (açıklığa kavuştu) ki, mes'ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden bela gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı.” (3/416) </p>
<p> </p>
<p>31 Mart hadisesinde ordu o zamanın Genel Kurmay Başkanlığını, Şeyhülislâmı ve alimleri dinlemiyor. İşte bu noktada yaptığı nutuklar ile Bediüzzaman sekiz taburu itaate getirmiştir. İstiklal Harbinde ise Hutuvat-ı Sitte’de bir makale ile İstanbul'daki alimlerin fikirlerini İngiliz aleyhine çevirerek, milli harekâtın lehinde önemli hizmet ve gayret göstermiştir. Ayasofya'da binlerle adama nutuk vererek, hariç düşmanlara karşı milleti uyanık tutan ve bu hizmetlerinden dolayı da Ankara'daki Meclis Mebusları tarafından şiddetli alkışlarla karşılanan hizmetleri vesikalarla sabittir. Bu konularda kendisinden bazı gayretlerini yazalım. </p>
<p> </p>
<p>“Nihayet menhus 31 Mart Hâdisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan onbeş kadar hoca i'dam edilir. Bedîüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: </p>
<p>-Sen de şeriat istemişsin? </p>
<p>Bedîüzzaman cevab verir: </p>
<p>-Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet (mutluluğun sebebi) ve adalet-i mahz (gerçek adalet) ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil! </p>
<p>Bedîüzzaman'ın divan-ı harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab'edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden i'damını beklerken beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmed'e kadar arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcud olduğu halde: "Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!" nidalarıyla ilerlemiştir.”(1/60)</p>
<p> </p>
<p>Bediüzzaman 31 Mart Hâdisesinde Divan-ı Harb-i Örfî'de (askeri mahkemede) yaptığı savunmasında Kur’an ölçüleri ile konuşmuş, milliyetimizi yalnız İslâmiyet kabul ederek her şeyi de İslâmiyet açısından muhakeme etmiştir.</p>
<p>Hapishaneyi kabir aleminin kapısı, darağacını âhirete giden trenin istasyon bekleme salonu kabul eden bir insan, insanlığın maruz kaldığı mağdur ve gaddar hallerini tenkit etmemesi ve susması mümkün müdür. Bu şekildeki hadiselere nasıl yaklaşıyor okuyalım:</p>
<p> </p>
<p>“Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyet'in meşrutiyetperver (meşrutiyet severleri) ve hamiyetli (koruma çabasındaki) fedaileri, cevher-i hayat (hayatın esası) makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti (meşrutiyet nimetini) şeriata tatbik edip (Allah’ın kanunlarına uygulayıp) , ehl-i hükûmeti (ülke yöneticilerini) adalet namazında kıbleye irşad (yönelterek) ve nam-ı mukaddes (kutsal isimli) şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i'lâ (yüceltme); ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka (süreklileştirme) ; ve bütün seyyiat-ı sâbıkayı (geçmişteki kötülükleri), muhalefet-i şeriat (İslam dinine ters düşme) üzerine ilka etmek (atmak) için bazı telkinatta (aşılamada) ve teferruatın (ayrıntıların) tatbikatında (uygulamasında) bulundular. Sonra, sağını solundan farketmeyenler, hâşâ şeriatı istibdada (baskıya) müsaid zannederek, tuti kuşları (papağan) taklidi gibi "Şeriat isteriz!" demekle, hakikî maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet (korumacı) maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret (İbret alınacak) bir nokta-i siyah (kara nokta).!”(1/83)</p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.