ÜÇ KUŞAĞIN ANNELERİ
ÜÇ KUŞAĞIN ANNELERİ
Uzman Pedagog Mehmet Teber’in kaleme aldığı “Annenin Ruh Halleri” adlı eser okuduğum en kaliteli kitaplardan biri.
Kitap aslında yıllardır sahada çalışan ve binlerce vakaya şahit olan Mehmet Hoca’nın derin tecrübelerine ve güçlü bilimsel bilgilerine dayanıyor.
Bu kitabında özellikle annelere ve annelik kavramına odaklanan yazar, çarpıcı bilgilere yer veriyor. Kitabı tüm ebeveynlerin ve ebeveyn adaylarının okumasını tavsiye ederim.
Yazarımız, kitabının bir bölümünde anneliğin değişen koşullara göre üç kuşakta ele alınabileceğinden bahsediyor.
Birinci kuşak anneler daha çok köyde yaşayan anneleri kapsıyor. Süt sağan, tarla eken, yoğurdunu ve tereyağını kendisi yapan anneler.
Bu annelerimiz yoğun ekmek ve aş derdi yaşarlar. Güne sabah namazıyla başlayıp yatsı namazına kadar aralıksız çalışırlar.
Yaklaşık 40-50 yıl öncesinin annelik tanımına daha uygun düşen birinci kuşak annelik, günümüzde köy hayatının da değişmesiyle çok azalsa da hala var.
İkinci kuşak annelik, köyden göçüp şehre yerleşen annelerdir. Çoğumuzun anneleri bu gruba girer.
Köydeki kadar yoğun fiziksel iş tempoları yok bu annelerin. Bir sokakta yaşayan, sokağın çoğu kendi köylüsü/hemşerisi ya da akrabası olan anneler. Salçasını, reçelini, yoğurdunu kendi elleriyle yapan anneler.
El işi ören, dantel yapan anneler. Sobasını tezek ile değil, odun kömürü ile yakan, evinin bahçesinde meyve-sebze yetiştiren anneler.
Üçüncü kuşak anneler ise doğma büyüme şehirlilerdir. Ancak bu kuşakta sokak kültürü yoktur. Bu anneler sitelerde, dairelerde yaşıyorlar.
Genelde günümüzde yeni evlenen kadınlar bu gruptadır. Evlerinde çamaşır, bulaşık makinesi olan; salçayı, yoğurdu, reçeli marketten alan bu kuşak anneleri el işi ve örgüyü de bilmiyorlar.
Üçüncü kuşak içinde çalışarak para kazanan anne sayısı ilk iki kuşağa göre çok daha fazla. Yani genel olarak bu kuşak anneleri, dışarıda daha çok vakit geçiriyor.
Her üç kuşakta da koşullar farklı olduğundan kadınlar ve kadınların anneliğe bakışları değişiyor.
Birinci kuşak anneleri sürekli olarak çalıştıkları için çocuklarına neredeyse hiç zaman ayıramıyorlardı. Çocuklarının beslenmesi dışında gün içinde iletişim haline geçebildikleri anlar çok nadirdi.
Bu durum anne çocuk arasındaki ilişkiyi zayıflatsa da çocuğun tek başına zorluklarla mücadele ederek büyümesine zemin hazırlıyordu.
Bu durum çocuğun sevgiye aç olarak büyümesinin yanı sıra girişimci ve sorumluluk almaya daha meyilli olmasına kapı açıyordu.
Anneler, bu kuşakta kadın olmanın ve kadın gibi hissetmenin ne olduğunu bilemeden kocalarıyla beraber sürekli çalışma ve geçim derdindeydi.
Bu durum karı-koca ilişkisinden beklentilerin en az düzeyde olmasına neden oluyordu. Birinci kuşak anneleri kocalarının eve bir buket çiçekle gelmesini beklemezdi.
Zira içinde bulundukları koşullar kadınların böyle bir beklentiye sahip olmaları için pek müsait değildi. Köy yerinde de dış dünya ile bağlantıları çok zayıf olduğu için tüm kadınlar ve aileler aynı şekilde yaşadığından ideal durumun bu olduğunu sanıp öyle yaşarlardı.
İkinci kuşak anneler köyden göçtükten sonra gecekondularda da yaşasalar artık şehirli vasfını kazanmışlardı. Köydeki iş temposu artık olmadığı için eve, çocuklarına, kocasına ve kendisine daha fazla vakit ayırabiliyorlardı. Henüz para karşılığında çalışmak da pek gündemde olmadığı için ev içi aktivitelere yöneliyorlardı.
Bu kuşakta kadın kocasına ve evladına sevgisini daha rahat gösterebiliyordu. Ayrıca her eve girmeye başlayan televizyon ve farklı kültürlerden gelen komşular sayesinde kadınlık, annelik ve eş olmak hakkında daha farklı fikirler beliriyordu zihinlerinde.
Çocuklar sabahtan akşama kadar sokakta oynarken evde işlerini bitiren anne, kadınlığının ve eş olduğunun farkına daha fazla varabiliyordu.
Televizyonda erkeklerin eve çiçek getirdiğini gören kadın bunu kocasından da beklemeye başladı. Anne ev işleriyle ve çocuk yetiştirmeyle ilgilenirken baba dışarıda ekmek parası kazanma derdindeydi.
Çocuk, sağlam komşuluk ilişkileri sayesinde sokaktaki tüm ebeveynlerin ortak sorumluluğuyla büyütülürken hem oyun hem de arkadaşlık ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Annenin ona daha fazla vakit ayırmasıyla da anne şefkati ve sevgisini daha fazla hissedebiliyordu. Tüm bu faktörler birinci kuşağa göre daha sağlıklı bir evlat yetiştirme sürecine vesile oldu diyebiliriz.
Üçüncü kuşak anneler ise genel olarak apartman dairelerinde doğalgazla ısınan evlerde yaşıyorlar. Hazır tüketimleri ilk iki kuşağa göre çok daha fazla.
Artık neredeyse her şeyi marketten ve mağazalardan hazır olarak alan evli çiftlere tek maaş yetersiz gelmeye başlayınca kadın da evden çıkıp para kazanma derdine düştü.
Onların genç kızlığına ya da yeni evlendikleri döneme denk gelen internet devrimi, dünyayı bir köy haline getirdikten sonra kadınlarımız büyük bir bilgi ve algı bombardımanına maruz kaldı.
Öte yandan bu süreçte kadınlarımızın okuma imkânları gelişti ve üniversiteye gitme oranları arttı.
Kadınlarımız artık bilgi anlamında da kendilerini geliştirecek ve ikinci kuşağın birinci kuşaktan daha bilinçli olması gibi en bilinçli kuşak olarak karşımıza çıkacaklardı.
Ancak maalesef bu beklenti büyük oranda boşa çıktı ve şu an ne o okuyan kadınlarımız ne kocaları ne de evlatları mutlu değiller.
Özellikle çocuklar ikinci kuşağın çocuklarının yaşadığı çocukluktan çok uzakta gerçek ve sıcak ilişkilerden mahrum bir hayat yaşıyorlar.
Kadınlarımızın okuma imkânlarının gelişmesine paralel olarak ev hanımlığı ve annelik mesleği çeşitli odaklarca değersiz ilan edilmeye başlandı ve itibarsızlaştırıldı.
Bu duruma kadınların erkeklere karşı ekonomik bağımsızlıklarını ellerine alması propagandası da eklenince kadının evliliğe, anneliğe ve eş olmaya yönelik bakış açısı tarihi süreçten bağımsız olarak tamamen yeni bir hüviyet kazandı.
Artık kadın, en mahremini paylaştığı erkeğe potansiyel düşman olarak bakmaya başladı. Kadın kazandığı parayı eşi ve çocuklarıyla bölüşüp mutlu olacağı bir araç olarak değil de kocasına karşı özgürlüğünün teminatı olarak görmeye başladı.
Sonuç olarak para, araçken amaç haline dönüştü. Para kazanmanın amaç haline gelmesiyle para kazandırmayan ev hanımlığı ve annelik gibi eğitim, özveri ve beceri gerektiren meslekler küçümsenir hale geldi.
Üçüncü kuşak anneleri, kariyeri her şeyin önüne geçirdiği için artık geç evleniyor ve geç anne oluyorlar. Bu da hayatının büyük bölümünde tek başına yaşamaya alışmış kadının yeni insanlara alışmasını zorlaştırıyor.
Aynı durum erkekler için de geçerli. Hal böyle olunca kadın, yeni bir insanı dünyaya getirmekten yani anne olmaktan çekiniyor. Üstüne bir de kariyer yarışından geri kalma korkusu onu annelikten daha fazla uzaklaştırıyor. Bu ve benzer kaygılarla kadınlar ve erkekler geç yaşlarda ebeveyn oluyor ve az çocuk yapıyorlar.
Kadın anne olduktan sonra kariyeri uğruna sürekli ertelediği ve para kazandırmadığı için küçümsediği iki kavramla artık yüzleşmek zorunda kalıyor: Annelik ve ev hanımlığı. Bebeği vesilesiyle sürekli kaçtığı bu iki alanda artık bir şeyler yapması gereken taze annemiz ilk zamanlar annesi ve kayınvalidesinden ilerleyen süreçte ise bakıcı ve kreşlerden yardım alarak çocuğunu büyütmeye çalışıyor.
Anne, para kazanmaya yüklediği anlam yüzünden evladına yeterli zamanı ayıramıyor ve kendini suçlu hissediyor. Kendini evladına karşı suçlu hisseden anne ve dolayısıyla baba bunu telafi etmek için çocuklarının bir dediğini iki etmemeye başlayıp terbiye edicilik vasıflarına büyük darbe indiriyor.
Küçük bir prens/prenses gibi büyüyen çocuk ise anne şefkatine ve baba terbiyesine hasret büyüyerek ciddi sorunlara aday bir birey olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında böyle olmamalıydı. Cenneti annelerin ayakları altına seren bir dinin mensupları, anneliği ve ev hanımlığını paraya ve kariyer hırsına kurban etmemeliydi.
Üçüncü kuşak annelerin içinde elbette mesleğini, anneliğini, ev hanımlığını ve karı-koca ilişkilerini aynı anda harika şekilde yürütenler var. Ancak maalesef bu örnekler istisna düzeyinde kalıyor. Bu istisnalara yakından baktığımızda ne anneliği ne de ev hanımlığını küçümsediklerini görüyoruz. Yani işin temelinde bakış açısının sağlıklı olması yatıyor. Bakış açısı doğru olduğu müddetçe hangi kuşakta olursa olsun huzur, mutluluk, sevgi ve bereket tüm hanelere dolar.
Aksi takdirde günümüzde olduğu gibi boşanma oranları rekor üstüne rekor kırarken aile kurumumuz dağılmaya devam eder.
İnsanı ilgilendiren konular bir ya da birkaç faktörle tam olarak açıklanamaz. Benim burada yazdıklarım, konuyu sadece kadınlar/anneler cephesinden ele almaktadır.
Tabi sadece bu cephede bile değinemediğim yüzlerce farklı boyut var. İlerleyen süreçte farklı cephelerle ve farklı boyutlarla konuyu işlemeye gayret edeceğiz. Nitekim işin bir de erkekler/babalar tarafı var ki çok daha farklı sorunları içeriyor.
Öyle ya da böyle son tahlilde gözlerimizin önünde kaybolan nice masum evlat ve dağılan nice aile var. Bunun tüm vebalini sadece kadınlara veya sadece erkeklere yükleyerek bir sonuca varamayız. İnsafı elden bırakmadan mümkün olduğunca farklı boyutlardan kanayan yaramıza çare bulmaya çalışmalıyız.
Zira dağılan her bir aile toplumun temeline konulan bir dinamittir. Dilimiz döndüğünce ve kalemimiz yettiğince doğru bildiklerimizi ifade etmeye çalışacağız.
Feyzullah Akdağ
Ekleme
Tarihi: 31 Aralık 2021 - Cuma
ÜÇ KUŞAĞIN ANNELERİ
ÜÇ KUŞAĞIN ANNELERİ
Uzman Pedagog Mehmet Teber’in kaleme aldığı “Annenin Ruh Halleri” adlı eser okuduğum en kaliteli kitaplardan biri.
Kitap aslında yıllardır sahada çalışan ve binlerce vakaya şahit olan Mehmet Hoca’nın derin tecrübelerine ve güçlü bilimsel bilgilerine dayanıyor.
Bu kitabında özellikle annelere ve annelik kavramına odaklanan yazar, çarpıcı bilgilere yer veriyor. Kitabı tüm ebeveynlerin ve ebeveyn adaylarının okumasını tavsiye ederim.
Yazarımız, kitabının bir bölümünde anneliğin değişen koşullara göre üç kuşakta ele alınabileceğinden bahsediyor.
Birinci kuşak anneler daha çok köyde yaşayan anneleri kapsıyor. Süt sağan, tarla eken, yoğurdunu ve tereyağını kendisi yapan anneler.
Bu annelerimiz yoğun ekmek ve aş derdi yaşarlar. Güne sabah namazıyla başlayıp yatsı namazına kadar aralıksız çalışırlar.
Yaklaşık 40-50 yıl öncesinin annelik tanımına daha uygun düşen birinci kuşak annelik, günümüzde köy hayatının da değişmesiyle çok azalsa da hala var.
İkinci kuşak annelik, köyden göçüp şehre yerleşen annelerdir. Çoğumuzun anneleri bu gruba girer.
Köydeki kadar yoğun fiziksel iş tempoları yok bu annelerin. Bir sokakta yaşayan, sokağın çoğu kendi köylüsü/hemşerisi ya da akrabası olan anneler. Salçasını, reçelini, yoğurdunu kendi elleriyle yapan anneler.
El işi ören, dantel yapan anneler. Sobasını tezek ile değil, odun kömürü ile yakan, evinin bahçesinde meyve-sebze yetiştiren anneler.
Üçüncü kuşak anneler ise doğma büyüme şehirlilerdir. Ancak bu kuşakta sokak kültürü yoktur. Bu anneler sitelerde, dairelerde yaşıyorlar.
Genelde günümüzde yeni evlenen kadınlar bu gruptadır. Evlerinde çamaşır, bulaşık makinesi olan; salçayı, yoğurdu, reçeli marketten alan bu kuşak anneleri el işi ve örgüyü de bilmiyorlar.
Üçüncü kuşak içinde çalışarak para kazanan anne sayısı ilk iki kuşağa göre çok daha fazla. Yani genel olarak bu kuşak anneleri, dışarıda daha çok vakit geçiriyor.
Her üç kuşakta da koşullar farklı olduğundan kadınlar ve kadınların anneliğe bakışları değişiyor.
Birinci kuşak anneleri sürekli olarak çalıştıkları için çocuklarına neredeyse hiç zaman ayıramıyorlardı. Çocuklarının beslenmesi dışında gün içinde iletişim haline geçebildikleri anlar çok nadirdi.
Bu durum anne çocuk arasındaki ilişkiyi zayıflatsa da çocuğun tek başına zorluklarla mücadele ederek büyümesine zemin hazırlıyordu.
Bu durum çocuğun sevgiye aç olarak büyümesinin yanı sıra girişimci ve sorumluluk almaya daha meyilli olmasına kapı açıyordu.
Anneler, bu kuşakta kadın olmanın ve kadın gibi hissetmenin ne olduğunu bilemeden kocalarıyla beraber sürekli çalışma ve geçim derdindeydi.
Bu durum karı-koca ilişkisinden beklentilerin en az düzeyde olmasına neden oluyordu. Birinci kuşak anneleri kocalarının eve bir buket çiçekle gelmesini beklemezdi.
Zira içinde bulundukları koşullar kadınların böyle bir beklentiye sahip olmaları için pek müsait değildi. Köy yerinde de dış dünya ile bağlantıları çok zayıf olduğu için tüm kadınlar ve aileler aynı şekilde yaşadığından ideal durumun bu olduğunu sanıp öyle yaşarlardı.
İkinci kuşak anneler köyden göçtükten sonra gecekondularda da yaşasalar artık şehirli vasfını kazanmışlardı. Köydeki iş temposu artık olmadığı için eve, çocuklarına, kocasına ve kendisine daha fazla vakit ayırabiliyorlardı. Henüz para karşılığında çalışmak da pek gündemde olmadığı için ev içi aktivitelere yöneliyorlardı.
Bu kuşakta kadın kocasına ve evladına sevgisini daha rahat gösterebiliyordu. Ayrıca her eve girmeye başlayan televizyon ve farklı kültürlerden gelen komşular sayesinde kadınlık, annelik ve eş olmak hakkında daha farklı fikirler beliriyordu zihinlerinde.
Çocuklar sabahtan akşama kadar sokakta oynarken evde işlerini bitiren anne, kadınlığının ve eş olduğunun farkına daha fazla varabiliyordu.
Televizyonda erkeklerin eve çiçek getirdiğini gören kadın bunu kocasından da beklemeye başladı. Anne ev işleriyle ve çocuk yetiştirmeyle ilgilenirken baba dışarıda ekmek parası kazanma derdindeydi.
Çocuk, sağlam komşuluk ilişkileri sayesinde sokaktaki tüm ebeveynlerin ortak sorumluluğuyla büyütülürken hem oyun hem de arkadaşlık ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Annenin ona daha fazla vakit ayırmasıyla da anne şefkati ve sevgisini daha fazla hissedebiliyordu. Tüm bu faktörler birinci kuşağa göre daha sağlıklı bir evlat yetiştirme sürecine vesile oldu diyebiliriz.
Üçüncü kuşak anneler ise genel olarak apartman dairelerinde doğalgazla ısınan evlerde yaşıyorlar. Hazır tüketimleri ilk iki kuşağa göre çok daha fazla.
Artık neredeyse her şeyi marketten ve mağazalardan hazır olarak alan evli çiftlere tek maaş yetersiz gelmeye başlayınca kadın da evden çıkıp para kazanma derdine düştü.
Onların genç kızlığına ya da yeni evlendikleri döneme denk gelen internet devrimi, dünyayı bir köy haline getirdikten sonra kadınlarımız büyük bir bilgi ve algı bombardımanına maruz kaldı.
Öte yandan bu süreçte kadınlarımızın okuma imkânları gelişti ve üniversiteye gitme oranları arttı.
Kadınlarımız artık bilgi anlamında da kendilerini geliştirecek ve ikinci kuşağın birinci kuşaktan daha bilinçli olması gibi en bilinçli kuşak olarak karşımıza çıkacaklardı.
Ancak maalesef bu beklenti büyük oranda boşa çıktı ve şu an ne o okuyan kadınlarımız ne kocaları ne de evlatları mutlu değiller.
Özellikle çocuklar ikinci kuşağın çocuklarının yaşadığı çocukluktan çok uzakta gerçek ve sıcak ilişkilerden mahrum bir hayat yaşıyorlar.
Kadınlarımızın okuma imkânlarının gelişmesine paralel olarak ev hanımlığı ve annelik mesleği çeşitli odaklarca değersiz ilan edilmeye başlandı ve itibarsızlaştırıldı.
Bu duruma kadınların erkeklere karşı ekonomik bağımsızlıklarını ellerine alması propagandası da eklenince kadının evliliğe, anneliğe ve eş olmaya yönelik bakış açısı tarihi süreçten bağımsız olarak tamamen yeni bir hüviyet kazandı.
Artık kadın, en mahremini paylaştığı erkeğe potansiyel düşman olarak bakmaya başladı. Kadın kazandığı parayı eşi ve çocuklarıyla bölüşüp mutlu olacağı bir araç olarak değil de kocasına karşı özgürlüğünün teminatı olarak görmeye başladı.
Sonuç olarak para, araçken amaç haline dönüştü. Para kazanmanın amaç haline gelmesiyle para kazandırmayan ev hanımlığı ve annelik gibi eğitim, özveri ve beceri gerektiren meslekler küçümsenir hale geldi.
Üçüncü kuşak anneleri, kariyeri her şeyin önüne geçirdiği için artık geç evleniyor ve geç anne oluyorlar. Bu da hayatının büyük bölümünde tek başına yaşamaya alışmış kadının yeni insanlara alışmasını zorlaştırıyor.
Aynı durum erkekler için de geçerli. Hal böyle olunca kadın, yeni bir insanı dünyaya getirmekten yani anne olmaktan çekiniyor. Üstüne bir de kariyer yarışından geri kalma korkusu onu annelikten daha fazla uzaklaştırıyor. Bu ve benzer kaygılarla kadınlar ve erkekler geç yaşlarda ebeveyn oluyor ve az çocuk yapıyorlar.
Kadın anne olduktan sonra kariyeri uğruna sürekli ertelediği ve para kazandırmadığı için küçümsediği iki kavramla artık yüzleşmek zorunda kalıyor: Annelik ve ev hanımlığı. Bebeği vesilesiyle sürekli kaçtığı bu iki alanda artık bir şeyler yapması gereken taze annemiz ilk zamanlar annesi ve kayınvalidesinden ilerleyen süreçte ise bakıcı ve kreşlerden yardım alarak çocuğunu büyütmeye çalışıyor.
Anne, para kazanmaya yüklediği anlam yüzünden evladına yeterli zamanı ayıramıyor ve kendini suçlu hissediyor. Kendini evladına karşı suçlu hisseden anne ve dolayısıyla baba bunu telafi etmek için çocuklarının bir dediğini iki etmemeye başlayıp terbiye edicilik vasıflarına büyük darbe indiriyor.
Küçük bir prens/prenses gibi büyüyen çocuk ise anne şefkatine ve baba terbiyesine hasret büyüyerek ciddi sorunlara aday bir birey olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında böyle olmamalıydı. Cenneti annelerin ayakları altına seren bir dinin mensupları, anneliği ve ev hanımlığını paraya ve kariyer hırsına kurban etmemeliydi.
Üçüncü kuşak annelerin içinde elbette mesleğini, anneliğini, ev hanımlığını ve karı-koca ilişkilerini aynı anda harika şekilde yürütenler var. Ancak maalesef bu örnekler istisna düzeyinde kalıyor. Bu istisnalara yakından baktığımızda ne anneliği ne de ev hanımlığını küçümsediklerini görüyoruz. Yani işin temelinde bakış açısının sağlıklı olması yatıyor. Bakış açısı doğru olduğu müddetçe hangi kuşakta olursa olsun huzur, mutluluk, sevgi ve bereket tüm hanelere dolar.
Aksi takdirde günümüzde olduğu gibi boşanma oranları rekor üstüne rekor kırarken aile kurumumuz dağılmaya devam eder.
İnsanı ilgilendiren konular bir ya da birkaç faktörle tam olarak açıklanamaz. Benim burada yazdıklarım, konuyu sadece kadınlar/anneler cephesinden ele almaktadır.
Tabi sadece bu cephede bile değinemediğim yüzlerce farklı boyut var. İlerleyen süreçte farklı cephelerle ve farklı boyutlarla konuyu işlemeye gayret edeceğiz. Nitekim işin bir de erkekler/babalar tarafı var ki çok daha farklı sorunları içeriyor.
Öyle ya da böyle son tahlilde gözlerimizin önünde kaybolan nice masum evlat ve dağılan nice aile var. Bunun tüm vebalini sadece kadınlara veya sadece erkeklere yükleyerek bir sonuca varamayız. İnsafı elden bırakmadan mümkün olduğunca farklı boyutlardan kanayan yaramıza çare bulmaya çalışmalıyız.
Zira dağılan her bir aile toplumun temeline konulan bir dinamittir. Dilimiz döndüğünce ve kalemimiz yettiğince doğru bildiklerimizi ifade etmeye çalışacağız.
Feyzullah Akdağ
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.