Yine her gece gibi bu gece de mehtaplı gecelerin yıldızlı ve ışığının huzur verdiği Ay'ın parlaklığı altında düşündüm durdum. Ah zaman! Ne bir adım geriye, ne de daha çabuk ileri gidebiliyor. Sabit ve yerinde sayabiliyor. Hangimiz zamanla yarışmadık, savaşmadık ki... Cezaevi'nde yatanlardan tutun, askerlikteyken şafak sayanlara kadar; okul okuyan çocuklar, gençler tatilin geleceği gün için şafak sayarlar; ayrı kalan sevenler, kavuşma günleri için şafak sayarlar. İşte zaman böyle bir şey, değerlidir, yerini hiçbir şey dolduramaz. Zamanla doğarız, büyürüz ve ölürüz. Kimileri bu yüzden isyan eder : "Neden doğduk, neden ölüyoruz?" diye. Herkes belli bir telaşe içinde koşturup duruyor. Kimisi sabahleyin işe geç kalmamak için, kimisi arkadaşlarıyla buluşmak için, kimi sevgilisiyle, kimi işten güçten zor bulduğu vakti çocuklarına ayırmak ister. Nasıl bir hayat bu! O hâlde hayat eşittir zaman diyebilir miyiz? Bence uygun olur, ya sizce?
Zaman geçtikçe beraberinde üzüntüyü kederi de kendisiyle beraber geride bırakır. Her acı, yaşandığı tarihte tazedir, her sevinç ise yine yaşandığı tarihe özeldir. Gerçi yıldönümlerini unutmamak gerekir; doğum günü, evlilik yıldönümü vs bunlar sevinçleri anımsatırken; ölüm yıl dönümü gibi üzüntü yüklü durumlar da söz konusu. Gelmişiz bu dünyanın uçsuz bucaksız fani hayatına, yaşıyoruz bir şekilde. Ah dünya! Sen misin zamanı yöneten, yoksa zaman mı seni yöneten?