BİLEREK VEYA BİLMEYEREK ŞERRİN HARCINA KÜREK SALLAYANLAR
BİLEREK VEYA BİLMEYEREK ŞERRİN HARCINA KÜREK SALLAYANLAR
Çok dostumuz Münazarat’taki “iğtişaşcı fırkası” tabirini bilir
Lügatlar “iğtişaş”a şu manaları yüklüyorlar: “Karışıklık. Kargaşalık. Karmakarışık olmak. Birisinin fena telkinini – yaptığı cerbeze ve algı operasyonunu- kabul etmek.” (Büyük Lügat, Abdullah Yeğin, İ Babı…)
Tarihçi değilim. Öyle derin bir tarih bilgisine ve meselenin özüne sahabet değil, “olmadığı dâvânın iddiacısı” görünmek için işine gelen bir iki tarihi, “muhakeme-i akliyeden” uzak şekilde ezberine alan biri olmamaya bilhassa çalışırım sadece.
"Hakiki vukuatı kaydeden tarih”i hakikatları tahlil edip bugüne “uyarlamayı”, kuru ezberciliğe yeğleyen – hasbelkader- bir kalem erbabı olarak, tarihi, Adem (as)den beri devam eden iki zıt kutbun mücadele meydanı olarak görmekteyim. Telifçi ya da -yeni tabirle- “ılımlılık” gösterileriyle hakikat üstü hakikatı bırak örselemeyi, incitme vebalini almak istemem de ondan.
Üstad’ın, o anda bulunmayan; sıfatları, 1920’de temeli atılan Halk Fırkası’na denk gelen partiyi işaret ettiği kanaatındayım. O sıfatların en büyüğü, “ızrar-ı nas” (insanların zararı) uğruna kendi diyalektik cerbezesini milletin önüne, hiçbir değer tanımadan, tekrar tekrar, farklı kelimelerle -sanki mümin feraseti yokmuş gibi- sunmalardır elbet.
“İman Küfür Müvazeneleri”ne iktibas edilmiş, aslı Lemaat’ta olan “felsefe” (vahye dayanmayan ve adem âlemleri namına çalışan devamlı arama fiili) ile, “Medeniyet-i hakiki” olan, “İslami medeniyet”in mukayesesi, bilhassa bu mücadeleyi izahta.
“… Şu medenilerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sireti olur suret.
Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür MEYDANDAKİ ÂSARI. Zemindeki müvazin mizanıdır şeriat.
Şeriattaki rahmet, sema-i Kur’an’dandır. Medeniyet-i Kur’an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzre döner çark-ı saadet.” (İman-Küfür Müvazeneleri, s 254)
Buradaki “müsbet” kelimesi, fosforluymuş gibi dikkatleri üzerine çekiyor hemen. Çok zamandan beri zihnimi meşgul eden husus, hiçbir maslahat endişesi taşımadan kelimenin hem lügat, hem de sarf mânasını tesbit etmek.
Mevzubahis kelimeye -ya da kimilerinin dar sahaya hapsetmesiyle layık olduğu “sözcük”e- tamamen “barışçılık veya asayiş tarafdarlığı” manasını veremiyorum. Çünkü epey dost trafından bilinir; Risale-i Nur Külliyatı, “pare pare” eserlerden ibaret değil, muhterem müellifinin eserine verdiği; “vicdanına doğan” isimle dikkat çektiği gibi, BİR KÜLLİYATTIR.
Demek ki bir kelime ve ibareyi, sadece filan metindeki, falan mektuptaki ya da bir diğer risaledeki – kitapçıktaki- kullanımında var olan “anlam yüklemesi” icrasını, hem muhterem müellif Said Nursi’ye, hem bu eserleri günümüze kadar taşıyan dâvâ eri “büyüklere”; er ve erenlere dolaylı bir hakaret görüyorum; “kardeşlerin hukukuna tecavüz etmek” ve “hakikatı rendeçleyen” bir veballi, fasit bir tevilat yahut sadakatsizlik kabul ediyorum.
Bir de şu moda ediliyor günden güne. "Kılı kırk yararak" dini yaşama perdesi altında dindar (dine hürmetkâr) iktidar yıpratılmaya özellikle çalışılıyor. "Kur'an bize yeter." deyip hadisleri inkâra cüret bulan reformist ve Fetö zihniyeti gibi, bunlar da "Sahabe bize yeter, ulema ve müçtehide ne gerek var." diyorlar.
Yahu, o âlim ve müçtehitler Sahabei Güzin'in hayat safhalarını bilmiyor muydu?
Mehmet Nuri Bingöl
Ekleme
Tarihi: 13 Ağustos 2021 - Cuma
BİLEREK VEYA BİLMEYEREK ŞERRİN HARCINA KÜREK SALLAYANLAR
BİLEREK VEYA BİLMEYEREK ŞERRİN HARCINA KÜREK SALLAYANLAR
Çok dostumuz Münazarat’taki “iğtişaşcı fırkası” tabirini bilir
Lügatlar “iğtişaş”a şu manaları yüklüyorlar: “Karışıklık. Kargaşalık. Karmakarışık olmak. Birisinin fena telkinini – yaptığı cerbeze ve algı operasyonunu- kabul etmek.” (Büyük Lügat, Abdullah Yeğin, İ Babı…)
Tarihçi değilim. Öyle derin bir tarih bilgisine ve meselenin özüne sahabet değil, “olmadığı dâvânın iddiacısı” görünmek için işine gelen bir iki tarihi, “muhakeme-i akliyeden” uzak şekilde ezberine alan biri olmamaya bilhassa çalışırım sadece.
"Hakiki vukuatı kaydeden tarih”i hakikatları tahlil edip bugüne “uyarlamayı”, kuru ezberciliğe yeğleyen – hasbelkader- bir kalem erbabı olarak, tarihi, Adem (as)den beri devam eden iki zıt kutbun mücadele meydanı olarak görmekteyim. Telifçi ya da -yeni tabirle- “ılımlılık” gösterileriyle hakikat üstü hakikatı bırak örselemeyi, incitme vebalini almak istemem de ondan.
Üstad’ın, o anda bulunmayan; sıfatları, 1920’de temeli atılan Halk Fırkası’na denk gelen partiyi işaret ettiği kanaatındayım. O sıfatların en büyüğü, “ızrar-ı nas” (insanların zararı) uğruna kendi diyalektik cerbezesini milletin önüne, hiçbir değer tanımadan, tekrar tekrar, farklı kelimelerle -sanki mümin feraseti yokmuş gibi- sunmalardır elbet.
“İman Küfür Müvazeneleri”ne iktibas edilmiş, aslı Lemaat’ta olan “felsefe” (vahye dayanmayan ve adem âlemleri namına çalışan devamlı arama fiili) ile, “Medeniyet-i hakiki” olan, “İslami medeniyet”in mukayesesi, bilhassa bu mücadeleyi izahta.
“… Şu medenilerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sireti olur suret.
Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür MEYDANDAKİ ÂSARI. Zemindeki müvazin mizanıdır şeriat.
Şeriattaki rahmet, sema-i Kur’an’dandır. Medeniyet-i Kur’an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzre döner çark-ı saadet.” (İman-Küfür Müvazeneleri, s 254)
Buradaki “müsbet” kelimesi, fosforluymuş gibi dikkatleri üzerine çekiyor hemen. Çok zamandan beri zihnimi meşgul eden husus, hiçbir maslahat endişesi taşımadan kelimenin hem lügat, hem de sarf mânasını tesbit etmek.
Mevzubahis kelimeye -ya da kimilerinin dar sahaya hapsetmesiyle layık olduğu “sözcük”e- tamamen “barışçılık veya asayiş tarafdarlığı” manasını veremiyorum. Çünkü epey dost trafından bilinir; Risale-i Nur Külliyatı, “pare pare” eserlerden ibaret değil, muhterem müellifinin eserine verdiği; “vicdanına doğan” isimle dikkat çektiği gibi, BİR KÜLLİYATTIR.
Demek ki bir kelime ve ibareyi, sadece filan metindeki, falan mektuptaki ya da bir diğer risaledeki – kitapçıktaki- kullanımında var olan “anlam yüklemesi” icrasını, hem muhterem müellif Said Nursi’ye, hem bu eserleri günümüze kadar taşıyan dâvâ eri “büyüklere”; er ve erenlere dolaylı bir hakaret görüyorum; “kardeşlerin hukukuna tecavüz etmek” ve “hakikatı rendeçleyen” bir veballi, fasit bir tevilat yahut sadakatsizlik kabul ediyorum.
Bir de şu moda ediliyor günden güne. "Kılı kırk yararak" dini yaşama perdesi altında dindar (dine hürmetkâr) iktidar yıpratılmaya özellikle çalışılıyor. "Kur'an bize yeter." deyip hadisleri inkâra cüret bulan reformist ve Fetö zihniyeti gibi, bunlar da "Sahabe bize yeter, ulema ve müçtehide ne gerek var." diyorlar.
Yahu, o âlim ve müçtehitler Sahabei Güzin'in hayat safhalarını bilmiyor muydu?
Mehmet Nuri Bingöl
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.