Çok duymuşuzdur "Tok açın halinden ne anlar" atasözünü. Madem tokun açın halinden ne anladığını bilemiyorsak, peki bizler ne anlamış olabiliriz sizce? Ne gariptir ki insanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen nefsi, iradesine karşı adeta mücadele halindedir. Bu mücadele de insanlığın var oluşuyla beraber ortaya çıkmıştır. Zenginler, fakirliği tatmadıkları müddetçe fakirin halinden anlamazlar. Tabiki fakiri anlamak için ille de fakir olmak gerekmez, mühim olan taşıdığımız kalbin içindeki merhamet kapılarının ardına kadar açık olmasıdır. Merhametli olan ise her zümreden insanı tanır ve bilir.
Hiç düşündünüz mü; tokluk veya açlık derken sadece karnımızın tok veya açlığından mı bahsediyoruz? Elbette ki hayır! Gönül de aç veya tok olabiliyor. Hani kimi insanlar vardır ya şıpsevdi olanlar... Hah! İşte anlatmak istediğim tam da bu! Ne acıdır ki gönül açlığı denen şey yüzünden nice yuvalar dağılır hep, nice kalpler paramparça olur. Elindekinin kıymetini bilmez de daha güzelini / daha yakışıklısını görünce hemen gönlü onu da ister. Yok! Bu gönül açlığından ziyade düpedüz hastalık! Her neyse... Bir de göz açlığından bahsedelim kısaca...
Hani bir atasözü daha vardır ya ; "Gözünü toprak doyursun!" diye... Halbuki insanoğlu fazlasını gördükçe daha fazlasını ister, daha fazla, daha fazla... Ve sonuç mu? Bu fazlaların sonu gelmez, gelmeyeceği için de her mutsuzluk baş gösterir. Düşünsenize bir kadının tam bir senede kendi evinde beş kez koltuk takımı değiştirdiğini... Kulağa ne kadar da garip ve nahoş geliyor öyle değil mi?
İnsanların hepsi birbirinden değişik varlıklar. Bizler hep gözü gönlü tok insanlardan olalım inşallah.