İSLÂM BİLİM ADAMLARI YUNUS EMRE 2
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
YUNUS EMRE 2
Yunus Emre insan hayatının en önemli konuları olan ölüm, doğum, hayat, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele almıştır. Bu vesileyle de yaşadığı
devrin düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı, usanç vermeyen bir tarzda işlemiştir.
Yunus Emre'nin şiirleri daha söylenip yazıldığı tarihten itibaren ezberlenip okunmaya başlamıştır. Fıtratın yani insanın havas ve duygularının red etmediği ve hatta benimsediği şiirleri, 14. yüzyıldan itibaren şiir tutkunları özellikle de abdallar ve dervişler vasıtasıyla Osmanlı fetihlerine paralel şekilde bütün Anadolu ve Rumeli coğrafyasına yayılmıştır.
Şiirleri aynı zamanda asırlardan beri Anadolu'da ve Rumeli'de faaliyet gösteren tekke ve zaviyelerde kabullenilip, öğrenilip, öğretilerek onların ortak düşüncesi ve sesi olması yanında halk edebiyatının da kaynağı hâline gelmiştir.
Yunus Emre bu haliyle ilgi odağı olamaya devam ederken 20. yüzyılda da yeniden insan sevgisi bakımından yeniden bütün dünya tarafından farklı bakış açılarında değerlendirilerek gündeme oturmuştur.
1991 yılı, UNESCO tarafından Yunus Emre'nin doğumunun 750. yılı olarak anılmıştır.
Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’de anlatıldığına göre Yûnus, Sarıköy’de yaşamış, çiftçilikle geçinmiş fakir bir kişidir. Bu zaman zarfında, bir süre Hacı Bektâş-ı Velî’nin yanında kalmış, bu esnada Hacı Bektaş ona “nefes” vermeyi teklif etmiş, o anda olmasa da bunu daha sonra kabul ederek tekrar tekkeye dönmüş ve nasip istemiştir.
Ancak Hacı Bektâş-ı Velî bu kilidin anahtarının Tapduk Emre’de olduğunu, nasibini ondan alması gerektiğini söyler ve onu Tapduk Emre’ye gönderir.
Tabduk bir gün Yûnus Emre’ye dönüp, “Yûnus, vakit geldi, o hazinenin kilidini açtık, nasibini aldın, hünkârın nefesi yetişti, sen söyle!” der. Bundan sonra gönlü açılan, gözlerinden perde kalkan Yûnus “şevk denizine düşüp” inci ve mücevher değerinde sözler söylemeye başlar.
Bu anlatıma benzer naktedenlerden biri de Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Hüdâyî, Yûnus’un mürşidi Tapduk Emre’nin “şeştâ” çaldığını nakletmekte, bir gün Tapduk yine şeştâ çalmaya başlayınca sesi Yûnus’a dokunmuş, mest olan Yûnus cezbelenip ve sanatını bırakarak Tapduk’a derviş olmuştur. Hatta Tapduk Emre’ye otuz yıl hizmette bulunmuş, şeyhinin kızıyla evlenmiş, pîrinin nefesinin bereketiyle şair de olmuştur.
XVI. yüzyıl tezkirecilerinden Âşık Çelebi, Yûnus’un “kullâb-ı cezbe ile âlem-i mülkten cenâb-ı melekûta çekilmiş, âlemin insân-ı kâmil ve ferîdlerinden” olduğunu kaydetmiş, ardından onun ümmîliğine işaret ederek hal diliyle şiir söylediğini belirtmiştir.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
12.07.2021
Ekleme
Tarihi: 12 Temmuz 2021 - Pazartesi
İSLÂM BİLİM ADAMLARI YUNUS EMRE 2
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
YUNUS EMRE 2
Yunus Emre insan hayatının en önemli konuları olan ölüm, doğum, hayat, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele almıştır. Bu vesileyle de yaşadığı
devrin düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı, usanç vermeyen bir tarzda işlemiştir.
Yunus Emre'nin şiirleri daha söylenip yazıldığı tarihten itibaren ezberlenip okunmaya başlamıştır. Fıtratın yani insanın havas ve duygularının red etmediği ve hatta benimsediği şiirleri, 14. yüzyıldan itibaren şiir tutkunları özellikle de abdallar ve dervişler vasıtasıyla Osmanlı fetihlerine paralel şekilde bütün Anadolu ve Rumeli coğrafyasına yayılmıştır.
Şiirleri aynı zamanda asırlardan beri Anadolu'da ve Rumeli'de faaliyet gösteren tekke ve zaviyelerde kabullenilip, öğrenilip, öğretilerek onların ortak düşüncesi ve sesi olması yanında halk edebiyatının da kaynağı hâline gelmiştir.
Yunus Emre bu haliyle ilgi odağı olamaya devam ederken 20. yüzyılda da yeniden insan sevgisi bakımından yeniden bütün dünya tarafından farklı bakış açılarında değerlendirilerek gündeme oturmuştur.
1991 yılı, UNESCO tarafından Yunus Emre'nin doğumunun 750. yılı olarak anılmıştır.
Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’de anlatıldığına göre Yûnus, Sarıköy’de yaşamış, çiftçilikle geçinmiş fakir bir kişidir. Bu zaman zarfında, bir süre Hacı Bektâş-ı Velî’nin yanında kalmış, bu esnada Hacı Bektaş ona “nefes” vermeyi teklif etmiş, o anda olmasa da bunu daha sonra kabul ederek tekrar tekkeye dönmüş ve nasip istemiştir.
Ancak Hacı Bektâş-ı Velî bu kilidin anahtarının Tapduk Emre’de olduğunu, nasibini ondan alması gerektiğini söyler ve onu Tapduk Emre’ye gönderir.
Tabduk bir gün Yûnus Emre’ye dönüp, “Yûnus, vakit geldi, o hazinenin kilidini açtık, nasibini aldın, hünkârın nefesi yetişti, sen söyle!” der. Bundan sonra gönlü açılan, gözlerinden perde kalkan Yûnus “şevk denizine düşüp” inci ve mücevher değerinde sözler söylemeye başlar.
Bu anlatıma benzer naktedenlerden biri de Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Hüdâyî, Yûnus’un mürşidi Tapduk Emre’nin “şeştâ” çaldığını nakletmekte, bir gün Tapduk yine şeştâ çalmaya başlayınca sesi Yûnus’a dokunmuş, mest olan Yûnus cezbelenip ve sanatını bırakarak Tapduk’a derviş olmuştur. Hatta Tapduk Emre’ye otuz yıl hizmette bulunmuş, şeyhinin kızıyla evlenmiş, pîrinin nefesinin bereketiyle şair de olmuştur.
XVI. yüzyıl tezkirecilerinden Âşık Çelebi, Yûnus’un “kullâb-ı cezbe ile âlem-i mülkten cenâb-ı melekûta çekilmiş, âlemin insân-ı kâmil ve ferîdlerinden” olduğunu kaydetmiş, ardından onun ümmîliğine işaret ederek hal diliyle şiir söylediğini belirtmiştir.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
12.07.2021
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.