İSLÂM BİLİM ADAMLARI İBNÜ’I-ARABÎ 7
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 7
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas, İkinci Meselede Muhyiddin-i Arabî ile ilgili sorulan soruya cevabında:
Eski hocanın sual ettiği üç meselenin izahatı, Risale-i Nur'un eczalarında vardır. Şimdilik icmâlî (kısaca) bir işaret edeceğiz.
Birinci suali: Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzi’ye (dini ve pozif ilimlerde ihtisas sahibi, fizikle ilgilenmiş) mektubunda demiş: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır (başkası)."
Bu ne demektir? Maksat (kastedilen) nedir de soruyor?
Evvelâ: Ona okuduğun Yirmi İkinci Sözün Mukaddimesinde (girişte) tevhid-i hakikî (delilleriyle Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etme) ile tevhid-i zâhirînin (yüzeysel bir bakış açısıyla “Allah’ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür” şeklindeki îmânî tasdik) farkındaki misal ve temsil (örnek ve analoji), maksada işaret eder.
Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıfları ve Makàsıdları (bölüm ve gayeler), o maksadı izah eder.
Bu konunun devamı ve izahı Mektubat tâ bahsettiğim kısımda ikinci mesele ile ilm-i kelam, marifet-i kamile vb. açıklığa kavuşturulmaktadır. Oradan okunabilir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Nur'un İlk Kapısı, s. 148, On İkinci Ders’te Hakikat-ı imaniyeyi ikrar yönünde, Muhyiddin-i Arabî’ye yönlendirilen başka bir soruyu da şu şekilde anlatmaktadır.
Meselâ, bütün bir şehrin ahalisi, Ramazan ayına bakıyorlar. Binler insan, "yok" diye nefiy ve inkâr etseler, iki adam da ispat edip şehadet etse, bütün inkar edenlerin sözleri hiçe iner.
Acaba, kâr-ı akıl mıdır ki, sen desen: "Bu kadar binlerle insanların
tevatürlerini (kalabalık toplulukların aktardıkları haberleri) kabul ederim, o iki adamın şehadetlerini (şahitliklerini) reddederim"?
Aynen bunun gibi, biri çıksa dese, "Koca Avrupa'nın bu kadar hükeması (alimleri) şu hakikat-ı imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamızın sözü nasıl tercih ediliyor?"
Ey bîçare nâdân (çaresiz cahil)! Mesele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mesele, hiç ehil (yetkili) olmadıkları meselelerde nâ-ehil (bu konuda ehil olmayan) birkaç fuzulînin (lüzumsuz, faydasız işlerle uğraşanların) hadsiz ehl-i ihtisasa (sahasında uzman olanlara) karşı söz söylemesidir.
Bir iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hükmünde olan Şeyh Geylânî (Abdulkadir-i Geylani), İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî (Vahdet-i Vücud nazariyesine bağlı, sûfilerden), Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın (sahasında uzman sahibi olan kimseler) icmâlarıdır (bir konu üzerinde söz sahibi, ehil olan alimlarin fikir birliğine varmalarıdır) ki, o hakikati görmüşler, gösteriyorlar.
Koca Avrupa hükeması (alimleri, flozofları) dediğin, madde perest (mataryalist, maddeye taparcasına bağlı olan), akılları gözlerine sukut etmiş (düşmüş), mâneviyattan (gerçeklerden, manevi değerlerden) uzaklaşmış, şems-i hakikatten (hakikat güneşinden) ve hilâl-i haktan âmileşmiş (doğruyu gösteren hilalden kör olmuş), hakkı görmedikleri için hakkı nefyeden (reddeden, inkâr eden), haddinden tecavüz etmiş (çizgiyi aşmış) san'atkârlardır.
Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziyasını ve vücudu hasta olan kimse de suyun tadını inkâr ediyorlar.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
13.10.2022
Ekleme
Tarihi: 13 Ekim 2022 - Perşembe
İSLÂM BİLİM ADAMLARI İBNÜ’I-ARABÎ 7
İSLÂM BİLİM ADAMLARI
İBNÜ’I-ARABÎ 7
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas, İkinci Meselede Muhyiddin-i Arabî ile ilgili sorulan soruya cevabında:
Eski hocanın sual ettiği üç meselenin izahatı, Risale-i Nur'un eczalarında vardır. Şimdilik icmâlî (kısaca) bir işaret edeceğiz.
Birinci suali: Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzi’ye (dini ve pozif ilimlerde ihtisas sahibi, fizikle ilgilenmiş) mektubunda demiş: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır (başkası)."
Bu ne demektir? Maksat (kastedilen) nedir de soruyor?
Evvelâ: Ona okuduğun Yirmi İkinci Sözün Mukaddimesinde (girişte) tevhid-i hakikî (delilleriyle Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etme) ile tevhid-i zâhirînin (yüzeysel bir bakış açısıyla “Allah’ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür” şeklindeki îmânî tasdik) farkındaki misal ve temsil (örnek ve analoji), maksada işaret eder.
Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıfları ve Makàsıdları (bölüm ve gayeler), o maksadı izah eder.
Bu konunun devamı ve izahı Mektubat tâ bahsettiğim kısımda ikinci mesele ile ilm-i kelam, marifet-i kamile vb. açıklığa kavuşturulmaktadır. Oradan okunabilir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Nur'un İlk Kapısı, s. 148, On İkinci Ders’te Hakikat-ı imaniyeyi ikrar yönünde, Muhyiddin-i Arabî’ye yönlendirilen başka bir soruyu da şu şekilde anlatmaktadır.
Meselâ, bütün bir şehrin ahalisi, Ramazan ayına bakıyorlar. Binler insan, "yok" diye nefiy ve inkâr etseler, iki adam da ispat edip şehadet etse, bütün inkar edenlerin sözleri hiçe iner.
Acaba, kâr-ı akıl mıdır ki, sen desen: "Bu kadar binlerle insanların
tevatürlerini (kalabalık toplulukların aktardıkları haberleri) kabul ederim, o iki adamın şehadetlerini (şahitliklerini) reddederim"?
Aynen bunun gibi, biri çıksa dese, "Koca Avrupa'nın bu kadar hükeması (alimleri) şu hakikat-ı imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamızın sözü nasıl tercih ediliyor?"
Ey bîçare nâdân (çaresiz cahil)! Mesele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mesele, hiç ehil (yetkili) olmadıkları meselelerde nâ-ehil (bu konuda ehil olmayan) birkaç fuzulînin (lüzumsuz, faydasız işlerle uğraşanların) hadsiz ehl-i ihtisasa (sahasında uzman olanlara) karşı söz söylemesidir.
Bir iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hükmünde olan Şeyh Geylânî (Abdulkadir-i Geylani), İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî (Vahdet-i Vücud nazariyesine bağlı, sûfilerden), Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın (sahasında uzman sahibi olan kimseler) icmâlarıdır (bir konu üzerinde söz sahibi, ehil olan alimlarin fikir birliğine varmalarıdır) ki, o hakikati görmüşler, gösteriyorlar.
Koca Avrupa hükeması (alimleri, flozofları) dediğin, madde perest (mataryalist, maddeye taparcasına bağlı olan), akılları gözlerine sukut etmiş (düşmüş), mâneviyattan (gerçeklerden, manevi değerlerden) uzaklaşmış, şems-i hakikatten (hakikat güneşinden) ve hilâl-i haktan âmileşmiş (doğruyu gösteren hilalden kör olmuş), hakkı görmedikleri için hakkı nefyeden (reddeden, inkâr eden), haddinden tecavüz etmiş (çizgiyi aşmış) san'atkârlardır.
Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziyasını ve vücudu hasta olan kimse de suyun tadını inkâr ediyorlar.
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
13.10.2022
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.