Özlem Gürbüz
Köşe Yazarı
Özlem Gürbüz
 

KISA BİR EMEK ÖYKÜSÜ

1990 Yılının bir ilkbahar günüydü. Yaprakların yeniden can bulup yeşerdiği, meyvelerin  çiçeklenmeye başlayıp tomurcuklandığı güzel bir mevsimdi. Abidin, Anne-Babasını kaybedeli  henüz 6 ay olmuştu. Esmer tenli, kıvırcık siyah saçlı, kara kaşlı ve kara gözlü güzel bir çocuktu.  Başka da kardeşi yoktu. Tek başınaydı. Abidin annesini ve babasını kaybettikten sonra tesadüf eseri  de olsa başını koyabileceği harabe bir ev bulmuştu kendisine. Camları kırık, duvarlar hep resimlerle ve birtakım sembollerle çizili ve rutubet kokan karanlık iki göz bir odadan ibaretti kaldığı harabe ev. Tek kişilik olup eski bir döşek ve döşeğin üzerinde kalın olmasına rağmen eski bir battaniye vardı.  Yattığı yerin hemen karşısında küçük teneke bir soba kurmuştu ve kış aylarında çalı çırpı toplayarak o şekilde sobayı yakarak ısınırdı. Yine eskise de kalın ve O'nu sıcak tutabilecek bir montu vardı.  Harabe evin küçük tuvaletinde ise banyosunu piknik tüpü üzerinde kazanda suyu ısıtarak yapıyordu. Daha 8 yaşında küçücük bedeniyle koca bir dünyayı omuzlarına alıp yüklenmişti sanki. Ben  merkezciliğinin ahtapot gibi kol gezip dolaştığı bu zalim dünyanın boğulma noktalarına  yakalanmamak için bir yerden bir yere göç edercesine oradan oraya yaprak tanesinin rüzgarda  savrulduğu gibi savruluyordu. Geçimini simit satarak sağlıyordu. Yaşıtları okula giderken, O sadece okulların önünden geçerek onları izlemekle yetiniyordu. Onları izlerken kendisini de hayal  ediyordu. Okula gitmek, okumak istiyordu. Oysa O'nun okuyabilecek ne bir maddi imkanı ne de  O'na destek çıkabilecek bir ailesi vardı. Akrabaları bile O'na sahip çıkmamıştı. Ah zalim dünya! Sen misin zalim, yoksa üzerinde taşıdığın insanlar mı?  Sattığı simitlerden kazandığı paranın yarısını harcayabiliyordu. Ekmek, domates, peynir, meyve  suyu ve süt alabiliyordu harcadıkları ile. Geri kalan parasını döşeğinin altındaki yırtık kısmın  içerisinde biriktirerek saklıyordu. Zaten yanında taşıması tehlikeli idi.   12 yaşına gelmişti. Çöpten bulduğu ders kitaplarının sağladığı imkanlar ile kendi çabaları  eşliğinde okuma-yazma olmakla beraber; toplama-çıkarma-çarpma-bölme öğrenmişti. Çöpten  bulduğu romanları okuması da cabası... Kurşun kalemleri ve defterleri artık kendisi kırtasiyeden  alıyordu. Boş zamanlarında defter üzerinde kendi kendine ders çalışıyordu. Hatta resim defteri ve  sulu boya da almıştı, resim de çizebiliyordu.Hayallerini çiziyordu adeta, olmak istediği kişiliği ve  bulunmayı istediği mevkiyi... Ders çalışırken ve resim çizerken aynı zamanda da eğlendiğini  hissediyordu, mutlu oluyordu. Çizdiği resimleri de bir köşede hep biriktirirdi. Her sabah o resimlere tebessüm eşliğinde bakarak ''Bir gün başaracağım.'' diyordu.   Aradan geçen zamanla beraber Abidin, artık inşaat işinde de çalışıyordu ve inşaatta duvar  ustalığı yapıyordu. Yine vakti oldukça simit satmaya da devam ediyordu. İnşaatta dinlenme  molalarında iken de resimler çiziyordu. Yetenekli idi.   Yıllar geçmişti ve Abidin artık 19 yaşında yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Tabi o harabe evden de artık kurtulmuş, kendisine bir kapıcı dairesi kiralamıştı. Eski ve kirli döşeğini, battaniyesini ve  çocukken giydiği montu bile beraberinde getirmişti o kapıcı dairesine. Resim konusunda kendisini  biraz daha ilerletmişti. Bez üzerinde yağlı boya ile resimler yapabiliyordu.   Bir gün Apartman Yöneticisi, Abidin'in evi nasıl kullandığına dair merakı artmıştı. Yönetici; orta yaşlarda, uzun boylu, iri yarı, gözlüklü ve kel bir adamdı. Bir akşam kapıcı dairesine, yani Abidin'in evine gitmek istedi. Abidin kapıyı açtı ve Yönetici'yi eve buyur etti. Yönetici, gördükleri karşısında  adeta büyülenmiş ve etkilenmişti. Çünkü gördükleri O'nu bir hayli şaşırtmıştı. Her yerde Abidin'in  çizmiş olduğu insan ve manzara resimleri vardı. Hepsini de hiç şüphesiz kendisi çizmişti. Yönetici  O'nu ünlü ressamlarla tanıştırmak ister. Abidin bu teklifi kabul eder. Zaman içerisinde gelişen ve  değişen yeteneği sayesinde dünyaca tanınan çok ünlü bir ressam olur. Türkiye'yi temsil eder. Resim  yarışmalarında birinciliği elde eder ve çok zengin olur. Artık Abidin'in kapıcı dairesinden çoktan  çıkma zamanı gelmiştir. Ama emanetini almadan oradan çıkamazdı. Çok küçük yaşlarda rastgele  kağıtlara çizmiş olduğu resimleri oradan alır ve resimlerine tekrar bakar, o resimlerde hep kendisini  çizmişti. Kupa alırken ve seyirci karşısında mikrofonda konuşur şekilde kendisini çizmişti.  Abidin'in resimlere döktüğü hayalleri artık gerçek olmuştu.   Allah güzel kalp taşıyan herkesin gönlünden geçen tüm hayalleri gerçekleştirsin. (Amin)  (Bu anlatmış olduğum hikaye tamamen hayal ve kurgudur. Gerçeğe dair öğeler yer almamaktadır.)
Ekleme Tarihi: 01 Mayıs 2023 - Pazartesi

KISA BİR EMEK ÖYKÜSÜ


1990 Yılının bir ilkbahar günüydü. Yaprakların yeniden can bulup yeşerdiği, meyvelerin 
çiçeklenmeye başlayıp tomurcuklandığı güzel bir mevsimdi. Abidin, Anne-Babasını kaybedeli 
henüz 6 ay olmuştu. Esmer tenli, kıvırcık siyah saçlı, kara kaşlı ve kara gözlü güzel bir çocuktu. 
Başka da kardeşi yoktu. Tek başınaydı. Abidin annesini ve babasını kaybettikten sonra tesadüf eseri 
de olsa başını koyabileceği harabe bir ev bulmuştu kendisine. Camları kırık, duvarlar hep resimlerle
ve birtakım sembollerle çizili ve rutubet kokan karanlık iki göz bir odadan ibaretti kaldığı harabe ev.
Tek kişilik olup eski bir döşek ve döşeğin üzerinde kalın olmasına rağmen eski bir battaniye vardı. 
Yattığı yerin hemen karşısında küçük teneke bir soba kurmuştu ve kış aylarında çalı çırpı toplayarak
o şekilde sobayı yakarak ısınırdı. Yine eskise de kalın ve O'nu sıcak tutabilecek bir montu vardı. 
Harabe evin küçük tuvaletinde ise banyosunu piknik tüpü üzerinde kazanda suyu ısıtarak yapıyordu.
Daha 8 yaşında küçücük bedeniyle koca bir dünyayı omuzlarına alıp yüklenmişti sanki. Ben 
merkezciliğinin ahtapot gibi kol gezip dolaştığı bu zalim dünyanın boğulma noktalarına 
yakalanmamak için bir yerden bir yere göç edercesine oradan oraya yaprak tanesinin rüzgarda 
savrulduğu gibi savruluyordu. Geçimini simit satarak sağlıyordu. Yaşıtları okula giderken, O sadece
okulların önünden geçerek onları izlemekle yetiniyordu. Onları izlerken kendisini de hayal 
ediyordu. Okula gitmek, okumak istiyordu. Oysa O'nun okuyabilecek ne bir maddi imkanı ne de 
O'na destek çıkabilecek bir ailesi vardı. Akrabaları bile O'na sahip çıkmamıştı. Ah zalim dünya! Sen
misin zalim, yoksa üzerinde taşıdığın insanlar mı?
 Sattığı simitlerden kazandığı paranın yarısını harcayabiliyordu. Ekmek, domates, peynir, meyve 
suyu ve süt alabiliyordu harcadıkları ile. Geri kalan parasını döşeğinin altındaki yırtık kısmın 
içerisinde biriktirerek saklıyordu. Zaten yanında taşıması tehlikeli idi. 
 12 yaşına gelmişti. Çöpten bulduğu ders kitaplarının sağladığı imkanlar ile kendi çabaları 
eşliğinde okuma-yazma olmakla beraber; toplama-çıkarma-çarpma-bölme öğrenmişti. Çöpten 
bulduğu romanları okuması da cabası... Kurşun kalemleri ve defterleri artık kendisi kırtasiyeden 
alıyordu. Boş zamanlarında defter üzerinde kendi kendine ders çalışıyordu. Hatta resim defteri ve 
sulu boya da almıştı, resim de çizebiliyordu.Hayallerini çiziyordu adeta, olmak istediği kişiliği ve 
bulunmayı istediği mevkiyi... Ders çalışırken ve resim çizerken aynı zamanda da eğlendiğini 
hissediyordu, mutlu oluyordu. Çizdiği resimleri de bir köşede hep biriktirirdi. Her sabah o resimlere
tebessüm eşliğinde bakarak ''Bir gün başaracağım.'' diyordu. 
 Aradan geçen zamanla beraber Abidin, artık inşaat işinde de çalışıyordu ve inşaatta duvar 
ustalığı yapıyordu. Yine vakti oldukça simit satmaya da devam ediyordu. İnşaatta dinlenme 
molalarında iken de resimler çiziyordu. Yetenekli idi. 
 Yıllar geçmişti ve Abidin artık 19 yaşında yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Tabi o harabe evden de
artık kurtulmuş, kendisine bir kapıcı dairesi kiralamıştı. Eski ve kirli döşeğini, battaniyesini ve 
çocukken giydiği montu bile beraberinde getirmişti o kapıcı dairesine. Resim konusunda kendisini 
biraz daha ilerletmişti. Bez üzerinde yağlı boya ile resimler yapabiliyordu. 
 Bir gün Apartman Yöneticisi, Abidin'in evi nasıl kullandığına dair merakı artmıştı. Yönetici; orta
yaşlarda, uzun boylu, iri yarı, gözlüklü ve kel bir adamdı. Bir akşam kapıcı dairesine, yani Abidin'in
evine gitmek istedi. Abidin kapıyı açtı ve Yönetici'yi eve buyur etti. Yönetici, gördükleri karşısında 
adeta büyülenmiş ve etkilenmişti. Çünkü gördükleri O'nu bir hayli şaşırtmıştı. Her yerde Abidin'in 
çizmiş olduğu insan ve manzara resimleri vardı. Hepsini de hiç şüphesiz kendisi çizmişti. Yönetici 
O'nu ünlü ressamlarla tanıştırmak ister. Abidin bu teklifi kabul eder. Zaman içerisinde gelişen ve 
değişen yeteneği sayesinde dünyaca tanınan çok ünlü bir ressam olur. Türkiye'yi temsil eder. Resim 
yarışmalarında birinciliği elde eder ve çok zengin olur. Artık Abidin'in kapıcı dairesinden çoktan 
çıkma zamanı gelmiştir. Ama emanetini almadan oradan çıkamazdı. Çok küçük yaşlarda rastgele 
kağıtlara çizmiş olduğu resimleri oradan alır ve resimlerine tekrar bakar, o resimlerde hep kendisini 
çizmişti. Kupa alırken ve seyirci karşısında mikrofonda konuşur şekilde kendisini çizmişti. 
Abidin'in resimlere döktüğü hayalleri artık gerçek olmuştu. 
 Allah güzel kalp taşıyan herkesin gönlünden geçen tüm hayalleri gerçekleştirsin. (Amin)
 (Bu anlatmış olduğum hikaye tamamen hayal ve kurgudur. Gerçeğe dair öğeler yer almamaktadır.)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.