BEN KİMİM? ONLAR NE OLACAK?
BEN KİMİM? ONLAR NE OLACAK?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Zaman zaman her yerden duyarız, ’Biz Türkler şöyle, biz Türkler böyle’ diye başlayan ve devamında, küçültücü aşağılayıcı ve asla kendi milletini beğenmeyen kibirli insanların sözlerini.
Daha geçenlerde bir gazetecinin yer sofrasında yemek yiyenleri nasıl aşağıladığını biliyorsunuz. Ümidini bu topraklardan kesenlerle bu topraklardan beslenenler arasında çok büyük bir fark vardır daima da olacaktır.
Doğrudur, biz Türkler çok biliriz, biz Türkler inançlı insanlarız biz Türkler adaletliyiz ama biz Türkler; bize ait ne varsa onlardan adeta tiksinmişiz.
Geleneğimizi, töremizi, örfümüzü bizi biz yapan ve bize ait ne varsa hayatımızdan çıkarmışız. Elalemin dönüpte bakmak istemedikleri ne varsa baştacı yapmışız.
Yaşantımızı ‘onlara’ uydurmuşuz, kılık kıyafetimizi ‘onlara ‘benzetmişiz yani bizden başka bir biz olmuşuz.
Prof.Dr.Nurhan Atasoy Hocadan bir zamanlar Avrupa için modanın merkezinin İstanbul ve Osmanlı olduğunu duyduğumda biz bu hallere nasıl düştük diye sormadan edemedim.
Peki ne oldu da kendine bu kadar kızgın, yabancı ve küçük gören, şimdilerde şişirilmiş bir egoya hapsedilmiş millet olduk.
Ne oldu bize?
Köklerimizden habersiz yaşamaya çalışırsak, geleceğe umutla bakmak elbette mümkün olmayacak.
Burada çocuk yetiştirmek zorlaşacak, burada evlilikler güçleşecek. Yani biz’’ biz’’ olmayı başaramadığımız müddetçe arafın çocukları olmaya mahkum olacağız.
Asla nereye ait olduğumuzu bilemeyecek ve gelecek kuşaklara manevi miras adına bir şey bırakamayacağız.
Kendi içimizde oluşan boşlukları dolduramamışken, en yakınımızın yaralarını saramaz hale gelmişiz. Kendimize dönüp ‘ben kimim?’…’ Atalarıma bir vefa borcum var ve nasıl öderim’? ‘Dinim İslam ama Müslümanca yaşayamıyorum neden?‘ diyemiyoruz…
Kaygılarımız kavgalarımız sadece dünyalık menfaatler için olmuş…
Müslüman muştulanmış bir zamana sevdalıdır… Her daim ahiretin sevincini ister, bilir ki Dokuz yüz elli yıl da yaşasa Hz.Adem (a.s.) gibi ölüm yine kapısını çalacaktır. Çünkü: ‘Her nefis ölümü tadıcıdır’ buyurur yüceler yücesi.
Tüm bu soruları kendine sorup cevapları kendine dert edinenler de var elbette.
Birçok Avrupalı gelinlerimizden biri olan Meryem’dir mesela. Meryem’le tanışmamızı Allah’ın bir lütfu olarak gördüm hep.
Neden mi?
Meryem’i tanıdığım da yirmi yedi yaşında, başından iki evlilik geçmiş, ikinci evliliğini Almanya ‘da yapmış. Eşinin hastalanmasıyla Türkiye’ye gelmişler. Uzun bir tedavi süreci geçirmişler ama maalesef eşini kaybetmiş.
Meryem bu süre zarfında İslam’la tanışıp Müslüman olmuş. İlk başlar da Meryem’e göre İslamiyet’le Hıristiyanlığın bir farkı yoktur taki Kur’an-ı Kerimi okuyuncaya kadar.
Eşini kaybeden Meryem, hiçbir akrabası olmayan bir ülkede, sadece oğlu iyi bir Müslüman olsun ve yaşasın diye burada kalmaya devem eder.
Bizim beğenmediğimiz, burada eğitim mi olur? Çocuk mu yetişir? Bu ülkede ne olur ki? Dediğimiz yerde Meryem sadece altı yaşında ki oğlu için bu ülkeyi tercih ediyor. Niçin? İyi bir Müslüman iyi bir insan olsun diye…
Meryem biliyordu oğluna burada tutunabileceği kökleri oğlunun ellerine vermişti bir kere. O köklere tutunarak büyüyecek ve güçlenecekti.
Bizim Avrupalı gelinimiz, birilerin bizim üzerimize oynadıkları oyunun tam tersine, bu ülkeden ümidini kesmemişti. Geleceğini bu ülkede temellendirdi…
Özümüze dönmedikten sonra hiçbir sorunu çözebileceğimizi zannetmiyorum. Ben üstüme düşeni en azından yapmaya çalışıyorum…
Derslerine girdiğim tüm çocuklarıma köklerini hatırlatıyorum ve öğrenmeleri için çabalıyorum’ Kendinizi hafife almayın ‘diyorum…Allah’a kulluğu yaşamının gayesi yapmış, ve Allah’ın kullarına hizmeti vazife bilmiş bir ataların torunlarısınız diyorum… Her fert çocuklarına bunları anlatmalı özünü hatırlatmalı.
Asıl soru şu; ‘siz torunlarınıza nasıl bir ata olacaksınız?’
Meryem mi? Meryem tekrar evlendi ve çocukları için burayı yurt bildi…
Vesselam
Ravza Zeybek
Ekleme
Tarihi: 19 Ekim 2022 - Çarşamba
BEN KİMİM? ONLAR NE OLACAK?
BEN KİMİM? ONLAR NE OLACAK?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Zaman zaman her yerden duyarız, ’Biz Türkler şöyle, biz Türkler böyle’ diye başlayan ve devamında, küçültücü aşağılayıcı ve asla kendi milletini beğenmeyen kibirli insanların sözlerini.
Daha geçenlerde bir gazetecinin yer sofrasında yemek yiyenleri nasıl aşağıladığını biliyorsunuz. Ümidini bu topraklardan kesenlerle bu topraklardan beslenenler arasında çok büyük bir fark vardır daima da olacaktır.
Doğrudur, biz Türkler çok biliriz, biz Türkler inançlı insanlarız biz Türkler adaletliyiz ama biz Türkler; bize ait ne varsa onlardan adeta tiksinmişiz.
Geleneğimizi, töremizi, örfümüzü bizi biz yapan ve bize ait ne varsa hayatımızdan çıkarmışız. Elalemin dönüpte bakmak istemedikleri ne varsa baştacı yapmışız.
Yaşantımızı ‘onlara’ uydurmuşuz, kılık kıyafetimizi ‘onlara ‘benzetmişiz yani bizden başka bir biz olmuşuz.
Prof.Dr.Nurhan Atasoy Hocadan bir zamanlar Avrupa için modanın merkezinin İstanbul ve Osmanlı olduğunu duyduğumda biz bu hallere nasıl düştük diye sormadan edemedim.
Peki ne oldu da kendine bu kadar kızgın, yabancı ve küçük gören, şimdilerde şişirilmiş bir egoya hapsedilmiş millet olduk.
Ne oldu bize?
Köklerimizden habersiz yaşamaya çalışırsak, geleceğe umutla bakmak elbette mümkün olmayacak.
Burada çocuk yetiştirmek zorlaşacak, burada evlilikler güçleşecek. Yani biz’’ biz’’ olmayı başaramadığımız müddetçe arafın çocukları olmaya mahkum olacağız.
Asla nereye ait olduğumuzu bilemeyecek ve gelecek kuşaklara manevi miras adına bir şey bırakamayacağız.
Kendi içimizde oluşan boşlukları dolduramamışken, en yakınımızın yaralarını saramaz hale gelmişiz. Kendimize dönüp ‘ben kimim?’…’ Atalarıma bir vefa borcum var ve nasıl öderim’? ‘Dinim İslam ama Müslümanca yaşayamıyorum neden?‘ diyemiyoruz…
Kaygılarımız kavgalarımız sadece dünyalık menfaatler için olmuş…
Müslüman muştulanmış bir zamana sevdalıdır… Her daim ahiretin sevincini ister, bilir ki Dokuz yüz elli yıl da yaşasa Hz.Adem (a.s.) gibi ölüm yine kapısını çalacaktır. Çünkü: ‘Her nefis ölümü tadıcıdır’ buyurur yüceler yücesi.
Tüm bu soruları kendine sorup cevapları kendine dert edinenler de var elbette.
Birçok Avrupalı gelinlerimizden biri olan Meryem’dir mesela. Meryem’le tanışmamızı Allah’ın bir lütfu olarak gördüm hep.
Neden mi?
Meryem’i tanıdığım da yirmi yedi yaşında, başından iki evlilik geçmiş, ikinci evliliğini Almanya ‘da yapmış. Eşinin hastalanmasıyla Türkiye’ye gelmişler. Uzun bir tedavi süreci geçirmişler ama maalesef eşini kaybetmiş.
Meryem bu süre zarfında İslam’la tanışıp Müslüman olmuş. İlk başlar da Meryem’e göre İslamiyet’le Hıristiyanlığın bir farkı yoktur taki Kur’an-ı Kerimi okuyuncaya kadar.
Eşini kaybeden Meryem, hiçbir akrabası olmayan bir ülkede, sadece oğlu iyi bir Müslüman olsun ve yaşasın diye burada kalmaya devem eder.
Bizim beğenmediğimiz, burada eğitim mi olur? Çocuk mu yetişir? Bu ülkede ne olur ki? Dediğimiz yerde Meryem sadece altı yaşında ki oğlu için bu ülkeyi tercih ediyor. Niçin? İyi bir Müslüman iyi bir insan olsun diye…
Meryem biliyordu oğluna burada tutunabileceği kökleri oğlunun ellerine vermişti bir kere. O köklere tutunarak büyüyecek ve güçlenecekti.
Bizim Avrupalı gelinimiz, birilerin bizim üzerimize oynadıkları oyunun tam tersine, bu ülkeden ümidini kesmemişti. Geleceğini bu ülkede temellendirdi…
Özümüze dönmedikten sonra hiçbir sorunu çözebileceğimizi zannetmiyorum. Ben üstüme düşeni en azından yapmaya çalışıyorum…
Derslerine girdiğim tüm çocuklarıma köklerini hatırlatıyorum ve öğrenmeleri için çabalıyorum’ Kendinizi hafife almayın ‘diyorum…Allah’a kulluğu yaşamının gayesi yapmış, ve Allah’ın kullarına hizmeti vazife bilmiş bir ataların torunlarısınız diyorum… Her fert çocuklarına bunları anlatmalı özünü hatırlatmalı.
Asıl soru şu; ‘siz torunlarınıza nasıl bir ata olacaksınız?’
Meryem mi? Meryem tekrar evlendi ve çocukları için burayı yurt bildi…
Vesselam
Ravza Zeybek
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.