Sevgili Zehranur;
Sevgili Zehranur;
Hayattan nakavt yemiş, yere serilmiş bir boksör gibiyim. Bakınıyorum etrafa, elimi
tutup beni şoktan kurtaracak bir Allah dostu bulur muyum diye.
Elini attığı her merciden boş döner mi insan?
Döner, dönermiş...
Sevdiği, sevdikleri yüz vermezmiş her zaman insana.
Herkesin hanede bir işi, bir meşguliyeti var. Evin ergeni de artık benden uzaklaştı.
Hem bedenen hem duygusal olarak. Dünyayı ve dünyamı aydınlatan o kutlu armağan
da elimden kayıp gitmekte yavaş yavaş, büyüyüp serpildikçe.
Ben yine kendimle baş
başa kaldım. Dipsiz kuyu içim. Karanlık dehlizler açılıyor ruhumda ve ben korkuyorum içime yolculuk etmekten. Karman çorman duygularımın labirentinde kayboluyorum.
Ah, Mahbub-u hakikî den kopuk sevmeklerin veled-i zinası duygularım ah, ne
yapayım sizinle? Aynalar kırık, aynalar çarpık. Yoksa aynalar doğru, benim içim mi çarpık?
Ne ara çarpıldım ben?
Neden?
Nasıl?
Amacı ne tüm bu olanların?
Ya da ol(a)mayanların? Kafatasım karıncalanıyor anlama ulaşamadıkça yaşananlara dair.
Bulunduğum mekândan uzaklaşmam lâzım sanki, yoksa kendimi terk edeceğim.
Eskiden olsa varlığımı bir seccadeye atar, göz yaşlarımla dergâh-ı ilahîye sığınırdım mahcup ve mahzun olduğumda. Şimdi beni bu sığınaktan alıkoyan ne?
Neden mutmain değil?
Neden hâlâ gezmek istiyor nefsim?
Macera mı arıyor kendine?
Bulamıyor da zaten. Bulamayınca içine içine patlıyor. Oğlum, "Anne, sen neye kızgınsın?" diye bir sürü sebep arıyor anlam veremediği bu öfkeye.
Çaresizlik hissinin, tıkanmışlık, engellenmişlik, kısıtlanmışlık hissinin nasıl insanı bir saatli bombaya
dönüştürdüğünü nereden bilsin ki çocuk?
Biliyorum aslında hakk'al yakîn derecesinde "Lâ ilahe illallah" dememi sağlayacak bu yaşadıklarım ama neden elim hep telefonda?
Neden hâlâ insanlardan, benim gibi aciz, zavallı insanlardan medet umuyorum? Neden bulunduğum durumun içine hapsolmuş gibi hissediyorum?..
Olmam gereken yer burası değilmiş gibi hissediyorum, neden?
Namaz kılayım, hıçkıra hıçkıra Allah'ı kendime çağırayım diye içimde kurgularken az önce, oğlumun yatma sırasında ona eşlik etmemi istemesinden sonra bu isteğim sönüp
gitsin, neden?
Seccadeden uzaklaştım, yazmaya yöneldim. Analiz etmek teşhisi kolaylaştırır ya.
Belki yazdıkça aydınlanacak içimin dehlizleri...
Yazmak...
Dua kabilinden.
Dua...
Namaz kabilinden...
Dostun Zeynep
Aah Zeyneb'im, ah!
Senin, benim, onun bu hali, tam da asrın müceddidinin şu tarifine uymuyor mu?
"Cenâb-ı Hak (...) nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu, zararları menfaatlere
kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem etti."
Tamam, bu bize problem gibi görünüyor, asla istemeyeceğimiz bir kaos yaşatıyor. Ama belki de bu da bir ilahî iradenin dahilinde seyrediyordur, ne dersin, olamaz mı?
Parantez içinde ne vardı biliyor musun?
Tahmin et bakalım.
Düşündün mü biraz üzerinde?
Tamam, içinden çıkamıyorsun, bir zamanlar ben gibi. O halde birlikte devam edelim aziz dostum.
Ben şöyle düşünüyorum:
Hani yaratılışın temelinde O'nun rahman ve rahîm oluşu var ya _kendi örneğimizde
görüyoruz, vücut makinemizin bizim hiç bir dahlimiz olmadan tıkır tıkır işlemesinde, elimizin gözümüze muhalefet etmeyip dayanışma içerisinde çalışmasında, vs._
E benim de kaderim o Rahman'ın elindeyse, bana acı çektirmekten başka bir manâsı olmalı bana yaşatılan bu halin. Sana da öyle gelmiyor mu?
Teşhisi yapan ruh hekimim rahmetli Said Nursî dede aklımı ve kalbimi ikna eden şöyle bir açıklama getirmişti parantez koyarak atladığım kısımda:
"... hikmet-i ezeliye(si) ile inâyet-i ezeliye(si)nin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidatlarının neşvünemasını irade etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu ..."
Aa çok ilginç değil mi burası? Ben, tek başıma kırk yıl düşünsem muhtemelen aklıma gelmez böyle bir yorum.
O yüzden, hadiselere vahiy gözlüğüyle bakan bir dimağın bana verdiği dersi seninle de paylaşmak istedim.
Hayatın üzerimize dalgalarla gelmesi bizi boğmak için değil, belki onlarla baş etmeyi
öğrenerek kabiliyetlerimizi geliştirmek ve sahil-i selâmete ulaşarak şecere-i yaktîn altında mehtaplı bir gecede dinlenmek demek oluyor bu.
Yûnus peygamberin
hikâyesini biliriz ya. "Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve
gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette" iken hem denize,
hem geceye hem balığa hükmü geçen Hâlıkına yakarıyor. O da onu işitiyor ve sahil-i selâmete çıkarıyor. İşte biz de dalgaya karşı durmaya çalışırken nefsimiz hoşlandı ve kendimizi o dalganın içinde bulduysak bizim balığımız olan nefsimize de, içindeki
karanlık dehlizlere de hükmü geçen bir Zâtı imdadımıza çağırırsak o bizi sahil-i
selâmete çıkaracaktır.
O halde Yûnus aleyhisselâmın kıssasıyla bizi uyaran Rabb'e
kulak verip dalganın içine girmemeye çalışalım, tıpkı bir sörfçü gibi dalgayı önümüze katıp üstüne çıkabilelim.
Anlıyor musun kuzum?
Nasıl atmaca küçücük bir serçeye musallat olduğunda ve serçe ona yakalanmadığında bu sayede çözüm bulma kabiliyetini optimum seviyeye çıkarır. Bu da öyle işte. Tekâmül için yaşatılıyor bize demek ki tüm bunlar.
Hem biz tek değiliz. Bak şu cümleye:
"Hepsini birbirine karıştırarak kâinatın hamuruyla beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kâinatı tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarına tâbi
tuttu."
Biz, kâinata dahil bir parçayız. Yoğruluyoruz demek ki böyle hadiselerle. Sonra Cennete lâyık bir hafifliğe kavuşacak toz topraktan arınan varlığımız.
Selâmet bulasın kardeşim...
Zehranur Yılmaz Kahyaoğulları
Ekleme
Tarihi: 04 Aralık 2022 - Pazar
Sevgili Zehranur;
Sevgili Zehranur;
Hayattan nakavt yemiş, yere serilmiş bir boksör gibiyim. Bakınıyorum etrafa, elimi
tutup beni şoktan kurtaracak bir Allah dostu bulur muyum diye.
Elini attığı her merciden boş döner mi insan?
Döner, dönermiş...
Sevdiği, sevdikleri yüz vermezmiş her zaman insana.
Herkesin hanede bir işi, bir meşguliyeti var. Evin ergeni de artık benden uzaklaştı.
Hem bedenen hem duygusal olarak. Dünyayı ve dünyamı aydınlatan o kutlu armağan
da elimden kayıp gitmekte yavaş yavaş, büyüyüp serpildikçe.
Ben yine kendimle baş
başa kaldım. Dipsiz kuyu içim. Karanlık dehlizler açılıyor ruhumda ve ben korkuyorum içime yolculuk etmekten. Karman çorman duygularımın labirentinde kayboluyorum.
Ah, Mahbub-u hakikî den kopuk sevmeklerin veled-i zinası duygularım ah, ne
yapayım sizinle? Aynalar kırık, aynalar çarpık. Yoksa aynalar doğru, benim içim mi çarpık?
Ne ara çarpıldım ben?
Neden?
Nasıl?
Amacı ne tüm bu olanların?
Ya da ol(a)mayanların? Kafatasım karıncalanıyor anlama ulaşamadıkça yaşananlara dair.
Bulunduğum mekândan uzaklaşmam lâzım sanki, yoksa kendimi terk edeceğim.
Eskiden olsa varlığımı bir seccadeye atar, göz yaşlarımla dergâh-ı ilahîye sığınırdım mahcup ve mahzun olduğumda. Şimdi beni bu sığınaktan alıkoyan ne?
Neden mutmain değil?
Neden hâlâ gezmek istiyor nefsim?
Macera mı arıyor kendine?
Bulamıyor da zaten. Bulamayınca içine içine patlıyor. Oğlum, "Anne, sen neye kızgınsın?" diye bir sürü sebep arıyor anlam veremediği bu öfkeye.
Çaresizlik hissinin, tıkanmışlık, engellenmişlik, kısıtlanmışlık hissinin nasıl insanı bir saatli bombaya
dönüştürdüğünü nereden bilsin ki çocuk?
Biliyorum aslında hakk'al yakîn derecesinde "Lâ ilahe illallah" dememi sağlayacak bu yaşadıklarım ama neden elim hep telefonda?
Neden hâlâ insanlardan, benim gibi aciz, zavallı insanlardan medet umuyorum? Neden bulunduğum durumun içine hapsolmuş gibi hissediyorum?..
Olmam gereken yer burası değilmiş gibi hissediyorum, neden?
Namaz kılayım, hıçkıra hıçkıra Allah'ı kendime çağırayım diye içimde kurgularken az önce, oğlumun yatma sırasında ona eşlik etmemi istemesinden sonra bu isteğim sönüp
gitsin, neden?
Seccadeden uzaklaştım, yazmaya yöneldim. Analiz etmek teşhisi kolaylaştırır ya.
Belki yazdıkça aydınlanacak içimin dehlizleri...
Yazmak...
Dua kabilinden.
Dua...
Namaz kabilinden...
Dostun Zeynep
Aah Zeyneb'im, ah!
Senin, benim, onun bu hali, tam da asrın müceddidinin şu tarifine uymuyor mu?
"Cenâb-ı Hak (...) nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu, zararları menfaatlere
kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem etti."
Tamam, bu bize problem gibi görünüyor, asla istemeyeceğimiz bir kaos yaşatıyor. Ama belki de bu da bir ilahî iradenin dahilinde seyrediyordur, ne dersin, olamaz mı?
Parantez içinde ne vardı biliyor musun?
Tahmin et bakalım.
Düşündün mü biraz üzerinde?
Tamam, içinden çıkamıyorsun, bir zamanlar ben gibi. O halde birlikte devam edelim aziz dostum.
Ben şöyle düşünüyorum:
Hani yaratılışın temelinde O'nun rahman ve rahîm oluşu var ya _kendi örneğimizde
görüyoruz, vücut makinemizin bizim hiç bir dahlimiz olmadan tıkır tıkır işlemesinde, elimizin gözümüze muhalefet etmeyip dayanışma içerisinde çalışmasında, vs._
E benim de kaderim o Rahman'ın elindeyse, bana acı çektirmekten başka bir manâsı olmalı bana yaşatılan bu halin. Sana da öyle gelmiyor mu?
Teşhisi yapan ruh hekimim rahmetli Said Nursî dede aklımı ve kalbimi ikna eden şöyle bir açıklama getirmişti parantez koyarak atladığım kısımda:
"... hikmet-i ezeliye(si) ile inâyet-i ezeliye(si)nin iktizasınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidatlarının neşvünemasını irade etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu ..."
Aa çok ilginç değil mi burası? Ben, tek başıma kırk yıl düşünsem muhtemelen aklıma gelmez böyle bir yorum.
O yüzden, hadiselere vahiy gözlüğüyle bakan bir dimağın bana verdiği dersi seninle de paylaşmak istedim.
Hayatın üzerimize dalgalarla gelmesi bizi boğmak için değil, belki onlarla baş etmeyi
öğrenerek kabiliyetlerimizi geliştirmek ve sahil-i selâmete ulaşarak şecere-i yaktîn altında mehtaplı bir gecede dinlenmek demek oluyor bu.
Yûnus peygamberin
hikâyesini biliriz ya. "Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve
gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette" iken hem denize,
hem geceye hem balığa hükmü geçen Hâlıkına yakarıyor. O da onu işitiyor ve sahil-i selâmete çıkarıyor. İşte biz de dalgaya karşı durmaya çalışırken nefsimiz hoşlandı ve kendimizi o dalganın içinde bulduysak bizim balığımız olan nefsimize de, içindeki
karanlık dehlizlere de hükmü geçen bir Zâtı imdadımıza çağırırsak o bizi sahil-i
selâmete çıkaracaktır.
O halde Yûnus aleyhisselâmın kıssasıyla bizi uyaran Rabb'e
kulak verip dalganın içine girmemeye çalışalım, tıpkı bir sörfçü gibi dalgayı önümüze katıp üstüne çıkabilelim.
Anlıyor musun kuzum?
Nasıl atmaca küçücük bir serçeye musallat olduğunda ve serçe ona yakalanmadığında bu sayede çözüm bulma kabiliyetini optimum seviyeye çıkarır. Bu da öyle işte. Tekâmül için yaşatılıyor bize demek ki tüm bunlar.
Hem biz tek değiliz. Bak şu cümleye:
"Hepsini birbirine karıştırarak kâinatın hamuruyla beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kâinatı tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarına tâbi
tuttu."
Biz, kâinata dahil bir parçayız. Yoğruluyoruz demek ki böyle hadiselerle. Sonra Cennete lâyık bir hafifliğe kavuşacak toz topraktan arınan varlığımız.
Selâmet bulasın kardeşim...
Zehranur Yılmaz Kahyaoğulları
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.