Çoğalmaya Değil, Birleşmeye Ehemmiyet Verilmeli.
Çoğalmaya Değil, Birleşmeye Ehemmiyet Verilmeli.
Şöyle sağıma, soluma bakıyorum da, neredeyse herkes kara kara düşünüyor. Oysa bu şekilde bedbin olmaya gerek yok. Bizi yaratan Rabbimiz (cc) kıyamet kopuncaya kadar bu dünya hayatını huzurla yaşamamız için ne yapmamız gerektiğini Kur’an-ı Kerim diliyle ve “Yaşayan Kur’an” olan Sevgili Peygamberimiz’in (asm) kavlî, fiilî ve takrirî sünnet-i seniyyesi ile belirtmiş.
İşte Kur’an’a ve Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda, çoğalmaktan ziyade birleşmeye ehemmiyet vermemiz gerektiğini görüyoruz. Birleşmek, ancak nerede birleşmek? Kur’an ve Sünnet etrafında…
Bakınız Rabbimiz Kur’an-ı Mübîn’de, “Va’tesimû bihablillâhi cemi’an velâ teferregû…” diye başlayan âyet-i kerimede ne buyuruyor. Meâlen bakalım:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’ân’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân Sûresi / 103)
Kur’an-ı Azimüşşan’a ve Peygamber Efendimiz’in (asm) ve bütün peygamberlerin hayatlarına baktığımızda, çoğalmaya, çokluğa hiç ehemmiyet verilmediği, onun yerine Allah’ın dini olan İslamiyet ve bu dinin yüce prensipleri etrafında sımsıkı kenetlenmeye ehemmiyet verildiğini görürüz.
Peygamberler tarihinde ve Kur’an-ı Kerim’de bu şekilde nice az topluluğun nice çok topluluğu mağlup ettiğinin pek çok örneğini buluruz. Kur’an’ımız bunlardan birini bizlere Bakara Sûresi’nde nakletmektedir.
Talut-Calut hâdisesinde, İslâm ordusunun kumandanı Talut ordusuyla birlikte ilerlerken bir nehir imtihanıyla karşılaşırlar. Çöllerden geçmiş, müthiş susamışlardır. O sırada önlerindeki nehri görmüşlerdir.
İşte o sırada zor bir imtihana tâbi tutulurlar. Cenab-ı Hak, o nehrin suyundan içmeyi yasaklamıştır. İçenlerin ise ancak bir avuç içmelerine izin vermiştir. Ne hazindir ki, ordunun büyük ekseriyeti o sudan kana kana içmiş, bu şekilde emri çiğneyenlerin dizlerinin dermanı kesilmiştir.
Bu durumda iken de emre itaat eden bir avuç topluluğu savaştan caydırmaya çalışmışlardır. O bir avuç topluluk (Tefsirlere göre sayıları 313 kişidir) ise inançlarını haykırmış ve düşmanın karşısına dikilmişlerdir. Şimdi bize bu hâdiseyi haber veren âyet-i kerimeye meâlen bakalım:
“Tâlût askerlerle beraber (cihat için) ayrılınca, ‘Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir avuç içen de istisna edilmiştir (o da benimledir)’ dedi.
İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, ‘Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler.
Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında ‘Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.” (Bakara Sûresi / 249).
Neticede ne oldu? O 313 yiğit kendilerinden katbekat kâfir topluluğunun karşısına dikildi. Daha savaşın başında, orduya katılmış olan ve henüz delikanlı olan Hz. Davut (as) fırlattığı bir sapan taşıyla kâfirlerin kumandanı Câlût’u gebertti.
Ondan sonra İslam askerleri, kâfirleri ekin biçer gibi biçtiler ve muhteşem bir zafer kazandılar. Bedir’de de aynısı oldu. 313 sahabe, kendilerinden üç misli kalabalık müşrik ordusunu bozguna uğrattı. Malazgirt’te, Niğbolu’da, Kosova’da, Varna’da ve kâfirlerle yapılan yüzlerce savaşlarda da aynısı oldu.
40 sahabe 40 senede 40 devleti mağlup etti. Bunu yaparken de azlık idiler. Ancak onlar çoğalmaktan ziyade birleşmeye ehemmiyet vermişlerdi. Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmişlerdi. Başkumandanın gözünün içerisine bakıyor, ağzından çıkacak emri bekliyorlardı. Başkumandan, her devirde belliydi. Peygamber Efendimiz (asm)….
Müslümanların çoğalmaya, taraftar toplamaya bakması yanlış. Onun yerine bütün Müslümanlar Kur’an ve Sünnet etrafında birleşmeye bakmalı. Kâfirlerin adedine ise zerre kadar ehemmiyet vermemeli. İş ciddiye binince, cihad meydanında kılıçlar çekilince, mesele, Allah’ın izniyle bir sapan taşıyla da hallolur.
Burhan Bozgeyik
Ekleme
Tarihi: 11 Nisan 2022 - Pazartesi
Çoğalmaya Değil, Birleşmeye Ehemmiyet Verilmeli.
Çoğalmaya Değil, Birleşmeye Ehemmiyet Verilmeli.
Şöyle sağıma, soluma bakıyorum da, neredeyse herkes kara kara düşünüyor. Oysa bu şekilde bedbin olmaya gerek yok. Bizi yaratan Rabbimiz (cc) kıyamet kopuncaya kadar bu dünya hayatını huzurla yaşamamız için ne yapmamız gerektiğini Kur’an-ı Kerim diliyle ve “Yaşayan Kur’an” olan Sevgili Peygamberimiz’in (asm) kavlî, fiilî ve takrirî sünnet-i seniyyesi ile belirtmiş.
İşte Kur’an’a ve Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda, çoğalmaktan ziyade birleşmeye ehemmiyet vermemiz gerektiğini görüyoruz. Birleşmek, ancak nerede birleşmek? Kur’an ve Sünnet etrafında…
Bakınız Rabbimiz Kur’an-ı Mübîn’de, “Va’tesimû bihablillâhi cemi’an velâ teferregû…” diye başlayan âyet-i kerimede ne buyuruyor. Meâlen bakalım:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’ân’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân Sûresi / 103)
Kur’an-ı Azimüşşan’a ve Peygamber Efendimiz’in (asm) ve bütün peygamberlerin hayatlarına baktığımızda, çoğalmaya, çokluğa hiç ehemmiyet verilmediği, onun yerine Allah’ın dini olan İslamiyet ve bu dinin yüce prensipleri etrafında sımsıkı kenetlenmeye ehemmiyet verildiğini görürüz.
Peygamberler tarihinde ve Kur’an-ı Kerim’de bu şekilde nice az topluluğun nice çok topluluğu mağlup ettiğinin pek çok örneğini buluruz. Kur’an’ımız bunlardan birini bizlere Bakara Sûresi’nde nakletmektedir.
Talut-Calut hâdisesinde, İslâm ordusunun kumandanı Talut ordusuyla birlikte ilerlerken bir nehir imtihanıyla karşılaşırlar. Çöllerden geçmiş, müthiş susamışlardır. O sırada önlerindeki nehri görmüşlerdir.
İşte o sırada zor bir imtihana tâbi tutulurlar. Cenab-ı Hak, o nehrin suyundan içmeyi yasaklamıştır. İçenlerin ise ancak bir avuç içmelerine izin vermiştir. Ne hazindir ki, ordunun büyük ekseriyeti o sudan kana kana içmiş, bu şekilde emri çiğneyenlerin dizlerinin dermanı kesilmiştir.
Bu durumda iken de emre itaat eden bir avuç topluluğu savaştan caydırmaya çalışmışlardır. O bir avuç topluluk (Tefsirlere göre sayıları 313 kişidir) ise inançlarını haykırmış ve düşmanın karşısına dikilmişlerdir. Şimdi bize bu hâdiseyi haber veren âyet-i kerimeye meâlen bakalım:
“Tâlût askerlerle beraber (cihat için) ayrılınca, ‘Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan hiç tatmazsa bendendir (benimledir), ancak eliyle bir avuç içen de istisna edilmiştir (o da benimledir)’ dedi.
İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, ‘Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler.
Kendilerinin, sonunda Allah’ın huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında ‘Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.” (Bakara Sûresi / 249).
Neticede ne oldu? O 313 yiğit kendilerinden katbekat kâfir topluluğunun karşısına dikildi. Daha savaşın başında, orduya katılmış olan ve henüz delikanlı olan Hz. Davut (as) fırlattığı bir sapan taşıyla kâfirlerin kumandanı Câlût’u gebertti.
Ondan sonra İslam askerleri, kâfirleri ekin biçer gibi biçtiler ve muhteşem bir zafer kazandılar. Bedir’de de aynısı oldu. 313 sahabe, kendilerinden üç misli kalabalık müşrik ordusunu bozguna uğrattı. Malazgirt’te, Niğbolu’da, Kosova’da, Varna’da ve kâfirlerle yapılan yüzlerce savaşlarda da aynısı oldu.
40 sahabe 40 senede 40 devleti mağlup etti. Bunu yaparken de azlık idiler. Ancak onlar çoğalmaktan ziyade birleşmeye ehemmiyet vermişlerdi. Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmişlerdi. Başkumandanın gözünün içerisine bakıyor, ağzından çıkacak emri bekliyorlardı. Başkumandan, her devirde belliydi. Peygamber Efendimiz (asm)….
Müslümanların çoğalmaya, taraftar toplamaya bakması yanlış. Onun yerine bütün Müslümanlar Kur’an ve Sünnet etrafında birleşmeye bakmalı. Kâfirlerin adedine ise zerre kadar ehemmiyet vermemeli. İş ciddiye binince, cihad meydanında kılıçlar çekilince, mesele, Allah’ın izniyle bir sapan taşıyla da hallolur.
Burhan Bozgeyik
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.