Bediüzzaman Said Nursi ve Abdülhamid İlişkisi
<p>Bazı kişiler “Abdülhamid’e isyan etti” diyerek Bediüzzaman Said Nursi’ye iftira atmaya devam ediyor. Belli ki bu bilgisizlikleri yüzünden ruzi mahşerde karşılığını acı bir şekilde alacaklar. Böyle bir yanlışa girmek istemeyenler bu yazımı okumalıdır. Zira “iftira etmek” büyük bir kul hakkı doğurur. </p>
<p>Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Bediüzzaman hayatı boyunca daima “müspet hareket” içinde olmuştur. Kendisine hem Osmanlı Döneminde hem de Cumhuriyet döneminde çok ağır işkenceler yapılmasına rağmen daima asayişin lehinde olmuştur. Vefatından önce yapmış olduğu son konuşmasında talebelerine asayişin lehinde hareket etmelerini defalarca tekrar ederek müspet hareketin ne derece önemli olduğunu bizzat hayatı ile göstermiştir.</p>
<p>Çünkü dâhildeki cihat ile hariçteki cihat çok farklıdır. Dâhilde silahla mücadele edilmez. Fakat bir düşman devletle savaş olduğu vakit işte o zaman her şey bir kenara itilir. İşin ucunda ölüm olsa bile savaştan kaçılmaz. Nitekim Bediüzzaman medrese hocası olduğu halde 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz gönüllü talebeleri ile cepheye koşmuş yıllarca Ruslara karşı savaşmıştır. Sonunda ağır yaralı olarak esir düşmüş ve Bolşevik İhtilalinden yararlanarak esir kampından kaçmayı başarmıştır.</p>
<p>Bediüzzaman’ın hayatını okuyanlar niçin İstanbul’a geldiğini çok iyi bilirler. Nitekim Doğu’da Medresetüz Zehra Namı ile bir darülfünun yani üniversite kurmak için Van valisinin mektubu ile Padişah Abdülhamid’e bu önemli projesini aktarmak için geldiğini görmemek için çok cahil olmak gerekir. </p>
<p>Fakat gel gör ki Abdülhamid’in etrafını sarmış olan özellikle Sabetaycı Masonlar bir türlü Abdülhamid ile görüşmesine fırsat vermezler. Üniversite yerine Abdülhamid’in özel parasından vererek (ihsan-ı şahane) kendisini Van’a yani geriye göndermek isterler.</p>
<p>Elbette Bediüzzaman gibi büyük bir İslam âlimi böylesine hayırlı bir iş için ihsan-ı şahaneden de olsa verilecek parayı kabul etmez. İşte bundan sonra kıyamet kopar. Bediüzzaman’ı önce hapishaneye sonrasında da tımarhaneye atarlar. Bu zülüm karşısında dahi Bediüzzaman isyan etmez.</p>
<p>Yıllar sonra İttihatçılar Abdülhamid’i darbe ile tahttan indirdiğinde bu sefer İttihatçılar Bediüzzaman yine hapse atarlar. 31 Mart Vakasında yani 1909 yılında isyan eden askerleri yatıştırdığı halde askeri mahkemede kendisine “sen de Şeriat istemişsin” diye sorulduğunda “Şeriat için bin başım olsa her gün birisi kesilse feda olsun” diyecek kadar cesaret sahibi bir insandır.</p>
<p>Cumhuriyet döneminde Eskişehir, Denizli, Ankara, Afyon, İstanbul ve Samsun mahkemelerinde de suçlayıp yargılama yaparlar. Bütün mahkemelerden beraat eder. Sadece Eskişehir Mahkemesinde tesettür ayeti yüzünden 11 Ay hapis cezası alır. Hapiste iken defalarca zehirlenerek öldürülmesine çalışıldığı halde yine isyan etmez.</p>
<p>Şimdi kalkıp “Bediüzzaman halkı Abdülhamid aleyhinde kışkırttı” diyenlere iftira atmak ise büyük bir sorumluluk ve vebal getirir. Bu nedenle tarihi gerçekleri çarpıtmak yerine 83 yıllık hayatını anlatan kitapları okumalarını tavsiye ediyorum. Bu vesile ile çok sual edilen bir konuya da açıklık getirelim:</p>
<p>Deniliyor ki: “ Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından sonra neşretmiş olduğu nutuklarda Abdülhamid aleyhinde konuştu ve halkı Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için zorladı”. Bunun doğru olmadığını bir sonraki yazımda izah edeceğim. Burada şu kadar söylemek isterim ki; Bediüzzaman’ın Meşrutiyetin ilanından sonra yapmış olduğu nutuk, Misbah gazetesinde 2 Ekim 1908 tarihinde tam metni ile yayınlanmıştır. Burada Abdülhamid aleyhinde tek bir kelime geçmemiştir. Tam tersine “Ey Hürriyet-i Şer’i” diyerek başladığı nutkunu “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber (asm)” şeklinde bitirmiştir.</p>
<p>Aslında bu nutuk Abdülhamid’i desteklemektedir. Çünkü o yıllarda Meşrutiyeti ilan ettiği ve Kanun-u Esasi yani anayasayı imzaladığı için birçok kişi tarafından “din düşmanlığı” ile suçlanmıştır. Abdülhamid gibi hayatını İslam’a hizmet için sarf eden birisine “dinsiz” diyen gerçekten de “yobaz” ithamına layık insanlar bugün az da olsa hala vardır. Bunlar padişahlık sistemine bir kutsiyet atfederek Meşrutiyeti, dinsizlik olarak görmektedirler.</p>
<p>Selanik’te de sözlü olarak dile getirilen bu nutuk ile ilgili olarak bir makale hazırladım. Eğer burada iftiralara cevap olarak vermeye kalksam yazının hacmi iki katına çıkacaktır. Dileyenler ister bu yazıyı okur ya da internette Misbah gazetesinde tam metni yayınlanan bu yazıyı bilgisayarlarına indirerek inceleyebilirler.</p>
<p>İşte bugünkü makalede; Abdülhamit ile Bediüzzaman arasındaki ilişkileri çarpıtarak aktaran kişilere genel bir cevap verilmektedir. Aksini söyleyenlere her ortamda cevap vermeye hazırım. Lakin bu yazımı en azından bir kere okumak şartıyla…</p>
<p>Şimdi yapılan iftiralara cevaplara geçelim. Cevaplar bazı okumayı sevmeyen kişiler için uzun gelebilir lakin bunlar da iftira atmadan önce iyi düşünmeli ve kendilerini sorgulamalıdırlar. Bu yazı onlar içinde bir fırsattır. Soru ve cevap tarzında neler söylenmiş bir bakalım.</p>
<p>Birinci soru ve iftira: “Halife Hakan Abdülhamit Han'ı devirmek isteyenler içerisinde Bedîüzzaman’ın da bulunduğunu ve Sultan’ı “devirmek” gibi bir işin içinde olduğuna dair suçlamalar yapılıyor. </p>
<p>Cevabını hak etmedikleri halde kavli leyin ve yumuşak bir üslup ile vereceğim:</p>
<p>Bediüzzaman’ın Padişah Abdülhamid’i devirmek gibi bir çabası olmamıştır. Hayatını bilenler ve yüzlerce kitabını okuyanlar Osmanlı Devletini ayakta tutmak için Bediüzzaman’ın ne büyük çaba gösterdiğini rahatlıkla anlayabilirler. </p>
<p>Bırakın Abdülhamid’i kendisine zulmeden İttihatçıları dahi devirmeyi düşünmemiştir. Zaten bu konuda hiç delil de yoktur. Lakin Abdülhamid’e yönelik “eleştirileri” vardır. Her eleştiri yapanı “Sultan’ı devirmek istiyor” demek ancak hastalıklı bir bakışın mahsulüdür. Bu konuda yakın tarih ile ilgili çalışmaları ile ön plana çıkan Mustafa Armağan ne diyor: </p>
<p>“Said Nursi’yi, Sultan Abdülhamid’le olan ilişkisinde ve eleştirilerinde çağdaşlarından ve özellikle Mehmed Akif’ten ayıran asıl ince nokta, muhalefetini şahsîleştirmeyişidir… İstanbul’daki ilk yılında her biri Abdülhamid’e düşman olmasına yetecek kadar ağır tecrübeler (akıl hastanesine kapatılmak ve tutuklanmak, sorgulanmak vs.) yaşamış bulunan Bediüzzaman’ın yine de diğer muhaliflerden ayrıldığını net olarak görebiliyoruz. O, Sultan Hamid hakkında, prensiplerden hareket etmek suretiyle hükümler vermeye devam etmiş ve meseleyi şahsîleştirmekten ısrarla kaçınmıştır.</p>
<p>Bediüzzaman, Abdülhamid yönetim tarzını “hafif istibdad” diyerek eleştirmiştir. Fakat eleştirilerinde dahi Abdülhamid’e karşı çıkanların safında durmamış tam tersine Abdülhamid’i savunmuştur.</p>
<p>Münâzarât isimli eserinde “Sultan Abdülhamid’inki, bir şahsın mecburi, cüz’î ve hafif istibdadıdır” demiştir. Bediüzzaman’ın, Abdülhamid Han’ın idaresine yönelik eleştirel tavrını, o tarihlerde başka yazarların yaptığı gibi moda olan ölçüsüz ve bayağı suçlamalarla bir tutmak, çok çirkin bir iftiradır.</p>
<p>Bedîüzzaman’ın hayatını okuyanlar onun kişilik olarak son derece pervasız, hak bildiğini ölümüne söylemekten çekinmeyen mücadeleci bir yapıda olduğunu gayet iyi bilirler. Nitekim bunu Ruslara karşı talebeleriyle birlikte verdiği savaş yıllarında hatta esir kampında kurşuna dizilecekken görmüşlerdir. </p>
<p>31 Mart 1909 olaylarında “Divan-ı Harb-i Örfî” adıyla bilinen sıkıyönetim mahkemesinde idamla yargılanırken de kısaca hayatının her döneminde bilfiil göstermiştir. Bir İslam alimi sıfatıyla hak bildiğini söylemek, İslâm’ın mukadderatıyla ilgili projelerini Sultan’a kabul ettirmek için o dönem Osmanlı bürokrasisi ile de mücadele ettiğini söyleyebiliriz. </p>
<p>Bu mücadelenin sonunda kendisinin, o zamanın Sabetaycıları tarafından, Sultan’ı da etkileyerek bir süreliğine “tımarhaneye” atıldığı da tarihçilerin malumudur. Kapatıldığı hastanenin insaflı doktoru tarafından “Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.” diye rapor verilmiş ve tahliyesi sağlanmıştır.</p>
<p>Osmanlı Devletinin son yıllarında her aydın gibi Bediüzzaman da çareler aramıştır. Sosyal olaylar ve siyasetle ilgilendiği bu döneme kendisi için “Eski Said Dönemi” demiştir. Hayatının sonraki döneminde ise (Bu döneme Yeni Said ismini vermiştir) asıl büyük tehlikenin imansızlıktan geldiğini görerek düşünerek tamamen Kuran ve hadisler üzerine yönelmiştir. Yeni Said döneminde siyasetle hiçbir teması olmamış hatta tek bir gazete dahi okumamıştır. </p>
<p>İşte Osmanlı’nın son yıllarında bu şanlı devletin, düvel-i muazzama (büyük devletler) karşısında başarılı olması için elinden gelen her türlü gayreti gösteriyordu. Bu nedenle Abdülhamid’in bazı uygulamalarına karşı çıkması gayet doğaldır.</p>
<p>Ne yazık ki günümüzde dahi bazı putsever kişiler bir siyasi partinin başkanını eleştirmeyi dahi suç saymaktadırlar. Aynı kafa yapısı güya dindar görünen bazı kişilerde de vardır. Onlara göre “devleti yönetenler asla eleştirilemezler”. Öncelikle bu kafa yapısından kurtulmaları akıl sağlığı açısından son derece yararlı olacaktır.</p>
<p>Bediüzzaman, devlet idaresi ve hürriyetlerle ilgili yaklaşımını “Meşrutiyet-i Meşru’a” ve “Hürriyet-i Şer’iyye” gibi ifadelerle kavramsallaştırmıştır. Dikkat edileceği gibi bu kavramların sonu yine “şer’î” ile bitmektedir. Bediüzzaman hayatına dikkat edildiği takdirde daima Şeriatı anlamak ve bunu tatbik etmek üzere çalıştığı görülecektir. </p>
<p>Ancak ne yazık ki o dönemdeki bütün ıslahat ve reform çabaları, askerler başta olmak üzere “Osmanlı bürokrasisi” karşısında sönüveriyordu. Abdülhamid ve diğer padişahların etrafını sarmış olan yağcı ve dalkavuk kesimler bu çabaları boşa çıkarıyordu. Bu dönemle ilgili olarak Sabetaycı Paşaların fenalıkları yazılsa ciltlerle kitap doldurulabilir. </p>
<p>Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Bediüzzaman gibi cansiperane çalışan bir şahsiyete “Padişahı devirmek isteyen bir adam” yaftası yapıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu çirkin iftira; hala ısıtıp ısıtıp servis edilmektedir.</p>
<p>Bedîüzzaman’ın Abdülhamid hakkındaki olumlu sözleri ve yaklaşımları, eleştirilerinden çok fazladır. Meselâ; 1907’de İstanbul’da, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamberî” diye vasıflandırmaktadır. </p>
<p>Bir başka makalesinde “Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarfet. Ta ki, bi’atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doldur; Yıldız’ı Dârül-Fünûn gibi yap.” şeklinde hitap etmiştir. </p>
<p>Namık Kemal’in Abdülhamid’i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendirirken “Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddâr yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın, (yani Abdülhamid’in) yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün; ...” diyerek aslında kasidede geçen sözlerin Sultan zamanı değil sonraki gerçek istibdat dönemi için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir.</p>
<p>İşin ilginç tarafı Bedîüzzaman, Sultan Abdülhamid’i bir “velî” olarak kabul etmektedir. Ancak onun bu yaklaşımı “Velî dahi olsa Sultan’ın hatâdan hâlî olduğu” anlamına gelmemektedir. O nedenle hak bildiği hususlarda itirazlarını herhangi bir siyasi saikle değil, sırf Allah rızası için dile getirmiştir.</p>
<p>Maalesef bu ince ayrıntı günümüzde bazı kişiler tarafından anlaşılamamaktadır. Onlara göre Sultan Hazretleri velayet sahibi olmakla adeta hatadan masum ve dokunulmazdır. Aynı Şii inançtaki “imam-ı masum” kavramı ile meseleye bakmaktadırlar. Hal böyle olunca zamanında Sultan’a haklı nedenlerle dahi itiraz edenlere düşmanca bir tavır gösterilmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman hakkında yapılan haksız bir eleştiri de “yıllar sonra Sultan’ın torunundan helallik istemesi” meselesidir. Bu konuda 15 yıl önce yazmış olduğum bir makale vardır. Bazı medya organlarında bu konu defalarca gündeme gelmiştir. </p>
<p>İddiaya göre 1959 yılında, Ankara’da, Sultan’ın torunundan helallik istemiş. Bu iddia; aşağıdaki nedenlerden dolayı gerçek değildir. Akla ve vicdana aykırıdır:</p>
<p>1. Bediüzzaman, 1960 yılında vefat etmiştir. Vefatından önce Isparta’da ikamet etmektedir. Son yolculuğuna çıkmak üzere vefatından kısa bir süre önce Urfa’ya gitmek istemiş ve bin bir güçlükle karayoluyla gitmiştir. Urfa’ya gitmezden 3 – 4 ay kadar önce 1 günlüğüne Ankara’ya gitmiştir. Ancak bu yolculukları esnasında talebelerinden ayrı geçirdiği bir zaman dilimi olmamıştır. Eğer olsa idi hatıralarda geçerdi.</p>
<p>2. Dedesine yapılan bir yanlıştan dolayı torunundan helallik istemenin fıkhen geçerli olmadığını, Bediüzzaman’ın böyle bir harekete ihtiyaç duymayacağı bir parça dini bilgisi olanların malumudur. Çünkü eğer özür dilenecek helallik istenecekse bizzat o kişinin kendisine yapılmalıdır.</p>
<p>3. Bediüzzaman’ın eski eserleri de 1950’li yıllarda matbaada çoğaltılırken, bu eserlerinde Sultan hakkında yaptığı eleştirileri ihtiva eden kısımlar aynıyla muhafaza edilmiş, mecmualardan çıkarılmamıştır. Eğer “helallik isteseydi” o hususta yanlış yaptığını kabul etmiş olurdu. Fakat bu konuda hiçbir değişiklikte bulunmamış eski eserlerindeki ifadeleri aynı ile neşretmiştir. Bediüzzaman yaptığı tüm uyarı ve eleştirileri hak namına yaptığından öylesine emindir ki; kitaplarda bunları aynı ile muhafaza etmiştir. Ne pahasına olursa olsun Allah rızası için bir İslam Alimi olarak uyarısını yapmıştır. </p>
<p>Bediüzzaman istikbalde gelecek esas büyük istibdadı önceden hissetmiş ancak “mecburî, cüz’î ve hafif istibdâd” diye tabir etmiştir. Fakat sonraki yıllarda gelecek baskı yönetimi için ise “pek şiddetli külli istibdâd” olarak tanımlama yapmıştır.</p>
<p>Sonuç olarak şunları söyleyerek biz de uyarı ve ikaz görevimizi yapalım:</p>
<p>Günümüzde Cumhurbaşkanı Erdoğan için aynı Abdülhamid gibi değerlendirmeler yapılmaktadır. Bir çok kişi çoğunlukla haksız ve yersiz olarak Erdoğan’ı eleştirmektedir. Erdoğan’da siyasi kariyerine ve tecrübelerine uygun olarak bunlara layığı ne ise pek güzel olarak cevap vermektedir. Zaten eleştiriden çekinen bir insan siyasi parti başkanı veya Cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır da.</p>
<p>Burası gayet normaldir. Lakin bazı kişiler ise aynı Abdülhamid’e karşı gösterilen aşırı sevgi gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da aynı tavrı göstermektedirler. Yapılan her eleştiriyi önyargılı olarak toptan reddetmektedirler. Hatta bu konuda benim yazılarımı aşırı bulup tenkit eden çok sayıda dostum oldu.</p>
<p>Peki, sorayım o zaman: “Ayasofya’yı cami olarak aç” diye 20 yıldır yaptığım tenkit, yanlış mı oldu?</p>
<p>“Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır” dediğim için günaha mı girdim. </p>
<p>Şimdi defalarca yazıp tenkit ettiğim “Ordudan eşi başörtülü diye atılan askerlerin haklarını ver” ve “28 Şubat 1997 darbecileri müebbet hapis cezası aldığı halde serbestçe geziyor. Bunları kodese tık” diye eleştiri yaptığım zaman bel altı yumruk mu vuruyorum?</p>
<p>Aile kurumunu tahrip edip yozlaştıran İstanbul Sözleşmesine, karşı çıkmak ve eleştiri yapmak aynı Abdurrahman Dilipak’a yapıldığı gibi 81 ilin adliyesinde dava açmakla mı sonuçlanmalıdır?</p>
<p>Eğer eleştiri yapılmayıp aynı Abdülhamid döneminde olduğu gibi meydanı yağcı ve dalkavuklara bırakırsak işte o zaman Şanlı Osmanlı Devleti gibi devletimiz de tehlikelere maruz kalacaktır.</p>
<p>Rabbim kıyamete kadar aziz vatanımızı ve cümle Müslümanları korusun, vesselam…</p>
<p>Dr. Vehbi KARA<br />
</p>
Ekleme
Tarihi: 02 Şubat 2021 - Salı
Bediüzzaman Said Nursi ve Abdülhamid İlişkisi
<p>Bazı kişiler “Abdülhamid’e isyan etti” diyerek Bediüzzaman Said Nursi’ye iftira atmaya devam ediyor. Belli ki bu bilgisizlikleri yüzünden ruzi mahşerde karşılığını acı bir şekilde alacaklar. Böyle bir yanlışa girmek istemeyenler bu yazımı okumalıdır. Zira “iftira etmek” büyük bir kul hakkı doğurur. </p>
<p>Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Bediüzzaman hayatı boyunca daima “müspet hareket” içinde olmuştur. Kendisine hem Osmanlı Döneminde hem de Cumhuriyet döneminde çok ağır işkenceler yapılmasına rağmen daima asayişin lehinde olmuştur. Vefatından önce yapmış olduğu son konuşmasında talebelerine asayişin lehinde hareket etmelerini defalarca tekrar ederek müspet hareketin ne derece önemli olduğunu bizzat hayatı ile göstermiştir.</p>
<p>Çünkü dâhildeki cihat ile hariçteki cihat çok farklıdır. Dâhilde silahla mücadele edilmez. Fakat bir düşman devletle savaş olduğu vakit işte o zaman her şey bir kenara itilir. İşin ucunda ölüm olsa bile savaştan kaçılmaz. Nitekim Bediüzzaman medrese hocası olduğu halde 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz gönüllü talebeleri ile cepheye koşmuş yıllarca Ruslara karşı savaşmıştır. Sonunda ağır yaralı olarak esir düşmüş ve Bolşevik İhtilalinden yararlanarak esir kampından kaçmayı başarmıştır.</p>
<p>Bediüzzaman’ın hayatını okuyanlar niçin İstanbul’a geldiğini çok iyi bilirler. Nitekim Doğu’da Medresetüz Zehra Namı ile bir darülfünun yani üniversite kurmak için Van valisinin mektubu ile Padişah Abdülhamid’e bu önemli projesini aktarmak için geldiğini görmemek için çok cahil olmak gerekir. </p>
<p>Fakat gel gör ki Abdülhamid’in etrafını sarmış olan özellikle Sabetaycı Masonlar bir türlü Abdülhamid ile görüşmesine fırsat vermezler. Üniversite yerine Abdülhamid’in özel parasından vererek (ihsan-ı şahane) kendisini Van’a yani geriye göndermek isterler.</p>
<p>Elbette Bediüzzaman gibi büyük bir İslam âlimi böylesine hayırlı bir iş için ihsan-ı şahaneden de olsa verilecek parayı kabul etmez. İşte bundan sonra kıyamet kopar. Bediüzzaman’ı önce hapishaneye sonrasında da tımarhaneye atarlar. Bu zülüm karşısında dahi Bediüzzaman isyan etmez.</p>
<p>Yıllar sonra İttihatçılar Abdülhamid’i darbe ile tahttan indirdiğinde bu sefer İttihatçılar Bediüzzaman yine hapse atarlar. 31 Mart Vakasında yani 1909 yılında isyan eden askerleri yatıştırdığı halde askeri mahkemede kendisine “sen de Şeriat istemişsin” diye sorulduğunda “Şeriat için bin başım olsa her gün birisi kesilse feda olsun” diyecek kadar cesaret sahibi bir insandır.</p>
<p>Cumhuriyet döneminde Eskişehir, Denizli, Ankara, Afyon, İstanbul ve Samsun mahkemelerinde de suçlayıp yargılama yaparlar. Bütün mahkemelerden beraat eder. Sadece Eskişehir Mahkemesinde tesettür ayeti yüzünden 11 Ay hapis cezası alır. Hapiste iken defalarca zehirlenerek öldürülmesine çalışıldığı halde yine isyan etmez.</p>
<p>Şimdi kalkıp “Bediüzzaman halkı Abdülhamid aleyhinde kışkırttı” diyenlere iftira atmak ise büyük bir sorumluluk ve vebal getirir. Bu nedenle tarihi gerçekleri çarpıtmak yerine 83 yıllık hayatını anlatan kitapları okumalarını tavsiye ediyorum. Bu vesile ile çok sual edilen bir konuya da açıklık getirelim:</p>
<p>Deniliyor ki: “ Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından sonra neşretmiş olduğu nutuklarda Abdülhamid aleyhinde konuştu ve halkı Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için zorladı”. Bunun doğru olmadığını bir sonraki yazımda izah edeceğim. Burada şu kadar söylemek isterim ki; Bediüzzaman’ın Meşrutiyetin ilanından sonra yapmış olduğu nutuk, Misbah gazetesinde 2 Ekim 1908 tarihinde tam metni ile yayınlanmıştır. Burada Abdülhamid aleyhinde tek bir kelime geçmemiştir. Tam tersine “Ey Hürriyet-i Şer’i” diyerek başladığı nutkunu “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber (asm)” şeklinde bitirmiştir.</p>
<p>Aslında bu nutuk Abdülhamid’i desteklemektedir. Çünkü o yıllarda Meşrutiyeti ilan ettiği ve Kanun-u Esasi yani anayasayı imzaladığı için birçok kişi tarafından “din düşmanlığı” ile suçlanmıştır. Abdülhamid gibi hayatını İslam’a hizmet için sarf eden birisine “dinsiz” diyen gerçekten de “yobaz” ithamına layık insanlar bugün az da olsa hala vardır. Bunlar padişahlık sistemine bir kutsiyet atfederek Meşrutiyeti, dinsizlik olarak görmektedirler.</p>
<p>Selanik’te de sözlü olarak dile getirilen bu nutuk ile ilgili olarak bir makale hazırladım. Eğer burada iftiralara cevap olarak vermeye kalksam yazının hacmi iki katına çıkacaktır. Dileyenler ister bu yazıyı okur ya da internette Misbah gazetesinde tam metni yayınlanan bu yazıyı bilgisayarlarına indirerek inceleyebilirler.</p>
<p>İşte bugünkü makalede; Abdülhamit ile Bediüzzaman arasındaki ilişkileri çarpıtarak aktaran kişilere genel bir cevap verilmektedir. Aksini söyleyenlere her ortamda cevap vermeye hazırım. Lakin bu yazımı en azından bir kere okumak şartıyla…</p>
<p>Şimdi yapılan iftiralara cevaplara geçelim. Cevaplar bazı okumayı sevmeyen kişiler için uzun gelebilir lakin bunlar da iftira atmadan önce iyi düşünmeli ve kendilerini sorgulamalıdırlar. Bu yazı onlar içinde bir fırsattır. Soru ve cevap tarzında neler söylenmiş bir bakalım.</p>
<p>Birinci soru ve iftira: “Halife Hakan Abdülhamit Han'ı devirmek isteyenler içerisinde Bedîüzzaman’ın da bulunduğunu ve Sultan’ı “devirmek” gibi bir işin içinde olduğuna dair suçlamalar yapılıyor. </p>
<p>Cevabını hak etmedikleri halde kavli leyin ve yumuşak bir üslup ile vereceğim:</p>
<p>Bediüzzaman’ın Padişah Abdülhamid’i devirmek gibi bir çabası olmamıştır. Hayatını bilenler ve yüzlerce kitabını okuyanlar Osmanlı Devletini ayakta tutmak için Bediüzzaman’ın ne büyük çaba gösterdiğini rahatlıkla anlayabilirler. </p>
<p>Bırakın Abdülhamid’i kendisine zulmeden İttihatçıları dahi devirmeyi düşünmemiştir. Zaten bu konuda hiç delil de yoktur. Lakin Abdülhamid’e yönelik “eleştirileri” vardır. Her eleştiri yapanı “Sultan’ı devirmek istiyor” demek ancak hastalıklı bir bakışın mahsulüdür. Bu konuda yakın tarih ile ilgili çalışmaları ile ön plana çıkan Mustafa Armağan ne diyor: </p>
<p>“Said Nursi’yi, Sultan Abdülhamid’le olan ilişkisinde ve eleştirilerinde çağdaşlarından ve özellikle Mehmed Akif’ten ayıran asıl ince nokta, muhalefetini şahsîleştirmeyişidir… İstanbul’daki ilk yılında her biri Abdülhamid’e düşman olmasına yetecek kadar ağır tecrübeler (akıl hastanesine kapatılmak ve tutuklanmak, sorgulanmak vs.) yaşamış bulunan Bediüzzaman’ın yine de diğer muhaliflerden ayrıldığını net olarak görebiliyoruz. O, Sultan Hamid hakkında, prensiplerden hareket etmek suretiyle hükümler vermeye devam etmiş ve meseleyi şahsîleştirmekten ısrarla kaçınmıştır.</p>
<p>Bediüzzaman, Abdülhamid yönetim tarzını “hafif istibdad” diyerek eleştirmiştir. Fakat eleştirilerinde dahi Abdülhamid’e karşı çıkanların safında durmamış tam tersine Abdülhamid’i savunmuştur.</p>
<p>Münâzarât isimli eserinde “Sultan Abdülhamid’inki, bir şahsın mecburi, cüz’î ve hafif istibdadıdır” demiştir. Bediüzzaman’ın, Abdülhamid Han’ın idaresine yönelik eleştirel tavrını, o tarihlerde başka yazarların yaptığı gibi moda olan ölçüsüz ve bayağı suçlamalarla bir tutmak, çok çirkin bir iftiradır.</p>
<p>Bedîüzzaman’ın hayatını okuyanlar onun kişilik olarak son derece pervasız, hak bildiğini ölümüne söylemekten çekinmeyen mücadeleci bir yapıda olduğunu gayet iyi bilirler. Nitekim bunu Ruslara karşı talebeleriyle birlikte verdiği savaş yıllarında hatta esir kampında kurşuna dizilecekken görmüşlerdir. </p>
<p>31 Mart 1909 olaylarında “Divan-ı Harb-i Örfî” adıyla bilinen sıkıyönetim mahkemesinde idamla yargılanırken de kısaca hayatının her döneminde bilfiil göstermiştir. Bir İslam alimi sıfatıyla hak bildiğini söylemek, İslâm’ın mukadderatıyla ilgili projelerini Sultan’a kabul ettirmek için o dönem Osmanlı bürokrasisi ile de mücadele ettiğini söyleyebiliriz. </p>
<p>Bu mücadelenin sonunda kendisinin, o zamanın Sabetaycıları tarafından, Sultan’ı da etkileyerek bir süreliğine “tımarhaneye” atıldığı da tarihçilerin malumudur. Kapatıldığı hastanenin insaflı doktoru tarafından “Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.” diye rapor verilmiş ve tahliyesi sağlanmıştır.</p>
<p>Osmanlı Devletinin son yıllarında her aydın gibi Bediüzzaman da çareler aramıştır. Sosyal olaylar ve siyasetle ilgilendiği bu döneme kendisi için “Eski Said Dönemi” demiştir. Hayatının sonraki döneminde ise (Bu döneme Yeni Said ismini vermiştir) asıl büyük tehlikenin imansızlıktan geldiğini görerek düşünerek tamamen Kuran ve hadisler üzerine yönelmiştir. Yeni Said döneminde siyasetle hiçbir teması olmamış hatta tek bir gazete dahi okumamıştır. </p>
<p>İşte Osmanlı’nın son yıllarında bu şanlı devletin, düvel-i muazzama (büyük devletler) karşısında başarılı olması için elinden gelen her türlü gayreti gösteriyordu. Bu nedenle Abdülhamid’in bazı uygulamalarına karşı çıkması gayet doğaldır.</p>
<p>Ne yazık ki günümüzde dahi bazı putsever kişiler bir siyasi partinin başkanını eleştirmeyi dahi suç saymaktadırlar. Aynı kafa yapısı güya dindar görünen bazı kişilerde de vardır. Onlara göre “devleti yönetenler asla eleştirilemezler”. Öncelikle bu kafa yapısından kurtulmaları akıl sağlığı açısından son derece yararlı olacaktır.</p>
<p>Bediüzzaman, devlet idaresi ve hürriyetlerle ilgili yaklaşımını “Meşrutiyet-i Meşru’a” ve “Hürriyet-i Şer’iyye” gibi ifadelerle kavramsallaştırmıştır. Dikkat edileceği gibi bu kavramların sonu yine “şer’î” ile bitmektedir. Bediüzzaman hayatına dikkat edildiği takdirde daima Şeriatı anlamak ve bunu tatbik etmek üzere çalıştığı görülecektir. </p>
<p>Ancak ne yazık ki o dönemdeki bütün ıslahat ve reform çabaları, askerler başta olmak üzere “Osmanlı bürokrasisi” karşısında sönüveriyordu. Abdülhamid ve diğer padişahların etrafını sarmış olan yağcı ve dalkavuk kesimler bu çabaları boşa çıkarıyordu. Bu dönemle ilgili olarak Sabetaycı Paşaların fenalıkları yazılsa ciltlerle kitap doldurulabilir. </p>
<p>Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Bediüzzaman gibi cansiperane çalışan bir şahsiyete “Padişahı devirmek isteyen bir adam” yaftası yapıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu çirkin iftira; hala ısıtıp ısıtıp servis edilmektedir.</p>
<p>Bedîüzzaman’ın Abdülhamid hakkındaki olumlu sözleri ve yaklaşımları, eleştirilerinden çok fazladır. Meselâ; 1907’de İstanbul’da, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamberî” diye vasıflandırmaktadır. </p>
<p>Bir başka makalesinde “Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarfet. Ta ki, bi’atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doldur; Yıldız’ı Dârül-Fünûn gibi yap.” şeklinde hitap etmiştir. </p>
<p>Namık Kemal’in Abdülhamid’i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendirirken “Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddâr yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın, (yani Abdülhamid’in) yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün; ...” diyerek aslında kasidede geçen sözlerin Sultan zamanı değil sonraki gerçek istibdat dönemi için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir.</p>
<p>İşin ilginç tarafı Bedîüzzaman, Sultan Abdülhamid’i bir “velî” olarak kabul etmektedir. Ancak onun bu yaklaşımı “Velî dahi olsa Sultan’ın hatâdan hâlî olduğu” anlamına gelmemektedir. O nedenle hak bildiği hususlarda itirazlarını herhangi bir siyasi saikle değil, sırf Allah rızası için dile getirmiştir.</p>
<p>Maalesef bu ince ayrıntı günümüzde bazı kişiler tarafından anlaşılamamaktadır. Onlara göre Sultan Hazretleri velayet sahibi olmakla adeta hatadan masum ve dokunulmazdır. Aynı Şii inançtaki “imam-ı masum” kavramı ile meseleye bakmaktadırlar. Hal böyle olunca zamanında Sultan’a haklı nedenlerle dahi itiraz edenlere düşmanca bir tavır gösterilmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman hakkında yapılan haksız bir eleştiri de “yıllar sonra Sultan’ın torunundan helallik istemesi” meselesidir. Bu konuda 15 yıl önce yazmış olduğum bir makale vardır. Bazı medya organlarında bu konu defalarca gündeme gelmiştir. </p>
<p>İddiaya göre 1959 yılında, Ankara’da, Sultan’ın torunundan helallik istemiş. Bu iddia; aşağıdaki nedenlerden dolayı gerçek değildir. Akla ve vicdana aykırıdır:</p>
<p>1. Bediüzzaman, 1960 yılında vefat etmiştir. Vefatından önce Isparta’da ikamet etmektedir. Son yolculuğuna çıkmak üzere vefatından kısa bir süre önce Urfa’ya gitmek istemiş ve bin bir güçlükle karayoluyla gitmiştir. Urfa’ya gitmezden 3 – 4 ay kadar önce 1 günlüğüne Ankara’ya gitmiştir. Ancak bu yolculukları esnasında talebelerinden ayrı geçirdiği bir zaman dilimi olmamıştır. Eğer olsa idi hatıralarda geçerdi.</p>
<p>2. Dedesine yapılan bir yanlıştan dolayı torunundan helallik istemenin fıkhen geçerli olmadığını, Bediüzzaman’ın böyle bir harekete ihtiyaç duymayacağı bir parça dini bilgisi olanların malumudur. Çünkü eğer özür dilenecek helallik istenecekse bizzat o kişinin kendisine yapılmalıdır.</p>
<p>3. Bediüzzaman’ın eski eserleri de 1950’li yıllarda matbaada çoğaltılırken, bu eserlerinde Sultan hakkında yaptığı eleştirileri ihtiva eden kısımlar aynıyla muhafaza edilmiş, mecmualardan çıkarılmamıştır. Eğer “helallik isteseydi” o hususta yanlış yaptığını kabul etmiş olurdu. Fakat bu konuda hiçbir değişiklikte bulunmamış eski eserlerindeki ifadeleri aynı ile neşretmiştir. Bediüzzaman yaptığı tüm uyarı ve eleştirileri hak namına yaptığından öylesine emindir ki; kitaplarda bunları aynı ile muhafaza etmiştir. Ne pahasına olursa olsun Allah rızası için bir İslam Alimi olarak uyarısını yapmıştır. </p>
<p>Bediüzzaman istikbalde gelecek esas büyük istibdadı önceden hissetmiş ancak “mecburî, cüz’î ve hafif istibdâd” diye tabir etmiştir. Fakat sonraki yıllarda gelecek baskı yönetimi için ise “pek şiddetli külli istibdâd” olarak tanımlama yapmıştır.</p>
<p>Sonuç olarak şunları söyleyerek biz de uyarı ve ikaz görevimizi yapalım:</p>
<p>Günümüzde Cumhurbaşkanı Erdoğan için aynı Abdülhamid gibi değerlendirmeler yapılmaktadır. Bir çok kişi çoğunlukla haksız ve yersiz olarak Erdoğan’ı eleştirmektedir. Erdoğan’da siyasi kariyerine ve tecrübelerine uygun olarak bunlara layığı ne ise pek güzel olarak cevap vermektedir. Zaten eleştiriden çekinen bir insan siyasi parti başkanı veya Cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır da.</p>
<p>Burası gayet normaldir. Lakin bazı kişiler ise aynı Abdülhamid’e karşı gösterilen aşırı sevgi gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da aynı tavrı göstermektedirler. Yapılan her eleştiriyi önyargılı olarak toptan reddetmektedirler. Hatta bu konuda benim yazılarımı aşırı bulup tenkit eden çok sayıda dostum oldu.</p>
<p>Peki, sorayım o zaman: “Ayasofya’yı cami olarak aç” diye 20 yıldır yaptığım tenkit, yanlış mı oldu?</p>
<p>“Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır” dediğim için günaha mı girdim. </p>
<p>Şimdi defalarca yazıp tenkit ettiğim “Ordudan eşi başörtülü diye atılan askerlerin haklarını ver” ve “28 Şubat 1997 darbecileri müebbet hapis cezası aldığı halde serbestçe geziyor. Bunları kodese tık” diye eleştiri yaptığım zaman bel altı yumruk mu vuruyorum?</p>
<p>Aile kurumunu tahrip edip yozlaştıran İstanbul Sözleşmesine, karşı çıkmak ve eleştiri yapmak aynı Abdurrahman Dilipak’a yapıldığı gibi 81 ilin adliyesinde dava açmakla mı sonuçlanmalıdır?</p>
<p>Eğer eleştiri yapılmayıp aynı Abdülhamid döneminde olduğu gibi meydanı yağcı ve dalkavuklara bırakırsak işte o zaman Şanlı Osmanlı Devleti gibi devletimiz de tehlikelere maruz kalacaktır.</p>
<p>Rabbim kıyamete kadar aziz vatanımızı ve cümle Müslümanları korusun, vesselam…</p>
<p>Dr. Vehbi KARA<br />
</p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.