Bediüzzaman Said Nursi’nin Memuriyet Hizmeti
<p>Bediüzzaman Said Nursi, Doğuda bir üniversite kurulması maksadı ile 1907 yılında İstanbul’a gelmişti. Medresetüz Zehra adını verdiği bu eğitim kurumu için gayret ediyordu. Bu maksatla Van Valisi Tahir Paşa’nın mektubu ile birlikte Padişah 2. Abdülhamid’e müracaat etmişti.</p>
<p>“Şarkı ayağa kaldıracak dindir” diyerek manevi değerlerin önemine işaret ediyor bu maksatla eğitim kurumlarının açılması için büyük çaba sarf ediyordu. İnşa edilmesini arzu ettiği üniversitede fen ilimleri ile beraber din ilimlerinin de beraber okutulmasını gerekli görüyordu.</p>
<p>Fakat Padişahın çevresinde bulunan bazı zatlar, Bediüzzaman’ın Abdülhamid ile görüşmesine müsaade etmeyip dilekçesini de işleme sokmadılar. Bu görüşme arzusunu haddini aşmak olarak gören devlet erkanı önce Bediüzzaman’ı hapse atar daha sonra da “hapisteki insanlara siyasi dersler verebilir” endişesi ile daha zararsız bir yer olarak gördükleri tımarhaneye gönderirler. Doktorun sağlam şeklindeki raporu ile serbest kalan Bediüzzaman, bu sefer de başka yöntemler kullanılarak etkisizleştirilmeye çalışılır.</p>
<p>Üniversite teklifinden vazgeçsin diye kendisine maaş teklif edilir ve Doğudaki eğitimle ilgili dilekçesinin ilerde görüşüleceği söylenir. Hatta ısrarcı olmaması için bizzat Zaptiye Nazırı Şefik Paşa ricacı olur. Aralarındaki konuşma şu şekilde geçer:</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da bu maaşı yirmi-otuz lira yapacak” der. Bediüzzaman cevap verir: “Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-i sükûttur”</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Neticesi vahimdir”</p>
<p>Bediüzzaman: “Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim, ne ederseniz ediniz”</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Senin dilekçen ve nesr-ı maarif olan maksadın Meclis-i Vükelâ’da derdest-i tezekkürdür” (Yani Mecliste görüşülmek üzere sıraya alınmıştır)</p>
<p>Bediüzzaman: “Acaba maarifi (eğitimi) tehir (geciktirip), maaşı tacil (acele) edersiniz, ne kaide iledir? Menfaat-i şahsiyemi menfaat-i umumiye-i millete tercih ediyorsunuz”.</p>
<p>İşte Medresetüz Zehra girişimi maalesef bu şekilde engellenmişti. Bunun üzerine Bediüzzaman, Fatih Camiinin hemen yanında bulunan Şekercihan da bir medreseye yerleşir. Kaldığı odasının üzerine şu levhayı asar: “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; soru sorulmaz”.</p>
<p>Bunun üzerine İstanbul’daki meşhur alimler gurup gurup Şerkercihan’a gelerek sualler soruyor ve hepsinin de cevaplarını doğru bir şekilde alıyorlardı. İşte Müslümanlar arasında çok az sayıda bulunan “Bediüzzaman” ismi, kendisinin bu özelliğinden dolayı verilmiştir.</p>
<p>Bediüzzaman’ın maksadı gösteriş yapmak ve kendisini büyük göstermek değildi. Çünkü herkes çok iyi biliyordu ki enaniyet ve kendini beğenmekten, riyakârlık diyerek; nefret ederdi. Onun gayesi, o tarihlerde çok küçümsenen Şarki Anadolu’daki ilim ve irfan derecesini göstermek ve üniversite açılmasına teşvik etmekti.</p>
<p>Günümüzde bu tarihi Şekercihan’ın hemen yanında “Şekercihan Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği” adı altında hayatını Bediüzzaman’ın eserlerini neşretmek adına kurulmuş bir sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Devletten hiçbir maddi destek almadan yıllarca iman ve Kuran eğitimi vermeye devam etmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman’ın kimseye karşı minnet etmemesi ve doğru bildiklerini her ortamda dile getirmesi, sırtını belirli makam ve mevkiye dayamış olanları rahatsız etmiştir. Bu nedenle kendilerine pek benzemeyen Bediüzzaman’ı yanlış anlamışlardır. Hâlbuki Abdülhamid Han’ın yapmış olduğu icraatları kendisine yapılan saygısızca tutumlara rağmen daima övmüş olan Bediüzzaman’a günümüzde dahi hala hücum edilebilmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman, Sultan Reşat padişah olunca da eski tavrını sürdürmüştür. Bu hususla ilgili olarak ilginç bir olayı arz edeyim:</p>
<p>Saray’da bir tören düzenlenmişti. Dönemin padişahı Sultan Reşat, törene zamanın diğer âlimleriyle birlikte Bediüzzaman’ı da davet etmişti.</p>
<p>Bediüzzaman, bu davete, yerel kıyafetiyle katılmak istemişti. Ayağında çizmesi, belinde kuşağı ve hançeri, başında da ucunu omuzlarına kadar sarkıttığı sarığı vardı.</p>
<p>Mabeyn makamı yani padişahın özel kalemi; hiç olmazsa bu tören süresince diğer âlim ve hocalar gibi cübbe giymesini rica etmiş bu ısrarlar üzerine, bir cübbe giyerek Saray’a öyle gitmişti.</p>
<p>Şeyhülislâm, âlimler, bakanlar, yüksek rütbeli komutanlar ve üst düzey memurlar “saçak” öpeceklerdi. Padişahın oturduğu tahtın yan tarafından ipekten yapılmış bir kumaş sarkıtılmıştı. Saçak öpme merasimi başladığında, kimi bu saçağı, kimi padişahın eteğini öpüyor, kimi de baş eğip gerisin geri çekiliyordu.</p>
<p>Sıra Bediüzzaman’a gelmişti. Bediüzzaman yerinden çıkmış, dik ve vakur adımlarla yürüyerek Padişahın önüne kadar geldikten sonra eli göğsünde “Esselâmü aleyküm” diyerek selâm vermiş ve Sultan Reşat’ın önünden geçerek gitmişti.</p>
<p>Padişah şaşırmıştı. Çünkü böyle bir tavır; eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. Yanındaki paşaya sorar: “Kim bu adam paşa? Beni mahalle muhtarı mı sandı? Niçin böyle selâm etti?”</p>
<p>Paşa eli önünde bağlı bir halde: “Efendim, bu zâtın lakabı Bediüzzaman, ismi Said’dir. Çok yüksek bir ilmi vardır. Çok da izzetlidir. Feleğe baş eğmeyen biridir.”</p>
<p>Sultan Reşat kısa bir süre düşündü. Durumu kavramıştı. Zaten âlimlere büyük saygısı ve sevgisi olan biriydi. Böyle bir âlim ise onun daha çok ilgisini çekmiş, takdirini kazanmıştı. Herkesin duyabileceği bir şekilde şunları söylemişti: “Ben şimdiye kadar ilmin izzetini koruyan pek az insan gördüm ve tanıdım. Gerçek âlim, işte böyle olmalıdır.”</p>
<p>Bu olaydan sonra Bediüzzaman’la Sultan Reşat samimi iki dost oldu. Hatta Kosava’ya ziyaret için aynı trende yolculuk ettiler. Hatta Medresetüz Zehra projesi için belirli bir tahsisat da ayrıldı. Fakat Birinci Dünya savaşı başlayınca proje temeli atılmasına rağmen yarım kaldı.</p>
<p>Bu yazıyı yazmaktan maksat; Bediüzzaman’ı devlete düşman olarak göstermeye çalışan bazı tarihçilerin kanaatlerini düzeltmek, devlet ve millet için çalışan Bediüzzaman’ı daha iyi tanımaktır.</p>
<p>İslam ve vatan için Birinci Dünya Savaşına Gönüllü Alay komutanı olarak katılan ve ordu temsilcisi olarak Darül Hikmet il İslamiye azası olmuş Bediüzzaman’ın, bu kuruma girişte vermiş olduğu özgeçmiş aşağıda olduğu gibidir:</p>
<p>“Me’murin Ve Ketebe Ve Müstehdemin-İ Devlet-İ Aliyyenin Tercüme-İ Hallerinin Tahliline Mahsus Varakadır.</p>
<p><strong>Sual: 1)</strong> Tercüme-i hal sahibinin isim ve mahlası ve şöhret ve lakabı, bir sülale-i ma’rufeye mensub ise keyfiyet-i nisbeti, mezhebi, ecnebi ise tabiiyyeti, pederinin isim ve meslek ve şöhreti?</p>
<p><strong>Cevap: 1)</strong> İsmim Said, şöhretim Bediüzzaman, pederimin ismi Mirza’dır. Bir sülale-i ma’rufeye nisbetim yoktur. Mezhebim Şafiidir. Devlet-i Aliyyeyi Osmaniye tabiiyyetindeyim.</p>
<p><strong>Sual: 2)</strong> Tarih ve mahall-i veladeti?</p>
<p><strong>Cevap: 2)</strong> Tarih i veladetim 1293’tür. Mahall-i veladetim. Bitlis vilayeti dahilinde Hizan kazası mülhakatından. İsparit nahiyesinin Nurs Karyesidir.</p>
<p><strong>Sual: 3)</strong> Memalik-i Osmaniyye ve ecnebiyyenin resmi ve hususi hangi mekteb ve medreselerinde, yahut muallim-i mahsustan hangi ilim ve fen ve san’at ve lisanları ne dereceye kadar tahsil eylediği, şehadetname ve tasdikname ve icazetname alıp almadığı, almış ise tarihleri. Hangi lisanlarla kitabet yahut yalnız tekellüm ettiği tab ve neşrolunmuş eser ve telifi var ise neye dair olup ne zaman ve nerede tab ve neşrolduğu ihtiraati fenniyye ve hususat-ı saireye dair bir imtiyaz ve ruhsatı haiz ise mahiyeti bir memuriyete ait intihabname veya ehliyetnamesi varsa o me’muriyetin kaçıncı sınıfı için hangi mabalden ne tarihte verildiği?</p>
<p><strong>Cevap: 3)</strong> Bidayet-i tahsilimde mezkur İsparit nahiyesinde biraderim nezdinde mebadi-i ulumu iki sene kadar okudum. Sonra Erzurum’a tabi Bayezit kasabasında Şeyh Muhammed Celali hazretlerinin halka-i tedrisinde tederrüs-ü mutad olan dürusu bi’l-ikmal itmam-ı nüsah eyledim. Harb-ı hazırın ilanı üzere gönüllü olarak alay kumandanı namıyla harbe iştirak eyledim. Bitlis’te Ruslara esir düştüm. Esaretten firar ederek İstanbul’a geldim. Bidayete-i teşekkülünden beri Dar-ül Hikmet-il İslamiye’de aza olarak bulunuyorum. Müşarün ileyh Muhammed Celali Efendi hazretlerinden almış olduğum icazetnameyi zaman-ı esaretimde zayi eyledim. On yedi adet te’lifatım vardır. Birinci Arabiyü’l-ibare olarak te’lif gerdem olan İşarat-ül İ’caz nam tefsir-i şerif ve mantıkta Talikat ve Kızıl İ’caz nam risalelerle El Hutbet-üş Şamiye nam risale-i Arabi… Nokta, Şuaat, Sünuhat, Münazarat, Muhakemat, Tuluat, Lemaat, Rumuz, İşaret, Hutuvat-ı Sitte, İki Musibetin Şehadetnamesi ve Hakikat Çekirdekleri gibi diğer te’lifatım Türkiyy’ül-ibaredir. Te’lifatımın ekserisi irşad-ı Müslimin ve ikaz-ı gafilin için yazılmış münebbihattandır. Türk ve Kürd lisanıyla tekellüm ettiğim gibi Arabi ve Farisi lisanlarıyla yazar ve okurum.</p>
<p>Te’lifatımdan Rumuz, İşarat, Hutuvat-ı Sitte, İki Musibetin Şehadetnamesi, El Hutbet-üş Şamiye, Münazarat, Muhakemat ve Talikat’ın nüshaları kalmamıştır. İhtiraat-ı fenniye ve hususat-ı saire dair bir imtiyaz ve ruhsatı haiz değilim.</p>
<p><strong>Sual: 4)</strong> Evvelce hizmet-i devlete dahil olup da henüz tercüme-i hal varakası vermemiş olanların muvazzaf veya mülazim olarak ne tarihte ve nerede dahil olduğu ve sırasıyla nasıl me’muriyetlere hangi tarihlerde tayin olunup ne miktar maaş veya ücret ve aidat aldığı, her me’muriyette ne zaman ifa-yı vazifeye ve istifa-yı maaşa mübaşeret edip o maaşın ne vakte kadar ahzeylediği arada mazul kalmış ise müddeti ve mazuliyet maaşı almış ise miktarı me’muriyet ve mazuliyetinde muhassesatınca daimi ve muvakkat zamaim ve tenzilat olup olmadığı, ne rütbe ve nişan ve madalyaları hangi tarihlerde ihraz eylediği ecnebi nişan ve madalyaları varsa ne sebeble ve ne zaman verildiği hidemat-ı gayr-ı resmiyede bulunmuş ve me’muriyet-i mahsusa ile bir tarafa i’zam kılınmış ise keyfiyeti?</p>
<p><strong>Cevap 4)</strong> Gönüllü ve bir hizmet-i müftehire olarak harb-ı umumi ilanı esnasında evvela alay müftüsü namıyla ordu-yu humayuna dahil olup saniyen alay kumandanı vazifesini ifa etmekte iken Bitlis’te Ruslara esir düştüm. Bu hizmetlerim hep fahri idi. Yalnız esaretten avdetimde İstanbul’a geldiğimde Harbiye Nezareti ikramiye olarak bana üç ay ellişer liradan yüz elli lira verdi. Bir adet harb madalyası vardır. Başka rütbe ve nişanım yoktur. Ecnebi nişan ve madalyam yoktur. 26/Şevval/1334 tarihli irade-i seniye ile ve beş bin kuruş maaşla Dar-ül Hikmet-il İslamiye azalığına tayin ve 18/Zilkade/1336 tarihli İrade-i Seniye mucibince (mahreç) payesiyle taltif olundum.</p>
<p><strong>Sual: 5)</strong> Bulunduğu me’muriyetlerden infisalı vuku bulmuş ise esbab-ı hakikiyesi ve bilahare cevaz-ı istihdam kararı alıp alamadığı, gerek bunlardan ve gerek vazife-i me’muriyetine taalluk etmiyen ahvalden dolayı taht-ı muhakemeye alınmış ise neticede ne hüküm sadır olduğu ve ceza görüp görmediği?</p>
<p><strong>Cevap: 5)</strong> Şimdiye kadar hiçbir veçhile taht-ı muhakemeye alınmadım. Diğer suallere cevaptan veresteyim.</p>
<p>17/Teşrin-i evvel/1337 Dar-ül Hikmet-il İslamiye azasından Bediüzzaman Said”</p>
<p> </p>
<p>Dr. Vehbi KARA </p>
<p> </p>
Ekleme
Tarihi: 17 Nisan 2020 - Cuma
Bediüzzaman Said Nursi’nin Memuriyet Hizmeti
<p>Bediüzzaman Said Nursi, Doğuda bir üniversite kurulması maksadı ile 1907 yılında İstanbul’a gelmişti. Medresetüz Zehra adını verdiği bu eğitim kurumu için gayret ediyordu. Bu maksatla Van Valisi Tahir Paşa’nın mektubu ile birlikte Padişah 2. Abdülhamid’e müracaat etmişti.</p>
<p>“Şarkı ayağa kaldıracak dindir” diyerek manevi değerlerin önemine işaret ediyor bu maksatla eğitim kurumlarının açılması için büyük çaba sarf ediyordu. İnşa edilmesini arzu ettiği üniversitede fen ilimleri ile beraber din ilimlerinin de beraber okutulmasını gerekli görüyordu.</p>
<p>Fakat Padişahın çevresinde bulunan bazı zatlar, Bediüzzaman’ın Abdülhamid ile görüşmesine müsaade etmeyip dilekçesini de işleme sokmadılar. Bu görüşme arzusunu haddini aşmak olarak gören devlet erkanı önce Bediüzzaman’ı hapse atar daha sonra da “hapisteki insanlara siyasi dersler verebilir” endişesi ile daha zararsız bir yer olarak gördükleri tımarhaneye gönderirler. Doktorun sağlam şeklindeki raporu ile serbest kalan Bediüzzaman, bu sefer de başka yöntemler kullanılarak etkisizleştirilmeye çalışılır.</p>
<p>Üniversite teklifinden vazgeçsin diye kendisine maaş teklif edilir ve Doğudaki eğitimle ilgili dilekçesinin ilerde görüşüleceği söylenir. Hatta ısrarcı olmaması için bizzat Zaptiye Nazırı Şefik Paşa ricacı olur. Aralarındaki konuşma şu şekilde geçer:</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da bu maaşı yirmi-otuz lira yapacak” der. Bediüzzaman cevap verir: “Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-i sükûttur”</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Neticesi vahimdir”</p>
<p>Bediüzzaman: “Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit hayatımı rüşvet getirmişim, ne ederseniz ediniz”</p>
<p>Zaptiye Nazırı: “Senin dilekçen ve nesr-ı maarif olan maksadın Meclis-i Vükelâ’da derdest-i tezekkürdür” (Yani Mecliste görüşülmek üzere sıraya alınmıştır)</p>
<p>Bediüzzaman: “Acaba maarifi (eğitimi) tehir (geciktirip), maaşı tacil (acele) edersiniz, ne kaide iledir? Menfaat-i şahsiyemi menfaat-i umumiye-i millete tercih ediyorsunuz”.</p>
<p>İşte Medresetüz Zehra girişimi maalesef bu şekilde engellenmişti. Bunun üzerine Bediüzzaman, Fatih Camiinin hemen yanında bulunan Şekercihan da bir medreseye yerleşir. Kaldığı odasının üzerine şu levhayı asar: “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; soru sorulmaz”.</p>
<p>Bunun üzerine İstanbul’daki meşhur alimler gurup gurup Şerkercihan’a gelerek sualler soruyor ve hepsinin de cevaplarını doğru bir şekilde alıyorlardı. İşte Müslümanlar arasında çok az sayıda bulunan “Bediüzzaman” ismi, kendisinin bu özelliğinden dolayı verilmiştir.</p>
<p>Bediüzzaman’ın maksadı gösteriş yapmak ve kendisini büyük göstermek değildi. Çünkü herkes çok iyi biliyordu ki enaniyet ve kendini beğenmekten, riyakârlık diyerek; nefret ederdi. Onun gayesi, o tarihlerde çok küçümsenen Şarki Anadolu’daki ilim ve irfan derecesini göstermek ve üniversite açılmasına teşvik etmekti.</p>
<p>Günümüzde bu tarihi Şekercihan’ın hemen yanında “Şekercihan Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği” adı altında hayatını Bediüzzaman’ın eserlerini neşretmek adına kurulmuş bir sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Devletten hiçbir maddi destek almadan yıllarca iman ve Kuran eğitimi vermeye devam etmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman’ın kimseye karşı minnet etmemesi ve doğru bildiklerini her ortamda dile getirmesi, sırtını belirli makam ve mevkiye dayamış olanları rahatsız etmiştir. Bu nedenle kendilerine pek benzemeyen Bediüzzaman’ı yanlış anlamışlardır. Hâlbuki Abdülhamid Han’ın yapmış olduğu icraatları kendisine yapılan saygısızca tutumlara rağmen daima övmüş olan Bediüzzaman’a günümüzde dahi hala hücum edilebilmektedir.</p>
<p>Bediüzzaman, Sultan Reşat padişah olunca da eski tavrını sürdürmüştür. Bu hususla ilgili olarak ilginç bir olayı arz edeyim:</p>
<p>Saray’da bir tören düzenlenmişti. Dönemin padişahı Sultan Reşat, törene zamanın diğer âlimleriyle birlikte Bediüzzaman’ı da davet etmişti.</p>
<p>Bediüzzaman, bu davete, yerel kıyafetiyle katılmak istemişti. Ayağında çizmesi, belinde kuşağı ve hançeri, başında da ucunu omuzlarına kadar sarkıttığı sarığı vardı.</p>
<p>Mabeyn makamı yani padişahın özel kalemi; hiç olmazsa bu tören süresince diğer âlim ve hocalar gibi cübbe giymesini rica etmiş bu ısrarlar üzerine, bir cübbe giyerek Saray’a öyle gitmişti.</p>
<p>Şeyhülislâm, âlimler, bakanlar, yüksek rütbeli komutanlar ve üst düzey memurlar “saçak” öpeceklerdi. Padişahın oturduğu tahtın yan tarafından ipekten yapılmış bir kumaş sarkıtılmıştı. Saçak öpme merasimi başladığında, kimi bu saçağı, kimi padişahın eteğini öpüyor, kimi de baş eğip gerisin geri çekiliyordu.</p>
<p>Sıra Bediüzzaman’a gelmişti. Bediüzzaman yerinden çıkmış, dik ve vakur adımlarla yürüyerek Padişahın önüne kadar geldikten sonra eli göğsünde “Esselâmü aleyküm” diyerek selâm vermiş ve Sultan Reşat’ın önünden geçerek gitmişti.</p>
<p>Padişah şaşırmıştı. Çünkü böyle bir tavır; eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. Yanındaki paşaya sorar: “Kim bu adam paşa? Beni mahalle muhtarı mı sandı? Niçin böyle selâm etti?”</p>
<p>Paşa eli önünde bağlı bir halde: “Efendim, bu zâtın lakabı Bediüzzaman, ismi Said’dir. Çok yüksek bir ilmi vardır. Çok da izzetlidir. Feleğe baş eğmeyen biridir.”</p>
<p>Sultan Reşat kısa bir süre düşündü. Durumu kavramıştı. Zaten âlimlere büyük saygısı ve sevgisi olan biriydi. Böyle bir âlim ise onun daha çok ilgisini çekmiş, takdirini kazanmıştı. Herkesin duyabileceği bir şekilde şunları söylemişti: “Ben şimdiye kadar ilmin izzetini koruyan pek az insan gördüm ve tanıdım. Gerçek âlim, işte böyle olmalıdır.”</p>
<p>Bu olaydan sonra Bediüzzaman’la Sultan Reşat samimi iki dost oldu. Hatta Kosava’ya ziyaret için aynı trende yolculuk ettiler. Hatta Medresetüz Zehra projesi için belirli bir tahsisat da ayrıldı. Fakat Birinci Dünya savaşı başlayınca proje temeli atılmasına rağmen yarım kaldı.</p>
<p>Bu yazıyı yazmaktan maksat; Bediüzzaman’ı devlete düşman olarak göstermeye çalışan bazı tarihçilerin kanaatlerini düzeltmek, devlet ve millet için çalışan Bediüzzaman’ı daha iyi tanımaktır.</p>
<p>İslam ve vatan için Birinci Dünya Savaşına Gönüllü Alay komutanı olarak katılan ve ordu temsilcisi olarak Darül Hikmet il İslamiye azası olmuş Bediüzzaman’ın, bu kuruma girişte vermiş olduğu özgeçmiş aşağıda olduğu gibidir:</p>
<p>“Me’murin Ve Ketebe Ve Müstehdemin-İ Devlet-İ Aliyyenin Tercüme-İ Hallerinin Tahliline Mahsus Varakadır.</p>
<p><strong>Sual: 1)</strong> Tercüme-i hal sahibinin isim ve mahlası ve şöhret ve lakabı, bir sülale-i ma’rufeye mensub ise keyfiyet-i nisbeti, mezhebi, ecnebi ise tabiiyyeti, pederinin isim ve meslek ve şöhreti?</p>
<p><strong>Cevap: 1)</strong> İsmim Said, şöhretim Bediüzzaman, pederimin ismi Mirza’dır. Bir sülale-i ma’rufeye nisbetim yoktur. Mezhebim Şafiidir. Devlet-i Aliyyeyi Osmaniye tabiiyyetindeyim.</p>
<p><strong>Sual: 2)</strong> Tarih ve mahall-i veladeti?</p>
<p><strong>Cevap: 2)</strong> Tarih i veladetim 1293’tür. Mahall-i veladetim. Bitlis vilayeti dahilinde Hizan kazası mülhakatından. İsparit nahiyesinin Nurs Karyesidir.</p>
<p><strong>Sual: 3)</strong> Memalik-i Osmaniyye ve ecnebiyyenin resmi ve hususi hangi mekteb ve medreselerinde, yahut muallim-i mahsustan hangi ilim ve fen ve san’at ve lisanları ne dereceye kadar tahsil eylediği, şehadetname ve tasdikname ve icazetname alıp almadığı, almış ise tarihleri. Hangi lisanlarla kitabet yahut yalnız tekellüm ettiği tab ve neşrolunmuş eser ve telifi var ise neye dair olup ne zaman ve nerede tab ve neşrolduğu ihtiraati fenniyye ve hususat-ı saireye dair bir imtiyaz ve ruhsatı haiz ise mahiyeti bir memuriyete ait intihabname veya ehliyetnamesi varsa o me’muriyetin kaçıncı sınıfı için hangi mabalden ne tarihte verildiği?</p>
<p><strong>Cevap: 3)</strong> Bidayet-i tahsilimde mezkur İsparit nahiyesinde biraderim nezdinde mebadi-i ulumu iki sene kadar okudum. Sonra Erzurum’a tabi Bayezit kasabasında Şeyh Muhammed Celali hazretlerinin halka-i tedrisinde tederrüs-ü mutad olan dürusu bi’l-ikmal itmam-ı nüsah eyledim. Harb-ı hazırın ilanı üzere gönüllü olarak alay kumandanı namıyla harbe iştirak eyledim. Bitlis’te Ruslara esir düştüm. Esaretten firar ederek İstanbul’a geldim. Bidayete-i teşekkülünden beri Dar-ül Hikmet-il İslamiye’de aza olarak bulunuyorum. Müşarün ileyh Muhammed Celali Efendi hazretlerinden almış olduğum icazetnameyi zaman-ı esaretimde zayi eyledim. On yedi adet te’lifatım vardır. Birinci Arabiyü’l-ibare olarak te’lif gerdem olan İşarat-ül İ’caz nam tefsir-i şerif ve mantıkta Talikat ve Kızıl İ’caz nam risalelerle El Hutbet-üş Şamiye nam risale-i Arabi… Nokta, Şuaat, Sünuhat, Münazarat, Muhakemat, Tuluat, Lemaat, Rumuz, İşaret, Hutuvat-ı Sitte, İki Musibetin Şehadetnamesi ve Hakikat Çekirdekleri gibi diğer te’lifatım Türkiyy’ül-ibaredir. Te’lifatımın ekserisi irşad-ı Müslimin ve ikaz-ı gafilin için yazılmış münebbihattandır. Türk ve Kürd lisanıyla tekellüm ettiğim gibi Arabi ve Farisi lisanlarıyla yazar ve okurum.</p>
<p>Te’lifatımdan Rumuz, İşarat, Hutuvat-ı Sitte, İki Musibetin Şehadetnamesi, El Hutbet-üş Şamiye, Münazarat, Muhakemat ve Talikat’ın nüshaları kalmamıştır. İhtiraat-ı fenniye ve hususat-ı saire dair bir imtiyaz ve ruhsatı haiz değilim.</p>
<p><strong>Sual: 4)</strong> Evvelce hizmet-i devlete dahil olup da henüz tercüme-i hal varakası vermemiş olanların muvazzaf veya mülazim olarak ne tarihte ve nerede dahil olduğu ve sırasıyla nasıl me’muriyetlere hangi tarihlerde tayin olunup ne miktar maaş veya ücret ve aidat aldığı, her me’muriyette ne zaman ifa-yı vazifeye ve istifa-yı maaşa mübaşeret edip o maaşın ne vakte kadar ahzeylediği arada mazul kalmış ise müddeti ve mazuliyet maaşı almış ise miktarı me’muriyet ve mazuliyetinde muhassesatınca daimi ve muvakkat zamaim ve tenzilat olup olmadığı, ne rütbe ve nişan ve madalyaları hangi tarihlerde ihraz eylediği ecnebi nişan ve madalyaları varsa ne sebeble ve ne zaman verildiği hidemat-ı gayr-ı resmiyede bulunmuş ve me’muriyet-i mahsusa ile bir tarafa i’zam kılınmış ise keyfiyeti?</p>
<p><strong>Cevap 4)</strong> Gönüllü ve bir hizmet-i müftehire olarak harb-ı umumi ilanı esnasında evvela alay müftüsü namıyla ordu-yu humayuna dahil olup saniyen alay kumandanı vazifesini ifa etmekte iken Bitlis’te Ruslara esir düştüm. Bu hizmetlerim hep fahri idi. Yalnız esaretten avdetimde İstanbul’a geldiğimde Harbiye Nezareti ikramiye olarak bana üç ay ellişer liradan yüz elli lira verdi. Bir adet harb madalyası vardır. Başka rütbe ve nişanım yoktur. Ecnebi nişan ve madalyam yoktur. 26/Şevval/1334 tarihli irade-i seniye ile ve beş bin kuruş maaşla Dar-ül Hikmet-il İslamiye azalığına tayin ve 18/Zilkade/1336 tarihli İrade-i Seniye mucibince (mahreç) payesiyle taltif olundum.</p>
<p><strong>Sual: 5)</strong> Bulunduğu me’muriyetlerden infisalı vuku bulmuş ise esbab-ı hakikiyesi ve bilahare cevaz-ı istihdam kararı alıp alamadığı, gerek bunlardan ve gerek vazife-i me’muriyetine taalluk etmiyen ahvalden dolayı taht-ı muhakemeye alınmış ise neticede ne hüküm sadır olduğu ve ceza görüp görmediği?</p>
<p><strong>Cevap: 5)</strong> Şimdiye kadar hiçbir veçhile taht-ı muhakemeye alınmadım. Diğer suallere cevaptan veresteyim.</p>
<p>17/Teşrin-i evvel/1337 Dar-ül Hikmet-il İslamiye azasından Bediüzzaman Said”</p>
<p> </p>
<p>Dr. Vehbi KARA </p>
<p> </p>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.