Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Bediüzzaman’ı kabrinde dahi rahat bırakmıyorlar

Bediüzzaman’ı kabrinde dahi rahat bırakmıyorlar Bediüzzaman Said Nursi, bir savaş gazisi ve aynı zamanda büyük bir İslam alimidir. Bununla birlikte 27 Mayıs 1960 darbecileri tarafından mezarına karşı saygısızlık gösterilmiş ve Urfa’da bulunan kabri askeri uçakla Isparta’ya nakledilmiştir. Darbecilerin yaptığı bu çirkin davranıştan yıllar sonra bazı kişiler bu nakil işini dillerine dolayarak Bediüzzaman’ın vasiyetine aykırı işlere girişmişlerdir. Hatta bir yazar arkadaşım “Bediüzzaman’ı hiç olmaz ise kabrinde rahat bırakın” dediğim için sosyal medya platformunda beni engellemiştir. Demek ki; bu meseleyi tekrar izah etme lüzumu doğmuştur. Zira Bediüzzaman’ın mezarı ile ilgili olarak sağlığında iken söylemiş olduğu ve yazdığı hususların aksine davranışların önüne geçmek gereklidir. Konuyu kısaca özetlemek gerekirse: Bediüzzaman, 23 Mart 1960 günü Ramazan ayının 25. günü vefat etmiştir. Vefatından üç ay geçtikten sonra cenazesi, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan albaylar cuntası tarafından; kabri açılarak Isparta’ya askeri uçakla getirilmiş ve buraya defnedilmiştir. Bu işlem esnasında kardeşi Abdülmecid Ünlükul’a zorla dilekçe imzalatılmış ve mezarının yer değiştirilmesine dair belge düzenlenmiştir. Bediüzzaman’ın kabir yeri ile ilgili çok önemli husus ise şudur: Bediüzzaman, hayatta iken kabristanda yapılan ve İslam’a uygun olmayan tutum ve davranışlardan son derece rahatsız oluyordu. Bir mektubunda  “Dünyada insanlarla görüşmekten beni men eden ihlas hakikatı, ahirette de kabrimin bilinmemesini iktiza eder…”  şeklinde ifadesi vardır. Ne ilginçtir ki; bu vasiyeti kendisinden hoşlanmayan darbeci askerler tarafından yerine getirilmiştir. Mezarı, Urfa’dan alınarak Isparta’da bilinmeyen bir yere nakledilmiştir. Yine ne ilginçtir ki; aradan tam dokuz yıl geçtikten sonra bir talebesinin evladı vefat ettikten sonra bu mezar yeri bulunur. Hayatta olan önemli talebelerine haber verilir ve vasiyetine uygun olarak kimsenin bilmediği bir yere yeniden defnedilir. Demek ki Bediüzzaman, Allah’ın çok sevdiği bir kul imiş ki; bu isteği vefatından yıllar sonra da olsa kendisini sevmeyen insanlar tarafından yerine getirilmiştir.  Belki de dünyada hiçbir yerde mezarın tahrip edilerek cenazenin bilinmeyen bir yere nakledilmesi gibi çirkin bir muamele hiç yapılmamıştır. Fakat darbe yaparak Başbakan Adnan Menderes’i ve önemli bakanları idam eden böylesine gözü dönmüş bir cuntanın daha yüzlerce skandal icraatı vardır. Bin yıldan beri İslam’ın bayraktarı olan bu milletin başına musallat olan bu darbeci askerlerden böylesine çirkin icraatlar beklenebilir. Bu nedenle yapılan mezar soygunculuğunu ruz-i mahşere havale etmekten başka çaremiz yoktur. Lakin devletin bu çirkin tutumlara karşı yapması gereken önemli sorumlulukları vardır. Bediüzzaman’ın aziz hatırasına uygun bir şekilde bizzat devlet tarafından anma etkinlikleri, konferans ve çalıştaylar düzenlenerek bu kahraman vatan evladına karşı devletin vefası ve sorumluluğu yerine getirilmelidir. Bediüzzaman’ın üzerine titrediği ve okunması için çok büyük gayret gösterdiği Risale-i Nur eserlerinde mezarı ile ilgili çok ilginç detaylar mevcuttur. Zaten bu eserleri okuyan ve kendilerine Nur Talebesi adı verilen kişilerin; Bediüzzaman ın kabri ile alakalı bir istekleri, araştırmaları olmamıştır. Çünkü önemli olan kabir değil eserleridir. O eserlerden faydalanmak önceliklidir. Hâlihazırda insanlarımızın büyük zat olarak bilinen kişilerin kabirlerine bez, çaput bağlamaktan tutunda adeta şirke varan davranışlar sergilediklerini görüyoruz. Bu yüzden Bediüzzaman’ın takipçilerinin “kabri bulunsun” diye bir talepleri olmamıştır. Kabir meselesini daima Nur Talebelerinin dışındaki insanlar gündeme getirmektedir. Bediüzzaman sağlığında bile kendisini ziyarete gelenleri kabul etmemiş, “beni ziyaret etmek yerine eserlerimi okuyun” tavsiyesinde bulunmuştur. Sağlığında kendisinin ziyaret edilmesini istemeyen bir zat; elbette vefatından sonra da kabrinin ziyaret edilmesini istemez. Bu hususu eserlerinde de açıkça dile getirmiştir. Bediuzzaman’ın vasiyeti olarak elimizde bazı mektupları vardır. Bunlar eserlerinde de yayınlanmıştır. Bediuzzaman "benim kabrimi bir kaç talebemden başkası bilmemesi gerekir" demektedir. Kabir ziyareti yerine bir Fatiha okunmasını istemektedir. Benim de okuyucularımdan istirhamım bu yazıyı okurken bir Fatiha ile geçmiş ecdadımıza ve Bediüzzaman’a bir dua etmeleridir. Mezar yeri konusunda Nur Talebeleri, Bediuzzaman in vasiyeti doğrultusunda hareket etmektedirler. Hatta eserlerini okuyan insanların büyük çoğunluğu bu konuda ittifak halindedir. Sevad-ı azama ittiba etmek yani çoğunluğun tercihine göre davranmak çok önemlidir. Makalenin bir sınırı vardır bu nedenle kısaca yazmak gerekiyor. Asıl ilginç husus; Bediüzzaman’ın “Eddai” şiiridir. Burada çok açık bir keramet vardır. Yaşlı bir dostum anlatmıştı; Üstadın cenazesine Urfa ya gidiyor. Sonra bu şiir akıllarına geliyor. Bakıyorlar ki şiirde "Said’den 79 emvat baasam alama" kısmı var. Takvime bakıyorlar sene hicri 1379. Demek ki bu seneye kadar yaşayacağını Rabbim bir şekilde göstermiş ve şiirin sonunda bunu haşiye olarak yazmış. Daha ilginç olan ise yine aynı şiirde "sekseninci olmuştur... yıkılmış ki mezarım yığılmıştır içine" bahsi var. Allah in takdirine bakın ki vefatından sonra Bediüzzaman in mezarı şiirdeki gibi yıkılmıştır. Yıkıldığı tarihte ise sene hicri 1380’dir. Lemaat isimli eserinde geçen bu Eddai şiiri, 1923 yılında yazılmıştır. Ne ilginçtir ki; tam 37 yıl sonra yazdığı gibi aynen vuku bulmuştur, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Ekleme Tarihi: 05 Temmuz 2022 - Salı

Bediüzzaman’ı kabrinde dahi rahat bırakmıyorlar

Bediüzzaman’ı kabrinde dahi rahat bırakmıyorlar Bediüzzaman Said Nursi, bir savaş gazisi ve aynı zamanda büyük bir İslam alimidir. Bununla birlikte 27 Mayıs 1960 darbecileri tarafından mezarına karşı saygısızlık gösterilmiş ve Urfa’da bulunan kabri askeri uçakla Isparta’ya nakledilmiştir. Darbecilerin yaptığı bu çirkin davranıştan yıllar sonra bazı kişiler bu nakil işini dillerine dolayarak Bediüzzaman’ın vasiyetine aykırı işlere girişmişlerdir. Hatta bir yazar arkadaşım “Bediüzzaman’ı hiç olmaz ise kabrinde rahat bırakın” dediğim için sosyal medya platformunda beni engellemiştir. Demek ki; bu meseleyi tekrar izah etme lüzumu doğmuştur. Zira Bediüzzaman’ın mezarı ile ilgili olarak sağlığında iken söylemiş olduğu ve yazdığı hususların aksine davranışların önüne geçmek gereklidir. Konuyu kısaca özetlemek gerekirse: Bediüzzaman, 23 Mart 1960 günü Ramazan ayının 25. günü vefat etmiştir. Vefatından üç ay geçtikten sonra cenazesi, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan albaylar cuntası tarafından; kabri açılarak Isparta’ya askeri uçakla getirilmiş ve buraya defnedilmiştir. Bu işlem esnasında kardeşi Abdülmecid Ünlükul’a zorla dilekçe imzalatılmış ve mezarının yer değiştirilmesine dair belge düzenlenmiştir. Bediüzzaman’ın kabir yeri ile ilgili çok önemli husus ise şudur: Bediüzzaman, hayatta iken kabristanda yapılan ve İslam’a uygun olmayan tutum ve davranışlardan son derece rahatsız oluyordu. Bir mektubunda  “Dünyada insanlarla görüşmekten beni men eden ihlas hakikatı, ahirette de kabrimin bilinmemesini iktiza eder…”  şeklinde ifadesi vardır. Ne ilginçtir ki; bu vasiyeti kendisinden hoşlanmayan darbeci askerler tarafından yerine getirilmiştir. Mezarı, Urfa’dan alınarak Isparta’da bilinmeyen bir yere nakledilmiştir. Yine ne ilginçtir ki; aradan tam dokuz yıl geçtikten sonra bir talebesinin evladı vefat ettikten sonra bu mezar yeri bulunur. Hayatta olan önemli talebelerine haber verilir ve vasiyetine uygun olarak kimsenin bilmediği bir yere yeniden defnedilir. Demek ki Bediüzzaman, Allah’ın çok sevdiği bir kul imiş ki; bu isteği vefatından yıllar sonra da olsa kendisini sevmeyen insanlar tarafından yerine getirilmiştir.  Belki de dünyada hiçbir yerde mezarın tahrip edilerek cenazenin bilinmeyen bir yere nakledilmesi gibi çirkin bir muamele hiç yapılmamıştır. Fakat darbe yaparak Başbakan Adnan Menderes’i ve önemli bakanları idam eden böylesine gözü dönmüş bir cuntanın daha yüzlerce skandal icraatı vardır. Bin yıldan beri İslam’ın bayraktarı olan bu milletin başına musallat olan bu darbeci askerlerden böylesine çirkin icraatlar beklenebilir. Bu nedenle yapılan mezar soygunculuğunu ruz-i mahşere havale etmekten başka çaremiz yoktur. Lakin devletin bu çirkin tutumlara karşı yapması gereken önemli sorumlulukları vardır. Bediüzzaman’ın aziz hatırasına uygun bir şekilde bizzat devlet tarafından anma etkinlikleri, konferans ve çalıştaylar düzenlenerek bu kahraman vatan evladına karşı devletin vefası ve sorumluluğu yerine getirilmelidir. Bediüzzaman’ın üzerine titrediği ve okunması için çok büyük gayret gösterdiği Risale-i Nur eserlerinde mezarı ile ilgili çok ilginç detaylar mevcuttur. Zaten bu eserleri okuyan ve kendilerine Nur Talebesi adı verilen kişilerin; Bediüzzaman ın kabri ile alakalı bir istekleri, araştırmaları olmamıştır. Çünkü önemli olan kabir değil eserleridir. O eserlerden faydalanmak önceliklidir. Hâlihazırda insanlarımızın büyük zat olarak bilinen kişilerin kabirlerine bez, çaput bağlamaktan tutunda adeta şirke varan davranışlar sergilediklerini görüyoruz. Bu yüzden Bediüzzaman’ın takipçilerinin “kabri bulunsun” diye bir talepleri olmamıştır. Kabir meselesini daima Nur Talebelerinin dışındaki insanlar gündeme getirmektedir. Bediüzzaman sağlığında bile kendisini ziyarete gelenleri kabul etmemiş, “beni ziyaret etmek yerine eserlerimi okuyun” tavsiyesinde bulunmuştur. Sağlığında kendisinin ziyaret edilmesini istemeyen bir zat; elbette vefatından sonra da kabrinin ziyaret edilmesini istemez. Bu hususu eserlerinde de açıkça dile getirmiştir. Bediuzzaman’ın vasiyeti olarak elimizde bazı mektupları vardır. Bunlar eserlerinde de yayınlanmıştır. Bediuzzaman "benim kabrimi bir kaç talebemden başkası bilmemesi gerekir" demektedir. Kabir ziyareti yerine bir Fatiha okunmasını istemektedir. Benim de okuyucularımdan istirhamım bu yazıyı okurken bir Fatiha ile geçmiş ecdadımıza ve Bediüzzaman’a bir dua etmeleridir. Mezar yeri konusunda Nur Talebeleri, Bediuzzaman in vasiyeti doğrultusunda hareket etmektedirler. Hatta eserlerini okuyan insanların büyük çoğunluğu bu konuda ittifak halindedir. Sevad-ı azama ittiba etmek yani çoğunluğun tercihine göre davranmak çok önemlidir. Makalenin bir sınırı vardır bu nedenle kısaca yazmak gerekiyor. Asıl ilginç husus; Bediüzzaman’ın “Eddai” şiiridir. Burada çok açık bir keramet vardır. Yaşlı bir dostum anlatmıştı; Üstadın cenazesine Urfa ya gidiyor. Sonra bu şiir akıllarına geliyor. Bakıyorlar ki şiirde "Said’den 79 emvat baasam alama" kısmı var. Takvime bakıyorlar sene hicri 1379. Demek ki bu seneye kadar yaşayacağını Rabbim bir şekilde göstermiş ve şiirin sonunda bunu haşiye olarak yazmış. Daha ilginç olan ise yine aynı şiirde "sekseninci olmuştur... yıkılmış ki mezarım yığılmıştır içine" bahsi var. Allah in takdirine bakın ki vefatından sonra Bediüzzaman in mezarı şiirdeki gibi yıkılmıştır. Yıkıldığı tarihte ise sene hicri 1380’dir. Lemaat isimli eserinde geçen bu Eddai şiiri, 1923 yılında yazılmıştır. Ne ilginçtir ki; tam 37 yıl sonra yazdığı gibi aynen vuku bulmuştur, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.