İftiracılar yalanlar ve doğrular
İftiracılar yalanlar ve doğrular
Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk ve Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu şahsım hakkında gerçeğe aykırı bilgiler vererek itibar suikastı yapmaya çalışıyorlar. Bunlarla mahkemede hesaplaşacağız.
Bununla birlikte okuyucularıma yaşadığım olayları ve olayların ardındaki gerçekleri ifade etmeye çalışayım. Zira çok sayıda iftira ve yalan bulunmaktadır.
Öncelikle üçüncü baskısı yapılan ve cep telefonundan pizza siparişi verecek kadar kolay satın alınabilecek “Bahriyede 15 Yıl” isimli kitabımı tanıtmak isterim.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev yaptığım yılları ayrıntıları ile dile getirdiğim 336 sayfalık bu kitapta hakkımdaki iddialara geniş bir şekilde ve detayları ile cevap verilmiştir. Çok az sayıda insan meslek hayatında geçirdiği süreci benim kadar açık yüreklilikle ve gocunmadan yazabilmiştir.
Burada kısa ve özet olarak birkaç hususa yer vermek zarureti doğmuştur. Çünkü bana tahsis edilen köşede bunları yazmaz isem yalan ve iftiraları kabul etmiş sayılırım. Gerçi bu sütunda defalarca dile getirdim lakin iftiracıların yüzlerine gerçekleri tokat gibi vurmaya devam edelim.
Öncelikle rütbe ve görevimi düzeltmekle başlayayım. Bana “deniz binbaşı” demiş Barış denilen Cumhuriyet yazarı. Hâlbuki Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edildiğimde “deniz yüzbaşı” rütbesine sahiptim. Sağ olsun beni bir rütbe terfi ettirmiş…
İkincisi “Sadat” isimli şirkete danışman olduğumu söylemiş. Saygı Öztürk denilen yalancı gazeteci de yakın zamanda yazdığı köşe yazısında aynı yalanı söylemiş. Sadat şirketinin ne danışmanıyım ne de hisse sahibi ve de ortağıyım.
Bahse konu şirketle hiçbir organik veya manevi bir bağım yoktur. Kaldı ki; Türkiye’nin çok önemli bir ihtiyacı olan savunma sanayini destekleyen böyle güzide şirketlere üye olsam hiç gocunmam seve seve “üyeyim” veya “danışmanıyım” diyerek cevap verirdim.
Üçüncü olarak şahsımı “Fetullah Gülen tarikatı” üyesi olarak suçlamışlar. Karanlık odalar, ismini belirttiğim yazarlar ve Alican Türk isimli Batı Çalışma Gurubu sanığı da aynı yalanı dile getirmektedirler. Bu hususa önceki makalelerimde defalarca yer vermeme rağmen “çamur at izi kalsın” diyerek aynı iftirayı tekrarlamaktadırlar.
Bu makale internet yazısı olduğu için sayfa sınırlaması da yoktur. Bu nedenle bir defa daha fakat daha geniş bir şekilde cevap vereyim:
1982 Yılında askeri okula girdiğim ilk günden itibaren Feto denilen şahsın ne derece tehlikeli bir zındık olduğunu anlamıştım. Çünkü namaz konusunda öylesine çirkin söylemleri vardı ki; sıradan bir Müslüman’ın bunu kabul etmesi mümkün değildi. “İma ile namaz” adı altında namazdan çok farklı bir ikiyüzlülüğü birçok öğrenciye benimsetmişti.
Zavallı öğrenciler askeri okuldan atılırım korkusu ile bu zındığın sözlerine aldanmış İslam’ın en önemli emri olan namazı tağyir etmeye yani bozmaya başlamışlardı. Bunun çok yanlış bir şey olduğunu, kimsenin Allah’ın günde beş vakit emri olan namazı keyfine göre değiştiremeyeceğini; bu öğrencilerden bazılarına söylemiştim.
Bu nedenle FETÖ ağına takılan birçok öğrenci, yaptığım tenkitlerden dolayı bana düşman olmuştu. “Donkişotluk yapmayın” ve “Vehbi zaten namaz kıldığı için askeri okuldan atılacak, sakın bu adamla konuşup irticacı damgası yemeyin” diye benden köşe bucak kaçar olmuştu.
Harp Okulunda o yıllarda aşırı sol görüşlü yani komünist örgütler cirit atıyorlardı. Bunlar ile mücadele ederken bir de Fetocularla kavga etmeye başlamıştım. Her taraftan baskıyla karşılaşıyordum.
Çünkü Kenan Evren denilen faşist darbeci; binlerce askeri okul öğrencisini sırf “namaz kılıyor” diye okuldan atmış ağır bir tazminatla cezalandırmıştı. Ailelerin bir kısmı Fetocular gibi “aman oğlum okulda sakın namazlarını kılma” diye telkinlerde bulunuyordu.
Kısaca söylemek gerekirse zavallı askeri okul öğrencileri; bir taraftan darbeci cuntanın diğer taraftan FETÖ örgütünün kıskacı altına girmişti. Sınıfımızda Libyalı bir öğrenci olan Salim’den başka namaz kılan bir tek ben vardım. Bazı arkadaşlarım bir müddet namaz kılmaya başlasa da; korkutularak kısa zamanda terk etmek zorunda kalıyorlardı.
Ben ise elimden geldiğince uluorta yerlerde değil; merdiven altlarındaki odalarda ve hafta içi günlerde boş olan hapishanede namazlarımı kılmaya çalışıyordum.
Daha 17 yaşında iken yaşadığım bu can sıkıcı ve iğrenç baskı yüzünden komünistlerden daha fazla Fetoculara düşman olmuştum. Aradan 40 yıl geçtiği halde şimdi de aynı düşüncedeyim. Zira “namazı keyfince değiştiren bir kafa yapısı her türlü rezaleti de yapabilir” kanaatine sahibim.
Gerçekten de FETÖ’ye bulaşan bir çok genç bu İslam düşmanı örgütün pençesine düşmüş namazdan sonra oruç gibi ibadetleri de terk etmişti. Yetmedi güya inançlarını gizlemek için dinimiz hakkında çirkin bir şekilde konuşmaya hatta içki içmek ve daha bir çok iğrenç davranışı yapmaya başlamışlardı.
Askeri okuldan mezun olunca FETO’nun rezaletlerinin daha da arttığını görmüş ve şu fikre sahip olmuştum. “İşte ahir zamanda yani kıyamet yaklaştığında ortaya çıkacak İslam Deccalı bu Feto denilen zındıktır” Çünkü bu din ve İslam düşmanı şahıs; Allah’ın emrettiği her hususu reddedip yasakladığı her işi pervasızca yaptırmaya çalışıyordu.
Arapça “dicl” yani “aldatmak” kökünden gelen “Deccal” tabiri, tam da Fetullah Gülen denilen bu kişiye uyuyordu. Yüzü kızarmadan yalan söyleyebilen ve ağlayarak konuşabilen bu dehşetli şahıs hakkında hadis-i şeriflerde de yer verildiğini görmüş bir çok makalemde dile getirmiştim.
1997 Yılında ordudan re’sen emekli edildikten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Erdoğan’ın Başkanlığında Müdür Yardımcılığı görevine başladım. Bu arada birçok gazete ve dergide de yazılar yazıyordum. Fetullah Gülen’in “İslam Deccalı” olduğunu ispatlayan yazılarımdan olayı birçok gazete, dergi ve internet sitesi yazılarıma son verdi. Kısaca Feto karşıtlığı yüzünden bedel ödeyen yazarlardan birisi olmuştum.
Ne ilginçtir ki; 15 Temmuz 2016 tarihinden bir yıl önce “FETÖ’nün askeri darbe yapacağını” dile getiren çok sayıda makale neşretmiştim. Hatta 29 Şubat 2016 tarihinde “Kamikaze Fetullahçı Darbe” başlığı ile bir yazı kaleme almış bunu gazete ve internet sitelerinde yayınlamıştım.
O zaman Başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nu meydana gelebilecek olaylardan dolayı uyarmıştım. ABD’nin FETÖ örgütü vasıtası ile darbe yapacağını ve bunun başarısız kalacağını iddia etmiş ülkemizin çok büyük bir yıkıma maruz kalacağını, dile getirmiştim.
Maalesef uyarılarım dikkate alınmadı ve FETÖ’nün silahlı kuvvetler içindeki yapılanması çökertilmedi. Halbuki çok önceden yeterli vakit var iken önlemler alınabilirdi.
Sonuçta 254 vatandaşımız şehit düşmüş ve binlerce insanımız yaralanarak sakat kalmıştı.
Buraya kadar anlattığım hususlar internette, gazete dergilerde halen mevcuttur. İsteyen herkes ismimi yazarak arama motorlarını yardımı ile FETÖ örgütü hakkında yazmış olduğum bu yazıları okuyabilir.
2007 Yılında ilk basımı yapılan “Bahriye’de 15 Yıl” kitabımda da bu sinsi örgütün Müslümanlara verdiği zararları ve özellikle namaz konusundaki hıyanetini dile getirmiştim. Bu gerçekler ortada iken kalkıp bana “Fetocu” demek kelimenin tam anlamıyla yalanın daniskası ve çirkin bir iftiradır.
Bu garip ülkede hâlâ “Sen, Bediüzzaman Said Nursi’nin kitaplarını okumuşsun bu kitapları okuyanlar suç işlemiştir” diyen faşistlere rastlıyoruz.
Evet, genç yaşlarımdan itibaren bu İslam âlimi zatın kitaplarını okudum hala da okumaya devam ediyorum. Zaten askeri okulda ve donanma savaş gemilerinde bana “her ne pahasına olursa olsun namazımı kılacağım” dedirten en önemli motivasyon kaynağı bu kitaplar olmuştur. Buna suç diyenler vicdansız ve din düşmanı faşistlerden başka kim olabilir?
Bediüzzaman’ın namaz, oruç, zekat ve hac gibi İslami emirlerin yerine getirilmesi konusunda gösterdiği çaba emsalsizdir. İman konusunda Türkiye ve dünyada; bu zattan daha fazla gayret eden yok gibidir. Eserleri ortadadır, isteyenler bu hususları kolaylıkla fark edip görebilir.
Fakat Feto’nun Bediüzzaman’ın eserlerini okuduğu ve referans gösterdiği gerekçesi ile saldıran var ise işte bu insanlar gerçekten de vicdansız ve ahlaksızdırlar. Allah, bu iftirayı atanları ruzi mahşere bırakmaz; dünyada dahi kahhar bir el ile cezalandırır.
Bu nedenle Bediüzzaman gibi İslam âlimlerine saldırıp tek bir kitabını dahi okumadan iftira atanların ayaklarını denk alması kendi menfaatlerinedir. Bu zavallıları Allah ıslah etsin…
Kısaca söylemek gerekirse şu garip durumu söyleyebilirim. Hayatı boyunca Feto ile mücadele edip de Feto’cu iftirasına maruz kalmak, çok tuhaf bir duygudur. Bu iftirayı atanlar hiç yazılı belgelere bakmazlar mı?
Silahlı Kuvvetler içinde yasadışı olarak kurulan Batı Çalışma Gurubu’nun eşi başörtülü ve dindar olan askerleri ordudan atmak için iftiralar ile dolu raporlarını ciddiye alıp insanları suçlamak; hangi vicdana sığar? Bütün bu çirkin işleri ve iftiraları Allah’a havale ediyorum. Elimden geldiğince mahkemelerde de hesaplaşacağız. Şimdi hakkımdaki diğer yalan ve iftiralara dönelim:
Cumhuriyet’in iftiracı yazarı Barış Terkoğlu diyor ki; “mesai saatlerinde görevi aksatacak şekilde namaz vakitlerinde camiye gitmiş”. Bu gülünç suçlama için şu kadarını söyleyeyim. Donanma Komutanlığında görev yaptığım garnizonlarda 1986-1997 yılları arasında cami yoktur. Camiye gidebilmek için gemiyi terk edip garnizon dışına çıkmak gerekiyordu.
Eğer kasıt Cuma namazı ise şunu söyleyebilirim. Savaş gemilerinde hafta sonu tatili Cuma öğlen başlar. Nöbetçi olduğum zamanlarda Cuma namazlarına gitmem zaten mümkün değildir. Fakat nöbetçi olmadığım zamanlarda öğleden sonra izinli olduğum için Cuma namazlarına gidebilme imkânım vardı ve ben de bu hakkımı kullanıp camiye gidiyordum. Zaten bu konuda hiçbir komutan bana ceza verebilmiş değildir.
Bununla birlikte alkollü içki içmediğim için gemi komutanlarının büyük baskısı ile karşılaşıyordum. Bir defasında İzmir Orduevinde içki içmedim diye ağır hakaretlere uğramıştım.
Bendeki inat ise çok güçlüydü. “Şu ana kadar alkollü içki içmedim kelle mi de kesseniz içmem” diyecek kadar pervasızdım. Geminin Çarkçıbaşısı Yüzbaşı Ümit Saydam beni korumasaydı resmen komutan üzerime saldıracaktı.
İşte bu yüzden “güzün üstünde kaşın var” diyerek çok cezalar aldım. Fakat “hapis cezası” almama rağmen bir gün dahi hapse girmedim. Askeri okulda namaz kılmak için girdiğim odadan başka bir hapis odası veya bir cezaevi görmedim ve yaşamadım.
Bununla birlikte Terkoğlu’nun yazmadığı daha başka cezalarım da vardır. Fakat bunlar benim için şeref kaynağıdır. Çünkü görevlerimden dolayı değil inançlarımdan dolayı ceza almıştım. Hâlbuki çok önemli görevleri başarı ile yerine getirmiştim. Silah atışlarında birincilik kazanmış muhriplerde sadece iki gemide bulunan silaha kumanda edecek kadar herkesin gıpta ettiği işlerde çalışmıştım.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce liman ziyareti yaptığımız Sivastopol şehrinde tören kıtası komutanı olarak resmigeçit yapmış Rus dergilerinde sayfa sayfa resimlerim yayınlanmıştı. Eğer disiplinsiz bir subay olsaydım bu görevlere beni getirmezlerdi.
Bilakis; işlerimi ciddiyetle yaptığım için saygı ve takdir alıyordum. Takdir belgelerim de vardır. Rabbime şükürler olsun çok onurlu ve gurur duyduğum işlerde çalışmak nasip oldu.
Son olarak okuyucularıma şu hususları söylemek isterim. Bu yazının maksadı kendimi övmek değil şahsıma karşı yapılan iftiraları dile getirip çürütmektir.
Eğer bunları yazmaz ve cevaplamaz isem atılan çamur üzerime yapışacaktır. Madem bana ayrılan bir köşe var elbette iddialara cevap vermem gerekiyor. Aksi takdirde çalıştığım müessese de zarar görebilir.
Bu nedenle iftiralara cevap vermek zorunluluğu vardır. Suskun kalmak daha birçok nedenden dolayı doğru değildir, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 14 Haziran 2022 - Salı
İftiracılar yalanlar ve doğrular
İftiracılar yalanlar ve doğrular
Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk ve Cumhuriyet’ten Barış Terkoğlu şahsım hakkında gerçeğe aykırı bilgiler vererek itibar suikastı yapmaya çalışıyorlar. Bunlarla mahkemede hesaplaşacağız.
Bununla birlikte okuyucularıma yaşadığım olayları ve olayların ardındaki gerçekleri ifade etmeye çalışayım. Zira çok sayıda iftira ve yalan bulunmaktadır.
Öncelikle üçüncü baskısı yapılan ve cep telefonundan pizza siparişi verecek kadar kolay satın alınabilecek “Bahriyede 15 Yıl” isimli kitabımı tanıtmak isterim.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görev yaptığım yılları ayrıntıları ile dile getirdiğim 336 sayfalık bu kitapta hakkımdaki iddialara geniş bir şekilde ve detayları ile cevap verilmiştir. Çok az sayıda insan meslek hayatında geçirdiği süreci benim kadar açık yüreklilikle ve gocunmadan yazabilmiştir.
Burada kısa ve özet olarak birkaç hususa yer vermek zarureti doğmuştur. Çünkü bana tahsis edilen köşede bunları yazmaz isem yalan ve iftiraları kabul etmiş sayılırım. Gerçi bu sütunda defalarca dile getirdim lakin iftiracıların yüzlerine gerçekleri tokat gibi vurmaya devam edelim.
Öncelikle rütbe ve görevimi düzeltmekle başlayayım. Bana “deniz binbaşı” demiş Barış denilen Cumhuriyet yazarı. Hâlbuki Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edildiğimde “deniz yüzbaşı” rütbesine sahiptim. Sağ olsun beni bir rütbe terfi ettirmiş…
İkincisi “Sadat” isimli şirkete danışman olduğumu söylemiş. Saygı Öztürk denilen yalancı gazeteci de yakın zamanda yazdığı köşe yazısında aynı yalanı söylemiş. Sadat şirketinin ne danışmanıyım ne de hisse sahibi ve de ortağıyım.
Bahse konu şirketle hiçbir organik veya manevi bir bağım yoktur. Kaldı ki; Türkiye’nin çok önemli bir ihtiyacı olan savunma sanayini destekleyen böyle güzide şirketlere üye olsam hiç gocunmam seve seve “üyeyim” veya “danışmanıyım” diyerek cevap verirdim.
Üçüncü olarak şahsımı “Fetullah Gülen tarikatı” üyesi olarak suçlamışlar. Karanlık odalar, ismini belirttiğim yazarlar ve Alican Türk isimli Batı Çalışma Gurubu sanığı da aynı yalanı dile getirmektedirler. Bu hususa önceki makalelerimde defalarca yer vermeme rağmen “çamur at izi kalsın” diyerek aynı iftirayı tekrarlamaktadırlar.
Bu makale internet yazısı olduğu için sayfa sınırlaması da yoktur. Bu nedenle bir defa daha fakat daha geniş bir şekilde cevap vereyim:
1982 Yılında askeri okula girdiğim ilk günden itibaren Feto denilen şahsın ne derece tehlikeli bir zındık olduğunu anlamıştım. Çünkü namaz konusunda öylesine çirkin söylemleri vardı ki; sıradan bir Müslüman’ın bunu kabul etmesi mümkün değildi. “İma ile namaz” adı altında namazdan çok farklı bir ikiyüzlülüğü birçok öğrenciye benimsetmişti.
Zavallı öğrenciler askeri okuldan atılırım korkusu ile bu zındığın sözlerine aldanmış İslam’ın en önemli emri olan namazı tağyir etmeye yani bozmaya başlamışlardı. Bunun çok yanlış bir şey olduğunu, kimsenin Allah’ın günde beş vakit emri olan namazı keyfine göre değiştiremeyeceğini; bu öğrencilerden bazılarına söylemiştim.
Bu nedenle FETÖ ağına takılan birçok öğrenci, yaptığım tenkitlerden dolayı bana düşman olmuştu. “Donkişotluk yapmayın” ve “Vehbi zaten namaz kıldığı için askeri okuldan atılacak, sakın bu adamla konuşup irticacı damgası yemeyin” diye benden köşe bucak kaçar olmuştu.
Harp Okulunda o yıllarda aşırı sol görüşlü yani komünist örgütler cirit atıyorlardı. Bunlar ile mücadele ederken bir de Fetocularla kavga etmeye başlamıştım. Her taraftan baskıyla karşılaşıyordum.
Çünkü Kenan Evren denilen faşist darbeci; binlerce askeri okul öğrencisini sırf “namaz kılıyor” diye okuldan atmış ağır bir tazminatla cezalandırmıştı. Ailelerin bir kısmı Fetocular gibi “aman oğlum okulda sakın namazlarını kılma” diye telkinlerde bulunuyordu.
Kısaca söylemek gerekirse zavallı askeri okul öğrencileri; bir taraftan darbeci cuntanın diğer taraftan FETÖ örgütünün kıskacı altına girmişti. Sınıfımızda Libyalı bir öğrenci olan Salim’den başka namaz kılan bir tek ben vardım. Bazı arkadaşlarım bir müddet namaz kılmaya başlasa da; korkutularak kısa zamanda terk etmek zorunda kalıyorlardı.
Ben ise elimden geldiğince uluorta yerlerde değil; merdiven altlarındaki odalarda ve hafta içi günlerde boş olan hapishanede namazlarımı kılmaya çalışıyordum.
Daha 17 yaşında iken yaşadığım bu can sıkıcı ve iğrenç baskı yüzünden komünistlerden daha fazla Fetoculara düşman olmuştum. Aradan 40 yıl geçtiği halde şimdi de aynı düşüncedeyim. Zira “namazı keyfince değiştiren bir kafa yapısı her türlü rezaleti de yapabilir” kanaatine sahibim.
Gerçekten de FETÖ’ye bulaşan bir çok genç bu İslam düşmanı örgütün pençesine düşmüş namazdan sonra oruç gibi ibadetleri de terk etmişti. Yetmedi güya inançlarını gizlemek için dinimiz hakkında çirkin bir şekilde konuşmaya hatta içki içmek ve daha bir çok iğrenç davranışı yapmaya başlamışlardı.
Askeri okuldan mezun olunca FETO’nun rezaletlerinin daha da arttığını görmüş ve şu fikre sahip olmuştum. “İşte ahir zamanda yani kıyamet yaklaştığında ortaya çıkacak İslam Deccalı bu Feto denilen zındıktır” Çünkü bu din ve İslam düşmanı şahıs; Allah’ın emrettiği her hususu reddedip yasakladığı her işi pervasızca yaptırmaya çalışıyordu.
Arapça “dicl” yani “aldatmak” kökünden gelen “Deccal” tabiri, tam da Fetullah Gülen denilen bu kişiye uyuyordu. Yüzü kızarmadan yalan söyleyebilen ve ağlayarak konuşabilen bu dehşetli şahıs hakkında hadis-i şeriflerde de yer verildiğini görmüş bir çok makalemde dile getirmiştim.
1997 Yılında ordudan re’sen emekli edildikten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Erdoğan’ın Başkanlığında Müdür Yardımcılığı görevine başladım. Bu arada birçok gazete ve dergide de yazılar yazıyordum. Fetullah Gülen’in “İslam Deccalı” olduğunu ispatlayan yazılarımdan olayı birçok gazete, dergi ve internet sitesi yazılarıma son verdi. Kısaca Feto karşıtlığı yüzünden bedel ödeyen yazarlardan birisi olmuştum.
Ne ilginçtir ki; 15 Temmuz 2016 tarihinden bir yıl önce “FETÖ’nün askeri darbe yapacağını” dile getiren çok sayıda makale neşretmiştim. Hatta 29 Şubat 2016 tarihinde “Kamikaze Fetullahçı Darbe” başlığı ile bir yazı kaleme almış bunu gazete ve internet sitelerinde yayınlamıştım.
O zaman Başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nu meydana gelebilecek olaylardan dolayı uyarmıştım. ABD’nin FETÖ örgütü vasıtası ile darbe yapacağını ve bunun başarısız kalacağını iddia etmiş ülkemizin çok büyük bir yıkıma maruz kalacağını, dile getirmiştim.
Maalesef uyarılarım dikkate alınmadı ve FETÖ’nün silahlı kuvvetler içindeki yapılanması çökertilmedi. Halbuki çok önceden yeterli vakit var iken önlemler alınabilirdi.
Sonuçta 254 vatandaşımız şehit düşmüş ve binlerce insanımız yaralanarak sakat kalmıştı.
Buraya kadar anlattığım hususlar internette, gazete dergilerde halen mevcuttur. İsteyen herkes ismimi yazarak arama motorlarını yardımı ile FETÖ örgütü hakkında yazmış olduğum bu yazıları okuyabilir.
2007 Yılında ilk basımı yapılan “Bahriye’de 15 Yıl” kitabımda da bu sinsi örgütün Müslümanlara verdiği zararları ve özellikle namaz konusundaki hıyanetini dile getirmiştim. Bu gerçekler ortada iken kalkıp bana “Fetocu” demek kelimenin tam anlamıyla yalanın daniskası ve çirkin bir iftiradır.
Bu garip ülkede hâlâ “Sen, Bediüzzaman Said Nursi’nin kitaplarını okumuşsun bu kitapları okuyanlar suç işlemiştir” diyen faşistlere rastlıyoruz.
Evet, genç yaşlarımdan itibaren bu İslam âlimi zatın kitaplarını okudum hala da okumaya devam ediyorum. Zaten askeri okulda ve donanma savaş gemilerinde bana “her ne pahasına olursa olsun namazımı kılacağım” dedirten en önemli motivasyon kaynağı bu kitaplar olmuştur. Buna suç diyenler vicdansız ve din düşmanı faşistlerden başka kim olabilir?
Bediüzzaman’ın namaz, oruç, zekat ve hac gibi İslami emirlerin yerine getirilmesi konusunda gösterdiği çaba emsalsizdir. İman konusunda Türkiye ve dünyada; bu zattan daha fazla gayret eden yok gibidir. Eserleri ortadadır, isteyenler bu hususları kolaylıkla fark edip görebilir.
Fakat Feto’nun Bediüzzaman’ın eserlerini okuduğu ve referans gösterdiği gerekçesi ile saldıran var ise işte bu insanlar gerçekten de vicdansız ve ahlaksızdırlar. Allah, bu iftirayı atanları ruzi mahşere bırakmaz; dünyada dahi kahhar bir el ile cezalandırır.
Bu nedenle Bediüzzaman gibi İslam âlimlerine saldırıp tek bir kitabını dahi okumadan iftira atanların ayaklarını denk alması kendi menfaatlerinedir. Bu zavallıları Allah ıslah etsin…
Kısaca söylemek gerekirse şu garip durumu söyleyebilirim. Hayatı boyunca Feto ile mücadele edip de Feto’cu iftirasına maruz kalmak, çok tuhaf bir duygudur. Bu iftirayı atanlar hiç yazılı belgelere bakmazlar mı?
Silahlı Kuvvetler içinde yasadışı olarak kurulan Batı Çalışma Gurubu’nun eşi başörtülü ve dindar olan askerleri ordudan atmak için iftiralar ile dolu raporlarını ciddiye alıp insanları suçlamak; hangi vicdana sığar? Bütün bu çirkin işleri ve iftiraları Allah’a havale ediyorum. Elimden geldiğince mahkemelerde de hesaplaşacağız. Şimdi hakkımdaki diğer yalan ve iftiralara dönelim:
Cumhuriyet’in iftiracı yazarı Barış Terkoğlu diyor ki; “mesai saatlerinde görevi aksatacak şekilde namaz vakitlerinde camiye gitmiş”. Bu gülünç suçlama için şu kadarını söyleyeyim. Donanma Komutanlığında görev yaptığım garnizonlarda 1986-1997 yılları arasında cami yoktur. Camiye gidebilmek için gemiyi terk edip garnizon dışına çıkmak gerekiyordu.
Eğer kasıt Cuma namazı ise şunu söyleyebilirim. Savaş gemilerinde hafta sonu tatili Cuma öğlen başlar. Nöbetçi olduğum zamanlarda Cuma namazlarına gitmem zaten mümkün değildir. Fakat nöbetçi olmadığım zamanlarda öğleden sonra izinli olduğum için Cuma namazlarına gidebilme imkânım vardı ve ben de bu hakkımı kullanıp camiye gidiyordum. Zaten bu konuda hiçbir komutan bana ceza verebilmiş değildir.
Bununla birlikte alkollü içki içmediğim için gemi komutanlarının büyük baskısı ile karşılaşıyordum. Bir defasında İzmir Orduevinde içki içmedim diye ağır hakaretlere uğramıştım.
Bendeki inat ise çok güçlüydü. “Şu ana kadar alkollü içki içmedim kelle mi de kesseniz içmem” diyecek kadar pervasızdım. Geminin Çarkçıbaşısı Yüzbaşı Ümit Saydam beni korumasaydı resmen komutan üzerime saldıracaktı.
İşte bu yüzden “güzün üstünde kaşın var” diyerek çok cezalar aldım. Fakat “hapis cezası” almama rağmen bir gün dahi hapse girmedim. Askeri okulda namaz kılmak için girdiğim odadan başka bir hapis odası veya bir cezaevi görmedim ve yaşamadım.
Bununla birlikte Terkoğlu’nun yazmadığı daha başka cezalarım da vardır. Fakat bunlar benim için şeref kaynağıdır. Çünkü görevlerimden dolayı değil inançlarımdan dolayı ceza almıştım. Hâlbuki çok önemli görevleri başarı ile yerine getirmiştim. Silah atışlarında birincilik kazanmış muhriplerde sadece iki gemide bulunan silaha kumanda edecek kadar herkesin gıpta ettiği işlerde çalışmıştım.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce liman ziyareti yaptığımız Sivastopol şehrinde tören kıtası komutanı olarak resmigeçit yapmış Rus dergilerinde sayfa sayfa resimlerim yayınlanmıştı. Eğer disiplinsiz bir subay olsaydım bu görevlere beni getirmezlerdi.
Bilakis; işlerimi ciddiyetle yaptığım için saygı ve takdir alıyordum. Takdir belgelerim de vardır. Rabbime şükürler olsun çok onurlu ve gurur duyduğum işlerde çalışmak nasip oldu.
Son olarak okuyucularıma şu hususları söylemek isterim. Bu yazının maksadı kendimi övmek değil şahsıma karşı yapılan iftiraları dile getirip çürütmektir.
Eğer bunları yazmaz ve cevaplamaz isem atılan çamur üzerime yapışacaktır. Madem bana ayrılan bir köşe var elbette iddialara cevap vermem gerekiyor. Aksi takdirde çalıştığım müessese de zarar görebilir.
Bu nedenle iftiralara cevap vermek zorunluluğu vardır. Suskun kalmak daha birçok nedenden dolayı doğru değildir, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.