YAZAR OLMA HİKÂYESİ
YAZAR OLMA HİKÂYESİ
Bazı arkadaşlarım ve okuyucularım sık sık sorar; “sen denizci bir adamsın neden bu kadar farklı konularda yazı yazıyorsun?” ve “bu yazarlık hikâyesi nereden çıktı?”
İşte bu Pazar günü bu konuya yer vermek isterim.
25 yıldan beri kitap ve makale yazmamın en önemli sebebi; dindar insanların yaşadığı haksızlıklara rağmen hala suçlu olarak gösterilmesidir.
Özellikle hakim medyada çoğu zaman gerçekler tersine çevrilerek anlatılır. “Hem suçlu hem de güçlü” misali nerede namaz kılan, oruç tutan ve Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan birisi varsa; bu insanlarla alay etmek, aşağılamak ve olumsuz yönlerini nazara vermek sıradan bir hale gelmiştir.
Haksızlığa uğramak bu dünyada daima rastlanan bir durumdur. Lakin haksızlığa ve zulme uğramış insanları insafsızca suçlu göstermek; işte buna tahammül etmek çok zordur. İşte bu nedenle içimdeki yangını bir miktar söndürmek için makale ve kitap yazmaya karar vermiştim. Nitekim bunun çok yararı oldu.
1987 yılında daha 21 yaşında iken donanma savaş gemilerinde görev yaptığım ilk yılda; bazı arkadaşlarımın başından çok üzücü olaylar geçmişti. Hiç kimse yapılan haksızlıkları dile getirmeden “neden namaz kıldın?” ve “darbeci generallerin uyarılarını niçin dinlemedin?” gibi akıl almaz derecede insafsız bir şekilde sorular soruyorlardı.
Nasrettin Hoca’nın başına geldiği gibi hırsızı suçlamadan “niçin tedbir almadın?” gibi vicdansızca yapılan zulümlere ses çıkarmama hastalığı baş göstermişti.
İşte o yıllarda yaşanan bazı olayları ifade ederek; kitap ve gazete yazarı olma sebebini daha iyi anlatacağımı düşünüyorum. Yoksa edebiyata meraklı olma veya akademik çalışmalar yüzünden yazarlık işine girmemiştim.
Darbeci cunta, 12 Eylül 1980 darbesi yaşattıktan sonra askeri vesayeti devam ettirmek için askeri okullarda terör estirmeye devam ediyordu. Namaz kılan öğrencileri fişliyor ve ailesine haber vererek derhal okul ile ilişiğinin kesilmesini sağlıyorlardı. Eğer aile diretirse gerçekten de kimsenin gözyaşına bakmadan namaz kılan tüm öğrencileri irtica suçlaması ile okuldan atıyorlardı. Bu süreç 1987 yılına kadar acımasızca devam etmişti.
Benimde öğrenci olduğum Deniz Harp Okulunda da aynı muamelelere maruz kalmıştık. Nitekim okulun en başarılı öğrencileri 8 yıllık bir öğrenim sonunda tam subay olarak mezun olacakları bir zamanda okuldan atılmışlardı.
İnsanın kanını donduracak kadar feci ve iğrenç bir olayı bize de yaşatıyorlardı. Namaz kılan öğrenciler potansiyel suçlu imiş gibi muamele görüyor “yılanın başı küçükken ezilmeli” misali daha subay olmadan okuldan atılarak bu irtica(!) sorununa çare bulunmaya çalışılıyordu.
İşte bu genç yaşta özellikle “namaz” konusunda ciddi kitap okumalarım oldu. Acaba namaz kılmasam daha mı iyi olurdu? Bu konuda çeşitli insanlarla konuşup çok kitap okudum. Beni en çok ikna eden eserler ise Bediüzzaman Said Nursi’nin kitapları içindeydi.
Bediüzzaman, namaz kılmanın en önemli ibadet olduğunu söylüyor ve asla terk edilmemesi gerektiğini çok güzel örneklerle izah ediyordu. Fakat namaz kılma konusunu araştırırken gözüme daha önemli bir konunun varlığı ilişmişti. Bu ise “iman” ile alakalıydı. Zira “ilimlerin şahı ve padişahının iman ilmi” olduğunu öğrenmiştim.
Okuduğum dini kitapların en önemli kısmı “Allah’a iman etme” ile alakalıydı. Kur’an’a, peygamberlere, meleklere, haşir gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak bir insanın hayatta karşılaşacağı en önemli mesele idi.
İşte ben de bu eserleri okuyarak ailemden almış olduğum dini terbiyemi daha da geliştirmeye çalıştım. Rahmetli anne ve babam, namaz kılmanın önemini bilen ve bizzat yaşayan insanlardı. Kardeşlerime ve bana da bu eğitimi güzelce vermişti. Fakat askeri okulda herkes “Namaz kılma! Sen de okuldan atılırsın” diyordu.
Sonunda Bediüzzaman’ın eserlerinden aldığım iman dersi ile her ne suretle olursa olsun okuldan atılmak dâhil her ne fenalık yapılırsa yapılsın “namazımı terk edemeyeceğim” kararını vermiştim.
Çoğu zaman yalnız başıma da olsa beş vakit namazımı kılmaya devam ettim. Rahmetli anneciğimin duasıyla olsa gerek; askeri okuldan mezun olmaya da muvaffak oldum.
Fakat ertesi yıl yani 1987’de Deniz Harp Okulu’nun en başarılı öğrencileri sırf namaz kıldığı için okuldan atılmıştı. Okuldan ayrılmak şöyle dursun; yüklü bir tazminat ödetilmiş ve eğitim hakları da ellerinden alınmıştı. İçlerinden bir tanesi Deniz Lisesini birincilikle bitiren çok başarılı bir öğrenciydi.
Halkımız ve siyasetçiler, darbeci generallerin böylesine çirkin uygulamalarını içine çekiyor sesini çıkaramıyordu. Medya ise “irticacı, gerici” suçlamaları ile Kenan Evren denilen darbe liderine methiyeler düzmekle meşguldü.
1987 Senesinde daha subaylık yaptığım ilk yılda beni de Deniz Harp Okulu’na çağırdılar. Öğrenci Alay Komutanı tarafından “Sen atılan bu öğrencilerin arkadaşıymışsın?” diye sorular sorarak; beni tehdit etmeye kalktılar. Fakat yaşadığım bu olaylar sonunda sinirlerim boşalmış meslek hayatım boyunca hiç yapmadığım tepkiyi göstermiştim.
Teğmen rütbesinde olduğum halde Albay rütbesindeki komutana bağırıp çağırmaya başladım. O yıllarda çok moda olan aşırı sol faaliyetlerden haberdar olmamasını buna rağmen irtica yaygaraları ile büyük haksızlıklar yapıldığını öne sürdüm.
Daha sonra birçok öğrenci “namaz kılmanın gerektiği ve dini kitaplar okunması” konusunda bizzat kendilerine baskı yaptığımı söylediler. Zavallı öğrenciler çok korkutulmuştu. Ben de cevap olarak “baskı yapmadığımı fakat tavsiye ettiğimi” söyledim.
Subaylığımın daha ilk yılında ikinci defa soruşturmaya çağrıldım. Bu defa da hiçbir hususu gizlemeden pervasızca yapılan haksızlıkları söylüyordum. Sabahtan akşama kadar sorgulandığım halde namazlarımı kıldığım gibi bir defasında Ramazan ayı olduğu için orucumu da tuttuğumu söylemiştim.
İftar yemeğini soruşturma yapan heyetin önünde yediğimi ve hâla sorular soran Alay Komutanına “görmüyor musun yemek yiyorum” diye bakarak cevap vermediğim o anı; gayet iyi hatırlıyorum.
Sonunda detaylı soruşturmalar yapıldı ve dindar insanlara haksızlık yapıldığı tescil edilmiş oldu. Fakat iş işten geçmişti. Askeri okullardan atılan binlerce öğrenci vardı. Bunlar mahkemelere müracaat edip eğitim haklarını almaya çalıştılar.
Muvaffak olan da oldu. Hiçbir şey yapamadan çaresizce geriye dönenlere de rastladık. Fakat yaşadığım bu olaylar bende çok güçlü bir mücadele azmi doğurmuştu. Yapılan haksızlıklar ve zulümler muhakkak surette halkımıza anlatılmalıydı.
Ordudan Yüksek Askeri Şura kararı ile ayrıldıktan sonra dini konularda niçin yazı yazdığımın temel sebebi; yaşadığım bu acı olaylardır. Kader bizi bir yola sevk etmişti ve bu tecrübeleri muhakkak gençlerimize aktarmam gerekiyordu.
Dini konularda hassasiyet göstermenin gerekliğini ifade etmeliydim. Medyada sadece bir iki gazete haricinde çok az kişinin üzerinde durduğu bu namaz ve iman konusunda sık sık yazı yazmamın sebebi; işte budur.
Diğer konular ise meslek hayatında yaşadığım ilginç olaylar ve akademik çalışmalar ile alakalıdır. Kendimce önemli gördüğüm olayları 25 yıllık yazarlık tecrübesi ile okuyucularıma aktarmaya çalışıyorum.
Öncelikle emekli bir asker olduğum için askeri konularda yazılar kaleme alıyorum. Hayatımın 15 yılını Deniz kuvvetlerinde geçirdim. Türkiye’nin en önemli savaş gemilerinde silah elektronik subayı olarak uzun yıllar görev yaptım.
Donanmamızın en güçlü silahlarına kumanda etmek nasip oldu. Öyle ki; şu anda “Atmaca” isimli gemiden gemiye atılan füzelerin öncüsü olan “Harpoon” isimli güdümlü mermi sadece iki muhripte bulunuyordu ve bunlardan birine ben kumanda ediyordum.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce liman ziyareti yaptığımız Sivastopol limanında resmi geçit töreninde komutan olmuştum.
Ayrıca çok önemli görevler de yapmak nasip olmuştu. Silah subayı olarak takdirler alıyor ve atış birincilikleri de kazanıyordum. İşte bunlar gibi daha nice ilginç olay ve hatıraları dile getirerek okuyucularımın ufkunu genişletmeye çalışıyorum.
Denizcilik konusu, aynı askerlik gibi yaşanmış olayları anlattığım ikinci bir mesleğimdir. Hatta para kazandığım en ciddi iş budur.
Yıllarca donanma gemilerinde çalıştıktan sonra emekli olup bu sefer ticaret gemilerinde kaptan olarak çalışmaya başladım.
Dünyanın birçok köşesine gitme fırsatı buldum. Burada gördüğüm ve ilginç bulduğum konuları paylaşmak; okuyucularımın da hoşuna gitmektedir. Hatta sırf bu konularda yazı yazmamı isteyen kişiler de oldu.
Askerde iken kurmay sınıfında olan subaylara üç yıl kıdem verilirdi. Fakat dindar bir subay olduğum için beni akademi sınavlarına dahi sokmadılar. Çeşitli engellemelerle karşılaştım. Sınıf arkadaşlarımdan geriye düşmemek için eğitim kıdemi almak maksadıyla yüksek lisans eğitimine başladım.
İstanbul’da görev yaparken İstanbul Üniversitesinde okuma imkânı buldum. Uluslararası İlişkiler bölümünden yüksek lisans diploması aldım.
Yine aynı üniversitede bu sefer İktisat bölümünde doktora yaptım. Gerçi doktoram 18 yıl olarak biraz uzun sürdü. Zira ticaret gemilerinde çalışıyordum ve rızkımızı çok uzak diyarlardan toplamak gereği doğmuştu.
Geleceğin ekonomik ve sosyal hayatının tartışıldığı bir alanda harika bir doktora tezi hazırladım. Oybirliği ile kabul edildi. Daha sonra kitap halinde yayınlamak da nasip oldu. İşte ekonomi ile alakalı yazılarımın bir sebebi de budur.
Bu arada bazı özel denizcilik okullarından öğretmenlik teklifi aldım. İstanbul Üniversitesinde de Astronomik Seyir Derslerinde hocaya ihtiyaç duyuluyordu. Altı yıl denizcilik derslerinde öğretmenliğim oldu. Bu vesile ile çocukluğumdan beri ilgi duyduğum uzay bilimlerinde çalışmalarım oldu.
Öğrencilerime doğru ve güzel bilgiler verebilmek maksadıyla gece yarılarına kadar çalışarak ders notları hazırladım ve bunları mümkün olduğunca basitleştirerek derslerimde anlatmaya çalıştım. Elbette bu konuda okuyucularımla bazı ilginç bilgileri paylaşmam kadar doğal bir şey yoktur.
Üzülerek söylemeliyim ki; 28 Şubat 1997 yılında eşi başörtülü olan askerlere karşı bazı darbeci generaller tarafından düşmanca bir tutum sergileniyordu.
Fedakar ve cefakar eşim başörtülü olduğu için 1997 yılında beni de Yüksek Askeri Şura kararı ile re’sen emekli ettiler. Aslında bu işlem ordudan atılmanın kibarcasıdır. Darbeci ve Fetocu subayların önünün açılması için benim gibi binlerce inançlı asker arkadaşım aynı muameleye tabi tutulmuştur.
İşte uğramış olduğumuz bu son derece haksız ve hukuksuz işlemden dolayı çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmayı görev bildim. Asker arkadaşlarımla beraber bir sivil toplum örgütü kurarak silahlı kuvvetlerde yapılan dünyada eşi ve benzeri olmayan yanlışlıkları düzeltmeye çalıştık. Bir çok konuda başarı da kazandık.
Örneğin 28 Şubat 1997 darbecilerinin yargılanmasını sağladık. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması için çok sayıda kitap yayınlamaya muvaffak olduk. Bazı asker arkadaşlarımızın sosyal güvenlik haklarını alması konusunda da 6191 sayılı yasanın çıkarılmasını sağladık.
Fakat maalesef re’sen emekli 28 Şubat mağdurlarının haklarını almaları konusunda tamamen muvaffak olamadık. Fakat sabırla çalışarak bu konuda da muvaffak olacağımızı umut ediyoruz.
Elbette mahkeme kapılarında yaşamış olduğumuz bunun gibi birçok olayı kaleme almak gereği doğmuştur. Çünkü kamuoyunda bu konuda çok çarpıtılmış ve doğru olmayan yazılar yazılıyordu.
İrticai namı adı altında memleketimizin en güzide evlatları ordudan atılıyor darbecilerin yalanları; cilalanarak anlatılıyordu. Yaklaşık 25 yıllık yazarlık hayatımızın sebebi de işte bu haksız, usulsüz ve yolsuz olaylardır, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Ekleme
Tarihi: 19 Haziran 2022 - Pazar
YAZAR OLMA HİKÂYESİ
YAZAR OLMA HİKÂYESİ
Bazı arkadaşlarım ve okuyucularım sık sık sorar; “sen denizci bir adamsın neden bu kadar farklı konularda yazı yazıyorsun?” ve “bu yazarlık hikâyesi nereden çıktı?”
İşte bu Pazar günü bu konuya yer vermek isterim.
25 yıldan beri kitap ve makale yazmamın en önemli sebebi; dindar insanların yaşadığı haksızlıklara rağmen hala suçlu olarak gösterilmesidir.
Özellikle hakim medyada çoğu zaman gerçekler tersine çevrilerek anlatılır. “Hem suçlu hem de güçlü” misali nerede namaz kılan, oruç tutan ve Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan birisi varsa; bu insanlarla alay etmek, aşağılamak ve olumsuz yönlerini nazara vermek sıradan bir hale gelmiştir.
Haksızlığa uğramak bu dünyada daima rastlanan bir durumdur. Lakin haksızlığa ve zulme uğramış insanları insafsızca suçlu göstermek; işte buna tahammül etmek çok zordur. İşte bu nedenle içimdeki yangını bir miktar söndürmek için makale ve kitap yazmaya karar vermiştim. Nitekim bunun çok yararı oldu.
1987 yılında daha 21 yaşında iken donanma savaş gemilerinde görev yaptığım ilk yılda; bazı arkadaşlarımın başından çok üzücü olaylar geçmişti. Hiç kimse yapılan haksızlıkları dile getirmeden “neden namaz kıldın?” ve “darbeci generallerin uyarılarını niçin dinlemedin?” gibi akıl almaz derecede insafsız bir şekilde sorular soruyorlardı.
Nasrettin Hoca’nın başına geldiği gibi hırsızı suçlamadan “niçin tedbir almadın?” gibi vicdansızca yapılan zulümlere ses çıkarmama hastalığı baş göstermişti.
İşte o yıllarda yaşanan bazı olayları ifade ederek; kitap ve gazete yazarı olma sebebini daha iyi anlatacağımı düşünüyorum. Yoksa edebiyata meraklı olma veya akademik çalışmalar yüzünden yazarlık işine girmemiştim.
Darbeci cunta, 12 Eylül 1980 darbesi yaşattıktan sonra askeri vesayeti devam ettirmek için askeri okullarda terör estirmeye devam ediyordu. Namaz kılan öğrencileri fişliyor ve ailesine haber vererek derhal okul ile ilişiğinin kesilmesini sağlıyorlardı. Eğer aile diretirse gerçekten de kimsenin gözyaşına bakmadan namaz kılan tüm öğrencileri irtica suçlaması ile okuldan atıyorlardı. Bu süreç 1987 yılına kadar acımasızca devam etmişti.
Benimde öğrenci olduğum Deniz Harp Okulunda da aynı muamelelere maruz kalmıştık. Nitekim okulun en başarılı öğrencileri 8 yıllık bir öğrenim sonunda tam subay olarak mezun olacakları bir zamanda okuldan atılmışlardı.
İnsanın kanını donduracak kadar feci ve iğrenç bir olayı bize de yaşatıyorlardı. Namaz kılan öğrenciler potansiyel suçlu imiş gibi muamele görüyor “yılanın başı küçükken ezilmeli” misali daha subay olmadan okuldan atılarak bu irtica(!) sorununa çare bulunmaya çalışılıyordu.
İşte bu genç yaşta özellikle “namaz” konusunda ciddi kitap okumalarım oldu. Acaba namaz kılmasam daha mı iyi olurdu? Bu konuda çeşitli insanlarla konuşup çok kitap okudum. Beni en çok ikna eden eserler ise Bediüzzaman Said Nursi’nin kitapları içindeydi.
Bediüzzaman, namaz kılmanın en önemli ibadet olduğunu söylüyor ve asla terk edilmemesi gerektiğini çok güzel örneklerle izah ediyordu. Fakat namaz kılma konusunu araştırırken gözüme daha önemli bir konunun varlığı ilişmişti. Bu ise “iman” ile alakalıydı. Zira “ilimlerin şahı ve padişahının iman ilmi” olduğunu öğrenmiştim.
Okuduğum dini kitapların en önemli kısmı “Allah’a iman etme” ile alakalıydı. Kur’an’a, peygamberlere, meleklere, haşir gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak bir insanın hayatta karşılaşacağı en önemli mesele idi.
İşte ben de bu eserleri okuyarak ailemden almış olduğum dini terbiyemi daha da geliştirmeye çalıştım. Rahmetli anne ve babam, namaz kılmanın önemini bilen ve bizzat yaşayan insanlardı. Kardeşlerime ve bana da bu eğitimi güzelce vermişti. Fakat askeri okulda herkes “Namaz kılma! Sen de okuldan atılırsın” diyordu.
Sonunda Bediüzzaman’ın eserlerinden aldığım iman dersi ile her ne suretle olursa olsun okuldan atılmak dâhil her ne fenalık yapılırsa yapılsın “namazımı terk edemeyeceğim” kararını vermiştim.
Çoğu zaman yalnız başıma da olsa beş vakit namazımı kılmaya devam ettim. Rahmetli anneciğimin duasıyla olsa gerek; askeri okuldan mezun olmaya da muvaffak oldum.
Fakat ertesi yıl yani 1987’de Deniz Harp Okulu’nun en başarılı öğrencileri sırf namaz kıldığı için okuldan atılmıştı. Okuldan ayrılmak şöyle dursun; yüklü bir tazminat ödetilmiş ve eğitim hakları da ellerinden alınmıştı. İçlerinden bir tanesi Deniz Lisesini birincilikle bitiren çok başarılı bir öğrenciydi.
Halkımız ve siyasetçiler, darbeci generallerin böylesine çirkin uygulamalarını içine çekiyor sesini çıkaramıyordu. Medya ise “irticacı, gerici” suçlamaları ile Kenan Evren denilen darbe liderine methiyeler düzmekle meşguldü.
1987 Senesinde daha subaylık yaptığım ilk yılda beni de Deniz Harp Okulu’na çağırdılar. Öğrenci Alay Komutanı tarafından “Sen atılan bu öğrencilerin arkadaşıymışsın?” diye sorular sorarak; beni tehdit etmeye kalktılar. Fakat yaşadığım bu olaylar sonunda sinirlerim boşalmış meslek hayatım boyunca hiç yapmadığım tepkiyi göstermiştim.
Teğmen rütbesinde olduğum halde Albay rütbesindeki komutana bağırıp çağırmaya başladım. O yıllarda çok moda olan aşırı sol faaliyetlerden haberdar olmamasını buna rağmen irtica yaygaraları ile büyük haksızlıklar yapıldığını öne sürdüm.
Daha sonra birçok öğrenci “namaz kılmanın gerektiği ve dini kitaplar okunması” konusunda bizzat kendilerine baskı yaptığımı söylediler. Zavallı öğrenciler çok korkutulmuştu. Ben de cevap olarak “baskı yapmadığımı fakat tavsiye ettiğimi” söyledim.
Subaylığımın daha ilk yılında ikinci defa soruşturmaya çağrıldım. Bu defa da hiçbir hususu gizlemeden pervasızca yapılan haksızlıkları söylüyordum. Sabahtan akşama kadar sorgulandığım halde namazlarımı kıldığım gibi bir defasında Ramazan ayı olduğu için orucumu da tuttuğumu söylemiştim.
İftar yemeğini soruşturma yapan heyetin önünde yediğimi ve hâla sorular soran Alay Komutanına “görmüyor musun yemek yiyorum” diye bakarak cevap vermediğim o anı; gayet iyi hatırlıyorum.
Sonunda detaylı soruşturmalar yapıldı ve dindar insanlara haksızlık yapıldığı tescil edilmiş oldu. Fakat iş işten geçmişti. Askeri okullardan atılan binlerce öğrenci vardı. Bunlar mahkemelere müracaat edip eğitim haklarını almaya çalıştılar.
Muvaffak olan da oldu. Hiçbir şey yapamadan çaresizce geriye dönenlere de rastladık. Fakat yaşadığım bu olaylar bende çok güçlü bir mücadele azmi doğurmuştu. Yapılan haksızlıklar ve zulümler muhakkak surette halkımıza anlatılmalıydı.
Ordudan Yüksek Askeri Şura kararı ile ayrıldıktan sonra dini konularda niçin yazı yazdığımın temel sebebi; yaşadığım bu acı olaylardır. Kader bizi bir yola sevk etmişti ve bu tecrübeleri muhakkak gençlerimize aktarmam gerekiyordu.
Dini konularda hassasiyet göstermenin gerekliğini ifade etmeliydim. Medyada sadece bir iki gazete haricinde çok az kişinin üzerinde durduğu bu namaz ve iman konusunda sık sık yazı yazmamın sebebi; işte budur.
Diğer konular ise meslek hayatında yaşadığım ilginç olaylar ve akademik çalışmalar ile alakalıdır. Kendimce önemli gördüğüm olayları 25 yıllık yazarlık tecrübesi ile okuyucularıma aktarmaya çalışıyorum.
Öncelikle emekli bir asker olduğum için askeri konularda yazılar kaleme alıyorum. Hayatımın 15 yılını Deniz kuvvetlerinde geçirdim. Türkiye’nin en önemli savaş gemilerinde silah elektronik subayı olarak uzun yıllar görev yaptım.
Donanmamızın en güçlü silahlarına kumanda etmek nasip oldu. Öyle ki; şu anda “Atmaca” isimli gemiden gemiye atılan füzelerin öncüsü olan “Harpoon” isimli güdümlü mermi sadece iki muhripte bulunuyordu ve bunlardan birine ben kumanda ediyordum.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce liman ziyareti yaptığımız Sivastopol limanında resmi geçit töreninde komutan olmuştum.
Ayrıca çok önemli görevler de yapmak nasip olmuştu. Silah subayı olarak takdirler alıyor ve atış birincilikleri de kazanıyordum. İşte bunlar gibi daha nice ilginç olay ve hatıraları dile getirerek okuyucularımın ufkunu genişletmeye çalışıyorum.
Denizcilik konusu, aynı askerlik gibi yaşanmış olayları anlattığım ikinci bir mesleğimdir. Hatta para kazandığım en ciddi iş budur.
Yıllarca donanma gemilerinde çalıştıktan sonra emekli olup bu sefer ticaret gemilerinde kaptan olarak çalışmaya başladım.
Dünyanın birçok köşesine gitme fırsatı buldum. Burada gördüğüm ve ilginç bulduğum konuları paylaşmak; okuyucularımın da hoşuna gitmektedir. Hatta sırf bu konularda yazı yazmamı isteyen kişiler de oldu.
Askerde iken kurmay sınıfında olan subaylara üç yıl kıdem verilirdi. Fakat dindar bir subay olduğum için beni akademi sınavlarına dahi sokmadılar. Çeşitli engellemelerle karşılaştım. Sınıf arkadaşlarımdan geriye düşmemek için eğitim kıdemi almak maksadıyla yüksek lisans eğitimine başladım.
İstanbul’da görev yaparken İstanbul Üniversitesinde okuma imkânı buldum. Uluslararası İlişkiler bölümünden yüksek lisans diploması aldım.
Yine aynı üniversitede bu sefer İktisat bölümünde doktora yaptım. Gerçi doktoram 18 yıl olarak biraz uzun sürdü. Zira ticaret gemilerinde çalışıyordum ve rızkımızı çok uzak diyarlardan toplamak gereği doğmuştu.
Geleceğin ekonomik ve sosyal hayatının tartışıldığı bir alanda harika bir doktora tezi hazırladım. Oybirliği ile kabul edildi. Daha sonra kitap halinde yayınlamak da nasip oldu. İşte ekonomi ile alakalı yazılarımın bir sebebi de budur.
Bu arada bazı özel denizcilik okullarından öğretmenlik teklifi aldım. İstanbul Üniversitesinde de Astronomik Seyir Derslerinde hocaya ihtiyaç duyuluyordu. Altı yıl denizcilik derslerinde öğretmenliğim oldu. Bu vesile ile çocukluğumdan beri ilgi duyduğum uzay bilimlerinde çalışmalarım oldu.
Öğrencilerime doğru ve güzel bilgiler verebilmek maksadıyla gece yarılarına kadar çalışarak ders notları hazırladım ve bunları mümkün olduğunca basitleştirerek derslerimde anlatmaya çalıştım. Elbette bu konuda okuyucularımla bazı ilginç bilgileri paylaşmam kadar doğal bir şey yoktur.
Üzülerek söylemeliyim ki; 28 Şubat 1997 yılında eşi başörtülü olan askerlere karşı bazı darbeci generaller tarafından düşmanca bir tutum sergileniyordu.
Fedakar ve cefakar eşim başörtülü olduğu için 1997 yılında beni de Yüksek Askeri Şura kararı ile re’sen emekli ettiler. Aslında bu işlem ordudan atılmanın kibarcasıdır. Darbeci ve Fetocu subayların önünün açılması için benim gibi binlerce inançlı asker arkadaşım aynı muameleye tabi tutulmuştur.
İşte uğramış olduğumuz bu son derece haksız ve hukuksuz işlemden dolayı çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmayı görev bildim. Asker arkadaşlarımla beraber bir sivil toplum örgütü kurarak silahlı kuvvetlerde yapılan dünyada eşi ve benzeri olmayan yanlışlıkları düzeltmeye çalıştık. Bir çok konuda başarı da kazandık.
Örneğin 28 Şubat 1997 darbecilerinin yargılanmasını sağladık. Gerçeklerin gün yüzüne çıkması için çok sayıda kitap yayınlamaya muvaffak olduk. Bazı asker arkadaşlarımızın sosyal güvenlik haklarını alması konusunda da 6191 sayılı yasanın çıkarılmasını sağladık.
Fakat maalesef re’sen emekli 28 Şubat mağdurlarının haklarını almaları konusunda tamamen muvaffak olamadık. Fakat sabırla çalışarak bu konuda da muvaffak olacağımızı umut ediyoruz.
Elbette mahkeme kapılarında yaşamış olduğumuz bunun gibi birçok olayı kaleme almak gereği doğmuştur. Çünkü kamuoyunda bu konuda çok çarpıtılmış ve doğru olmayan yazılar yazılıyordu.
İrticai namı adı altında memleketimizin en güzide evlatları ordudan atılıyor darbecilerin yalanları; cilalanarak anlatılıyordu. Yaklaşık 25 yıllık yazarlık hayatımızın sebebi de işte bu haksız, usulsüz ve yolsuz olaylardır, vesselam…
Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.