"SİYASET-İ HAZIRA" GÜNLÜK POLİTİKA, "SİYASET-İ ALİYE" İSE İMANİ HİZMETTİR.
<div class="white-background-detail text_post_section product_page news_page" style="margin: 0px; padding: 10px; border: 0px; box-sizing: border-box; background-image: initial; background-position: initial; background-size: initial; background-repeat: initial; background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip: initial; outline: 0px; vertical-align: top; font-family: Arial, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 1.42857;">
<div class="detailp" id="detailBody" style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; box-sizing: border-box; background: transparent; font-weight: inherit; outline: 0px; vertical-align: top;">
<p> Tarihçe’nin “Önsöz’ünü yazan Ali Ulvi Kurucu’nun ifadeleri hakikata ne büyük bir aynadır:<br />
<br />
“Vakta ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor… Evet; İslam için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitleri, Erhamürrahimin olan Allah-u Zülkerim Taalâ ve Takaddes Hazretleri bırakır mı?” (Tarihçe-i Hayat, s. 11)<br />
<br />
Muhterem Müeelif’in hayatına şöyle bir nazar ettiğimizde bile onun kelimelerle anlatılamayan muhteşem tavrını herkesten beklemediğini; gece evradından, teheccüdden, tecerrüdden hiç bir zaman taviz vermediği halde, “hasların hası” diye buyurduğu “şakirtlerinin” dışında kimseden bunları istemediğine, hatta beklemediğine şahit oluyoruz.<br />
<br />
Nur Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ (Ra)ın en küçük bir “sağireden” bile kaçmasına rağmen, “Farzları yapan, kebirleri işlemeyen kurtulur.” diyerek en geniş bir “cadde-i kübra”yı işaretlediğini görüyoruz.<br />
<br />
“Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten menetmiş. Çünki masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz. Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:<br />
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harbden gelen istibdadat-ı askeriye ve dalaletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o halette o da ezlem olacak ve mağlub kalacak. Çünki mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir-iki adamın hatasıyla yirmi-otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlub vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesiyle, o ehl-i hak dahi bir-ikinin hatasıyla yirmi-otuz bîçareleri ezseler, o vakit hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.<br />
<br />
İşte Kur’anın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise; insafa adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıddır, muhaliftir.” (Şualar,s.292) ifadeleriyle “ihtilalvari” bir siyasetin İslam’daki “şefkat, vicdan, hakikat, hak” gibi temel esaslara tamamen zıt olduğunu beyan ederek, bir başka eserinde ifade ettiği gibi, yaptığı hizmete ancak “siyaset-i âliye” denebileceğini ihtarla, ŞAHSININ ve ruhu ruhuna en yakın “has şakirtler”in günlük politikanın içinde olmak şöyle dursun, “zihnen meşgul olmanın” bile zulme rıza derecesinde bir hal olduğunu izah etmektedir.<br />
<br />
'Fakat bu köyde madem sekiz senedir ki, sırf esasat-ı imaniye, usûl-ü hakaik-i diniye ile meşgulüz. Elbette bu köyde bize karşı muannidane bir heyetin takib edeceği esas, imansızlığa ve usûl-ü diniyeye muhalif, hattâ zındıka hesabına bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çıkar. Çünki bu havalide umumca tebeyyün etmiş ki, siyaset cereyanlarıyla alâkadar değilim, belki yalnız hakaik-i diniye ile meşgulüz. Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükûmet hesabına olamaz; çünki mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid’alar hesabına da olamaz, çünki hakikî meşgalemiz, esasat-ı imaniye ve Kur’aniyedir. Hem resmî Diyanet Dairesinin emirleri hesabına dahi değil. Çünki emirlerini tenkid ve muhalefet meşgalesi bizi kudsî hizmetimizden men’ettiği için, o meşgaleyi başkasına bırakıp onunla meşgul olmuyoruz. Mümkün olduğu kadar o emirlere karşı temas ettirmemeye çalışıyoruz.” (Barla Lahikası, 198)<br />
<br />
“Onunla meşgul olmuyoruz.” İfadesi “evleviyetle” kendi zatı, haslar ve hasların hası ve hizmetimizin cari bir umdesi olmadığını beyan içindir. Eğer bu böyle olmasaydı, Emirdağ Lahikası’ndaki o izni vermezdi Üstad.<br />
<br />
“Kahraman Burhan’ın Serbest Fırkası’nın” Yani yeni kurulan Demokrat Parti’nin- reisine verdiği cevab güzeldir. Evet Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.” (Emirdağ Lahikası, 1. c, 160)<br />
<br />
Bu “tecviz”den ( izinden) şunu anlamak gerek... Hazret, daha sonraki (bilhassa talebelerine verdiği son derste) ehveni şer gördüğü bir partinin bir il başkanına, “Biz nur talebelerinin siyasetle alakası yoktur.” şeklindeki cevabını “tahsin” etmesi, dost ve kardeşlerin ehven-i şer olarak baktıkları bir siyasi kuruluş karşısındaki tavrını açıkça ispat ediyor. “Çok dikkat lazımdır.” cümlesi ile meseleyi izah ediyor; yani yaptıkları hiçbir icraatı “mihenk”e vurmadan tasdik etmemeleri gerektiğini söylüyor.<br />
<br />
“…siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.” (Emirdağ Lahikası, 1. c, 160)<br />
<br />
Mana olarak diyelim. Hani Üstad, hayatında -öz halinde- dört kelime ile dört cümle öğrendiğini, mesleğini de bunlara istinad ettirdiğini söylüyordu ya Muhakemat ve Sünuhatta…<br />
<br />
Bu kelimlerden biri de “mana-yı harfi” idi. Demek bu meselede de hadiselere manayı ismiyle değil, manayı harfiyle bakmamız gerekiyor. Eğer bazı insanlar eğer siyaset içinde hizmeti lüzumlu görüyorlarsa, bunu mana-yı harfi ile yapmaları gerekiyor; “siyaset hesabına değil”! Hele hele “bid’akâr siyaset”e bir “alet-i la-yeş’ur” şuursuz alet" olabilecek şekilde “mana-yı ismiyle” bakmakarı SADAKATSIZLIKTIR. "Nurculuk" iddiasındaki bir gazete ve çevresi gibi...<br />
<br />
Çünkü “bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde (güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i sâlihînden başka) siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise; “bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- (Ya değilse, hiç giremez demektir.) çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.” (Emirdağ Lahikası, s. 57)<br />
<br />
Bu pasajı bir defa daha okuyunca bir husus daha tebellür etti zihnimde. Bu ölçüler ilk planda, birinci muhatap olan (mektubun muhatabı) talebelerdir. Eğer onlardan bazıları siyasete girerse, verilen ölçünün dışında davranamazlar. Yani buradaki tehdit bizler içindir. Yoksa kendimizi hedefin dışına atıp da, sadece şahsen muhafazakar olan insanları hedefe koymak, tek kelimeyle ibareleri anlamamaktır. Bir hususi mektubu “kim söylemiş, neden söylemiş, nasıl söylemiş, kime söylemiş” şeklindeki tefsir usulünün uzağında görme gibi bir itikadi eksikliği hatırlattı bana.</p>
</div>
</div>
Ekleme
Tarihi: 12 Eylül 2019 - Perşembe
"SİYASET-İ HAZIRA" GÜNLÜK POLİTİKA, "SİYASET-İ ALİYE" İSE İMANİ HİZMETTİR.
<div class="white-background-detail text_post_section product_page news_page" style="margin: 0px; padding: 10px; border: 0px; box-sizing: border-box; background-image: initial; background-position: initial; background-size: initial; background-repeat: initial; background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip: initial; outline: 0px; vertical-align: top; font-family: Arial, sans-serif; font-size: 16px; line-height: 1.42857;">
<div class="detailp" id="detailBody" style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; box-sizing: border-box; background: transparent; font-weight: inherit; outline: 0px; vertical-align: top;">
<p> Tarihçe’nin “Önsöz’ünü yazan Ali Ulvi Kurucu’nun ifadeleri hakikata ne büyük bir aynadır:<br />
<br />
“Vakta ki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor… Evet; İslam için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitleri, Erhamürrahimin olan Allah-u Zülkerim Taalâ ve Takaddes Hazretleri bırakır mı?” (Tarihçe-i Hayat, s. 11)<br />
<br />
Muhterem Müeelif’in hayatına şöyle bir nazar ettiğimizde bile onun kelimelerle anlatılamayan muhteşem tavrını herkesten beklemediğini; gece evradından, teheccüdden, tecerrüdden hiç bir zaman taviz vermediği halde, “hasların hası” diye buyurduğu “şakirtlerinin” dışında kimseden bunları istemediğine, hatta beklemediğine şahit oluyoruz.<br />
<br />
Nur Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ (Ra)ın en küçük bir “sağireden” bile kaçmasına rağmen, “Farzları yapan, kebirleri işlemeyen kurtulur.” diyerek en geniş bir “cadde-i kübra”yı işaretlediğini görüyoruz.<br />
<br />
“Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten menetmiş. Çünki masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz. Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:<br />
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harbden gelen istibdadat-ı askeriye ve dalaletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o halette o da ezlem olacak ve mağlub kalacak. Çünki mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir-iki adamın hatasıyla yirmi-otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlub vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesiyle, o ehl-i hak dahi bir-ikinin hatasıyla yirmi-otuz bîçareleri ezseler, o vakit hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.<br />
<br />
İşte Kur’anın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise; insafa adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıddır, muhaliftir.” (Şualar,s.292) ifadeleriyle “ihtilalvari” bir siyasetin İslam’daki “şefkat, vicdan, hakikat, hak” gibi temel esaslara tamamen zıt olduğunu beyan ederek, bir başka eserinde ifade ettiği gibi, yaptığı hizmete ancak “siyaset-i âliye” denebileceğini ihtarla, ŞAHSININ ve ruhu ruhuna en yakın “has şakirtler”in günlük politikanın içinde olmak şöyle dursun, “zihnen meşgul olmanın” bile zulme rıza derecesinde bir hal olduğunu izah etmektedir.<br />
<br />
'Fakat bu köyde madem sekiz senedir ki, sırf esasat-ı imaniye, usûl-ü hakaik-i diniye ile meşgulüz. Elbette bu köyde bize karşı muannidane bir heyetin takib edeceği esas, imansızlığa ve usûl-ü diniyeye muhalif, hattâ zındıka hesabına bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çıkar. Çünki bu havalide umumca tebeyyün etmiş ki, siyaset cereyanlarıyla alâkadar değilim, belki yalnız hakaik-i diniye ile meşgulüz. Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükûmet hesabına olamaz; çünki mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid’alar hesabına da olamaz, çünki hakikî meşgalemiz, esasat-ı imaniye ve Kur’aniyedir. Hem resmî Diyanet Dairesinin emirleri hesabına dahi değil. Çünki emirlerini tenkid ve muhalefet meşgalesi bizi kudsî hizmetimizden men’ettiği için, o meşgaleyi başkasına bırakıp onunla meşgul olmuyoruz. Mümkün olduğu kadar o emirlere karşı temas ettirmemeye çalışıyoruz.” (Barla Lahikası, 198)<br />
<br />
“Onunla meşgul olmuyoruz.” İfadesi “evleviyetle” kendi zatı, haslar ve hasların hası ve hizmetimizin cari bir umdesi olmadığını beyan içindir. Eğer bu böyle olmasaydı, Emirdağ Lahikası’ndaki o izni vermezdi Üstad.<br />
<br />
“Kahraman Burhan’ın Serbest Fırkası’nın” Yani yeni kurulan Demokrat Parti’nin- reisine verdiği cevab güzeldir. Evet Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.” (Emirdağ Lahikası, 1. c, 160)<br />
<br />
Bu “tecviz”den ( izinden) şunu anlamak gerek... Hazret, daha sonraki (bilhassa talebelerine verdiği son derste) ehveni şer gördüğü bir partinin bir il başkanına, “Biz nur talebelerinin siyasetle alakası yoktur.” şeklindeki cevabını “tahsin” etmesi, dost ve kardeşlerin ehven-i şer olarak baktıkları bir siyasi kuruluş karşısındaki tavrını açıkça ispat ediyor. “Çok dikkat lazımdır.” cümlesi ile meseleyi izah ediyor; yani yaptıkları hiçbir icraatı “mihenk”e vurmadan tasdik etmemeleri gerektiğini söylüyor.<br />
<br />
“…siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.” (Emirdağ Lahikası, 1. c, 160)<br />
<br />
Mana olarak diyelim. Hani Üstad, hayatında -öz halinde- dört kelime ile dört cümle öğrendiğini, mesleğini de bunlara istinad ettirdiğini söylüyordu ya Muhakemat ve Sünuhatta…<br />
<br />
Bu kelimlerden biri de “mana-yı harfi” idi. Demek bu meselede de hadiselere manayı ismiyle değil, manayı harfiyle bakmamız gerekiyor. Eğer bazı insanlar eğer siyaset içinde hizmeti lüzumlu görüyorlarsa, bunu mana-yı harfi ile yapmaları gerekiyor; “siyaset hesabına değil”! Hele hele “bid’akâr siyaset”e bir “alet-i la-yeş’ur” şuursuz alet" olabilecek şekilde “mana-yı ismiyle” bakmakarı SADAKATSIZLIKTIR. "Nurculuk" iddiasındaki bir gazete ve çevresi gibi...<br />
<br />
Çünkü “bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde (güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i sâlihînden başka) siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise; “bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir” diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eğer mümkünse- (Ya değilse, hiç giremez demektir.) çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.” (Emirdağ Lahikası, s. 57)<br />
<br />
Bu pasajı bir defa daha okuyunca bir husus daha tebellür etti zihnimde. Bu ölçüler ilk planda, birinci muhatap olan (mektubun muhatabı) talebelerdir. Eğer onlardan bazıları siyasete girerse, verilen ölçünün dışında davranamazlar. Yani buradaki tehdit bizler içindir. Yoksa kendimizi hedefin dışına atıp da, sadece şahsen muhafazakar olan insanları hedefe koymak, tek kelimeyle ibareleri anlamamaktır. Bir hususi mektubu “kim söylemiş, neden söylemiş, nasıl söylemiş, kime söylemiş” şeklindeki tefsir usulünün uzağında görme gibi bir itikadi eksikliği hatırlattı bana.</p>
</div>
</div>
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.