Mehmet Nuri BİNGÖL
Köşe Yazarı
Mehmet Nuri BİNGÖL
 

ÜSTADIN HAYATINI "İTMAM" ETMİŞ BIR AĞABEY

ÜSTADIN HAYATINI "İTMAM" ETMİŞ BIR AĞABEY “ Sungur Ağabey”i ilk defa, bir vesile ile ziyaret ettiği Birecik dershanesinde tanıdım. Lise birinci sınıfta ve hevesli bir talebeydim. Bir okul çıkışı başta “bazı” dost ve arkadaşlarla konuşa şakalaşa yola düşmüş, mutat olarak boş vaktimizi kıymetlendirmek üzere “o nurani mekânı”ın huzur verici irfan iklimine can atmıştık. İkindi’yi, ancak farzına ulaştığımız Mahmut Paşa Camii imamı, Mehmet Arslan hocamızın ardında kıldıktan sonra, “ikindi dersi” için mekân değiştirmiştik. Ders mevzuu 15. Şua’aydı galiba. Aradan uzun yıllar geçtiği için tam hatırlamıyorum gene de. “Meselâ, dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir ambar olduğu gibi; zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzâk-ı Hakîmin kuvvetiyle yetiştiren kemâl-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir hücrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi, git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır; ve Cennetin bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatli insaniyet; ve Cehennemin bir ambarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücut âlemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni, Cehennem; ve nurlar hazinesi, bir Cennettir ki..” Bu pasajı hem okuyup hem de açıklayan ağabey, içeriye girenleri görünce ayağa kalktı, gelenlerden orta yaşlı, sevecen bakışlı ama bir büyük davanın hamili olması cihetiyle olabildiğince vakur olan ağabeyin eline eğildi ama izin vermedi ipek bakışlı Nur kahramanı. “ Estağfurullah kardaşım” deyip onunla kucaklaştı. Sağdan başlayarak bizlerle de. Bir yandan da, “Maşaallah, maşaallah…” diyordu. Kitabı ona vermeye çalışan büyüğü reddederek dinlemeyi seçen ağabeyin kimliğini sonradan öğrendik. Üstad Bediüzzaman'ın “ Hayatım hayatınla devam edecek” buyurduğu Mustafa Sungur Ağabey’di. *** Talihim bir defa da İstanbul’da güldü bana. Tahsil yıllarımdı. Isparta Talebe Yurdu’ndaki Çarşamba derslerinden birindeydik. Dersin başında geldi bu sefer. Yanında da tanımadığım bir yığın hizmet ehli. Hatırladığım kadarıyla gazeteden birkaç yazar da arz-ı endamdaydı onunla birlikte. İşaret ettiği bir vakıf ağabeye – galiba bir mektuptu- okutuyor, kendisi de izah ediyordu. “Bu ulum-u imaniyede fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” ifadesine gelince, “Vazifeli ya…” diyordu. “Müceddid ya… Asrın mehdisi ya…” Daha sonra Dost Tv’de yayınlanan bir canlı yayında: “ İstikbal’de Risale-i Nur dünyanın anayasası olacak yani…” derken “Helaket ve felaket asrı”ndan sonra çıkacak mesut günleri – Üstad’ından ders alarak elbet- işaret ediyordu belli ki. Son zamanlarında hem bu kanaatını “tadil” etmesi hem de Risaleleri sadeleştirme niyetlerine şiddetle karşı çıkması yüzünden ona karşı “nazlanan” dostların varlığı bile eminim ki  “ zındıkanın parmak sokmasıyla” hercümerce gelen camia manzarası karşısında engin şefkatini çekmiş, hepsine – tıpkı Üstadı gibi- muhabbet ve uhuvvet şartıyla dua etmişti. “Dört-beş yıl kadar önce idi… Yakın oturduğumuz bir ders arasında söz bir vesile ile Risâle’lere indeks, lügatçe ve dipnot ilâveleri ile sadeleştirme arayışlarına gelmişti. Kestirmeden gidip, kendisine hitabla: “Sungur abi, Risâle-i Nurların diline dokunmayı hıyânet telâkki ediyorum!” dedim. Birden o güzel simâsı aydınlandı, yüzü güldü ve kendisene muhalefet ettikleri anlaşılan birilerine duyurmak ister gibi: “Ben de öyle görüyorum kardeşim, ben de!” dedi. Nitekim Nurların sadeleştirilmesinin infiâl uyandırdığı yakın geçmişte Üstad’ın hayattaki talebelerinin âdeta lokomotifi olmuş, bir mektubla sadeleştirme faaliyetlerine karşı müştereken çıkılmasında büyük gayret sarfetmişti.” Muhterem muhibbim ve – mazideki- mesai arkadaşım Hüseyin Yılmaz’ın gazetedeki satırlarını pek manalı buluyor, Risale-i Nur’un dilinin “Asil Türkçe’nin istikbali” olması cihetiyle mahfuz kalma bayrağını dalgalandırmaya devam ettirmeliyiz diyorum. Ta ki… Mehmet Nuri Bingöl:
Ekleme Tarihi: 08 Şubat 2022 - Salı

ÜSTADIN HAYATINI "İTMAM" ETMİŞ BIR AĞABEY

ÜSTADIN HAYATINI "İTMAM" ETMİŞ BIR AĞABEY “ Sungur Ağabey”i ilk defa, bir vesile ile ziyaret ettiği Birecik dershanesinde tanıdım. Lise birinci sınıfta ve hevesli bir talebeydim. Bir okul çıkışı başta “bazı” dost ve arkadaşlarla konuşa şakalaşa yola düşmüş, mutat olarak boş vaktimizi kıymetlendirmek üzere “o nurani mekânı”ın huzur verici irfan iklimine can atmıştık. İkindi’yi, ancak farzına ulaştığımız Mahmut Paşa Camii imamı, Mehmet Arslan hocamızın ardında kıldıktan sonra, “ikindi dersi” için mekân değiştirmiştik. Ders mevzuu 15. Şua’aydı galiba. Aradan uzun yıllar geçtiği için tam hatırlamıyorum gene de. “Meselâ, dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir ambar olduğu gibi; zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzâk-ı Hakîmin kuvvetiyle yetiştiren kemâl-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir hücrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi, git gide tâ dâr-ı âhiretin bir mahzeni dünyadır; ve Cennetin bir tarlası ve deposu, bu âlemdeki hüsünleri ve hasenatları ve nurları mahsul veren âlem-i İslâmiyet ve hakikatli insaniyet; ve Cehennemin bir ambarı ise, şerleri ve çirkinleri ve küfürleri mahsul veren ve şer olan ademden gelen ve hayır olan vücut âlemlerini telvis eden pis maddeler, taifeler; ve yıldızların hararet mahzeni, Cehennem; ve nurlar hazinesi, bir Cennettir ki..” Bu pasajı hem okuyup hem de açıklayan ağabey, içeriye girenleri görünce ayağa kalktı, gelenlerden orta yaşlı, sevecen bakışlı ama bir büyük davanın hamili olması cihetiyle olabildiğince vakur olan ağabeyin eline eğildi ama izin vermedi ipek bakışlı Nur kahramanı. “ Estağfurullah kardaşım” deyip onunla kucaklaştı. Sağdan başlayarak bizlerle de. Bir yandan da, “Maşaallah, maşaallah…” diyordu. Kitabı ona vermeye çalışan büyüğü reddederek dinlemeyi seçen ağabeyin kimliğini sonradan öğrendik. Üstad Bediüzzaman'ın “ Hayatım hayatınla devam edecek” buyurduğu Mustafa Sungur Ağabey’di. *** Talihim bir defa da İstanbul’da güldü bana. Tahsil yıllarımdı. Isparta Talebe Yurdu’ndaki Çarşamba derslerinden birindeydik. Dersin başında geldi bu sefer. Yanında da tanımadığım bir yığın hizmet ehli. Hatırladığım kadarıyla gazeteden birkaç yazar da arz-ı endamdaydı onunla birlikte. İşaret ettiği bir vakıf ağabeye – galiba bir mektuptu- okutuyor, kendisi de izah ediyordu. “Bu ulum-u imaniyede fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” ifadesine gelince, “Vazifeli ya…” diyordu. “Müceddid ya… Asrın mehdisi ya…” Daha sonra Dost Tv’de yayınlanan bir canlı yayında: “ İstikbal’de Risale-i Nur dünyanın anayasası olacak yani…” derken “Helaket ve felaket asrı”ndan sonra çıkacak mesut günleri – Üstad’ından ders alarak elbet- işaret ediyordu belli ki. Son zamanlarında hem bu kanaatını “tadil” etmesi hem de Risaleleri sadeleştirme niyetlerine şiddetle karşı çıkması yüzünden ona karşı “nazlanan” dostların varlığı bile eminim ki  “ zındıkanın parmak sokmasıyla” hercümerce gelen camia manzarası karşısında engin şefkatini çekmiş, hepsine – tıpkı Üstadı gibi- muhabbet ve uhuvvet şartıyla dua etmişti. “Dört-beş yıl kadar önce idi… Yakın oturduğumuz bir ders arasında söz bir vesile ile Risâle’lere indeks, lügatçe ve dipnot ilâveleri ile sadeleştirme arayışlarına gelmişti. Kestirmeden gidip, kendisine hitabla: “Sungur abi, Risâle-i Nurların diline dokunmayı hıyânet telâkki ediyorum!” dedim. Birden o güzel simâsı aydınlandı, yüzü güldü ve kendisene muhalefet ettikleri anlaşılan birilerine duyurmak ister gibi: “Ben de öyle görüyorum kardeşim, ben de!” dedi. Nitekim Nurların sadeleştirilmesinin infiâl uyandırdığı yakın geçmişte Üstad’ın hayattaki talebelerinin âdeta lokomotifi olmuş, bir mektubla sadeleştirme faaliyetlerine karşı müştereken çıkılmasında büyük gayret sarfetmişti.” Muhterem muhibbim ve – mazideki- mesai arkadaşım Hüseyin Yılmaz’ın gazetedeki satırlarını pek manalı buluyor, Risale-i Nur’un dilinin “Asil Türkçe’nin istikbali” olması cihetiyle mahfuz kalma bayrağını dalgalandırmaya devam ettirmeliyiz diyorum. Ta ki… Mehmet Nuri Bingöl:
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.