TUZU KURU OLANLAR
TUZU KURU OLANLAR
Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Resulümüz (s.a.v)
”Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” buyuruyor.
Hz. Ömer (r.a) ise “Diyarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, adli ilahide gelirde Ömer’den sorar Allah onu”
Sadece bu iki mesajın bile muhatabı olduğumuzu idrak edebilsek neler olmaz ki?
Mesela hep şefaat umduğumuz Resulün buyruğuna muhatap kabul etsek kendimizi ki zaten mesaj doğrudan insana; hani eşrefi mahlukat ”mahlukatın en şereflileri “ olduğumuz yeryüzünde:
Sorumluluk yüklendiğimizin bilincinde olanlar olarak düşsek yollara yeniden, silkelenip kendimize gelsek mesela.
Şu Ramazan-ı şerifi vesile kılsak.
Üç beş “makarna, bulgur, çiçekyağı” veyahut sattığımız giyim, kuşamdan infak etsek etmesine de, zaten döne döne yemiş olsalarda bunları, zeytinyağının adını duymuş , eti kurbandan kurbana görmüş olsalarda.
Evet kısmen de olsa sevinecek alanda, verende; hele ki veren tasadduk etmekten duyduğu hazla sevap deryasında sörf yapmaya bile başlayacak.
Allah kabul etsin herkesin hayrını da; mesele burada neticelenmiyor ki.
İş, aş süreklik gerektirir;
Eğer ki yoksulların çaresizlerin kendilerine oluşmayan iş ve aştan mesuliyet duyup çare çözüm olmamışsan ; mesuliyetinin bilincinde değilsen, yapman gerekirken yapmadığından, yapmaman gerekirken de yaptınsa, belki hiç tasavvur bile edemeden kör kuyuya taş atarcasına vebalini idrak edememişsen; bataklığı kurutmanın çare çözüm olacağını akledememişsen,
Hasenata yazılır fakat amaç hasıl olur mu, Allah bilir.
Resulumüzün hadisinden hasıl olan mana bu değil ki!
Daha önemlisi de sezonluk değil ki mesele.
“Tekfir suresi 8. 9. Ayetteki diri diri gömülen kıza hangi suçtan gömüldüğü sorulduğu zaman”
O günün şartlarında onlar mesuldüler.
Bu gün yaşananlardan ise biz kendimizi sorumlu tutmuyorsak vay bize vaylar bize, yada vaaay halimize.
Mazlumların, mağdurların, yoksulların çığlıklarına kulağımızı, gözümüzü, vicdanımızı, kapatmışsak ahlarından kurtulamadığımız gibi Resulümüzün çağrısına ”bizden değildir” muhatap oluruz, Allah muhafaza buyursun.
Bu hadis bir kaç yardım kolisi ile geçiştirilecek mesele değil, hiç kuşkusuz.
Açlığın, yokluğun, zulmün, yolsuzluğun, haksızlığın, adam kayırmanın olmadığı, adil bir dünyanın kurulması için azami gayretin olması ve hakça paylaşımın vesilesi olmaktır aslolan.
İnsanlık, izzet, onur, vakar kalmamış yada kısmen de olsa içimizde “Allahın sevgili kulları “ sayesinde başımıza taş yağmıyor eski kavimler gibi.
Şöyle bi aklımızı nefislermizden arındırıp bir muhasebe yapacak olursak toplumda yaşananlar tesadüf değildir elbette
Sınandıkça sınanıyoruz!
Arka arkaya yaşanan depremler, upuzun süren hastalıklar, insanların yaşadığı azami sıkıntılar hayra alamet olur inşallah.
Ancak;
Şûrâ suresi konuya ilahi boyutuyla açıklık getiriyor.
-Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. Şûrâ 30. Ayet.
Bağışlasın Rabbimiz inşallah ancak ayete tafsilatlı “tefsir” bakıldığında bağışlanmanın çokta kolay olmadığını müşahede ediyoruz.
Hz Ömer'in (r.a) üslendiği misyona bakılırsa işimiz oldukça zor;
Aişe validemiz komşu konusunu şöyle tarif ediyor; evin köşesinden kırk hane ilerisi ve gerisi diye açıklıyor.
Hz Ali (r.a) ise komşuyu tarif ederken sesinin duyulduğu yer olarak ifade ediyor.
Günümüze uygulayacak olursak sınırların ortadan kalktığını, dijital ağlarla örüldüğünü varsayarak çığlıkların kulaklarımızı çınlatıp yüreğimizi dağladığını görmekteyiz; dolayısıyla Efendimizin hadisine muhatap olmak için kanaatim odur ki illaki de yanıbaşımızdakiler değildir komşularımız!
Zaten burada da adaletin timsali Hz Ömer (r.a) sorumluluğun zirve yaptığı sözleri devreye giriyor, ”Diyarı Dicle”de...
Oysa biz kimin ekmeğini yerse onun kılıcını sallayan hamasi nutuklara kanıp günah çıkartmanın derdine düşmüş Müslümancılık, Osmanlıcılık kılıçlarımızı kınından çıkarmadan zaferler kazanma hevesindeyiz;
Hele ki şu mehteranla coşmalarımız yokmu.
Bundan iyisi şamda kayısı misali...
Elhamdülillah ezanımız okunuyor cemaati olmasada;
Bayrağımız dalgalanıyor, at ve Mehmet’çiğin elinde, İsrail paçavrasıyla Ankara protokol yollarında aynı hizada olsada.
Gafletin böylesi...
Sahi bize ne oldu?
Hepside bizim şahitliğimizde oldu.
Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik; sen merhametlilerin en merhametlisisin bize acı ve uyandır aciz kullarını.
Vesselam
Nazile ŞANAL
Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Resulümüz (s.a.v)
”Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” buyuruyor.
Hz. Ömer (r.a) ise “Diyarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, adli ilahide gelirde Ömer’den sorar Allah onu”
Sadece bu iki mesajın bile muhatabı olduğumuzu idrak edebilsek neler olmaz ki?
Mesela hep şefaat umduğumuz Resulün buyruğuna muhatap kabul etsek kendimizi ki zaten mesaj doğrudan insana; hani eşrefi mahlukat ”mahlukatın en şereflileri “ olduğumuz yeryüzünde:
Sorumluluk yüklendiğimizin bilincinde olanlar olarak düşsek yollara yeniden, silkelenip kendimize gelsek mesela.
Şu Ramazan-ı şerifi vesile kılsak.
Üç beş “makarna, bulgur, çiçekyağı” veyahut sattığımız giyim, kuşamdan infak etsek etmesine de, zaten döne döne yemiş olsalarda bunları, zeytinyağının adını duymuş , eti kurbandan kurbana görmüş olsalarda.
Evet kısmen de olsa sevinecek alanda, verende; hele ki veren tasadduk etmekten duyduğu hazla sevap deryasında sörf yapmaya bile başlayacak.
Allah kabul etsin herkesin hayrını da; mesele burada neticelenmiyor ki.
İş, aş süreklik gerektirir;
Eğer ki yoksulların çaresizlerin kendilerine oluşmayan iş ve aştan mesuliyet duyup çare çözüm olmamışsan ; mesuliyetinin bilincinde değilsen, yapman gerekirken yapmadığından, yapmaman gerekirken de yaptınsa, belki hiç tasavvur bile edemeden kör kuyuya taş atarcasına vebalini idrak edememişsen; bataklığı kurutmanın çare çözüm olacağını akledememişsen,
Hasenata yazılır fakat amaç hasıl olur mu, Allah bilir.
Resulumüzün hadisinden hasıl olan mana bu değil ki!
Daha önemlisi de sezonluk değil ki mesele.
“Tekfir suresi 8. 9. Ayetteki diri diri gömülen kıza hangi suçtan gömüldüğü sorulduğu zaman”
O günün şartlarında onlar mesuldüler.
Bu gün yaşananlardan ise biz kendimizi sorumlu tutmuyorsak vay bize vaylar bize, yada vaaay halimize.
Mazlumların, mağdurların, yoksulların çığlıklarına kulağımızı, gözümüzü, vicdanımızı, kapatmışsak ahlarından kurtulamadığımız gibi Resulümüzün çağrısına ”bizden değildir” muhatap oluruz, Allah muhafaza buyursun.
Bu hadis bir kaç yardım kolisi ile geçiştirilecek mesele değil, hiç kuşkusuz.
Açlığın, yokluğun, zulmün, yolsuzluğun, haksızlığın, adam kayırmanın olmadığı, adil bir dünyanın kurulması için azami gayretin olması ve hakça paylaşımın vesilesi olmaktır aslolan.
İnsanlık, izzet, onur, vakar kalmamış yada kısmen de olsa içimizde “Allahın sevgili kulları “ sayesinde başımıza taş yağmıyor eski kavimler gibi.
Şöyle bi aklımızı nefislermizden arındırıp bir muhasebe yapacak olursak toplumda yaşananlar tesadüf değildir elbette
Sınandıkça sınanıyoruz!
Arka arkaya yaşanan depremler, upuzun süren hastalıklar, insanların yaşadığı azami sıkıntılar hayra alamet olur inşallah.
Ancak;
Şûrâ suresi konuya ilahi boyutuyla açıklık getiriyor.
-Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. Şûrâ 30. Ayet.
Bağışlasın Rabbimiz inşallah ancak ayete tafsilatlı “tefsir” bakıldığında bağışlanmanın çokta kolay olmadığını müşahede ediyoruz.
Hz Ömer'in (r.a) üslendiği misyona bakılırsa işimiz oldukça zor;
Aişe validemiz komşu konusunu şöyle tarif ediyor; evin köşesinden kırk hane ilerisi ve gerisi diye açıklıyor.
Hz Ali (r.a) ise komşuyu tarif ederken sesinin duyulduğu yer olarak ifade ediyor.
Günümüze uygulayacak olursak sınırların ortadan kalktığını, dijital ağlarla örüldüğünü varsayarak çığlıkların kulaklarımızı çınlatıp yüreğimizi dağladığını görmekteyiz; dolayısıyla Efendimizin hadisine muhatap olmak için kanaatim odur ki illaki de yanıbaşımızdakiler değildir komşularımız!
Zaten burada da adaletin timsali Hz Ömer (r.a) sorumluluğun zirve yaptığı sözleri devreye giriyor, ”Diyarı Dicle”de...
Oysa biz kimin ekmeğini yerse onun kılıcını sallayan hamasi nutuklara kanıp günah çıkartmanın derdine düşmüş Müslümancılık, Osmanlıcılık kılıçlarımızı kınından çıkarmadan zaferler kazanma hevesindeyiz;
Hele ki şu mehteranla coşmalarımız yokmu.
Bundan iyisi şamda kayısı misali...
Elhamdülillah ezanımız okunuyor cemaati olmasada;
Bayrağımız dalgalanıyor, at ve Mehmet’çiğin elinde, İsrail paçavrasıyla Ankara protokol yollarında aynı hizada olsada.
Gafletin böylesi...
Sahi bize ne oldu?
Hepside bizim şahitliğimizde oldu.
Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik; sen merhametlilerin en merhametlisisin bize acı ve uyandır aciz kullarını.
Vesselam
Nazile ŞANAL
Ekleme
Tarihi: 22 Nisan 2022 - Cuma
TUZU KURU OLANLAR
TUZU KURU OLANLAR
Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Resulümüz (s.a.v)
”Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” buyuruyor.
Hz. Ömer (r.a) ise “Diyarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, adli ilahide gelirde Ömer’den sorar Allah onu”
Sadece bu iki mesajın bile muhatabı olduğumuzu idrak edebilsek neler olmaz ki?
Mesela hep şefaat umduğumuz Resulün buyruğuna muhatap kabul etsek kendimizi ki zaten mesaj doğrudan insana; hani eşrefi mahlukat ”mahlukatın en şereflileri “ olduğumuz yeryüzünde:
Sorumluluk yüklendiğimizin bilincinde olanlar olarak düşsek yollara yeniden, silkelenip kendimize gelsek mesela.
Şu Ramazan-ı şerifi vesile kılsak.
Üç beş “makarna, bulgur, çiçekyağı” veyahut sattığımız giyim, kuşamdan infak etsek etmesine de, zaten döne döne yemiş olsalarda bunları, zeytinyağının adını duymuş , eti kurbandan kurbana görmüş olsalarda.
Evet kısmen de olsa sevinecek alanda, verende; hele ki veren tasadduk etmekten duyduğu hazla sevap deryasında sörf yapmaya bile başlayacak.
Allah kabul etsin herkesin hayrını da; mesele burada neticelenmiyor ki.
İş, aş süreklik gerektirir;
Eğer ki yoksulların çaresizlerin kendilerine oluşmayan iş ve aştan mesuliyet duyup çare çözüm olmamışsan ; mesuliyetinin bilincinde değilsen, yapman gerekirken yapmadığından, yapmaman gerekirken de yaptınsa, belki hiç tasavvur bile edemeden kör kuyuya taş atarcasına vebalini idrak edememişsen; bataklığı kurutmanın çare çözüm olacağını akledememişsen,
Hasenata yazılır fakat amaç hasıl olur mu, Allah bilir.
Resulumüzün hadisinden hasıl olan mana bu değil ki!
Daha önemlisi de sezonluk değil ki mesele.
“Tekfir suresi 8. 9. Ayetteki diri diri gömülen kıza hangi suçtan gömüldüğü sorulduğu zaman”
O günün şartlarında onlar mesuldüler.
Bu gün yaşananlardan ise biz kendimizi sorumlu tutmuyorsak vay bize vaylar bize, yada vaaay halimize.
Mazlumların, mağdurların, yoksulların çığlıklarına kulağımızı, gözümüzü, vicdanımızı, kapatmışsak ahlarından kurtulamadığımız gibi Resulümüzün çağrısına ”bizden değildir” muhatap oluruz, Allah muhafaza buyursun.
Bu hadis bir kaç yardım kolisi ile geçiştirilecek mesele değil, hiç kuşkusuz.
Açlığın, yokluğun, zulmün, yolsuzluğun, haksızlığın, adam kayırmanın olmadığı, adil bir dünyanın kurulması için azami gayretin olması ve hakça paylaşımın vesilesi olmaktır aslolan.
İnsanlık, izzet, onur, vakar kalmamış yada kısmen de olsa içimizde “Allahın sevgili kulları “ sayesinde başımıza taş yağmıyor eski kavimler gibi.
Şöyle bi aklımızı nefislermizden arındırıp bir muhasebe yapacak olursak toplumda yaşananlar tesadüf değildir elbette
Sınandıkça sınanıyoruz!
Arka arkaya yaşanan depremler, upuzun süren hastalıklar, insanların yaşadığı azami sıkıntılar hayra alamet olur inşallah.
Ancak;
Şûrâ suresi konuya ilahi boyutuyla açıklık getiriyor.
-Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. Şûrâ 30. Ayet.
Bağışlasın Rabbimiz inşallah ancak ayete tafsilatlı “tefsir” bakıldığında bağışlanmanın çokta kolay olmadığını müşahede ediyoruz.
Hz Ömer'in (r.a) üslendiği misyona bakılırsa işimiz oldukça zor;
Aişe validemiz komşu konusunu şöyle tarif ediyor; evin köşesinden kırk hane ilerisi ve gerisi diye açıklıyor.
Hz Ali (r.a) ise komşuyu tarif ederken sesinin duyulduğu yer olarak ifade ediyor.
Günümüze uygulayacak olursak sınırların ortadan kalktığını, dijital ağlarla örüldüğünü varsayarak çığlıkların kulaklarımızı çınlatıp yüreğimizi dağladığını görmekteyiz; dolayısıyla Efendimizin hadisine muhatap olmak için kanaatim odur ki illaki de yanıbaşımızdakiler değildir komşularımız!
Zaten burada da adaletin timsali Hz Ömer (r.a) sorumluluğun zirve yaptığı sözleri devreye giriyor, ”Diyarı Dicle”de...
Oysa biz kimin ekmeğini yerse onun kılıcını sallayan hamasi nutuklara kanıp günah çıkartmanın derdine düşmüş Müslümancılık, Osmanlıcılık kılıçlarımızı kınından çıkarmadan zaferler kazanma hevesindeyiz;
Hele ki şu mehteranla coşmalarımız yokmu.
Bundan iyisi şamda kayısı misali...
Elhamdülillah ezanımız okunuyor cemaati olmasada;
Bayrağımız dalgalanıyor, at ve Mehmet’çiğin elinde, İsrail paçavrasıyla Ankara protokol yollarında aynı hizada olsada.
Gafletin böylesi...
Sahi bize ne oldu?
Hepside bizim şahitliğimizde oldu.
Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik; sen merhametlilerin en merhametlisisin bize acı ve uyandır aciz kullarını.
Vesselam
Nazile ŞANAL
Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Resulümüz (s.a.v)
”Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” buyuruyor.
Hz. Ömer (r.a) ise “Diyarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, adli ilahide gelirde Ömer’den sorar Allah onu”
Sadece bu iki mesajın bile muhatabı olduğumuzu idrak edebilsek neler olmaz ki?
Mesela hep şefaat umduğumuz Resulün buyruğuna muhatap kabul etsek kendimizi ki zaten mesaj doğrudan insana; hani eşrefi mahlukat ”mahlukatın en şereflileri “ olduğumuz yeryüzünde:
Sorumluluk yüklendiğimizin bilincinde olanlar olarak düşsek yollara yeniden, silkelenip kendimize gelsek mesela.
Şu Ramazan-ı şerifi vesile kılsak.
Üç beş “makarna, bulgur, çiçekyağı” veyahut sattığımız giyim, kuşamdan infak etsek etmesine de, zaten döne döne yemiş olsalarda bunları, zeytinyağının adını duymuş , eti kurbandan kurbana görmüş olsalarda.
Evet kısmen de olsa sevinecek alanda, verende; hele ki veren tasadduk etmekten duyduğu hazla sevap deryasında sörf yapmaya bile başlayacak.
Allah kabul etsin herkesin hayrını da; mesele burada neticelenmiyor ki.
İş, aş süreklik gerektirir;
Eğer ki yoksulların çaresizlerin kendilerine oluşmayan iş ve aştan mesuliyet duyup çare çözüm olmamışsan ; mesuliyetinin bilincinde değilsen, yapman gerekirken yapmadığından, yapmaman gerekirken de yaptınsa, belki hiç tasavvur bile edemeden kör kuyuya taş atarcasına vebalini idrak edememişsen; bataklığı kurutmanın çare çözüm olacağını akledememişsen,
Hasenata yazılır fakat amaç hasıl olur mu, Allah bilir.
Resulumüzün hadisinden hasıl olan mana bu değil ki!
Daha önemlisi de sezonluk değil ki mesele.
“Tekfir suresi 8. 9. Ayetteki diri diri gömülen kıza hangi suçtan gömüldüğü sorulduğu zaman”
O günün şartlarında onlar mesuldüler.
Bu gün yaşananlardan ise biz kendimizi sorumlu tutmuyorsak vay bize vaylar bize, yada vaaay halimize.
Mazlumların, mağdurların, yoksulların çığlıklarına kulağımızı, gözümüzü, vicdanımızı, kapatmışsak ahlarından kurtulamadığımız gibi Resulümüzün çağrısına ”bizden değildir” muhatap oluruz, Allah muhafaza buyursun.
Bu hadis bir kaç yardım kolisi ile geçiştirilecek mesele değil, hiç kuşkusuz.
Açlığın, yokluğun, zulmün, yolsuzluğun, haksızlığın, adam kayırmanın olmadığı, adil bir dünyanın kurulması için azami gayretin olması ve hakça paylaşımın vesilesi olmaktır aslolan.
İnsanlık, izzet, onur, vakar kalmamış yada kısmen de olsa içimizde “Allahın sevgili kulları “ sayesinde başımıza taş yağmıyor eski kavimler gibi.
Şöyle bi aklımızı nefislermizden arındırıp bir muhasebe yapacak olursak toplumda yaşananlar tesadüf değildir elbette
Sınandıkça sınanıyoruz!
Arka arkaya yaşanan depremler, upuzun süren hastalıklar, insanların yaşadığı azami sıkıntılar hayra alamet olur inşallah.
Ancak;
Şûrâ suresi konuya ilahi boyutuyla açıklık getiriyor.
-Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. Şûrâ 30. Ayet.
Bağışlasın Rabbimiz inşallah ancak ayete tafsilatlı “tefsir” bakıldığında bağışlanmanın çokta kolay olmadığını müşahede ediyoruz.
Hz Ömer'in (r.a) üslendiği misyona bakılırsa işimiz oldukça zor;
Aişe validemiz komşu konusunu şöyle tarif ediyor; evin köşesinden kırk hane ilerisi ve gerisi diye açıklıyor.
Hz Ali (r.a) ise komşuyu tarif ederken sesinin duyulduğu yer olarak ifade ediyor.
Günümüze uygulayacak olursak sınırların ortadan kalktığını, dijital ağlarla örüldüğünü varsayarak çığlıkların kulaklarımızı çınlatıp yüreğimizi dağladığını görmekteyiz; dolayısıyla Efendimizin hadisine muhatap olmak için kanaatim odur ki illaki de yanıbaşımızdakiler değildir komşularımız!
Zaten burada da adaletin timsali Hz Ömer (r.a) sorumluluğun zirve yaptığı sözleri devreye giriyor, ”Diyarı Dicle”de...
Oysa biz kimin ekmeğini yerse onun kılıcını sallayan hamasi nutuklara kanıp günah çıkartmanın derdine düşmüş Müslümancılık, Osmanlıcılık kılıçlarımızı kınından çıkarmadan zaferler kazanma hevesindeyiz;
Hele ki şu mehteranla coşmalarımız yokmu.
Bundan iyisi şamda kayısı misali...
Elhamdülillah ezanımız okunuyor cemaati olmasada;
Bayrağımız dalgalanıyor, at ve Mehmet’çiğin elinde, İsrail paçavrasıyla Ankara protokol yollarında aynı hizada olsada.
Gafletin böylesi...
Sahi bize ne oldu?
Hepside bizim şahitliğimizde oldu.
Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik; sen merhametlilerin en merhametlisisin bize acı ve uyandır aciz kullarını.
Vesselam
Nazile ŞANAL
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.