Önder GÜZELARSLAN
Köşe Yazarı
Önder GÜZELARSLAN
 

BİLGELİĞİN GEOMETRİSİNİ ÇİZEN MİMAR TURGUT CANSEVER

BİLGELİĞİN GEOMETRİSİNİ ÇİZEN MİMAR TURGUT CANSEVER Mekânı fiziksel bir öğe olarak görmeyen, şehirlerin de bir ruhunun varlığından bahseden ve “İnsanın dünyadaki esas vazifesinin dünyayı güzelleştirmek” olduğu fikrini benimseyen bir bilge mimar geçti bu dünyadan. “Müslümanların doğru düzgün bir ev tanımının olmadığını” söyleyerek vahim durumumuzu gözler önüne seren bilgeliğiyle ideal mekânı yakalamaya çalışan bu insan, mimar ve şehir plancısı Turgut Cansever’den başkası değildir. Onun düşüncesinde mekân, zihinsel ve ruhsal bir süreçtir. Hatta bu düşüncesini biraz daha yukarıya taşıyarak “yaşanılan mekânların bir inancın göstergesi” olduğunu savunur. Bugünkü modern dünyada, insanların alabildiğine vahşileştiği bir zaman diliminde, insanın dünyadaki vazifesinin dünyayı kaosa çevirmek yerine güzelleştirmek ve güzel işler yaparak dünya sürgününü tamamladığında geride güzel şeyler bırakmış iyi bir insan olarak anılması felsefesini savunan mimar Turgut Cansever, 12 Eylül 1921’de Antalya'da dünyaya gelmiştir. Doktor bir babanın evladı olan Turgut Cansever, İslam’ın bir şehir dini olduğundan yola çıkarak şehir mimarisi konusunda yaptığı sayısız projeyle adından söz ettirmiştir. Babası Doktor Hasan Ferit Bey, Kasımpaşa Turabi Tekkesi şeyhi ve Bab-ı Ali'nin üst düzey bürokratlarından birisi olan Şeyh Ali Efendi'nin oğludur. Annesi Saime Hanım, Halide Edip Adıvar’ın öğrencisi olarak yetişmiş, Filibe kökenli bir öğretmendir. Henüz 19 yaşında iken gönüllü olarak Kudüs’e öğretmen olarak gitmiştir. Böylesine aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Turgut Cansever, ilkokulu Ankara ve Bursa’da okudu. Ailesinin İstanbul’a taşınması üzerine lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde devam etti. Gençliğinde Halil Dikmen’den ney dersleri aldı ve 16 yaşında resim sergisi açarak resim sanatına duyduğu ilgiyi ortaya koymaya çalıştı. Bu ilgi onu ressam olma düşüncesine itti ve bu sebeple de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt yaptırdı. Burada birçok kişiyle tanıştı. Kısa süre sonra ressam olmaktan vazgeçip mimar olmaya karar verdi. Ressamlıktan mimarlık bölümüne geçti ve 1946 yılında mimarlık bölümünden mezun oldu. Mimarlık öğrenimi gördüğü dönemde 20. yüzyılın önde gelen Türk mimarlarından aynı zamanda bir akademisyen olan Sedad Hakkı Eldem Bey'in yardımcısı oldu. Mimar, akademisyen ve yazar Sedad Hakkı Eldem, klasik Osmanlı mimarisi üzerine araştırmalar yaparak, mimari tasarımda geleneksel motiflerin yeniden kullanılmasına öncülük eden biriydi. Turgut Cansever de aynen hocası gibi bu alanda çalışmalar yapmaya başlamış ve sanat tarihi alanında doktora yapmak üzere kendisini bu alana yöneltmiştir. 1946 yılında doktora yapmaya başladı. İslam Sanatı tarihi hocası Ernst Diez’den çok etkilenerek doktora tezi olarak 1949 yılında “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları” adlı bir tez yazdı. Bu teziyle Türkiye’de sanat tarihi alanında yapılan tezlerin ilki olmayı başardı. Bu tezi için 14 Anadolu şehrini ve 111 yapıyı ziyaret etti. Bu tezi 2010 yılında "Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları" adıyla yayın hayatına kazandırıldı. Yüksek mimar olarak yaptığı doktora teziyle, mimarlığı ve sanatı felsefeyle bütünleştirmiş ve böylelikle felsefe olmadan mimarlık yapılamayacağını ortaya koydu. Fransa'ya giderek bir süre bütün Avrupa'yı dolaşmış ancak hiçbir şekilde Avrupa’nın cilalı görüntüsüne aldanmamıştır. Avrupa’ya Avrupa’dan bakmış, lakin kendisini unutmamıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde “Modern Mimarinin Sorunları” adlı teziyle 1960 yılında doçentlik unvanını almıştır. 1947–1951 yılları arasında DGSA'da öğretim üyeliği yapan Turgut Cansever, 1949'da Sadullah Paşa Yalısı'nın restorasyonunu gerçekleştirdi. Bu çalışma, usta mimarın meslek yaşamının ilk önemli deneyimi olmakla birlikte kendisinde bir kırılma noktası oluşturdu. 1951 yılında kendi mimarlık bürosunu kurdu. 1950'li yıllarda Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji, ODTÜ Kampüsü yarışma projesi ve Türk Tarih Kurumu binasını tasarladı. 1957 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde planlama danışmanı olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl içinde İmar Yasası ve İmar İskân Bakanlığı kuruluş çalışmalarına katıldı. 1958'de Beyazıt Meydanı tasarımına başladı. Bu çalışma, onu kent, imar, koruma alanında mücadele vermeye yönlendirdi. Çeşitli alanlarda yapmış olduğu tasarım ve uygulamalar, onu modern mimarlığın sorunlarına çevresel ve kültürel değerlere ağırlık vererek yaklaşmaya yönlendirdi. Mimarlık ve kent sorunları üzerine çeşitli makaleler yayımladı. Sonraki yıllarda sürdürdüğü çalışmalarıyla üç kez “Ağa Han Mimarlık Ödülü”ne layık görülen tek mimar olmuştur. Platon’un “İnsanın en büyük hikmeti şehir kurma hikmetidir.” sözü ışığında kente bakışını şekillendiren Turgut Cansever, İslam’ı şehir dini olarak görmüş ve bu minvalde; “Bir şehrin inşası bir neslin inşasıdır. Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.” sözünü söylemiştir. Mimari çalışmalarını evrenselleştirmiş, Türk mimarlığı ile çağdaş mimarlığı başarılı bir şekilde yorumlamıştır. Bu yorumuyla da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2005 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görülmüştür. Aynı yıl içerisinde anıtsal bir yapıt olan "Mimar Sinan" kitabını yayımlanmıştır. "Mimarlık, varlığın bütün alanlarını kapsayan bir disiplindir. Bu sebeple başarılı bir mimarlık faaliyetinin gerçekleşmesi, kültürel oluşumun temel öğesidir." prensibini benimseyen Turgut Cansever, Batı mimarisinin aksine İslam mimarisinin bireyi özgürleştirdiğini savunmuştur. Özellikle Barok mimarisinin; karmaşık, gösterişçi, yapmacık ve despotik oluşuna dikkat çekerek sert bir şekilde eleştiri getirmiştir. Barok üslubunun karşısına ferdi yücelten, dingin, kümülatif tavrını koyan İslam mimarisini koymuştur. 2007 yılında İstanbul'da, "Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı" başlıklı bir sergi açılarak onun mimari felsefesinin tanınması sağlanmıştır. Şehirler sanat için değil; toplum içindir. Sanat; toplumun kentteki yansımasıdır. Düşüncesiyle hareket eden Turgut Cansever, 2008 temmuzundan itibaren hastalığı ilerleyince yatağa bağlı tedavi görmeye başlamış ve 22 Şubat 2009 günü İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinde vefat etmiştir. Cenazesi, 23 Şubat 2009 günü Fatih Camisi'nde ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir. “Niyet her şeyin başıdır”, “Umutsuzluk bize has değildir”, “Vazife dünyayı güzelleştirmektir”, “Bilgi ve seziş önceliklidir”, “Mimaride bir şeyin güzel olduğunu bize huzur, neşe, ümit vermesinden anlarız.” sözlerini ifade eden Turgut Cansever, aristokrat bir ailede büyümesine rağmen hiçbir zaman mütevaziliği elden bırakmamıştır. Böylesi insanlar az bulunur, onun için de bu topraklar için olduğu kadar bütün dünya için de bir şanstır kendisi, eğer kıymetini bilip takdir edebilirsek. Önder Güzelarslan
Ekleme Tarihi: 22 Şubat 2025 - Cumartesi

BİLGELİĞİN GEOMETRİSİNİ ÇİZEN MİMAR TURGUT CANSEVER

BİLGELİĞİN GEOMETRİSİNİ ÇİZEN MİMAR TURGUT CANSEVER Mekânı fiziksel bir öğe olarak görmeyen, şehirlerin de bir ruhunun varlığından bahseden ve “İnsanın dünyadaki esas vazifesinin dünyayı güzelleştirmek” olduğu fikrini benimseyen bir bilge mimar geçti bu dünyadan. “Müslümanların doğru düzgün bir ev tanımının olmadığını” söyleyerek vahim durumumuzu gözler önüne seren bilgeliğiyle ideal mekânı yakalamaya çalışan bu insan, mimar ve şehir plancısı Turgut Cansever’den başkası değildir. Onun düşüncesinde mekân, zihinsel ve ruhsal bir süreçtir. Hatta bu düşüncesini biraz daha yukarıya taşıyarak “yaşanılan mekânların bir inancın göstergesi” olduğunu savunur. Bugünkü modern dünyada, insanların alabildiğine vahşileştiği bir zaman diliminde, insanın dünyadaki vazifesinin dünyayı kaosa çevirmek yerine güzelleştirmek ve güzel işler yaparak dünya sürgününü tamamladığında geride güzel şeyler bırakmış iyi bir insan olarak anılması felsefesini savunan mimar Turgut Cansever, 12 Eylül 1921’de Antalya'da dünyaya gelmiştir. Doktor bir babanın evladı olan Turgut Cansever, İslam’ın bir şehir dini olduğundan yola çıkarak şehir mimarisi konusunda yaptığı sayısız projeyle adından söz ettirmiştir. Babası Doktor Hasan Ferit Bey, Kasımpaşa Turabi Tekkesi şeyhi ve Bab-ı Ali'nin üst düzey bürokratlarından birisi olan Şeyh Ali Efendi'nin oğludur. Annesi Saime Hanım, Halide Edip Adıvar’ın öğrencisi olarak yetişmiş, Filibe kökenli bir öğretmendir. Henüz 19 yaşında iken gönüllü olarak Kudüs’e öğretmen olarak gitmiştir. Böylesine aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Turgut Cansever, ilkokulu Ankara ve Bursa’da okudu. Ailesinin İstanbul’a taşınması üzerine lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde devam etti. Gençliğinde Halil Dikmen’den ney dersleri aldı ve 16 yaşında resim sergisi açarak resim sanatına duyduğu ilgiyi ortaya koymaya çalıştı. Bu ilgi onu ressam olma düşüncesine itti ve bu sebeple de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt yaptırdı. Burada birçok kişiyle tanıştı. Kısa süre sonra ressam olmaktan vazgeçip mimar olmaya karar verdi. Ressamlıktan mimarlık bölümüne geçti ve 1946 yılında mimarlık bölümünden mezun oldu. Mimarlık öğrenimi gördüğü dönemde 20. yüzyılın önde gelen Türk mimarlarından aynı zamanda bir akademisyen olan Sedad Hakkı Eldem Bey'in yardımcısı oldu. Mimar, akademisyen ve yazar Sedad Hakkı Eldem, klasik Osmanlı mimarisi üzerine araştırmalar yaparak, mimari tasarımda geleneksel motiflerin yeniden kullanılmasına öncülük eden biriydi. Turgut Cansever de aynen hocası gibi bu alanda çalışmalar yapmaya başlamış ve sanat tarihi alanında doktora yapmak üzere kendisini bu alana yöneltmiştir. 1946 yılında doktora yapmaya başladı. İslam Sanatı tarihi hocası Ernst Diez’den çok etkilenerek doktora tezi olarak 1949 yılında “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları” adlı bir tez yazdı. Bu teziyle Türkiye’de sanat tarihi alanında yapılan tezlerin ilki olmayı başardı. Bu tezi için 14 Anadolu şehrini ve 111 yapıyı ziyaret etti. Bu tezi 2010 yılında "Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları" adıyla yayın hayatına kazandırıldı. Yüksek mimar olarak yaptığı doktora teziyle, mimarlığı ve sanatı felsefeyle bütünleştirmiş ve böylelikle felsefe olmadan mimarlık yapılamayacağını ortaya koydu. Fransa'ya giderek bir süre bütün Avrupa'yı dolaşmış ancak hiçbir şekilde Avrupa’nın cilalı görüntüsüne aldanmamıştır. Avrupa’ya Avrupa’dan bakmış, lakin kendisini unutmamıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde “Modern Mimarinin Sorunları” adlı teziyle 1960 yılında doçentlik unvanını almıştır. 1947–1951 yılları arasında DGSA'da öğretim üyeliği yapan Turgut Cansever, 1949'da Sadullah Paşa Yalısı'nın restorasyonunu gerçekleştirdi. Bu çalışma, usta mimarın meslek yaşamının ilk önemli deneyimi olmakla birlikte kendisinde bir kırılma noktası oluşturdu. 1951 yılında kendi mimarlık bürosunu kurdu. 1950'li yıllarda Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji, ODTÜ Kampüsü yarışma projesi ve Türk Tarih Kurumu binasını tasarladı. 1957 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde planlama danışmanı olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl içinde İmar Yasası ve İmar İskân Bakanlığı kuruluş çalışmalarına katıldı. 1958'de Beyazıt Meydanı tasarımına başladı. Bu çalışma, onu kent, imar, koruma alanında mücadele vermeye yönlendirdi. Çeşitli alanlarda yapmış olduğu tasarım ve uygulamalar, onu modern mimarlığın sorunlarına çevresel ve kültürel değerlere ağırlık vererek yaklaşmaya yönlendirdi. Mimarlık ve kent sorunları üzerine çeşitli makaleler yayımladı. Sonraki yıllarda sürdürdüğü çalışmalarıyla üç kez “Ağa Han Mimarlık Ödülü”ne layık görülen tek mimar olmuştur. Platon’un “İnsanın en büyük hikmeti şehir kurma hikmetidir.” sözü ışığında kente bakışını şekillendiren Turgut Cansever, İslam’ı şehir dini olarak görmüş ve bu minvalde; “Bir şehrin inşası bir neslin inşasıdır. Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.” sözünü söylemiştir. Mimari çalışmalarını evrenselleştirmiş, Türk mimarlığı ile çağdaş mimarlığı başarılı bir şekilde yorumlamıştır. Bu yorumuyla da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2005 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görülmüştür. Aynı yıl içerisinde anıtsal bir yapıt olan "Mimar Sinan" kitabını yayımlanmıştır. "Mimarlık, varlığın bütün alanlarını kapsayan bir disiplindir. Bu sebeple başarılı bir mimarlık faaliyetinin gerçekleşmesi, kültürel oluşumun temel öğesidir." prensibini benimseyen Turgut Cansever, Batı mimarisinin aksine İslam mimarisinin bireyi özgürleştirdiğini savunmuştur. Özellikle Barok mimarisinin; karmaşık, gösterişçi, yapmacık ve despotik oluşuna dikkat çekerek sert bir şekilde eleştiri getirmiştir. Barok üslubunun karşısına ferdi yücelten, dingin, kümülatif tavrını koyan İslam mimarisini koymuştur. 2007 yılında İstanbul'da, "Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı" başlıklı bir sergi açılarak onun mimari felsefesinin tanınması sağlanmıştır. Şehirler sanat için değil; toplum içindir. Sanat; toplumun kentteki yansımasıdır. Düşüncesiyle hareket eden Turgut Cansever, 2008 temmuzundan itibaren hastalığı ilerleyince yatağa bağlı tedavi görmeye başlamış ve 22 Şubat 2009 günü İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinde vefat etmiştir. Cenazesi, 23 Şubat 2009 günü Fatih Camisi'nde ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir. “Niyet her şeyin başıdır”, “Umutsuzluk bize has değildir”, “Vazife dünyayı güzelleştirmektir”, “Bilgi ve seziş önceliklidir”, “Mimaride bir şeyin güzel olduğunu bize huzur, neşe, ümit vermesinden anlarız.” sözlerini ifade eden Turgut Cansever, aristokrat bir ailede büyümesine rağmen hiçbir zaman mütevaziliği elden bırakmamıştır. Böylesi insanlar az bulunur, onun için de bu topraklar için olduğu kadar bütün dünya için de bir şanstır kendisi, eğer kıymetini bilip takdir edebilirsek. Önder Güzelarslan
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.