Önder GÜZELARSLAN
Köşe Yazarı
Önder GÜZELARSLAN
 

TAMAHKÂRLIĞIN SONU

TAMAHKÂRLIĞIN SONU Tamahkâr aç gözlü, paraya ve mala aşırı derecede istek duyan kimse demektir. Tamahkâr kimse hiçbir zaman doymaz. Sürekli her şeye sahip olmak ister. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde tamahkârlığı şöyle izah etmektedir. “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” Buradan anladığımız gibi Allah Rasûlü ümmetinin mal sevdalısı olacağını bu hadisi ile işaret buyurmaktadır. Tamahkârlığı daha iyi anlayabilmek için şu iki hikâyeye dikkat kesilmeliyiz. Birinci hikâye, bir kadının başından geçmektedir. Hikâyede anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar. Bu ses ona: “İçeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı unutma. Ayrıca, sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate almalısın. Ancak bu fırsatı kaçırmamalısın, fakat bu fırsatı değerlendireceğim diye en önemli şeyi asla unutma” diyordu. Kadın bir süre sonra mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Masanın üzerindeki altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla masanı üzerindekileri toplamaya başlar. Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur:  “Yalnız dikkat et sadece sekiz dakikan var” demektedir.  Sekiz dakika çok çabuk geçer, kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır. Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Kadının zenginliği çok uzun sürmez, ama kadının içindeki ümitsizlik hep yaşamıştır. Bu kıssadan yola çıkarak şunu ifade edebiliriz. Bu hikâyedeki olayın bir benzeri çoğu zaman bizim başımıza da gelir. Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık bir ömrümüz vardır ve bir ses daima bize: “SAKIN EN ÖNEMLİ ŞEYİ UNUTMA!“ der gibidir. Önemli olan manevi değerlerimiz, ailemiz, dostlarımız ve hayattın kendisidir. Ancak kazanç hırsı, zenginlik, maddi şeyler bizi öylesine büyüler ki, çoğu zaman en önemli şeyleri bir köşede bırakırız. Böylece zamanımızı bu tür şeylerle tüketir ve en önemli olan şeyi “Ruhun hazinesini“ bir köşede unutur gideriz. Asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bu dünyadaki hayat çok çabuk geçer ve ölüm beklenmedik bir anda bizi yakalar. Ölümle birlikte hayatın kapısı bizim için ebediyen kapanmış olacağından son pişmanlık asla bir fayda vermez. Çünkü biz bugün en önemli şeyleri unutmuş durumdayız. Sevgiyi, barışı, alçak gönüllülüğü, dostluğu ve samimiyeti rafa kaldırdık. Bir diğer hikâye Hz. İsa Peygamber ile bir Yahudi arasında geçmektedir. Hz. İsa (a.s) ile bir Yahudi birlikte yolculuğa çıkarlar. Yanında üç ekmeği olan Yahudi, göstermeden ekmeğin birini yer. Hz. İsa (a.s.) “Senin üç ekmeğin vardı, biri ne oldu?” diye sorunca Yahudi, “benim ekmeğim iki idi” diyerek yalan söyler... Yollarına devam ederken  cüzzamlı bir hastaya rastlarlar. Hz. İsa (a.s.) elindeki asa ile hastaya dokununca hasta iyileşir. Hz. İsa (a.s.), Yahudiye tekrar ekmeğinin kaç olduğunu sorar. Yahudi “iki” diye cevap verir...  Bu minval üzere yollarına devam ederler. Hz. İsa (a.s.) bir ağacın gölgesinde uyumaya başlar. O esnada, bulundukları bölgenin valisinin hasta bir kızı vardır. Vali ölüleri dirilten, hastalara şifa veren zatın kendi memleketine geldiğini duyup onu aratmaya başlar. Arama yapan kişiler ağacın altında uyumakta olan Hz. İsa (a.s.)’ın yanına varırlar. Ancak, Yahudi gelenlere “O sizin aradığınız kişi benim, getirin hastanızı iyileştireyim” der. Hastayı getirdiklerinde Yahudi asayı vurunca çocuk ölür. Bunun üzerine Vali Yahudi’yi idama mahkum eder. Bu sırada Hz. İsa (a.s.) uykusundan uyanıp asasının kaybolduğunu görür, asasını aramaya koyulur. Kısa süre sonra da meseleyi öğrenir. Yahudi’nin asılmak üzere olduğunu görünce:  “Bu arkadaşımı serbest bırakırsanız, çocuğunuzu bi-iznillah diriltirim”, der.  Vali bunu kabul eder. Hz. İsa (a.s.) ölen çocuğun başına varıp: “Kum bi-iznillah” deyince çocuk hem de hastalıktan kurtulmuş olarak ayağa kalkar. Bu mucizeyi ve bunun gibi nice mucizelere şahit olan Yahudi, hâlâ iman etmemekte ısrar eder. Ve yalan söylemeyi sürdürür. Yahudi’de iman alameti olmadığı halde yollarına devam ederler. Bir müddet gittikten sonra beş parça külçe altına rastlarlar. Altınları taksim etmek mümkün olmadığından Hz. İsa (a.s.): “Kimin ekmeği üçse o üç parçasını alsın, iki ekmeği olan da iki parça alsın”, der. Bu zamana kadar ekmeğinin iki olduğunu ısrarla söyleyen Yahudi:  “Benim üç ekmeğim vardı. Birisini senden gizli olarak yedim. Ben üç parça almam lazım”, der.  Hz. İsa (a.s.) : “Beşi de senin olsun” diyerek Yahudi ile olan yol arkadaşlığını bitirir ve oradan ayrılır.  Benliğini dünya hırsı bürüyen Yahudi’nin tamahkârlığının sonu çok hazin olmuştur. Yahudi altınların hepsine sahip olduğu için büyük bir sevinç içindeyken yanına iki kişi gelir. Onlar da altınlara ortak olmak isterler. Yahudi bakar ki, bu adamlardan  kurtulmanın imkânı yok: “Siz bekleyin, ben eve gidip, bir araba ve altınları kesmek için de bir testere getireyim”, der ve evine gider.  Evine vardığında, karısına zehirli börek yapmasını söyler. Niyeti altınlara ortak olmak isteyen o iki kişiyi öldürmektir. Zehirli böreklerle o iki adamın yanına geldiğinde adamlarda altınların hepsini almak istedikleri için aralarında anlaşarak Yahudi’yi öldürürler. Ardından Yahudi’nin getirdiği zehirli börekleri yerler ve oracıkta can verirler. Bir süre sonra oradan geçen Hz. İsa (a.s) kendilerini dünya hırsı bürüyen üç tamahkârın cesediyle karşılaşır. İşte tamahkârlığın sonu budur.  Bu iki hikâye tamahkârlığı çok güzel bize anlatmaktadır. Yazımızı bu konuya dair iki hadis-i şerif ile noktayalım: Hakîm b. Hizâm (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’tan (Huneyn ganimetlerinden) istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.” Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.”  Önder GÜZELARSLAN  
Ekleme Tarihi: 23 Mayıs 2021 - Pazar

TAMAHKÂRLIĞIN SONU

TAMAHKÂRLIĞIN SONU Tamahkâr aç gözlü, paraya ve mala aşırı derecede istek duyan kimse demektir. Tamahkâr kimse hiçbir zaman doymaz. Sürekli her şeye sahip olmak ister. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde tamahkârlığı şöyle izah etmektedir. “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” Buradan anladığımız gibi Allah Rasûlü ümmetinin mal sevdalısı olacağını bu hadisi ile işaret buyurmaktadır. Tamahkârlığı daha iyi anlayabilmek için şu iki hikâyeye dikkat kesilmeliyiz. Birinci hikâye, bir kadının başından geçmektedir. Hikâyede anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar. Bu ses ona: “İçeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı unutma. Ayrıca, sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate almalısın. Ancak bu fırsatı kaçırmamalısın, fakat bu fırsatı değerlendireceğim diye en önemli şeyi asla unutma” diyordu. Kadın bir süre sonra mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Masanın üzerindeki altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla masanı üzerindekileri toplamaya başlar. Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur:  “Yalnız dikkat et sadece sekiz dakikan var” demektedir.  Sekiz dakika çok çabuk geçer, kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır. Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama kapı bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Kadının zenginliği çok uzun sürmez, ama kadının içindeki ümitsizlik hep yaşamıştır. Bu kıssadan yola çıkarak şunu ifade edebiliriz. Bu hikâyedeki olayın bir benzeri çoğu zaman bizim başımıza da gelir. Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık bir ömrümüz vardır ve bir ses daima bize: “SAKIN EN ÖNEMLİ ŞEYİ UNUTMA!“ der gibidir. Önemli olan manevi değerlerimiz, ailemiz, dostlarımız ve hayattın kendisidir. Ancak kazanç hırsı, zenginlik, maddi şeyler bizi öylesine büyüler ki, çoğu zaman en önemli şeyleri bir köşede bırakırız. Böylece zamanımızı bu tür şeylerle tüketir ve en önemli olan şeyi “Ruhun hazinesini“ bir köşede unutur gideriz. Asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bu dünyadaki hayat çok çabuk geçer ve ölüm beklenmedik bir anda bizi yakalar. Ölümle birlikte hayatın kapısı bizim için ebediyen kapanmış olacağından son pişmanlık asla bir fayda vermez. Çünkü biz bugün en önemli şeyleri unutmuş durumdayız. Sevgiyi, barışı, alçak gönüllülüğü, dostluğu ve samimiyeti rafa kaldırdık. Bir diğer hikâye Hz. İsa Peygamber ile bir Yahudi arasında geçmektedir. Hz. İsa (a.s) ile bir Yahudi birlikte yolculuğa çıkarlar. Yanında üç ekmeği olan Yahudi, göstermeden ekmeğin birini yer. Hz. İsa (a.s.) “Senin üç ekmeğin vardı, biri ne oldu?” diye sorunca Yahudi, “benim ekmeğim iki idi” diyerek yalan söyler... Yollarına devam ederken  cüzzamlı bir hastaya rastlarlar. Hz. İsa (a.s.) elindeki asa ile hastaya dokununca hasta iyileşir. Hz. İsa (a.s.), Yahudiye tekrar ekmeğinin kaç olduğunu sorar. Yahudi “iki” diye cevap verir...  Bu minval üzere yollarına devam ederler. Hz. İsa (a.s.) bir ağacın gölgesinde uyumaya başlar. O esnada, bulundukları bölgenin valisinin hasta bir kızı vardır. Vali ölüleri dirilten, hastalara şifa veren zatın kendi memleketine geldiğini duyup onu aratmaya başlar. Arama yapan kişiler ağacın altında uyumakta olan Hz. İsa (a.s.)’ın yanına varırlar. Ancak, Yahudi gelenlere “O sizin aradığınız kişi benim, getirin hastanızı iyileştireyim” der. Hastayı getirdiklerinde Yahudi asayı vurunca çocuk ölür. Bunun üzerine Vali Yahudi’yi idama mahkum eder. Bu sırada Hz. İsa (a.s.) uykusundan uyanıp asasının kaybolduğunu görür, asasını aramaya koyulur. Kısa süre sonra da meseleyi öğrenir. Yahudi’nin asılmak üzere olduğunu görünce:  “Bu arkadaşımı serbest bırakırsanız, çocuğunuzu bi-iznillah diriltirim”, der.  Vali bunu kabul eder. Hz. İsa (a.s.) ölen çocuğun başına varıp: “Kum bi-iznillah” deyince çocuk hem de hastalıktan kurtulmuş olarak ayağa kalkar. Bu mucizeyi ve bunun gibi nice mucizelere şahit olan Yahudi, hâlâ iman etmemekte ısrar eder. Ve yalan söylemeyi sürdürür. Yahudi’de iman alameti olmadığı halde yollarına devam ederler. Bir müddet gittikten sonra beş parça külçe altına rastlarlar. Altınları taksim etmek mümkün olmadığından Hz. İsa (a.s.): “Kimin ekmeği üçse o üç parçasını alsın, iki ekmeği olan da iki parça alsın”, der. Bu zamana kadar ekmeğinin iki olduğunu ısrarla söyleyen Yahudi:  “Benim üç ekmeğim vardı. Birisini senden gizli olarak yedim. Ben üç parça almam lazım”, der.  Hz. İsa (a.s.) : “Beşi de senin olsun” diyerek Yahudi ile olan yol arkadaşlığını bitirir ve oradan ayrılır.  Benliğini dünya hırsı bürüyen Yahudi’nin tamahkârlığının sonu çok hazin olmuştur. Yahudi altınların hepsine sahip olduğu için büyük bir sevinç içindeyken yanına iki kişi gelir. Onlar da altınlara ortak olmak isterler. Yahudi bakar ki, bu adamlardan  kurtulmanın imkânı yok: “Siz bekleyin, ben eve gidip, bir araba ve altınları kesmek için de bir testere getireyim”, der ve evine gider.  Evine vardığında, karısına zehirli börek yapmasını söyler. Niyeti altınlara ortak olmak isteyen o iki kişiyi öldürmektir. Zehirli böreklerle o iki adamın yanına geldiğinde adamlarda altınların hepsini almak istedikleri için aralarında anlaşarak Yahudi’yi öldürürler. Ardından Yahudi’nin getirdiği zehirli börekleri yerler ve oracıkta can verirler. Bir süre sonra oradan geçen Hz. İsa (a.s) kendilerini dünya hırsı bürüyen üç tamahkârın cesediyle karşılaşır. İşte tamahkârlığın sonu budur.  Bu iki hikâye tamahkârlığı çok güzel bize anlatmaktadır. Yazımızı bu konuya dair iki hadis-i şerif ile noktayalım: Hakîm b. Hizâm (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah’tan (Huneyn ganimetlerinden) istedim, bana ondan verdi. Sonra yine istedim, yine bana verdi. Sonra tekrar istedim bu defa da verdi. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala tamah etmeden gönül zenginliği ile sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamah dolu bir kalple bu malı isterse, tıpkı yiyip de doymayan kimse gibi, onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.” Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.”  Önder GÜZELARSLAN  
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.