Öncelikle insanı, ardı sıra da toplumu besleyen bu yaklaşımın karakter hatta kültür olayı olduğu şüphelidir. Daha çok; insanları yönlendirme, kamuoyu oluşturma, bazı kesimlere mesaj verme hevesindeki bir kadrolaşmadır denilebilir. Üstelik de, olmayan şeyleri olmuş gibi devreye sokan bir yaklaşımdır. Olmayan bir şey nasıl var kabul edilir? İşte, onu bulmak için başta Allah’ın kelâmı, ardından ise elçi pratiğinin yanında beşer tecrübesi hatta yayın olmak üzere bazı şeyleri dikkatli bir şekilde takip etmek elzemdir.
Hızlıca gelinen bu aşamada, insanı besleyen en değerli kabullerden olan beşer üretiminden de bahsetmek evladır. Çünkü hakikat denilen sunumları anlama merkezinde olan yegâne varlık insanoğludur. Bu duruşun hem kalitesiyle ve hem de muhataplığıyla doğrudan ilişkisi olduğu da bilinmelidir.
Doğrudan muhataplığı öne alınan akleden insanın zaman içinde devreye soktuğu pek çok unsurun olduğu unutulmamalıdır. Onun hakikati arayan çabasına saygı duymak ise, Yüce Tanrının yaratılan varlık konseptinde öne aldığı insanla devreye girebilmektedir. Bu girişin hem beklenen bir tercih olması, hem de insanın donanımına zemin hazırlaması, son derece pozitif bir kazanıma yakın durmakla eşdeğerdir demek lazımdır.
Ancak, olası gerçeği aramanın yanında, bazı kesimlerce üretilen tasavvuru takip eden bireylerin olduğu da görülmelidir. Onların kabulü üzerinden verilmek istenen mesaj, hem objektivitenin dışında, hem de siyasî endişeye yakın ya da patronların tercihine uyan bir çizgiyi takip eder. Bunun yanında devreye sokulan grup tandanslı yayınlar ise, daha korkunç yanlışlar işlemektedir. Ulaşılan bu kaybın dünden itibaren; yolculuk adına sağcılığı, sağcılık adına solculuğu, laiklik adına dini, din adına da farklı görüşleri yok sayan bir anlayışı devreye almakla, işlediği eylem cinayetin ta kendisidir.
Bazı kesimlerce öne sürüldüğü veçhile, gerçeğin yegâne temsilcisi ilan edilen kesimlerin zaman içinde hakikate yabancılaştığı da görülmelidir. Mamafih, böylesi grup nezdinde verilecek olan bilgi de, hep onların süzgecinden geçer, ardından yeni boyut kazanır akabinde taraftar hatta masum okuyucuya ulaşır. Öğretilen ezberle hayata tutunan hemen herkes de ne olacağını bilir. Öyle ki, verilen haber o doğrultuda değilse, devreye sokulan yorum o mahalde iş görür.
Bazen de zihinsel anlamda düşünmeye değil ezbere yakın tutulan okuyucu her dem uyarılır. Kendi grubunda başkasının haklı sesi duyulamaz olur. Muhatap alınan kesimin tutarlı olması, kabulü devreye sokan kesim hatta yayıncı için mesele değildir. Önemli olan, adeta robotik hale sokulan insanı besleyen yayıncının dünya görüşüne uyulmasıdır.
İşte bu açıdandır ki, irade sahibi olan insanı adeta köleleştiren grupçuluk, kültüre değil, yaşam tarzına dönüşmektedir. Böylesi kamplaşmanın ardından devreye giren şey de, yanlışın kurumlaşmasının yeni bir tanımlamasından başka bir şey değildir. Onlar için sadece benim/bizim görüşüm/görüşümüz ve muhatapların/diğerlerinin görüşü/görüşleri önde durmaktadır. Olması gereken “doğru” ise, sadece benim hedefime yakın olan şeydir. Güçlü olmanın tek koşulu varsa, o da, yalnızca benim hayat vizyonumdan geçer. Sahada olan sen, ancak mahkûmsun, tek seçeneğin ise, bize ulaşma adına tünel kazmaktır.
Mesele, ahlâkî açıdan da korkunç denecek kadar vahim bir hâldedir. Hemen herkes kendi ahlâk kurallarını öne almakla kalmayıp, kabul sürecine de bazı sınırlar getirmiş, ardından ise varılan ölçütleri hep kendisiyle bağlantılı yapmıştır. Doğru olan şey, sadece onun bakış açısında önemli olan şeydir, onun çıkarlarına uyanlar ise ahlâkîdir. Başka hedefleri olanların ise bu tanımlamanın dışında kaldığı muhakkaktır.
Böylesi bir yerde hadsizlik ile çıplaklık; “cesur sanat” olarak nitelendirilirken, öte tarafta ise; “bu kadarı da fazla” yaklaşımına mâruz kalınmaktadır. Gariptir ki, farklı bir yaklaşımı olanların bu durumu reddetmelerinin ardından, gerçek suçlunun sadece o olduğu ilan edilir, çünkü kurulu düzene başkaldırmaktadır. O zaman bazı yerlere şikâyet edilir, tahkim edilen müessese de bu doğrultuda çalışır.
Düşünen insanı adeta köleleştiren bu sistemin nezdinde önemli olan ezber/haber midir, yorum/kabul mudur? Bunu tartışmak, neticesiz olabilir. Çünkü, o ezber/haber kutsal şahsiyetin/onu yayanın kabulünden geçmiştir. Zaten sunulan kabullerde/haberlerde yorum en ince ayrıntılarıyla vardır, onu ve olguyu ayıramazsınız! Var olan yeni bir durumu şablonlara göre değerlendirmek muhataba/okuyucuya bu hâliyle sunmak, adalete yakın duran nakilcilik/habercilik değil, sömürüye açık olan istismar ve de hakarettir.
İnsan üzerinde etkin olan otoriter kabule göre; “büyük ayıp!”, “olmaz ki!”, “haksızlık bu” vb. gibi bir başlık, değerlendirilmeden hatta bahşedilen yorumdan sonra yazılmıştır. Şartlanan kesimlerde merkeze alınan olguyu/haberi hakikati besleyen olgu/haber olarak sunan grup/kurumun etkinliği öne çıktığı zaman, muhatap olan insanı kabule zorlayan gerçek kültür olayı meydana gelecektir. Bu anlamda öne alınan kurum/yapı/yayıncı ise, son derece etkin bir şekilde şahsiyet oluşturma aracıdır, peşinen de muhatap olan insana kişiliğini verecektir.
Beslenen kesimlerce olası dedikoduyu gerçek/kabul olarak sunma isteği, bu işin hem ahlâkî açıdan, hem de ortam açısından yanlış olduğunu ortaya koyacaktır. İnsanlara adeta magazin kabulü/yayıncılığı altında dokunan bu tercih, elâlemin yatak odalarını afişe etmek kadar ayıp olan bir kabule dönüşmektedir. Yine, her daim devreye sokulan kabul de, bu yolla kendi grubunu reklama dâhil eden hastalarına kapı açmaktadır. Muhataba açılan her kapı yeni kazanım olduğundan ötürü, devreye alınan kişiyi robotik hâle getiren bu durum, zaman içinde sürgit bir hâle de gelir.
Yüce Allah’ın doğrudan muhatabı olan insanın bu denli yaklaşım gereği devre dışına itilmesi, en değerli varlık olan insanın etkinlik alanına çıktığı dünya ölçeğinde baş gösteren sıkıntılara kapı aralayacaktır. Beşeri ötekileştiren hatta zorlayan bu gibi zamanlarda bireysel hatta toplumsal sorunlar baş gösterir ki, haksızlığı öne alan bu kabul de, millet için kaos olarak algılanacaktır. Kendini şuna adayan, şundan beslenen, fikrinden hamile kalan, reklamını bu uğurda yapan her birey, herhalde yaşadığı alana zarar verecektir.
Günlük hobi olarak değilse bile, mutlakıyet babında algılanan kabul aşamaları, hakikatten yana durmayı ötelediği gibi, entelektüel alanda kültürel dinamizmi de öldürmekle aynı tanımlamaya layıktır. Etkinliği öne alınanın ise, yeni bir üretim ve yorumlama alanı oluşturacağına; beklentileri dışlayan, mutat zevkleri onaylayan algılanmamış bir hedefi devreye alacağı meydandadır.
Artık ortada duran sunumun gerçeklik değil, ihtiyacı gideren bir aletten ibaret olacağı daha yakın olmuştur. Bu yakınlık ise, yeni oluşumları dışlamakla kalmayıp, ardından da, eski hedeflere alet olan bir bakış açısıdır. Onun için de insanı köleleştiren böylesi sunumların değişim ve gelişim alanında hiçbir fonksiyonu yoktur.
Gelinen bu aşamada demek evladır ki, doğrudan muhatap olan insanı besleyici kabul aşamasında ileri sürülenler ne olmalıdır?! O kadar ki, merkeze alınan beşerin istenilen ölçüde verimli olabilmesi adına, muhatabına sadece haber vermesi yeterli değildir. Devreye alınan örnekliğin yanında, farklı bakış açılarını da vermesi, yorumu da okuyana bırakması gerekli bir düzenleme gibidir. Yani, kendisine sunulanı her daim okuyan; “Ben de onlardanım, öyle düşünüyorum” şeklinde değil, “Bize sunulanlar hakikat ve gerçekliğe yakın şeylerdir!” demelidir. Devamında ise: “Benim görüşümü besleyen durumlar da akleden insanın olası kazanımlarıyla örtüşecektir!” yaklaşımının devreye girmesi beklenilmelidir.
Böylelikle, hakikate yakın durabilen kabullerin besleyici unsuru; değişen ve gelişen zaman aşımında muhatap alınan insanı unutmayan, gerçekliğe yakın durabilen, kültürel bağımsızlığını veren, şahsiyetleri oluşturmaya zemin hazırlayan etkin bir araç olmalıdır.
Aidiyet mi Muhtariyet mi? Ne Dersiniz!
Öncelikle insanı, ardı sıra da toplumu besleyen bu yaklaşımın karakter hatta kültür olayı olduğu şüphelidir. Daha çok; insanları yönlendirme, kamuoyu oluşturma, bazı kesimlere mesaj verme hevesindeki bir kadrolaşmadır denilebilir. Üstelik de, olmayan şeyleri olmuş gibi devreye sokan bir yaklaşımdır. Olmayan bir şey nasıl var kabul edilir? İşte, onu bulmak için başta Allah’ın kelâmı, ardından ise elçi pratiğinin yanında beşer tecrübesi hatta yayın olmak üzere bazı şeyleri dikkatli bir şekilde takip etmek elzemdir.
Hızlıca gelinen bu aşamada, insanı besleyen en değerli kabullerden olan beşer üretiminden de bahsetmek evladır. Çünkü hakikat denilen sunumları anlama merkezinde olan yegâne varlık insanoğludur. Bu duruşun hem kalitesiyle ve hem de muhataplığıyla doğrudan ilişkisi olduğu da bilinmelidir.
Doğrudan muhataplığı öne alınan akleden insanın zaman içinde devreye soktuğu pek çok unsurun olduğu unutulmamalıdır. Onun hakikati arayan çabasına saygı duymak ise, Yüce Tanrının yaratılan varlık konseptinde öne aldığı insanla devreye girebilmektedir. Bu girişin hem beklenen bir tercih olması, hem de insanın donanımına zemin hazırlaması, son derece pozitif bir kazanıma yakın durmakla eşdeğerdir demek lazımdır.
Ancak, olası gerçeği aramanın yanında, bazı kesimlerce üretilen tasavvuru takip eden bireylerin olduğu da görülmelidir. Onların kabulü üzerinden verilmek istenen mesaj, hem objektivitenin dışında, hem de siyasî endişeye yakın ya da patronların tercihine uyan bir çizgiyi takip eder. Bunun yanında devreye sokulan grup tandanslı yayınlar ise, daha korkunç yanlışlar işlemektedir. Ulaşılan bu kaybın dünden itibaren; yolculuk adına sağcılığı, sağcılık adına solculuğu, laiklik adına dini, din adına da farklı görüşleri yok sayan bir anlayışı devreye almakla, işlediği eylem cinayetin ta kendisidir.
Bazı kesimlerce öne sürüldüğü veçhile, gerçeğin yegâne temsilcisi ilan edilen kesimlerin zaman içinde hakikate yabancılaştığı da görülmelidir. Mamafih, böylesi grup nezdinde verilecek olan bilgi de, hep onların süzgecinden geçer, ardından yeni boyut kazanır akabinde taraftar hatta masum okuyucuya ulaşır. Öğretilen ezberle hayata tutunan hemen herkes de ne olacağını bilir. Öyle ki, verilen haber o doğrultuda değilse, devreye sokulan yorum o mahalde iş görür.
Bazen de zihinsel anlamda düşünmeye değil ezbere yakın tutulan okuyucu her dem uyarılır. Kendi grubunda başkasının haklı sesi duyulamaz olur. Muhatap alınan kesimin tutarlı olması, kabulü devreye sokan kesim hatta yayıncı için mesele değildir. Önemli olan, adeta robotik hale sokulan insanı besleyen yayıncının dünya görüşüne uyulmasıdır.
İşte bu açıdandır ki, irade sahibi olan insanı adeta köleleştiren grupçuluk, kültüre değil, yaşam tarzına dönüşmektedir. Böylesi kamplaşmanın ardından devreye giren şey de, yanlışın kurumlaşmasının yeni bir tanımlamasından başka bir şey değildir. Onlar için sadece benim/bizim görüşüm/görüşümüz ve muhatapların/diğerlerinin görüşü/görüşleri önde durmaktadır. Olması gereken “doğru” ise, sadece benim hedefime yakın olan şeydir. Güçlü olmanın tek koşulu varsa, o da, yalnızca benim hayat vizyonumdan geçer. Sahada olan sen, ancak mahkûmsun, tek seçeneğin ise, bize ulaşma adına tünel kazmaktır.
Mesele, ahlâkî açıdan da korkunç denecek kadar vahim bir hâldedir. Hemen herkes kendi ahlâk kurallarını öne almakla kalmayıp, kabul sürecine de bazı sınırlar getirmiş, ardından ise varılan ölçütleri hep kendisiyle bağlantılı yapmıştır. Doğru olan şey, sadece onun bakış açısında önemli olan şeydir, onun çıkarlarına uyanlar ise ahlâkîdir. Başka hedefleri olanların ise bu tanımlamanın dışında kaldığı muhakkaktır.
Böylesi bir yerde hadsizlik ile çıplaklık; “cesur sanat” olarak nitelendirilirken, öte tarafta ise; “bu kadarı da fazla” yaklaşımına mâruz kalınmaktadır. Gariptir ki, farklı bir yaklaşımı olanların bu durumu reddetmelerinin ardından, gerçek suçlunun sadece o olduğu ilan edilir, çünkü kurulu düzene başkaldırmaktadır. O zaman bazı yerlere şikâyet edilir, tahkim edilen müessese de bu doğrultuda çalışır.
Düşünen insanı adeta köleleştiren bu sistemin nezdinde önemli olan ezber/haber midir, yorum/kabul mudur? Bunu tartışmak, neticesiz olabilir. Çünkü, o ezber/haber kutsal şahsiyetin/onu yayanın kabulünden geçmiştir. Zaten sunulan kabullerde/haberlerde yorum en ince ayrıntılarıyla vardır, onu ve olguyu ayıramazsınız! Var olan yeni bir durumu şablonlara göre değerlendirmek muhataba/okuyucuya bu hâliyle sunmak, adalete yakın duran nakilcilik/habercilik değil, sömürüye açık olan istismar ve de hakarettir.
İnsan üzerinde etkin olan otoriter kabule göre; “büyük ayıp!”, “olmaz ki!”, “haksızlık bu” vb. gibi bir başlık, değerlendirilmeden hatta bahşedilen yorumdan sonra yazılmıştır. Şartlanan kesimlerde merkeze alınan olguyu/haberi hakikati besleyen olgu/haber olarak sunan grup/kurumun etkinliği öne çıktığı zaman, muhatap olan insanı kabule zorlayan gerçek kültür olayı meydana gelecektir. Bu anlamda öne alınan kurum/yapı/yayıncı ise, son derece etkin bir şekilde şahsiyet oluşturma aracıdır, peşinen de muhatap olan insana kişiliğini verecektir.
Beslenen kesimlerce olası dedikoduyu gerçek/kabul olarak sunma isteği, bu işin hem ahlâkî açıdan, hem de ortam açısından yanlış olduğunu ortaya koyacaktır. İnsanlara adeta magazin kabulü/yayıncılığı altında dokunan bu tercih, elâlemin yatak odalarını afişe etmek kadar ayıp olan bir kabule dönüşmektedir. Yine, her daim devreye sokulan kabul de, bu yolla kendi grubunu reklama dâhil eden hastalarına kapı açmaktadır. Muhataba açılan her kapı yeni kazanım olduğundan ötürü, devreye alınan kişiyi robotik hâle getiren bu durum, zaman içinde sürgit bir hâle de gelir.
Yüce Allah’ın doğrudan muhatabı olan insanın bu denli yaklaşım gereği devre dışına itilmesi, en değerli varlık olan insanın etkinlik alanına çıktığı dünya ölçeğinde baş gösteren sıkıntılara kapı aralayacaktır. Beşeri ötekileştiren hatta zorlayan bu gibi zamanlarda bireysel hatta toplumsal sorunlar baş gösterir ki, haksızlığı öne alan bu kabul de, millet için kaos olarak algılanacaktır. Kendini şuna adayan, şundan beslenen, fikrinden hamile kalan, reklamını bu uğurda yapan her birey, herhalde yaşadığı alana zarar verecektir.
Günlük hobi olarak değilse bile, mutlakıyet babında algılanan kabul aşamaları, hakikatten yana durmayı ötelediği gibi, entelektüel alanda kültürel dinamizmi de öldürmekle aynı tanımlamaya layıktır. Etkinliği öne alınanın ise, yeni bir üretim ve yorumlama alanı oluşturacağına; beklentileri dışlayan, mutat zevkleri onaylayan algılanmamış bir hedefi devreye alacağı meydandadır.
Artık ortada duran sunumun gerçeklik değil, ihtiyacı gideren bir aletten ibaret olacağı daha yakın olmuştur. Bu yakınlık ise, yeni oluşumları dışlamakla kalmayıp, ardından da, eski hedeflere alet olan bir bakış açısıdır. Onun için de insanı köleleştiren böylesi sunumların değişim ve gelişim alanında hiçbir fonksiyonu yoktur.
Gelinen bu aşamada demek evladır ki, doğrudan muhatap olan insanı besleyici kabul aşamasında ileri sürülenler ne olmalıdır?! O kadar ki, merkeze alınan beşerin istenilen ölçüde verimli olabilmesi adına, muhatabına sadece haber vermesi yeterli değildir. Devreye alınan örnekliğin yanında, farklı bakış açılarını da vermesi, yorumu da okuyana bırakması gerekli bir düzenleme gibidir. Yani, kendisine sunulanı her daim okuyan; “Ben de onlardanım, öyle düşünüyorum” şeklinde değil, “Bize sunulanlar hakikat ve gerçekliğe yakın şeylerdir!” demelidir. Devamında ise: “Benim görüşümü besleyen durumlar da akleden insanın olası kazanımlarıyla örtüşecektir!” yaklaşımının devreye girmesi beklenilmelidir.
Böylelikle, hakikate yakın durabilen kabullerin besleyici unsuru; değişen ve gelişen zaman aşımında muhatap alınan insanı unutmayan, gerçekliğe yakın durabilen, kültürel bağımsızlığını veren, şahsiyetleri oluşturmaya zemin hazırlayan etkin bir araç olmalıdır.
Ekleme
Tarihi: 12 Nisan 2023 - Çarşamba
Aidiyet mi Muhtariyet mi? Ne Dersiniz!
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.