Cevahir AYDIN
Köşe Yazarı
Cevahir AYDIN
 

Yanlış Anladınız

Yanlış Anladınız Filozof Elbert Hubbard’a “Tanrı, insanlara ne söylemek isterdi?” diye sorduklarında verdiği o meşhur cevap: “Hepiniz beni yanlış anladınız.” Meseleyi inançlar perspektifinde ele aldığımızda hangi inançtan olursa olsun bu yaklaşım, hayatının merkezinde ötelere dair bir hayatın inşası için mücadele niyeti olanların, düştüğü bir yanılgıya atıfta bulunuyor. İddia edilen veya nefsani duygularla örülen bir fikirden bir hayattan ziyade; insandan istenileni anlamadan gerçek anlamda hakikate ulaşmak ne mümkün. Hakikat birdir değişmez. Şahsa, döneme, çağa veyahut tabelaya endeksli değildir. Tüm kâinatın muntazam işleyişinde; nakışlarıyla varlığını, hükmünü, otoritesini gösteren zatı dinlediğimizde kendi konumumuzu ve bizden bekleneni; hakikatin, hakiki tezahürünü ayan beyan görmek elbet mümkündür. Kâinat büyük bir insan İnsan ise içinde küçük bir kâinatı taşır der üstad. Bir tohumu yaratılışına uygun vazifelendiren zat, Bu koca kâinatı elbet bir amaç için ‘varlıkların en şereflisi insana hizmet için’ var etmiştir. Her şeyi yerli yerinde yaratan, yaratılışına uygun vazifeler ile memur kılan ve milyarlarca yıldır bu memuriyete uygun işleri işleten zatı, onlar kadar dahi doğru anlamak bizleri bir nebze insan kılmaz mı? Onların intisap ettiği zatı tanımak ve o zatı bilmek bizleri alemlerin en şereflisi kılmaz mı? Kitab-ı Kebir olan kâinatı doğru okuduğunda, hiçbir vicdan sahibi dimağ; o makamın kendisinden beklediğini inkâr edecek bir karanlık nokta bulamayacaktır. Zira kâinat bir bütün bir ahenk içerisinde varlığını sürdürürken orada fesat çıkarıp bozguna yol açan ne gariptir ki yine tüm bunların kendisi için yaratıldığı insandır. İnsanı bu derece garip kılan şey iki dayanak noktasında serbest bırakılmasıydı. Akıbetini belirleyecek pratiklerde ve tercihlerinde.. İnsan tam olarak buradaki serbestiyet içinde yanlış anlamalara, yanılmalara düştü de kâinatı idare edenin kendisini idare etmemesini arzuladı. Nefisperestlik, tenperverlik hezeyanlarıyla hakperestliği terk ederek hakikate düşman kesiliverir oldu. Nefisperest insan, hakikati yanlış anladığından sadece menfaatini düşünür, nefsini esas alır. Her şeyi nefsine feda eder, menfaatine ters düşen herkesi her fikri kendine düşman telakki eder. Ene’si o kadar palazlanmıştır ki, hakikat diye benliğini satar. Dahi kendisine taraftar toplar. Ölümü kendine uzak görür. Her saniye kendisine koşarak gelen ölümü, kendine yakıştırmaz. Bilmemekten değil, haksız çıkma korkusundan, hakikatle yüzleşmenin kahredici gerçekliğinden, mesuliyet yükünü getirmesinden kaynaklı olsa gerek; kaybetme endişesi tüm hayatını kuşatmıştır. Tutum ve davranışları; Aklı selim, kalbi meftun, hasbi dimağlarda makes bulmayacağından yalanı ve inkârı kendisine rehber kıldığı için vicdan ızdırabı girdabında boğulmaya devam eder. Huzursuzdur Yapayalnızdır Yastığına başını koyduğunda, haklı gerekçeler üretmeye devam eder Sahte oyalanmalar ile meşguldür Heyhat ki malayani bu döngü onu içten içe kemirir. Peki, ya sen? Hiç nasıl öleceğini düşündün mü mesela, ne kadar yakıştırdın ölümü kendine… Evet peki, ya sen? O “yanlış anlayanlardan” mısın? Ezberden cevap almak değildir beklenen. Bu sorunun cevabının, “intisap” kavramının hayatımızdaki konumunda gizli olduğunu göstermektir. Alemlerin sahibine intisap eden, elbette O’nun himayesinde olur, eyvallah. Ancak intisap ettiği makamın kuvvetini, muradını, ortaya koyduğu nizamı hayatına taşımayan, O’nun istediğine göre yaşamayan gerçekten de O’nu doğru anlamış olabilir mi? Hakikatte intisap, bağlı olunan kudretin hükmünü, iradesini ve düzenini hayatlara hâkim kılmayı gerektirir. Ki bu da varlık aleminde yaratılış türü ne olursa olsun onu heybetli, güçlü kılar. Bunu bilen ve hayatına nakşeden insanlara “Ârif” denir. Burada içi boşaltılan bir terimi kastetmiyoruz elbette. Hakkı tutup kaldırmada nasibi olanları, yıkmayı değil liyakat ile yapmayı seçenleri kastediyoruz. Kainatla uyumlu yaşayanların geldiği konumdaki kişilerin yani Âriflerin gücü de dayandıkları kaynaktan ve intisap sırrıyla hareket etmelerinden gelir. İşte bu yüzden inanmış bir dimağın; küfre, inkâra ve zulme karşı başı dimdik, ama yaratılışın fıtrî kodlarına uygun bir hayatı arzulayanlara karşı başı eğiktir, mütevazıdır. Şefkat kanatlarını gerer ve sabırla, azimle yolunda yürümeye gayret eder. İnkâr, yıkım, zulüm dediğimiz şeyler, yalnızca bir reddediş değil; insanın üzerine nakşedilmiş olan ilahî eserlerin yok sayılmasıdır. Emanet edilenlerin hakiki sahibinin görmezden gelinmesidir vesselam.. Merhum, Mehmet Akif Ersoy’un o meşhur dizeleriyle yazımıza son veriyoruz: Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? Emin ol, onu en çolpa herifler de becerir. Sade sen gösteriver "işte budur kubbe" diye, İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye... Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât, o zaman, Bir Süleyman daha lazım, yeniden bir de Sinan... Cevahir Aydın / Küçük Dünyam
Ekleme Tarihi: 01 Ekim 2025 -Çarşamba

Yanlış Anladınız

Yanlış Anladınız Filozof Elbert Hubbard’a “Tanrı, insanlara ne söylemek isterdi?” diye sorduklarında verdiği o meşhur cevap: “Hepiniz beni yanlış anladınız.” Meseleyi inançlar perspektifinde ele aldığımızda hangi inançtan olursa olsun bu yaklaşım, hayatının merkezinde ötelere dair bir hayatın inşası için mücadele niyeti olanların, düştüğü bir yanılgıya atıfta bulunuyor. İddia edilen veya nefsani duygularla örülen bir fikirden bir hayattan ziyade; insandan istenileni anlamadan gerçek anlamda hakikate ulaşmak ne mümkün. Hakikat birdir değişmez. Şahsa, döneme, çağa veyahut tabelaya endeksli değildir. Tüm kâinatın muntazam işleyişinde; nakışlarıyla varlığını, hükmünü, otoritesini gösteren zatı dinlediğimizde kendi konumumuzu ve bizden bekleneni; hakikatin, hakiki tezahürünü ayan beyan görmek elbet mümkündür. Kâinat büyük bir insan İnsan ise içinde küçük bir kâinatı taşır der üstad. Bir tohumu yaratılışına uygun vazifelendiren zat, Bu koca kâinatı elbet bir amaç için ‘varlıkların en şereflisi insana hizmet için’ var etmiştir. Her şeyi yerli yerinde yaratan, yaratılışına uygun vazifeler ile memur kılan ve milyarlarca yıldır bu memuriyete uygun işleri işleten zatı, onlar kadar dahi doğru anlamak bizleri bir nebze insan kılmaz mı? Onların intisap ettiği zatı tanımak ve o zatı bilmek bizleri alemlerin en şereflisi kılmaz mı? Kitab-ı Kebir olan kâinatı doğru okuduğunda, hiçbir vicdan sahibi dimağ; o makamın kendisinden beklediğini inkâr edecek bir karanlık nokta bulamayacaktır. Zira kâinat bir bütün bir ahenk içerisinde varlığını sürdürürken orada fesat çıkarıp bozguna yol açan ne gariptir ki yine tüm bunların kendisi için yaratıldığı insandır. İnsanı bu derece garip kılan şey iki dayanak noktasında serbest bırakılmasıydı. Akıbetini belirleyecek pratiklerde ve tercihlerinde.. İnsan tam olarak buradaki serbestiyet içinde yanlış anlamalara, yanılmalara düştü de kâinatı idare edenin kendisini idare etmemesini arzuladı. Nefisperestlik, tenperverlik hezeyanlarıyla hakperestliği terk ederek hakikate düşman kesiliverir oldu. Nefisperest insan, hakikati yanlış anladığından sadece menfaatini düşünür, nefsini esas alır. Her şeyi nefsine feda eder, menfaatine ters düşen herkesi her fikri kendine düşman telakki eder. Ene’si o kadar palazlanmıştır ki, hakikat diye benliğini satar. Dahi kendisine taraftar toplar. Ölümü kendine uzak görür. Her saniye kendisine koşarak gelen ölümü, kendine yakıştırmaz. Bilmemekten değil, haksız çıkma korkusundan, hakikatle yüzleşmenin kahredici gerçekliğinden, mesuliyet yükünü getirmesinden kaynaklı olsa gerek; kaybetme endişesi tüm hayatını kuşatmıştır. Tutum ve davranışları; Aklı selim, kalbi meftun, hasbi dimağlarda makes bulmayacağından yalanı ve inkârı kendisine rehber kıldığı için vicdan ızdırabı girdabında boğulmaya devam eder. Huzursuzdur Yapayalnızdır Yastığına başını koyduğunda, haklı gerekçeler üretmeye devam eder Sahte oyalanmalar ile meşguldür Heyhat ki malayani bu döngü onu içten içe kemirir. Peki, ya sen? Hiç nasıl öleceğini düşündün mü mesela, ne kadar yakıştırdın ölümü kendine… Evet peki, ya sen? O “yanlış anlayanlardan” mısın? Ezberden cevap almak değildir beklenen. Bu sorunun cevabının, “intisap” kavramının hayatımızdaki konumunda gizli olduğunu göstermektir. Alemlerin sahibine intisap eden, elbette O’nun himayesinde olur, eyvallah. Ancak intisap ettiği makamın kuvvetini, muradını, ortaya koyduğu nizamı hayatına taşımayan, O’nun istediğine göre yaşamayan gerçekten de O’nu doğru anlamış olabilir mi? Hakikatte intisap, bağlı olunan kudretin hükmünü, iradesini ve düzenini hayatlara hâkim kılmayı gerektirir. Ki bu da varlık aleminde yaratılış türü ne olursa olsun onu heybetli, güçlü kılar. Bunu bilen ve hayatına nakşeden insanlara “Ârif” denir. Burada içi boşaltılan bir terimi kastetmiyoruz elbette. Hakkı tutup kaldırmada nasibi olanları, yıkmayı değil liyakat ile yapmayı seçenleri kastediyoruz. Kainatla uyumlu yaşayanların geldiği konumdaki kişilerin yani Âriflerin gücü de dayandıkları kaynaktan ve intisap sırrıyla hareket etmelerinden gelir. İşte bu yüzden inanmış bir dimağın; küfre, inkâra ve zulme karşı başı dimdik, ama yaratılışın fıtrî kodlarına uygun bir hayatı arzulayanlara karşı başı eğiktir, mütevazıdır. Şefkat kanatlarını gerer ve sabırla, azimle yolunda yürümeye gayret eder. İnkâr, yıkım, zulüm dediğimiz şeyler, yalnızca bir reddediş değil; insanın üzerine nakşedilmiş olan ilahî eserlerin yok sayılmasıdır. Emanet edilenlerin hakiki sahibinin görmezden gelinmesidir vesselam.. Merhum, Mehmet Akif Ersoy’un o meşhur dizeleriyle yazımıza son veriyoruz: Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? Emin ol, onu en çolpa herifler de becerir. Sade sen gösteriver "işte budur kubbe" diye, İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye... Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât, o zaman, Bir Süleyman daha lazım, yeniden bir de Sinan... Cevahir Aydın / Küçük Dünyam
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.